Yeni Üyelik
6.
Bölüm

4.BÖLÜM

@zeynepyllmz

@zeynepyllmz hesabımı takip etmeyi unutmayın.

Okumaya başlamadan önce beğenmeyi unutmayın ❤️

Bol bol yorumlar yapınn.

Eğer yazım yanlışlarım varsa yorumlarda belirtiniz.

 

​​​​İYİ OKUMALAR DİLERİM

☀️

"Annelerin ölümü kadar acı bir şey yok, kızım. Annen ölür, sanırsın tüm insanlar ölmüş." demişti komşumuz annesini toprağa verdikten iki hafta sonra.

O zaman dediği sözü hiç anlamamıştım ama şimdi çok iyi anlıyordum. Gerçekten de annem öldüğü zaman tüm insanlar ölmüştü sanki. Annemin cansız bedenini gördüğüm zaman tüm insanlar ölmüş gibi hissettim. Şimdi ise bambaşka bir acı hissediyordum tarifi zor çok zor bir acı. Değil tüm insanların, dünyanın ölümü bile bu acıyı tarif edemezdi. Bu acının adı, Vicdan azabı'ydı.

Tarifi yok bu acının sadece tadı var. Tadmayan insanlar bu acının büyüklüğünü bilmezdi ama tadan insanlar çok iyi bilirdi çünkü, azap içinde boğuşuyorlardı.

Acı o kadar kuvvetliydi ki dünya da ki hiçbir su acının ateşini söndüremezdi.

Acının ateşi harlanarak insanı yakardı ama küle döndürmezdi azap çektirirdi. İçim dışım acının ateşiyle yanıyordu ve dünya da ki hiçbir su söndürmüyordu.

'Öldüm ben.' diyordum içimden, ateşlerin arasından bağırarak. Sonra ateş giderek harlanıyordu ölmediğimi söylüyordu.

Gözümden akan yaş kayarak yanağımda süzüldü. Bir gün, bir gün içinde her şeyimi kaybetmiştim. Bir gün içinde hayatım yok olmuştu. Bir gün içinde yapa yalnız kalmıştım.

Şimdi ise bilinmezliğe doğru yalın ayaklarımla yürüyordum. Güneş yavaş yavaş aydınlanıyordu. Acı bir rüzgar esiyordu omzumun üstünden dağılmış saçlarıma vuruyor hafif hafif uçuşturuyordu. Bedenim çok üşüyordu sanırsın kutupların üstünde yürüyordum. Bu üşüme rüzgarın soğukluğu değil, kalbimin yarısının ölme soğukluğuydu. İnsanın canı öldüğü zaman, kalbinin yarısı da ölüyormuş.

Midyat'ın bilmediğim sokaklarında yürümeye devam ederek sağ yola girdim. Nereye gittiğimi bilmiyordum öyle bilinmezliğe doğru yürüyordum.

Baran'ın annesi bana yardım ederek beni Baran'dan kurtardığında teşekkür edemeyecek kadar kötü haldeydim. Hiçbir şey demeden kadına arkamı dönerek yavaş yavaş yürüyüp gitmiştim.

Bir teşekkür'den başka diyecek bir şeyim yokken, teşekkür bile dememiştim.

Boş sokaklar da adımlayan ayaklarım beni nereye götürüyor bilmiyordum. Ben, ayaklarımın beni götürdüğü yere gidiyordum. Belki de Allah beni götürmek istediği yere götürüyordu.

Şişmiş gözlerimi yavaşça kırpıp etrafıma bakıyordum. Bazı evlerin önünde bağlanmış köpekler beni gördüklerinde dört ayak üstüne dikiliyor havlıyorlardı. Bense havlamalarına kulağımı tıkayıp yürümeye devam ediyordum. Hapis olduğum evden baya uzaklaşmıştım.

Kim bilir kaç dakikadır yürüyordum ya da saat. Ayaklarım yorgun demeyeceğim, benim bütün bedenim, ruhum yorgundu ve buna rağmen yürümeye devam ediyordum.

Bedenim ve ruhum ayrı ateşlerin içinde yanıyordu. Yaşanılan gerçekler kezzap suyu olup ateşin içine dökülüyordu, ateş kezzap suyunun ve rüzgarın etkisiyle her yeri lavlarla kaplıyordu bulunduğum yerde bir ateş çemberi oluşturuyordu ve ben cayır cayır yanıyordum.

Yol ayrımına geldiğimde ortada durdum ve önce sağa sonra sola baktım hiç düşünmeden sağa doğru ilk adımı attım ve yürümeye devam ettim.

