@zeytekin
|
MERHABALAR BEYAZ GÜLLERİMM YENİ BÖLÜMÜZE HOŞ GELDİNİZ KEYİFLİ OKUMALAR DİLERİM.
SAVAŞ TANRISININ KALBİ 4. BÖLÜM
Asrın Karaman efsanesi var oluşundan bu yana ilk kez efsane olmaktan çıkmış, dile getirilmişti. Türkiye'nin en köklüsü örgütü Meclis'in lideri Cengiz Karaman'ın herkesten gizlediği bir kızı olduğu söylenirdi, söylentiler doğruydu da. Boş bir mezara adını yazdırdığı kızı bugün can buluyordu. Asrın Karaman'ı canlandırma vakti gelmişti, savaşmak için en büyük silahıma ihtiyacım vardı. "Babamı görmek için geldim. Kapıyı açın." Silahımı havaya kaldırdım, namlum onlara doğrultuldu. "Ya da ölün. Seçim sizin." Adamlar kısa bir an birbirlerine baktılar, birisi kulağındaki kulaklığa dokunup konuştu ancak mesafe nedeniyle söylediklerini duyamadım. Dakikalar içerisinde büyük demir kapısının yaya kapısı açıldı, karşımda babamın güvenlik şefi Pamir belirdi. Henüz beş yaşında, yaralı bir çocukken hizmetime girdiği anı anımsadım. Kraliyet beni koruma görevini layıkıyla yerine getirmiyor ve hatta bizzat kendisi zarar veriyordu. Babam bunun üzerine sağ kolu olan Pamir'i teftiş için göndermişti ve Pamir bir yaz günü ilk kez kraliçeyle tanışmıştı. İyi bir adamdı, bireysel olarak tanıma fırsatım olmasa da iş hayatında alanının en iyilerindendi. Boş beleş, belinde silahla gezen tiplerden değildi. Bulunduğu konum için çok ter akıtmış, kan dökmüştü. Onu yanımda istediğim zamanlar olmuştu ve hala bu isteğimde kararlıydım. Beni İstanbul'da görmek onu öylesine büyük bir hayrete sürükledi ki şaşkınlıkla bakarken "Ma," diye başladı, bakışlarımla duraksadı. "Hanımefendi?" diye çevirdi. Başımı dikleştirdim. "Babam nerede Pamir?" Elini kaldırıp indirdiğinde korumalar silahlarını indirdiler, Pamir sert tavrıyla "Gebermek istemiyorsanız bir daha asla hanımefendiye silah doğrultmayın!" dedi. Ağır adımlarla yanıma geldiğinde elimdeki silahı indirdim, "Unutmamışsın beni." "Neden geldiniz hanımefendi?" diye sordu. "Cengiz Bey adadan ayrıldığınızı duymadan geri dönün." Gözleri dikkatle yüzümde gezindi, kaşları çatılsa da halimin sebebini sormadı. Keskin bir dille "Babamla konuşacağım Pamir," dedim. "Nerede?" Beni incelemeye devam ederken "Cengiz Bey burada değil efendim," dedi. "Ailesiyle tatilde. Defne Hanım'la Dubai'ye gittiler." Duyduğum şeyle kaşlarım havalandı, yutkundum. "Ne oldu, hanımefendi?" diye sordu. "Neden geldiniz, bu haliniz ne?" Bakışlarım surlar ardındaki köşke kaydı, "Ailesiyle tatilde, öyle mi?" diye sordum. "Ailesiyle." Pamir yarama tuz basarcasına "Evet efendim," dedi. "Lütfen İspanya'ya geri dönün, size söz veriyorum bunu saklayacağım. Babanızın haberi olmayacak." "Kapıları aç, Pamir." dedim sert dilimle. "Sana emrediyorum." Pamir gerildi, babamdan mı yoksa benden mi daha fazla korktuğunun hesabını yaparak kapıları açtırttı. Ağır adımlarla demir kapıdan geçip bahçe aydınlatmalarıyla aydınlanan ön bahçeye girdim. Yemyeşil çimenlerle ve biçilmiş çalılarla dolu bahçede ilerleyerek köşkün merdivenlerini tırmandığımda Pamir üç adım gerimden geliyordu. Hemen öne çıkıp koca kapıyı açtı, "Cengiz Bey bundan hoşlanmayacak." dedi. "Lütfen geri dönün hanımefendi. Adadan nasıl kaçtınız bilmiyorum ama kimse farketmeden geri dönün." "Artık çok geç, Pamir." Eşikten geçtim ve karanlık eve girdim. Pamir hemen ışıkları açtığında beni yutmak üzere olan karanlıktan kurtulmuştum. Bulunduğum yüksek tavanlı holde gezindi gözlerim. Tıpkı sarayım gibi altın varaklı duvarlara ve merdivenlere bakındım, tavandan sarkan taşlı avizeyi gördüm. Adımlarım üst kata ulaşan iki taraflı merdivenlerin ortasındaki açıklığa yöneldi, salona geçiş yaptım. Pamir kuyruğum gibi peşimden gelirken altın varaklı mobilyalarla dolu salona bakındım. 'Babanla birlikte bir ev yaptık', diye söze girdi annem. 'O zamanlar yeni evliydik. Baban tutturdu evimiz ahşaptan olacak diye. Ahşaptan, büyük ve ferah bir çatı katı, bahçeye açılan verandası olan kocaman bir ev hayal etti, kendi elleriyle çizdi evimizi. Önce bir arazi aldık, sonra baban evimizi inşaa etmeye başladı. Bazen günlerce gecelerce çalışırdı. Ben de içini düzenledim, her şeyi birlikte inşaa ettik birlikte düzenledik. Kendimize ait bir ev yaratmıştık, sizi o evde büyütecektik. Baban sizin için bahçeye salıncak da yapmıştı. Ben sizi salıncakta sallarken babanız yemek yapacaktı, orada bir yuva kuracaktık.' Annemin sesinden dökülenler zihnimde can bulurken "Benim babam ahşap ev sever" dedim, sesim tiksintiyle yüklüydü. "Bu ev benim babamın değil, karısının. Bu evden yuva olmaz." Pamir sessiz kalmayı tercih ederken gözlerim büyük şifonyer üzerindeki tabloya kaydı, oraya yöneldim. Aile fotoğrafları olduğunu görürken yüreğime oturan öküzü öldürmek istedim. Altın işlemeli çerçevesi olan koca tabloda altı kişi vardı. Babam, karısı, çocukları ve benim abim. Babamın kucağındaki erkek çocuğuna baktım, daha çok küçüktü. Annesinin kızıl saçlarının aksine kahverengi saçları vardı. Onu kucağında tutarken kadraja gülümsüyordu. Babam beni hiç kucağına