Yürüdüğüm yol hep kum ve taştı. Taşların sivri uçları ayağımı keserek yerde küçük kan damlaları bırakıyordu.

Kumlu ve taşlı yollar güneşin doğmasıyla git giderek sıcak oluyordu her yere bastığımda ayağımın altını yakıyordu. Kesilen yerler sıcağa değdiği zaman sızım sızım sızlıyordu. Bu sızılık cehennem de yürümek gibi'ydi.

Az ilerde eski, bazı yerleri kırık bir park gördüm parkın içinde iki tane bank.

Ayaklarım yol ayrımından çıkarak eski park'a doğru adımladı, parkın içine girdiğimde iki banktan birine oturdum.

Sol ayak bileğimi, sağ ayak bileğimin üstüne attım, iki elimin parmaklarını birbirine geçirerek kucağıma koydum. Gözlerim rüzgarın hafif esintisi'yle sallanan salıncakta'ydı.

Rüzgar, salıncağa arkadan vurarak hafiften sallandırıyordu.

O an dünya tersine döndü, zaman geriye gitti,

ben altı yaşıma döndüm.

 

14 YIL ÖNCE...

 

Yanımdan geçen insanlara çekinerek bakarak annemin avucumda ki elini daha sıkı tuttum. İnsanlar yanımızdan geçerken bir anneme, bir bana bakıyor kulaktan kulağa konuşuyorlardı.

Bazı konuşulan şeyleri duyuyor annemin elbisesine sokuluyordum.

Yanımdan geçen bir erkek çocuğu, annesinin eteğine ilişmiş elindeki sarı araba'yı hava da sürerek keyifle gülüyordu. Gözlerim hayranlıkla erkek çocuğunun elinde ki sarı araba'ya bakarken esen rüzgar düz siyah saçlarımı gözümün önüne getirerek bakmamı engelliyordu. Kaşlarımı çatarak elimle gözümün önünde ki saçlarımı sinirle kenara attım yanlışlıkla parmak uçlarım kaşımın biraz altındaki açık yaraya değince dudaklarımdan acı dolu inleme koptu.

"Ah!"

Annem elimi bırakmadan bana döndü, endişeyle eğilerek benle aynı boya geldi.

"Kızım, noldu?"

Annemin güzel gözleri tüm yüzümü endişeyle süzdü.

Gözlerim dolu dolu olurken alt dudağımı büktüm.

"Saçım gözümün önüne geldi, bende elimle saçımı gözümün önünden çekerken yanlışlıkla parmaklarım uf'a geldi."

Annemin ağırlaşmış gözleri dün babamın kaşımın biraz altına sebep olduğu uf'a takıldı. Annem dudaklarını yaraya yakınlaştırarak tüy kadar hafif bir öpücük bıraktı. Geri çekildiğinde gülümseyerek gözlerimin içine baktı.

"Geçti mi ufunun acısı?" diye sordu.

Anneciğimin gülümsemesine karşılık vererek gülümsedim. Kafamı olumlu anlamda salladım.

"Bende senin ufunu öpeyim, geçsin hemen acısı." dedim tatlı dille.

Annem bir kaç saniye gözlerimin içine baktı sonra gülümsemesini büyüterek sol yanağını döndü. Tek elimle ağzımı kapatarak kıkırdadım. büzüştürdüğüm dudaklarımı annemin kızarık yanağına değdirerek seslice öptüm. Bir kaç adım geriye adım atarak annemin yüzüne baktım.

"Anne, ufunun acısı geçti mi?"

Annem gözlerini kırpıştırarak gözlerime baktı.

"Geçti." dedi annem gözlerini kırpıştırmaya devam ederek.

Yerimde sevinçle sıçrayıp annemin çenesini üst üste öptüm. Annem dişlerini göstererek gülerken beni kucağına aldı.

Annemin sıkıca tuttuğum elini bıraktım, iki kolumu annemin boynuna doladım.

Annem de belimden beni sıkıca tutarak insanların üstümüzde olan bakışlarını hiçe sayarak yürümeye devam etti.

Bense kafamı dikleştirerek az önce erkek çocuğunun elinde gördüğüm sarı araba'yı aradım ama bulamadım dudaklarımı aşağı doğru sarkıtırken yanağımı annemin omzuna koydum geçen yolları, bize bakan insanları izledim.

Güneş'in sıcak ışınları vücuduma değerek bedenimi mayıştırıyordu. Yanağımı annemin omzuna bastırıp kapanmak üzere olan gözlerimi son kez etrafta gezdirdim ilerde gördüğüm park'la uykum açıldı kafamı dikleştirerek heyecanla park'a baktım.

Park'ın içerisi benim yaşlarımda olan çocuklarla doluydu ve keyifle bağırarak oyun oynuyorlardı. Çocukların çoğu erkekti.

Dudaklarım heyecanla gülümseyerek gözlerimi anneme çevirdim.

"Anne park." dedim heyecanla. Bende parkta oynamak istiyordum.

Annem derin nefesler vererek durdu omzumun üstünden ilerideki çocuklarla dolu park'a baktı.

"Canım kızım eve gitmemiz lazım. Benim yemek yapmam lazım akşam babanın arkadaşları gelecek." dedi.

Ellerimi annemin boynundan çekip parmaklarımla oynadım. Gözlerimi annemin gözlerinden çekip parmaklarımla baktım, dudağımda mutsuzlukla aşağı sarkıttım.

"Bende parkta oynamak istiyorum. Ben hiç parkta oynamadım." dedim.

Gözlerimi parkmaklarımdan annemin gözlerini çıkarttım. Annem dudaklarını birbirine bastırarak mutsuzlukla gözlerimin içine baktı.

"Yasmîn," dedi ve sustu. Bir park'a bakıp, bir gözlerimin içine baktı. Tekrardan bakışlarını park'a çevirdi ve uzun bir süre park'a baktı sonra nefesini seslice vererek gülümseyerek bana baktı.

"Hadi gidelim."

"Yaşasın!"

Mutlulukla ellerimle alkış tutarak gülümsedim annemin yanaklarını öpücüklerimle doldurdum. Annem gülerek saçlarımı şefkatle okşadı. Annemi öpme'yi bırakıp kafamı park'a çevirdim kalbim heyecandan çok hızlı atıyordu.

Annemle birlikte parkın içine girdiğimizde gözüme kestirdiğim kırmızı salıncağa baktım. Anneme beni yere bırakmasını söyledim ve koşarak kırmızı salıncağın demirliğini tuttum. Yerimde zıplayarak gülümseyerek yanıma gelen anneme baktım.

"Anne, anne ben buna binmek istiyorum." heyecandan hızlı hızlı konuşuyordum.

"Tamam canım. Hadi bin seni sallayayım."

Kafamı olumlu anlamda sallayıp kırmızı salıncağa bindim. Sıkıca demirlikleri tutup kafamı arkaya çevirerek anneme baktım.

"Anne hadi salla beni!" dedim neşeyle bağırarak.

Annem kafasını gülerek olumlu anlamda salladı ve sallamaya başladı.

Salıncağın bir ileri bir geri gitmesiyle rüzgar yüzüme vurarak saçlarımı savurdu. Süt dişlerimi göstererek seslice gülmeye başladım. Salıncakta sallanmak çok güzeldi.

Omzumun üzerinden anneme bakarak bağırdım.

"Anneciğim daha hızlı!"

Annem gülümseyerek salıncağın hızını arttırdı. Gülümsemelerim kahkahaya dönüşerek daha da neşelendim.

"Anne daha hızla salla!"

Salıncağın hızı daha da arttığında kahkaha atarak demirlikleri tutmayı bırakıp kollarımı açtım.

"Anne daha hızla salla, daha hızlı!"

Kafamı geriye atarak masmavi gökyüzüne, pamuğa benzer bulutlara baktım ve kendimi göklerde uçuşan bembeyaz bir güvercin hissettim.

"Huhhh, uçuyorum!"

Kulağıma annemin gülüşleri dolduğunda bacaklarımı mutlulukla salladım kahkaha atarak bağırmaya devam ettim.

 

GÜNÜMÜZ

 

Akan burnumu çekerek acılı gülümsememle salıncağa bakmaya devam ettim. O gün benim en mutlu günümdü salıncağı bırakmak benim için epey zor olmuştu. Benim ilk ve son günümdü o park, o salıncak.

Salıncağa bakarken rüzgarın saçlarımı nasıl uçuşturduğunu hatırladım, ilk defa salıncağa bineceğim için heyecanımı hatırladım, neşeli kahkahalarımı hatırladım, annemin mutlu olduğum için gülüşlerinin kulağıma dolduğunu hatırladım.

Annem, babama rağmen beni park'a götürmüştü. Benim için her şeyi yapıyordu annem ama yine de kendini yetersiz buluyordu. Oysa benim için her şeyi yapmıştı farkında değildi. Benim için yine yapmıştı ve canından olmuştu.

Oturduğum yerden dizlerimi kendime doğru çektim, kollarımı dizlerime sardım, kafamı dizlerime gömerek hıçkırarak ağlamaya başladım. Bir gün öncesi bana bu anılar mutlu geliyordu, canımı yakmıyordu şimdi ise canımı çok yakıyordu hatırlamak istemiyordum.