almamıştı. Hiç fotoğrafımız yoktu bizim. Ailemle fotoğrafım yoktu, tıpkı kalbim gibi paramparçaydık. Babama gelmek istemiştim, gelmiştim ama babam yoktu. Hiçbir zaman olmamıştı, hiçbir zaman onun ailesi olamamış onunla aynı kadraja girememiştim. Çocuksu hayallerimin ve heveslerimin son bulduğu noktadaydık. Babam denizleri aşabilirdi, bana uzanan denizleri aşmak istememişti. Bazı çocukların babası olmazdı. Babası olmayan çocuklara yalanlar söylenirdi. Benim de babam yoktu. Altın varaklı aile tablosu büyüdüğüm yalanların yüzüme en sert şekilde çarpışıydı. Pamir'e hitaben kısık sesimle "Bana bir araba ayarla," dedim. Pamir "Nereye gidecekseniz bırakalım," dedi. "Havalimanına gideceksiniz sanırım, uçağınız hazır mı?" Beni yönlendirmek isteyişi hoşuma gitmezken sert dilimle "Sana ne diyorsam onu yap Pamir." dedim. "Bana bir araba hazırla, bir de telefon. Arabayı bıraktığım yerden konum atarım, alırsınız." "Ehliyetiniz yok." dediğinde boş bakışlarım ona döndü, "Emredersiniz efendim." diyerek telefonunu çıkarttı. Yeniden mutlu aile tablosuna döndüm, anneme benzemeye çalışan kadına baktım. Kızıla boyadığı saçları beline kadar uzanıyordu ve maşalıydı, üzerinde siyah bir elbise vardı. Pırlanta set takıyordu. İki yanında kahverengi saçlara ve gözlere sahip oğulları vardı. Benim abim ise o ailenin dışında, koltuğun diğer kıyısında oturuyordu ve gülümsemiyordu. Altındandı saçları, tıpkı babası gibiydi. "Araba hazır, efendim." Pamir'e döndüm, onunla birlikte evden ayrıldım. Merdivenlerin başında duran siyah arabaya ilerlediğimde korumalardan birisi bana anahtar ve telefon verdi. Pamir kapımı açtığında ona bakarak diğer elimi uzattım. "Para ver." Pamir kısa bir an afallasa da cebindeki bütün parayı bana verdi, "Yeter mi efendim?" diye sordu. "Yetmezse evden alayım." Elimdeki ufak desteye bakarak Türkiye ekonomisi ve para birimleri hakkında en ufak bir fikrim olmasa da "Yeter." dedim. "Babam döndüğünde ona geldiğimi söyle." Pamir gerildi, omuzları usulca geriye giderken göğsü öne çıktı. "Saklasak daha iyi efendim," dedi. Diğer korumaların duymaması için ona yaklaştım, "Söyle, Pamir." dedim. "Bugün Asrın Karaman geldi, mutlu aile tablosunu gördü. Yarın Kraliçe Valeria gelecek, o mutlu aile tablosunu hakkettiği gibi kana bulayacak de." Öfkem Pamir'i korkuturken ona biraz daha yaklaştım ve ant içercesine konuşmaya devam ettim. "Bir gün geri geleceğim, Pamir. O gün geldiğinde yalnız olmayacağım. Askerlerim yanımda olacak ve annemin cesedi üzerine kurulan bu evi yakıp yıkacaklar. İşte o gün eğer ölmek istemiyorsan bir korkağın değil kraliçenin yanında dur. Sana bir şans vereceğim, kendi canını koruyup kraliçenin himayesine girmek ya da korkak bir herifin uğruna can vermek senin seçimin olacak." Pamir sözlerimin karşısında içerisinde düştüğü dehşetten kurtulamazken tehlikeli bir ifadeyle gülümsedim. "Fırtına yaklaşıyor, Pamir. Konumunu iyi belirle. Babama da selamımı ilet, umarım onu ziyaret etmek için geldiğime mutlu olur." Arabaya binerek kapıyı sertçe kapattım, elimdekileri yan koltuğa bırakarak anahtarı kontağa yerleştirip çalıştırdım. Korumalar bana bakarken açılan demir kapılardan geçtim, anayola uzanan yolda ilerledim. Şifresiz telefonu alıp konuma Ares'in yatının bulunduğu alanı yazdım, yol tarifine baktım. Aklımda taksi kullanıp ya da yeniden otostop çekip izimi kaybettirmek olsa da Pamir'in izimi sürmek yerine gizleyeceğini bildiğimden uzun süren sessiz yolculuğum sahil yolunun biraz uzağında son bulurken arabayı ormanda durdurdum. Parayı arabaya bırakarak Pamir'e telefondan konum attım, anahtarı koyacağım yerini söyledim. Silahı aldım, arabadan indiğimde arabayı kilitleyip anahtarı tekerleğin iç kısmına bırakmıştım. Ağır adımlarla sahile doğru ilerlerken iskeleye yanaşan yatı gördüm, korumalar hala aynı yerlerindeydiler ve Ares iskelede volta atıyordu. Sahile indiğimde korumalar beni farketti, attığım her adımda gücüm tükenirken iskeleye ulaştım. Ares arkasına döndüğü an beni görür görmez durdu, iskeleye çıkarak hızlı adımlarla ona ilerledim. Ares öfkeyle rahatlama arasındaki bir noktada kalakalırken "Çok korkuttun beni," dediği an kollarım bedenine dolandı, sanki çarpışmışçasına sarsılırken başımı göğsüne yasladım. Ares bedenimi sıkıca sarmalayarak öfkesini yuttu ve yumuşacık sesiyle "Güzelim," dedi. "Noldu? Gitmedin mi babana?" "Gittim," dedim, kısık sesimle. "Ama benim babam yoktu." Ares sessiz kalarak saçlarımdan öpüp okşadı, neredeyse bir dakika sonra "Çok korktum," dedi. "Sana bir şey olursa diye çok korktum. O adam seni bulacak diye çok korktum. Nasıl yapabilirsin bunu, sen hiç mi korkmadın?" "Silahım vardı." dediğimde Ares kolumdan kavradı ve elimdeki silahı alarak kendi beline yerleştirdi. Bedenimi yeniden sarmaladığında gözlerimi sıkıca kapattım. "Konuşmak istemiyorum, savaş tanrısı. Lütfen uyuyalım. Uyuduğumda hayat daha katlanılır oluyor." "Uyuyalım," dedi, şefkatle saçlarımı okşarken. "Ama söz ver bana, bir daha gitmek yok. Yıldızlar yeryüzüne düşene