Baran'la evlenmek istemiyorum diye annemi kaybetmiştim, evlenmek istemediğim için canımın yarısını kaybetmiştim. Babam annemi öldürmüştü ama sebebi ben olmuştum.

Öldüren kadar sebebi olanda suçludur. Bende, babam kadar suçluydum hatta en büyük suç benimdi.

Omuzumda bir el hissettiğimde irkilerek kafamı kaldırdım temas eden kişiye baktım. Seksenli yaşlarının sonlarında olduğu bir dede mavi gözlerini endişeyle yüzümde gezdiriyordu. Yüzü seksenli yaşlarının sonunu belli edercesine buruş buruştu, saçları çok azdı ve aktı. Elinde tuttuğu bastonundan güç alarak ayakta dik olmasa da duruyordu.

"keç, tu baş î?"

(Kızım, sen iyisin?)

Ağır şivesiyle ve yaşlılığın getirdiği sesle konuştu.

İki elimin parmaklarımın, tırnaklarını avucumun içine bastırdım akan göz yaşlarımla dedenin gözlerinin içine baktım. Dede de gözlerimin içine bakıyor bir cevap vermemi bekliyordu.

Dilim lâl benim nasıl cevap vereyim.

Dede bastonundan yardım alarak bir adım yaklaştı bana.

"keç, tu kî yî? tu keça kê yî?"

(Kızım, kimsin sen? Sen kimin kızısın?)

Bir lâl nasıl konuşa bilir ki?

Dede bir adım daha atarak bana yaklaştı artık nasıl bir haldeysem benim için çok endişeleniyordu.

"Tu ji kîjan gundî yî? diyar e tu ne ji vî gundî yî."

(Hangi köydensin? Bu köyden değilsin belli.)

Dedenin sorduğu hiç bir soruya cevap vermedim. Dilim onca yaşananlardan dolayı lâl olmuştu. Yüreğim ise dedenin sorduğu soruları bağıra çağıra çaresizlikle söylüyordu.

Dede, yanıma gelerek buruşmuş, titreyen elini yanağıma koydu akan göz yaşlarımı sildi. Annemden sonra göz yaşlarımı silen kişi hiç tanımadığım bir dedeydi.

Dede, elini diğer yanağıma koyarak akan göz yaşlarımı sildi. Yanağımdaki eli saçlarıma çıkarak yavaşça okşadı.

" tu kî yî keç Tu vê saetê bi tena xwe li vir çi dikî?"

(sen kimsin kızım bu saatte burada yalnız başına ne yapıyorsun?)

Yine ve yine cevap vermedim sadece gözlerinin içine baktım. Sildiği gözlerimden yaşlar aktı, dudaklarımın arasından hıçkırıklar kaçtı, dedenin sorduğu sorular odun oldu yüreğimde ki ateşe atıldı.

Gözlerinden belli olduğu acıma duygusuyla saçlarımdaki elini koluma indirdi beni olan gücüyle kaldırmaya çalıştı.

"Keçê bi min re wereli vir tenê nemînin."

(Benimle gel kızım burada yalnız kalma.)

Dede, kolumdan tuttuğu gibi beni kaldırdı koluma girdi. Hakimiyeti sayesinde ileri doğru bir adım attım ikinci adımı atmadan dede durduğunda bende durdum. Dede omuzlarımı tutarak beni banka oturttu.

Hiç bir tepki vermeden dedenin beni yönlendirmesine izin veriyordum.

Dede, ayağındaki eski ayakkabları çıkarttı çoraplarıyla kaldı. Çıkarttığı ayakkabıları bastonuyla ittirerek ayaklarımın önüne koydu bakışlarımı önümde ki ayakkabılardan alıp dedenin gözlerini çevirdim. Dede şefkatle gülümseyerek dökülmekten az kalmış kaşlarını 'giy.' anlamında işaret verdi.

Kafamı yere eğerek ayakkabılara baktım

sağ ayağımı yerden yavaşça kaldırarak sağ ayakkabının içine soktum sonra sol ayağımı kaldırarak, ayakkabının içine soktum.

Eski, bazı kenarları yırtılmış ayaklarımın içinde olduğu ayakkabılara baktım.

Dede, canımı yakmamaya dikkat ederek kolumu tutarak beni ayağa kaldırdı.

Yavaş yavaş yürümeye başladım benimle birlikte dede de yürümeye başladı sıkça endişeyle yüzüme bakıyor geri önüne dönüyordu.

Parktan çıktığımız da kumlu, taşlı yolda yürümeye başladık.

Yolda yürürken bir kaç insanla rastlaşmıştık. Ellerinde çuval torbalarıyla yürürken meraklı gözleri ben ve dede arasında gidip geliyor, yanlarından geçene kadar gözlerini üzerimden çekmiyorlardı. Başka bir gün olsa ve annem hala hayatta olsaydı, bakışlarından utanıp dedenin kolumu tutmasına izin vermeyip yoluma devam ederdim. Şimdi ise istediği kadar bakabilirler hatta taşlasınlar beni gıkım çıkmazdı. Benim annem ölmüştü, benim annem, benim yüzümden ölmüştü. Azabın içinde yanıyordum ben, onlar baksın, taşlasın ne fayda eder.

Dede, eski bir evin kapısının önünde durduğunda bende durmuştum.

Dede, kolumdaki elini çekti bir adım öne atarak buruşuk elini yumruk yaptı üç kez kapıya vurdu biraz bekledikten sonra kapıyı açan kimse olmadığında, dede tekrardan elini yumruk yaparak üç defa kapıya vurdu. İçeriden ayak sesi duyuldu ardından kapı kilidinin açılma sesi. Kapı açıldığında uyku esnasında kalkan hala uyku sersemi olan, hafiften saçı dağılmış, bir kız açmıştı kapıyı. Uykulu gözleri kısıktı ve doğrudan dedeye bakıyordu.

"bapîrê min," dedi uykulu sesle.

(Dedem,)

Dede, kıza hiç cevap vermeden bir adım yanıma yaklaşarak eliyle sırtıma eve geçmem için baskı uyguladı. Hiç geri çekilmeden bir adım attığım da, genç kız dedesinin üstünde olan uykulu gözlerini bana çevirdi. Kafasını hafiften geri çekip, kaşlarını çatarak kirpiklerini üst üste kırptı. İçeriye bir adım attığım da kızla göz göze geldik ve uykudan kısılan gözleri bir anda kocaman oldu, put gibi olduğu yerde kesildi.

Dede, kızı eliyle hafiften kenara ittirerek rahat içeri geçme mi sağladı.

Yük dolu sırtımı duvara yasladım, gözlerimi kızdan boşluğa düşürdüm.

Benim burada ne işim var bilmiyorum.

Kolumdan tutan beni savurup duruyordu ve ben hiç itiraz etmeden, engel olmadan itaat edip geliyordum.

Dede, yanıma gelerek saçımı okşadı şefkatle. Parmakları o kadar nazikti ki sanki pamuk okşuyordu saçımı.

Kapı kapanma sesi geldi kulağıma gözlerimi boşluktan çekip kapıya doğru baktım. Kız, kapıyı örtmüş sırtını kapıya yaslayarak uzaktan beni izliyordu.

Gözlerimiz buluştuğunda ikimizde nefesimizi tuttuk. O endişeden korkudan tuttu, bense iki duygunun arkasında yatan acımadan. Kızın gözlerindeki acıma duygusuna daha fazla dayanamayarak gözlerimi çekerek tekrardan boşluğa düşürdüm.

Dede, saçlarımda ki elini çekti kıza döndü.

"Delal," dedi kafasıyla ayaklarımı işaret etti.

Delal... Delal... Annemin adı.

Gözlerimi sıkı sıkıya kapattım içimde kalbime bağlı bir damar koptu, yük dolu sırtım duvardan aşağı doğru kaydı.

Dede, endişeyle beni omuzlarımdan tutup beni dik tutmaya çalıştı. kızın ağzından dökülen 'hihhh,' nidayla hızlıca yanıma geldi belimden tuttu.

Hayatım boyunca bir kez olsun görmediğim insanlar bana yardım ediyorlardı. Babamdan görmediğim merhameti hiç tanımadığım iki insandan görüyordum.

Kız, belimdeki ellerini çekerek dizlerinin üstüne çöktü. Ayaklarımdaki, dedenin ayakkabılarını görünce bir an duraksadı sonra ellerini ilk önce sağ ayağıma atarak ayakkabıyı çıkarttı, kenara koydu.

Çıplak ayağım ılık zemine değdi. Kız sol ayağımda ki ayakkabıyı çıkarttı diğer tekin yanına koydu.

Ellerini dizlerine koyarak ayağa kalktı sol kolumu havaya kaldırarak omzuna attı diğer elini de belime koydu dedesine kürtçe 'ben hallederim.' dedi ve beni yürütmeye başladı.

Bakışlarını sürekli üstümde tutuyor ara sıra önüne bakıyordu.