dek gitme." Başımı kaldırıp gözlerine baktım, "Söz," dedim. "Yıldız sözü. Bir daha bırakıp gitmek yok." Ares yüzümü kavrayarak nazikçe okşadı, yanaklarımdan sırayla öptü. Onu ne denli korkuttuğumu gözlerinde görüyordum. Sessizce beni yata yönlendirdiğinde Ares'e ayak uydurdum, yeniden geceliğimi giyerek yatağa girdiğimde Ares de üzerini değiştirdi, yokluğumda giydiği takım elbisesinin yerini eşofmanı ve tişörtü aldı. Yatağa girdiğinde hemen göğsüne kıvrıldım, bedenimi sarmalayarak saçlarımdan öptü. "Neler olduğunu anlatmak ister misin?" Yutkundum, yanaklarımın içini dişleyerek "Sahip olmam gereken ailenin resmini izledim." dedim. "Sonra olduğum kişiyi hatırladım. Hiçbir zaman hayalimdeki aileye sahip olamayacağımla bir kez daha yüzleştim." Derin bir iç çekerek gözlerimi kapattım ve Ares'in kalbine odaklandım. "Babam denizleri aşabilirmiş, sevebilirmiş. Sadece bana uzanan denizler sonsuzmuş, sadece beni sevemezmiş. Aile olabilirlermiş, benim ailem olamazlarmış. Sorun değil, hiç sorun değil." Ares bedenini yan çevirerek beni kendisine çekti, çenemden kavrayarak başımı kaldırdı. Göz göze geldiğimizde gözlerimdeki kırgınlıkları gördüğünü hissetmiştim. "Aile yalnızca kan bağıyla olmaz, kızıl." dedi. "Kan sevmek için yeterli olmaz. Bazı anne babalar hiç sevmez bazıları zamanla sevgisini yitirir. Bu çoğu zaman bizim suçumuz olmaz, sevginin doğası budur. Sonsuz sevgi yalandır." Kaşlarımı çatarak "Sonsuz sevgi vardır," dedim. "Yok, kızıl." dedi. "Biraz daha büyüdüğünde göreceksin, sevdiğin herkesten uzaklaştığında onlara karşı hissettiğin sevginin azaldığını hissedeceksin. Tüm duygular azalıp çoğalır, hiçbiri tamamen varolamaz." Yüzümü nazikçe okşadı, saçlarımı geriye doğru yatırmaya başladı. "En büyük sevgiler dahi bir gün son bulur. Elinden gelebilecek tek şey senden esirgedikleri sevgiyi onlarla vermekten vazgeçmektir. Sevme onu, eğer sevmezsen canını yakamaz. Bu dünyada hiçbir şey senin canını yakmamalı, yeterince acı çektin." Gözlerine bakmaya devam ederken "Onu sevmekten nasıl vazgeçebilirim?" diye sordum. Sanki dünyanın en zor şeyini söylüyormuş gibi büyük bir yükle "Unutarak," dedi. "Unutmak en büyük silahtır, kızıl. Bu dünyada insanlar kendilerini tanımayacak nesillere dahi isimlerini bırakmak isterler. Unutulmamak isterler çünkü unutulmak bir hiçlikte kaybolup gitmektir. Eğer sen onu unutursan asla acı veremez. Bırak, kaybolup gitsin. Elinden tutmuyorsa yaralarına da tutunamasın." Gözlerine baktım, öyle bir bakıyordu ki karşımda Ares değil masum bir çocuğun gözleri belirdi. Unutmak istiyordu, ona zarar veren bir sevgiden unutarak vazgeçmeye, kurtulmaya çalışıyordu. Unutmak ilaçtır diyordu, asıl zehrin unutmak olduğundan habersizdi. Unutmak ölmek demekti. Unutarak yalnızca sevmek istemediklerimizi değil kendimizi de öldürürdük. "Sen unutabildin mi?" Sorduğum soru kısa bir an duraksamasına neden oldu, sözlerinden içini anladığımı farkederek "Unutamadım," dedi. "Yaşanmışlıklar unutulmuyor kızıl. Bir çocuğun elinden alınan mutluluğu istesem de silinmiyor." Elimi kaldırarak yüzüne uzandım, parmak uçlarım elmacık kemiklerinde gezindi. "Unutmayalım," dedim. "Unutmak hakkımız olanları da alıp götürür. Bir değil bin kaybederiz, kendimizden eksiliriz." Gözlerim yüzünde gezindi, yeniden gözlerine baktım. "Unutma, Ares. Eğer unutursan tıpkı unutulanlar gibi kaybolup gidersin. İntikam bizi yaşatır, hayat verir." Ares sözlerime bulaşan kanı hissederken "Amacım intikam değil." dedi. "Bazı şeylerin bedeli olmaz. Sevginin hesabı yoktur, olmayan bir şeyin hesabını soramazsın." Uzandı, dudakları alnımın kenarına yaslandığında gözlerim kendiliğinden kapandı. "Nasıl gittin babana? Sadece silahımı almışsın. Her yerde seni arattım, bulamadım." "Otostop çektim," dedim, uykuya hazırlanırken. "Silah doğrulttum adama, beni babama götürdü. Serbest bıraktım sonra. Geri dönerken de babamın arabalarından birini aldım, onunla geldim." "Araba nerede?" Uysalca "Yolda bıraktım," dedim. "Almışlardır." Ares parmak uçlarıyla saçlarımı okşayıp sevdi, saç başlangıcıma minik öpücükler kondurdu. Kokumu soluduğunu hissettim, ona biraz daha sokulurken kısık sesimle "Eve gidelim," diye mırıldandım. "Benim yatağım daha rahat." Ares hafifçe gülerek yumuşacık diliyle "Gideriz güzelim." dedi. "Sen uyu, sabah eve gideriz. Hem puzzle aldım sana, eve gittiğimizde birlikte puzzle yaparız." Başımı hafifçe sallayarak Ares'e biraz daha sokuldum, başımı boynun girintisine gömdüm. Saçlarıma kondurduğu öpücükler benliğimi huzurla doldururken derin bir iç çektiğimde kokusu ciğerlerime doldu. "Çok kötü biri olacağım, savaş tanrısı." diye mırıldandım, uykuya dalmadan hemen önce. "Tanrının laneti olarak doğdum, onları lanetleyeceğim. Kendi aileme kıyameti getireceğim."
⚔️