Kapısı aralıklı bir odanın önüne geldiğimiz de diğer eliyle kapıyı ittirerek açtı. Yavaş adımlarla odaya girdiğimiz de baygın gözlerimin açısına giren eşyalarla bu odanın kızın yani annemle aynı ismi taşıyanın odası olduğunu anladım.

Beni yatağa oturduğunda kolumu omzundan indirdi, elini belimden çekti.

Arkasını dönerek kapıyı doğru gitti kapatıp geri yanıma geldi.

Bir elini beline koyarak acı gözlerle bana bakmaya başladı. Benle ne yapacağını bilmiyordu. Gözlerimi yerdeki halıya dikip izlemeye başladım.

Kız, nefesini sıkıntıyla verdi önümde eğilerek ellerini tereddütle dizlerime koydu halının üstündeki gözlerime bakmaya çalışarak kafasını eğdi.

"İyi misin?" dedi nazik ses tonuyla.

Cevap vermedim. Bakmaya çalıştığı gözlerimi, gözlerine çevirdim.

"Kimsin sen?" diye sordu bu sefer.

Gözlerimin içine merakla baktı, sorusunun cevabını alamayınca kafasını yana çevirerek sıkıntıyla nefesini verdi.

Kafasını tekrar bana çevirdi, gözlerime tekrar baktı.

"Bak, kötü şeyler yaşamışsın belli oluyor halinden. Eğer bana, sana ne olduğunu anlatırsan sana yardımcı olurum, yoldaş olurum sana." dedi. Her kelimesini özenle seçerek dile getiriyordu.

Gözlerinin içine baktım duyguyla, gözyaşlarıyla. Bu koca dert, bu koca acı, bu koca kaybediş, bu koca azap nasıl anlatılır?

"Kaçırdılar mı seni?" diye soru verdi kaşlarını çatarak.

"Yolunu kaybettin, yoldan geçen bir şerefsiz mi saldırdı?"

"Dayak yiyip, evden mi kaçtın?"

"Zorla bir adamla evlendirmeye mi kalktı ailen?"

Her cevap vermediğim de başka sorular sorarak ağzımdan laf almaya çalıştı.

Hiçbir sorusuna cevap vermeyip gözlerinin içine bakmaya devam ettiğimde sabrı kalmamış olacak ki ayağa kalktı.

"Kimsin sen? Daha güneş doğmadan burada, bu halde ne işin var?" ses tonu artık sorularına yanıt istediğini bağırıyordu.

Alt dudağımı dişledim, her sorusunda içimdeki fırtına büyüyordu.

Gözümden bir damla yaş aktı ve başladı yine durmak bilmeyen gözyaşları akmaya.

Gözlerimden boşalan yaşlar yanaklarımdan, boynuma akın etti. Ağzımdan çıkan hıçkırıklar dudağımı ısırdığım için ıslık gibi çıkıyordu.

Ağlamam giderek şiddetlendiğinde alt dudağımı ısırma'yı bırakarak hıçkırarak, bağırarak ağlamaya başladım. Daha fazla dayanamıyordum, annemin yanına gitmek istiyordum.

Kız afalladı, ne yapacağını bilmeyerek geriye doğru adım attı. Ağlama mı beklemediği belliydi.

"keç, çi bûye?"

(Kızım, ne oldu?)

Kapı ağzından duyduğum dedenin sesini umursamadan ağlamaya devam ettim.

Gözümden damlalar, içimden damlalar akıyordu.

Titreyen ellerimi saçlarıma atarak aşağı doğru çekiştirerek ağladım da, ağladım.

İnsan, azabın içine düştüğünde sadece ağlarmış. Azap, insanı acının en derinine tabi tutup çaresizliğe mahkum edermiş. Ben azaptım, acıydım, çaresizliktim, ben yaşarken diri diri toprağa gömülen kadındım!

Yataktan kayarak yere düştüm. Anlım yere sertçe çarptığında kafamı kaldırmadan ağlamaya devam ettim.

Uzun saçlarım yüzüme dağılarak nefesimi kesiyordu, saçlarım bile nefes almamı istemiyordu.

Dudaklarımdan kopan hıçkırıklar göğsümde ağrı oluşturuyordu, gözümden akan yaşlar ise gözümü yakıyordu. Ağrı ve acı oluşturmasına rağmen durmuyordu ne gözümden akan yaşlar, ne de dudaklarımdan kopan hıçkırıklar.

Birisi omuzlarımdan tutup beni oturur pozisyona getirip sırtımı yatağın demir kısmına yasladı. Yüzüme yapışan saçlarımı elleriyle yüzümden çekerek yüzümü açtı. Ne ara kapattığım yeşil gözlerimi açtığımda dede, önümde dizlerinin üstünde durarak yanaklarımı okşuyor, dudaklarını sessizce kıpırdatarak bir şeyler okuyordu.

Gözümden akan yaşlar, dudaklarımdan kopan hıçkırıklar yavaş yavaş dinmeye başladığında göz kapaklarıma ağırlık çöktü. Bedenimede, göz kapaklarım gibi ağırlık çöktüğünde burnu mu çekerek gözlerimi karanlığa acıyla kapattım.

☀️

...

'Salona her yaklaştığım da burnuma çok keskin bir koku geliyordu ve bu koku yüzümü buruşturmama sebep oluyordu. Salona geldiğim zaman derin bir nefes alarak içeri girdim ve annemi kanlar içinde yerde bana bakarak buldum.

Annemin boğazı kesilmişti, kesildiği yerden kanlar akarak yerde küçük göl oluşturmuştu. Annemin açık gözleri, gözlerimdeydi.'​​​​​

Kan ter içinde çığlık atarak kapalı gözlerimi açtım. Ellerimle kendimi oturur hale getirerek hızlı nefesler alıp verdim. Boğazımvda biriken tere gözümden akan yaşlar karıştığında titreyen ellerimle yüzümü kapatarak ağlamaya başladım.

O acı gün, rüyalarım da bile beni yalnız bırakmıyordu. Uyanıkken çektiğim acıyı, yatarken de çekiyordum.

Yüzümdeki ellerim çekildiğinde yüzüm aşağı eğildi bir el çenemden tutarak yüzümü yukarı kaldırdığında buğulu gözlerimden karşımdaki kişiyi zar zor seçe bilmiştim. Kız, ellerindeki ellerimi sıkıca tutarak yüzüme bakıyordu.

"İyi misin?" diye sordu ses tonuna bulaşan endişeyle.

Cevap vermeyerek yüzümü yana çevirerek gözlerimi yumdum, dudaklarımı birbirine bastırarak hıçkırıklarımı bastırdım. Yumduğum gözlerime rağmen gözyaşları yanağımdan süzülerek akmaya devam ediyordu. Kız tekrardan çene mi tutarak yüzümü çevirdi. Buğulu gözlerimle, gözlerine baktığım da elinde tuttuğu suyu göz açıma sokarak içmem için dudaklarıma yaklaştırdı.

"Biraz su iç." dedi.

Bardağın içinde ki suya baktığımda aklımdan tek bir soru geçiyordu; ben bu suyu içmeyi hak ediyor muyum?

Kız, bardağı dudağıma deydirdiğinde su bardaktan az bir şey taştı, üst dudağıma temas etti. Gözlerimi kapatarak üst dudağıma değen suyu dilimin ucuyla temizlediğim de suyun tadını alarak ne kadar susuz kaldığımı hissettim ve ne kadar içmeye hak etmesem de daha fazla susuzluğa dayanamayarak dudağıma temas eden bardaktaki suyu kana kana içtim.

Gözümü açtığım da kızla göz göze geldik. Yüzünde içtiğim suyun memnuniyeti vardı. Kız, oturduğu yerden kalkarak yatağın yanındaki şifonun üstünden sürahiyi aldı, bardağın içine su doldurdu. Sürahiyi şifon yerin üstüne geri bırakarak karşıma oturdu bardağı dudaklarıma yaklaştırdı. İkinci defa uzattığı suyu ilk içtiğim gibi kana kana içtim. İçerken bir kızın gözlerine, bir bardağa baktım. Kız yine su doldurduğunda içtim, böyle böyle beş bardak su içtim. Sürahideki suyu bitirmiştim. Kız, bardağı sürahinin yanına bıraktığında oturmayıp ayakta dikildi. Elini, alnıma doğru yaklaştırdığın da kafamı geri çekerek dokunmasına izin vermedim.

"Korkma bir şey yapmayacağım, ateşini ölçücektim." dedi sakince.

Elini birkez daha alnıma uzattığın da dokunmasına izin vererek kafamı çekmedim. Elinin tersini alnıma koyduğunda, iki elimle üstümdeki ince battaniyeyi sıktım.

"Ateşin hala var." dedi elini alnımdan çekerken.

Ateşim mi vardı? Peki ben niye hissetmiyordum? İçimdeki ateş daha büyük olduğu için mi?

Kız, elini omuzuma atarak sıktı.

Gözlerimiz hala bir ken merak ettiği soruyu sordu.

"Kimsin sen?"

Cevap vermedim. Gözlerimiz hala birdi.

"Sağ bileğinde," dedi durdu, devam etti "halka şeklinde bir iz var. Birisi kaçırıp esir mi tuttu seni?"