Savaş öylesine bir öfkeyle başlatılmaz, ilmek ilmek işlenmiş planlar yoksa devam ettirilemez ve savaş meydanında savaşacak yüreğe sahip savaşçılar olmadıkça hiçkimse zafere ulaşamaz. Ben savaşın ortasında, savaşmak için, savaşarak doğmuştum. Benim doğumum dahi bir savaş meydanındaydı, silah seslerinin patladığı savaş gemisindeydi. Elime kalemden evvel silahlar verilmiş, masallardan evvel savaşlarla tanışmıştım. Savaşmayı öğrenmiş, içerisinde bulunduğum en basit savaştan en zor savaşa kadar hiç kaybetmemiştim. Tüm planlarım hazırdı, en taze planlarımın mazileri dahi aylar evvele ulaşıyordu. Zihnimin düğümleriyle ilmek ilmek işlenmiş, tane tane kurgulanmıştı. Atacağım adımdan alacağım nefese kadar planlıyken dünyama düşen yıldırımla paramparça olmuştum. Ares Aladağ gelmiş ve beni savaşın ortasından çekip yangınlardan kurtarmıştı. Yanmamıştım ama savaş meydanını terk etsem dahi savaşmaya devam ediyordum. O, benim planlarımın çok ötesindeydi. Planlarıma dahil edemeyeceğim kadar olağanüstü bir şekilde bu cennet bahçesinde kendime yer bulmuştum. Biraz dinlenmeliydim, iyileşmeliydim. Yıllarımı alan, hayatımı adadığım savaşları kazanmak için yaralarımı sarmalıydım. Şu an, on bin parçalık bir puzzle vardı önümde. Sargılarımı çıkartmış, paramparça ellerimle puzzle yapıyordum. Yere yaydığım minik puzzle parçalarını zihnimde kurgulayarak ayırırken tüm odağım yerdeki puzzle olmuştu. İspanya'ya ait bir puzzle vardı oturduğum zeminde. Ares kutuyu incelerken birden "Costa Brava" dediğinde anlamıştım bunu. Yeşilin maviyle kavuştuğu ve göğün ikisini sarmaladığı sahil şeridindeydim. Hemen tam karşıma, yatağa oturmuştu. Endişeli ve meraklı gözlerle beni izlerken birleştirdiğim parçaya hitaben "206." dedi. "Kırk dakikada güzel ilerleme." Onu duymazdan gelerek işime devam ederken elime geçen her parçayı değerlendiriyor, konumunu anlamaya çalışıyor ve hangi parçalarla birleştiğinde ondan verim alabileceğimi bulmaya çalışıyordum. Her parça bir insandı, her parça bir plandı. Ben şu an, savaşımı yürütüyordum. Saatler akmaya devam etti. Tek kelime etmeden, yemek yemeden, su içmeden, kimseyle iletişim kurmadan ve eskisinden daha sıcak olan yerden hiç kalkmadan puzzle yapmaya devam ettim. Ellerime yeni parçalar aldım ancak dakikalar süren arayışım boyunca zihnimin boğaları birbirini yakalayamadı, birlik de olamadılar. Ares yumuşak bir tavırla "Mira." dedi. "Akşam yemeği yemeliyiz artık. Dinlenmelisin. Hadi kızıl." Yataktan kalkarak yanıma geldi ve diz çökerken bana elini uzattı. "Hadi gel, yemek yiyelim." "Puzzle ne olacak?" diye sorarak ona baktım. "Bitirmeliyim, yarım bırakamam." "Bazen tıkanabiliriz." Ellerimdeki parçalara baktı, her parçanın insanlar olduğunu anlamış gibiydi. "Zamana ihtiyacımız olur. Her şeyin bir zamanı vardır. Gördüklerinin zamanındaydık, diğer parçaların kendilerini göstereceği zamanı beklemeliyiz. Bu bir yarım kalış değil, temelini oturtarak ve zamanla sağlamlaşmasını bekleyerek tamamlanmak." Her parça bir insandı ve o insanlar birleşerek haneleri ve planlarımı oluşturuyordu, o planlar benim savaşımın yollarını açıyordu. Babamın bana gelmeyen yolları adımlarımı savaşa yönlendiriyordu, o uzaklaştıkça sonu her geçen gün daha da kötüleşen bir savaşa gidiyorduk. Ares bana bekle diyordu. Bir binayı yaparken her aşamada betonu ıslatıp kurumasını beklediğin gibi, savaşını inşaa ederken her planda dinlen ve olabilecek her şeyi gör. Planların da zamanları vardır ve o zaman geldiğinde kendiliğinden gerçekleşirler. Yeter ki bekle diyordu. Gözlerine bakarken "Elini tutamam ki," diye mırıldandım. Ellerimin arasındaki parçalar yere düşmüş ve onu temsil eden yeşil parça bağımsız bir bölgeye sürüklenmişti. Ellerime baktı, kendi eline döndü ve "Eldivenlerim var, kızıl." dedi. "Benimle temas etmeyeceksin. Elimi tutabilirsin." "Ama benim eldivenlerim yok." dedim. "Önemli olan benim ellerim, senin değil. Hiçkimseye dokunamam." Ares elini indirirken kısık çıkan sesimle "Hem, aç değilim." dedim. "Yapmam gerekenleri yapmadan yemek yiyemem. Su dahi içemem. Yasak. Bu puzzle bitmeden yerimden kalkamam." Ares'in yüz ifadesi değişirken kaşları çatıldı, "Ne yasağından bahsediyorsun? Mira, burada yasaklar yok. Hiçbir şeyi yapmaya mecbur değilsin, ellerindeki zincirleri kırdım ama zihnindekileri kırmak çok zor ve bana yardımcı olmuyorsun." Yutkundum, gözlerimi paramparça olmuş ellerime indirdim. "Yasak işte," derken omuz silktim. "Eğer bir kez o kuralları delersem, eve geri döndüğümde uyamam. İşte o zaman yeniden öğrenmek zorunda kalırım. Zincirlerimi kırman beni özgür kılmaz, gelecekteki mahkumiyetimin parmaklıklarını inşa eder." Yeniden canım yanar. Yeniden bir karanlık hücreye hapsedilirim, yeniden şiddet görürüm ve yeniden dilim lal olur. Ares yeşillerine çöken acıyla beni seyrederken "Bu evin kuralları yok, Mira." dedi, "Yasaklar yok. Kendine eziyet etmeni, saçma sapan kurallara uyup yasaklarla yaşamanı istemiyorum. Kalk, yemek ye ve ilaçlarını iç. On bin parçayı bitirmek günlerini alabilir, açlıktan ve susuzluktan bayılmayı göze alıyor musun?" İfadesiz gözlerle onu seyrederken "Sorun olmaz." dedim. "Dayanıklıyımdır, açlığa ve susuzluğa." Başımı indirerek puzzle parçalarını yeniden aldım ve zihnimdeki kurgulara