Cevap vermedim. Gözlerine bir kaç saniye daha bakarak dizlerimi kendime doğru çektim, kafamı yana çevirerek dizlerimin üstüne yasladım. Kollarımı da dizlerime doladım. Gözlerim açıktı, yaşlar akıyordu sessiz ağlıyordum, bittiğim için mi? Kimse çektiğim acıyı artık görmesin diye mi? Bilmiyordum. Sessiz ağlıyordum işte. Ağlıyordum.

Kızın, adım sesleri duyulduğunda ardından kapı sesi duyuldu. Beni odada tek bırakarak gitmişti.

Dizlerime bağladığım kollarımı çektim, kafamı dizlerimin üstünden kaldırarak geriye doğru uzandım. Ellerim karnımın üstünde, gözlerim tavanda yansıtılan geçmiş anılardaydı.

Annemle birlikte ne güzel mutlu günlerimiz olmuş? Keşke o mutlu günlere geri dönseydik.

Annemin şen kahkahaları kulağıma dolduğunda gözlerimi kapatarak daha içten hissetmeye çalıştım. Kahkahaları kasvet çökmüş yüreğimi aydınlatıyordu.

"An-anne," çıktı dudaklarımdan.

Anne, ne güzel kelimeydi.

Anne, ne güzel şefkatini hissetmekti.

"Ann-annem," dedim sessizce hıçkırarak.

Artık 'anne,' dediğimde 'efendim kızım.' diyen annemin sesini hiç duymayacaktım.

Annemi, kendim yüzümden kaybetmiştim.

Ben iki dünyada da cehennemi hak eden bir evlattım.

Allah bin kere belamı versin benim!

Kor ateşlerde yaksın beni!

Göz yaşı yere düşmeden ne dua edersek kabul olurmuş.

Kendime ettiğim lanetler kabul olur muydu?

Olmalıydı ben bunu hak ediyordum.

☀️

İnsanların bir canı yok muydu? Öldüğünde sonsuzluğa gitmiyor muydu?

Ben bin defa öldüm. Neden sonsuzluğa gitmiyordum? Neden hala hayattayım ben?

Saatlerdir gözlerim tavanda yansıtılan anıları izliyordum bir yandan da neden hala ölemdiğimi düşünüyordum.

Kız ara sıra yanıma gelmiş benle konuşmaya çalışmıştı, cevap vermediğim de ise bir süre yüzümü izleyip gitmişti.

Gözümden yaşlar tükenmek bilmeden akmaya devam ediyordu. Ara sıra dudaklarımın arasından hıçkırık kaçıyor göğsümde ağrı yapıyordu.

Uyumaya çalışmıştım, uyurken her şey geçiyor derlerdi. Uyudum hiçbir şey geçmiyordu aksine uyurken daha acı vericiydi.

Odanın kapısı kaçıncı kez açıldığında yine kızın geldiğini düşünerek burnu mu çektim.

"Yaradan, sevdiği kullarını çok ağır sınavlardan geçirir. Geçirdiğinde ise sevdiği kulunun kaldıra bileceği kadar acı verir, kaldıramayacak kadar vermez." kulaklarıma gelen dedenin ağır konuşma şivesiyle sadece gözlerimi dedeye çevirdim. Bastonundan yardım alarak yanıma gelirken bir yandan da konuşuyordu. "Eğer sen isyan edersen," dedi yatağın kenarına oturdu, titreyen eliyle yanaklarımı sildi. "Yer ve göğün sahibi Allah, sınavını ağırlaştırır çektiğin acının bin katını verir. Ah, edip isyan edeceğine, şükür edeceksin." dedi.

Kafamı yana çevirerek dedeye daha rahat baktım. Tebessüm ederek yanağımdaki eli saçlarıma çıktı, okşamaya başladı.

"Neler yaşadın bilmiyorum kızım ama Yüce Allah biliyor, görüyor. İsyan etme, edersen yükün ağırlaşır. Şükür et ki, Allah dermanını versin. Unutma, derdi veren Allah, dermanı da verir. Bir gün bir bakmışsın çektiğin onca acı artık canını öldürecek derece de yakmıyordur."

Dedenin saçlarımı her şefkatli dokunuşunda gözlerim bir tık ağırlaşıyordu. Söylediği sözleriyse her harfiyle içime işliyordu.

"Unutma, kızım her derdin, bir dermanı vardır."

☀️

Umarım bölümü begenmişsinizdir.

Bu bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

Dedenin, Yasmîn'e yardım etmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yeni bölüm de görüşürüz Allah'a emanet olun 🤍

​​​​

Loading...
0%