devam ettim. Saniyeler dakikaları devirdi, domino taşları misali devrilen zamanın etkisinde saatler geçti. Devrilen her taşın sesi şeytanlarımın sesini yükseltiyor ve beni sağır etmek istercesine çığlıklar bahşediyordu. Puzzle parçalarından oluşturduğum koca parçayı kenarıya iliştirdim ve birleştirdim. Ellerimdeki parçaları yerlerine koyarken Ares'in "3481 ve 3482." demesiyle gülümsemiştim. Uzun zaman önce yanıma oturmuş ve ona yaslanmamı sağlamıştı. Naif bedenim ondan destek alıyordu, yıkılmamak için ona tutunuyordum. Başımı omzuna yaslayarak etrafımdaki parçaları taramaya yeniden başladım ve ezberimdeki her parçayı kombinasyonlar kurarak eşleştirmeye çalıştım. En kara parça yalnızdı. Maviden de, yeşilden de uzaktaydı. Hepsi ayrı ayrı birleşiyor ancak birbirleriyle bütün olamıyorlardı. Bu, yalnızca bir doğa değildi. Mavilerin yansıtılmış sarıları vardı, onların gemisi bendim. Yeşllerin binbir parçaya bölünmüşlüğü vardı ancak bir ormanın gösterişi Aladağlardı. Ayrı ayrı parçalansalar da hep birlikte parlıyorlardı. Kara, bir mumum aleviyle dahi aydınlamayacak kadar kötülüğe batmıştı. Bu puzzlenın denizinde de ormanında da insanında da olsa temizlemezdi, aklanamazdı. Hiçbir ışık onun karalığını adınlatamazdı. Mahşerin dört değil; üç atlısı, ellerimin altında, savaşımın perdesi ardında hazırlanıyordu. Yeşilin merkezine geldiğim anda yani 6.294'üncü parçada zihnimdeki savaşta bitap düşmüştüm. Bedenimi yana devirdiğimde Ares'in uzattığı dizlerine yöneldim ve başımı dizlerine yasladım. "Sadece biraz." diye mırıldandım, alev alev yanan gözlerim kapanırken. "Sırtım çok acıyor, dik duramıyorum. Eğer dik duramazsam bütün bunların bir anlamı yok." Eli başıma yerleşti, eğilerek alnımın kenarından öptü. "İster birkaç dakika, ister birkaç saat hatta eğer istersen birkaç yıl bile kalabilirsin kızıl." Usulca gülümsediğimde eldivenli elleriyle bileklerimden kavradı ve ellerime dikkatlice bakındı. Sanki her yaram onun teninde de açılıyormuş gibi acıyla dolmuştu gözleri. Bir yandan kendime bunu yaptığı için kızıyordu diğer yandan kıyamıyordu. "Puzzle bitsin, ellerine hemen pansuman yapmalıyız. Çok acıkmış olmalısın, ne yemek istersin? Onu yaptırayım." Gözlerimi usulca kapatırken kısık çıkan sesimle "Hiç farketmez." dedim. "Ellerin çok acıyor mu?" diye sorduğunda hala ellerimi incelediğini anlayarak "Acısı hiç geçiyor mu diye sorsana?" dedim. "Alıştım ama, sorun değil." "Sorun." dedi, baskın çıkan sesiyle. "Sorun değil dediğin her şey sorun." Gözlerimi aralayarak başımı ona çevirdim, kararsız bir ifadeyle ve tereddütle sol elime baktığını farketmiştim. "Yüzük parmağının arkasında bir dövme var. Boynuzlu bir dövme." dedi. "O ne için?" "Benim simgemdir boğa." dedim, yumuşak çıkan sesimle. "O da benim sembolüm. Yüzük parmağı evliliği ve bağlılığı ifade eder demişlerdi, ben de on beşinci yaşımdan sonra tek bağlılığımı kendi bedenimde somutlaştırdım." "Sadece senin değil, ailenin de sembolü değil mi?" diye sordu. Hiçbir şey bilmese dahi beni çözmeye başladığını hissediyordum. "Aslında kendinle ve ailenle evlendin." Başımı hafifçe sallayarak "Sor." dedim. "Kim olduğumu, babamın kim olduğunu sor. Merakla bakıyorsun gözlerime." Başını iki yana salladı, "Hayır." diyerek ona sunduğum fırsatı reddetti. "Sormayacağım çünkü kim olduğun önemli değil. Benim için önemli olan nasıl ve nerede olduğun." Onu anlayamadığımı farkederek "İyi olup olmadığınla ilgileniyorum." dedi. "Güvende olup olmamanla, nerede olduğunla ilgileniyorum, kim olduğunla değil." Ellerimi nazikçe bırakarak sol elini başıma yerleştirdi, parmakları saç diplerimde gezinmeye başladı. Bedenimi güçlükle yana devirerek sırtımı sıcak parkeye yasladım ve altımda kalan bir parçayı hissetmeye devam ederken Ares'in yüzüne daha dikkatli baktım. "O zaman, bana bir söz ver." dediğimde kaşları havalanırken "Ne sözü, kızıl?" diye sordu. "Eğer gerçekten kim olduğum senin için önemli değilse," gözlerimi gözlerine sabitlerken ellerimi karnımın üzerinde birleştirdim. "Asla sorma, öğrenmek için çabalama. Eğer gerçekten bana karşı dürüstsen bunu yapabilirsin." "Söz," diyerek burnumun ucuna bir fiske vurdu, irkilip gülümsedim. "En başta sormuş olabilirim ama bundan sonra kim olduğunun hiçbir önemi yok." Ares nazikçe saçlarımı okşarken saçlarıma öpücük kondurmuştu. Merakla ona bakarken "Neden sürekli beni öpüyorsun?" diye sorduğumda duraksadı, "Rahatsız mı oluyorsun?" diye sordu. "Özür dilerim," Başımı hafifçe iki yana sallarken "İyi hissettiriyor." dedim. "Ama neden öpüyorsun, onu soruyorum? Hiçkimse birini durduk yere nedensizce öpmez." "Öpmenin de mi nedenleri ve kuralları vardır?" diye sordu anlayamazken. "Neymiş onlar?" Gülümseyerek gözlerine bakarken "Vardır elbette." dedim. "Tanımadığın birini öpmezsin mesela. Öper misin yoksa?" Merakla ona bakmaya devam ettiğimde Ares gülerek "Sanırım puzzle biraz bekleyebilir." dedi. "Ara verdin, kendi yasağını çiğnedin. Değil mi?" Başımı sallarken yutkundum, Ares hemen ardından üzerime eğildi. Bir kolunu dizlerimin altından geçirerek bedenimi kavradı, ayağa kalktı. Ellerimi ona değdirmeden kollarımı boynuna dolarken "Nereye?" diye sordum. "Banyoya," diyerek banyoya doğru ilerledi. Anlayamazken "Neden?" diye sorduğumda kapıyı aralayarak karanlık banyoya girmemizi sağlamış ve lambayı açmıştı. "Puzzle parçlarına uzanırken kendini çok zorladın." Beni banyodaki lavabonun önünü kaplayan büyük, tüylü halının üzerine bırakarak hemen arkamdaki dolaptan ilk yardım çantasını aldı. "Sen puzzle yaparken baktım, farketmedin. Dikişlerin kanamış." Hayretle ona bakarken "Baktın mı?" diye sordum. "Sırtımdaki sargıyı açıp baktın ve ben farketmedim mi?" "Gözlerin kimseyi görmüyordu, kulakların duymuyordu ve tenin hissetmiyordu kızıl." Arkama oturduğunda başımı çevirerek ona baktım. "Sadece ellerine dokunursam hissedecek gibiydin." Fazlasıyla ciddi ve aksi bir tavırla "Eğer ellerime dokunsaydın seni öldürürdüm." dediğimde güldü, kazağımın eteklerini kavradı. "Kaldır kollarını." Başımı önüme çevirerek kollarımı kaldırdım ve kazağımı çıkartmasına yardım ettim. Ares kazağımı çıkartarak halının üzerine koydu. Sütyenimin kopçasını açtığında fazlasıyla rahatladım, üzerimden çıkartmadım. Sırtımdaki sargıları çözerken "Ellerine asla dokunmazdım." dedi. "Eldivenlerim olsa da olmasa da. Bunu beni öldüreceğin için değil, sana zarar vermemek için yapmazdım." Kanlı sargıları halıya koymak yerine fayans zemine koydu. "Kenan dahi dokunamamış ellerine, ona dahi izin vermemişsin. Nedenini bilmesem de ne kadar çok önem verdiğini biliyorum." Yaralı ellerime bakarken "Annem yüzünden." dediğimde Ares sırtımı temizlemeye başlamıştı. İlaçlı pamuğun değdiği her yaram canımı sızlatırken en ufak bir tepki dahi vermiyordum. "Annen mi eldiven taktırırdı?" diye sorduğunda başımı uysalca salladım. "Nedendir bilmem, annem hep eldiven takardı. Eski fotoğraflara bakardım, eldiven takmazmış. Her daim sürdüğü ten rengi ojesi, alyansı, babamın evlilik teklifini ettiği yüzüğü ve ailemize ait yüzüğü olurmuş. Tabi bunlar yaşına göre değişmiş ama bir yere kadar hiç eldiven takmamış. Kışın dahi takmamış, karların içerisindeyken bile." "Sonra neden takmaya başlamış?" "Bilmiyorum." diyerek derin bir nefes aldım. "Hiç anlatmadı, hiç sormadım. Gizlice okuduğum günlüklerinde de nedenini bulamadım. Ben doğmadan önceki birkaç fotoğrafta eldivenliydi. Zaten annemin ellerini hiç görmedim, eldivenlerini hiç çıkartmadı." Kuruyan dudaklarımı ıslattım. "Bebekliğimde dahi, ilk fotoğrafımdan bu yana benim de eldivenlerim var. Sadece yemek yerken çıkartmama izin verirdi, nedeni de eldivenlerimi sürekli kirletmemdi. Sofraya oturur, annemin izniyle eldivenlerimi çıkartırdım. Yemek bittiğinde annem ellerimi yıkatarak yeniden eldivenlerimi giydirirdi. Takmak istemezdim ağlamıştım hatta, annem bana çok kızmıştı eldivenlerimi çıkartmak istiyorum diye. Bizden başka hiçkimse takmıyor ki demiştim, ertesi sabah evdeki herkes eldiven takmıştı. Aradan seneler geçti, herkes hala eldiven takar." Sırtımı yeniden sardıktan sonra sütyenimin kopçasını sargının üzerinden taktı. Ellerimle önümden düzelttim. Parmaklarını omzumun arkasındaki doğum lekemin üzerinde hissederken "İlgi çekici bir iz." dedi. "Hilal gibi." Burnumu kırıştırarak "Hiç sevmem." dediğimde Ares keyifsizce gülerek "Kendine ait hiçbir şeyi sevmiyorsun." dedi. "Bence sevmelisin, seni eşsiz kılan şeyleri sevmen gerekir." "Bir doğum lekesi mi eşsiz kılacak beni?" diye sorduğumda parmakları tenimi terk etti, malzemeleri toparlamaya başladı. "Bazen bir ben dahi seni eşsiz kılabilir. Mesela, gözünün kenarındaki o kızıl ben gibi." Parmaklarım sol gözümün yanındaki bene gittiğinde Ares "Ya da çillerin gibi." demişti. "Çok az, çok silik ama varlar." Kaşlarım usulca havalanırken bahsettiği bir diğer şeylerden de nefret ettiğimi söylemek istemedim, sustum. "Ya da alacalı saçların gibi." Elleri saçlarıma ulaştı, topuzumu çözerek saçlarımı saldı. "Dünya üzerinde kaç kadının saçları böyle olabilir ki? Kızıl turuncu arasında, yer yer sarı tellerin var. Ensene yakın bir yerde de bir tane siyah telin var. Bunların hepsi ayrı ayrı seni eşsiz kılabilir." Saçlarımdan da nefret ediyorum diyemedim, biliyordu zaten. Annemin nefret ettiği her şeyimden nefret ediyordum. Varlığımdan bile. "O siyah tel boya." dediğimde Ares anlamayarak "Neden boyadın?" diye sordu. "Zehir." diyerek yutkundum. "Saçlarımı sevmek isteyen birinin zehri. Hiç unutmamak için tek bir telimi boyatırım. O koparsa, başka bir teli boyatırım. Saçlarımı sevmek isteyen birinin zehri dahi karaya boyadı beni, senin zehrin varsa sanırım tüm saçlarımı boyamam gerekecek. Her teline dokundun çünkü, hepsini sevdin." Birkaç saniye sessiz kalarak "Unuttun mu, hayat verdim ben sana." dedi. "Şimdi de şifa veriyorum. Bir şifa zehir olabilir mi?" "Olabilir." Başımı çevirerek gözlerine baktım. "Ben bir şifa olarak doğdum, silah oldum. Sen de önce bir şifa olup beni iyileştirebilir, sonra zehrinle öldürebilirsin. Bu dünyada tanrıya dahi güven olmaz. Zaten, canını en çok o yakar." Elini başıma yerleştirdi, saçlarımı okşayarak enseme indirdi. "Bana güven, Mira." diyerek gülümsemişti. "Ben senin saçının teline dahi zarar vermem." "Zarar yalnızca fiziksel olmaz." dedim. "Fiziksel zarardan kasdetmiyorum. Zaten, böyle davranan bir adamın zarar vermeyeceğini biliyorum. Bana dokunurken dahi ellerin titriyor, sanki bir zarar verebilirmişsin gibi. Ama veremezsin, istesen de veremeyeceksin." Ares bahsettiğim şeyi anlayarak gözlerime bakarken "Sana duygusal olarak nasıl zarar verebilirim?" dedi. "Evet, belki seni tanımadığım için üzebilecek şeyleri anımsatabilirim, farkında olmadan sorup anlattırabilirim. Bunlar dışında nasıl zarar verebilirim ki?" "İhanet edebilirsin." diye mırıldandım. "Korkularımla karşımda durabilirsin, beni korkutabilirsin beni sindirebilirsin. Bir insanın canını yakabilecek, kalbini sızlatabilecek her şeyi yapabilirsin, Ares. Çünkü ben seni kabullendim. Kabusumdan uyandığım gece, bana sarıldığında seni kabullendim. Ben herkesi kolay kolay kabullenemem çünkü kabullendiğim insanlar bana zarar verme fırsatı verecek kadar güvenebildiğim insanlardır." Dikkatle gözlerimi izlemeye devam ederken "Bana güveniyorsan bunu yapmayacağımı da bilmelisin." dedi. "Ben sana ihanet etmem, ben senin canını yakmam." Uzanıp alnımın kenarından öptü. "Annem öpünce geçer derdi." Ona en başında sorduğum soruya yanıt vermeye devam etti. "Sihirliymiş öpmek, iyileştirirmiş. Çocukken o öptüğünde hep iyileşirdi yaralarım. Ben de seni öpüyorum, yaralarından öpemesem de belki iyileştirir diyerek içimden geldiği an öpüyorum. Seni iyilestiriyor mu bilmiyorum ama bana iyi geliyor. Galiba öpmek, öpen kişiyi de iyileştiriyormuş. Eksik söylemiş annem." Hafifçe gülümserken "Eksik söylememiş." dedim. "Öpünce geçer demiş, öpücünce öpülenin de öpenin de yaraları geçiyordur belki." Ares de gülümserken ellerimi ona uzatarak bedenimi çevirdim ve karşı karşıya gelmemizi sağladım. "Puzzle biraz daha bekleyebilir. Ellerimi de temizler misin? Çok acıyorlar." Ares kutuyu yanına çekerek temiz bir pamuk aldı. Eldivenli eliyle bileğimden kavrayıp sağ elimi özenle temizledi ve sardı. Sol elime yöneldi, onu da sarmaya başladığında "İyileştirip iyileştirmediğini bilmiyorum." demiştim. Göz ucuyla bana baktı, gözlerimi elimi temizleyen parmaklarından ayırmıyordum. "Hiç o gözle bakmadım. Ama iyi hissetiriyor. Sevmek, okşamak, öpmek yasaktı benim dünyamda. Sonra bir cehenneme düştüm, o yasağa minnet ettim. Sevmenin, öpmenin, okşamanın iğrenç hissettirdiğini anladım." Ares'in yüzüne baktım. "Buraya geldim, cehennemin içindeki cennet bahçem oldu burası da. Diğerlerini bilmem ama saçlarımı okşaman da, içinden geldikçe beni öpmen de iğrenç değil iyi hissettiriyor. Sanırım bu iyileştirdiği anlamına geliyor." "Sanırım." dediğinde yutkundum, bakışlarımı yüzünde gezdirdim. "Yanağımdan öper misin? Böylece iyileştirip iyleştirmediğini anlarız. En çok sırtım sonra da yanaklarım acı çekti. En derin yaralarım oralarda, yalnızca biri görünüyor." En derin yaran karnında, Mira. Ne sırtındaki parçalanmışlık ne de tokat yediğin yanakların, yaraların en bütüğü karnında. Sadece görünmüyor, izleri yok. Gülümseyerek gözlerime baktı, elimi sardıktan sonra hafifçe eğilerek önce sağ yanağımdan, sonra sol yanağımdan öptü. Dudaklarının tüy kadar hafif dokunuşlarını hissederken gözlerimi usulca kapatıp açmıştım. "İyileştirdi mi?" diye sorarken merakla bana bakıyordu. Parıldayan gözlerine dönerek dudak büktüm. "Bilmem. Hiç hissetmedim öptüğünü, öptün mü ki?" Ares gülerken gülüşü hoşuma gitti, gülümsedim. Başımı hafifçe sağ omzuma doğru eğdiğimde yeniden bana yaklaştı, dudaklarını sol yanağıma bastırdı. Tenimdeki karıncalaşma sanki zehir bulaşmış tenimi temizliyordu, arınıyordum. Bir adamın dudaklarıyla bulaştırdığı zehirden ancak başka bir adamın dudaklarıyla verdiği şifayla mı kurtulabilirdim? Eğer öyleyse ne kadar acınası bir durumda olursam olayım kendimi sunmaya hazırdım, onun izlerinden kurtulmak için her şeyimi feda edebilirdim. Dudakları tenimden ayrıldığında sağ yanağımı ona çevirmiştim. Ares sağ yanağımdan da öptüğünde gözlerimi yavaşça kapatıp açtım. "Şimdi oldu mu?" Ona bakarken başımı hafifçe yukarıya kaldırıp indirdim, ağzımın içinde cıkladım. "Sadece öptüğün her iyileşti, tamamen iyileştiremiyormuş. Her yerimden öpemezsin ki!" Ares yeniden gülerken "Öpebileceğim her yerini iyileştirebilirim ama." dedi, burnumun ucuna dudaklarını bastırdı. "Mesela yüzünün her zerresini öpebilirim, bir tek dudakların kalır." Kaşlarım havalanırken merakla ona baktım. "Neden dudaklarımı öpemezsin?" Bana kısa bir bakış atarak yerden kalktı, eğilip bedenimin iki yanından kavrayarak beni de kaldırdı. Ona bakabilmek için başımı iyice kaldırırken "Neden?" diye sordum bir kez daha. "Öpemem kızıl." diyerek geriledi. "Bunu bilmeyecek kadar masum ve saf olduğuna inanmıyorum. Olamazsın da zaten, yaşadın." "Neyi?" diye sorarken bedenimi ona çevirmiştim. Yerdeki eşyaları toparlayarak kutuyu yeniden dolaba koydu. "Eğer seviyorsan öpersin." diyerek yerdeki kanlı sargıları ve ilaçlı pamukları aldı. Onları çöp kutusuna atarken şaşkınca "Sen beni sevmiyor musun?" diye sormuştum. "Ben seni sevmiştim, sen hiç mi sevmedin beni? Uyuturken seviyormuşsun gibiydi, sevmiyor muydun?" Duraksadı, bana birkaç saniye baktı. Yerdeki kanlı kazağımı alarak yanıma geldiğinde gözlerine bakabilmek için yeniden başımı kaldırmıştım. "Bahsettiğim sevgi, içinde aşk barındıran bir sevgi. Sadece aşk veya sevgi de girmez bunun içinde. Arzu da girer, tutku da girer. Bunların hiçbiri sana olan hislerimden değil. Seni seviyorum ama böyle değil." "Bana olan hislerin ne?" diye sorarken kaşlarımı çatmıştım. "Acımak mı?" Parmak ucumda yükselerek aniden dudaklarımı dudaklarına değdirdim ve gerilediği an topuklarımı yere yasladım. Ares şaşkınca bana bakarken "Sadece içinde aşk olan sevgi, tutku ve arzu değil." dedim, başımı dikleştirerek dikkatle gözlerine baktım. "Öpmek, yakın hissetmek demektir. Sadece cinsellik için değildir. Beni bu yüzden öpen tek kişi Kenan'dı, diğer herkes yakın hissettiği için öptü. Zaten beni o anlamda seveceğini hiç düşünmedim, ben olsam sevmem beni. Ama en azından arkadaş olduğumuzu zannediyordum." Ares kaşlarını çatarken şaşkınlığını geride bıraktı, onu öpmemi bir yana bırakıp sert tavrıyla "Kim öptü seni?" diye sordu. "Ve seni buna nasıl inandırdı?" Kaşlarım yeniden çatıldı, "Herkes." dedim. "Benim ailemde herkes herkesi öper ki! Mesela dedem evime gelir, beni öper öyle selamlaşırız." Bu kadar şaşkına dönmesi dikkatimi çekerken duraksadım. "Türklerde böyle değil mi yoksa?" Ares hayretle bana bakarken "Değil." dedi. Sanki dünyanın en kötü şeyinden bahsediyormuş gibiydi. "Bunun adı tacizdir, dedenin seni öpmesi de sağlıklı bir davranış değil. Rahatsız etmiyor muydu seni?" Anlamayazken aksi bir tavırla "Taciz değil." dedim. "Rahatsız ediyordu ama ben dedemden nefret ederim, o yüzden rahatsız ediyordu. Barlas'ı da öperim ben, o bana bunları hiç dememişti. Halbuki o da Türk. Bunun Türklerde olmadığını bilmiyordum. Neden bir şey demediler acaba?" Ares dikkatle yüzüme bakarken anlayabilmek adına çabalamaya devam etti, "Sana bunun normal bir şey mi olduğunu söylediler?" diye sordu. "Yani herkesin herkesi öpebileceğini mi söylediler?" Neden dünyanın en saçma şeyini duyuyormuş gibi bakıyordu? Başımı yeniden sallarken "Çünkü normal bir şey." dedim. "Yani en azından Kenan beni öpene kadar öyleydi, o zaman diğerleri gibi olmadığını anladım." Gözlerimi banyoda gezdirirken yutkundum, derin bir nefes aldım. "Dudaklarından da öpmüş oldum seni." derken konuyu değiştirdi. "İyileştin mi?" Ona bakarak başımı iki yana salladım. "Ben seni öptüm, sen beni öpmedin. Ve iyileşmedi. Hala her yeri kesikmiş gibi sızlamaya devam ediyor. Sanırım ölene kadar kurtulamayacağım onun izlerinden." Deneyimi kesinleştirmek için Ares'in öpmesini bekledim ama bunu yapmadı. Yutkunarak arkasını döndü, kapıya ilerledi. Banyodan çıktığında arkasından ilerleyerek "Neden bu kadar kızdın ki?" diye sordum. "Rahatsız mı ettim seni? Özür dilerim yapmam bir daha. Taciz etmedim değil mi? En azından taciz etmediğimi söyle." Ares gardroba ilerleyerek kapaklarını açtı, "Dudaklardan öpmek normal bir şey değil, Mira." dedi. "Bir çocuğu dudaklarından öpmek cinsel istismardır." "Sen çocuk değilsin ki!" "Ama sen çocuksun." Eline pijamalarımı alarak bana baktı. "Ve bu bir suç. Cinsel istismar suçu." Gözlerimi devirdim. "Hukuk biliyorum, Ares. Hem ben çocuk değilim. On sekiz yaşından küçük olmam beni çocuk yapmaz. Başka bir devletin yasalarına göre şu an yetişkin sayılabilirim." Yatağın ucuna oturduğumda yanıma gelerek "Korkma," dedi daha sakin çıkan sesiyle. "Taciz etmedin beni. Masumca bir niyetin vardı. Rahatsız olduğum şey beni öpmen değil, herkesin seni öpmesine izin vermen ve bunu normal zannetmen. Gerçekten kabullenemeyeceğim kadar masum bir yanın varmış." "Normal ama!" diye çıkıştığımda pansuman yaparken üzerimi çıkartmamak için seçtiği sırtı açık olan askılı geceliğimi bana giydirdi. "Sütyenini çıkartalım, dikişlerine baskı yapıyor. Daha fazla kanatmış." Askılarını çıkartarak üzerime eğildi, ellerini uzattı ve kopçasını yeniden açtı. Yattan gelirken giydiğim sütyenimi içimden çıkarttım, sargılı ellerimle zor kavrarken yatağa koydum. Ares önümde diz çökerek ayakkabılarımı çıkarttı, pantolonumun düğmesini ve fermuarını açarak dikkatlice onu da çıkarttı. Gözlerime kısa bir an baktıktan sonra uzun pijama altını giydirdi, ayağa kalktı. Çıkarttığım kıyafetleri banyoya atarak geri gelmiş, yanıma oturmuştu. Biraz ileride, yerde duran savaşıma bakarken sanki hala aklı almıyormuş gibi "Normal değil, Mira." dediğinde başımı oma çevirdim, yüzüne baktım. "Nasıl başladı bu?" Omuz silkerek umursamaz dilimle "Doğduğumdan beridir herhalde." dedim. "Hep vardı." Bakışları bana döndü, gözlerime bakarken "Kimler öperdi seni?" diye sordu. Hayatım boyunca tacize mağruz kaldığımı zannettiğini anlarken "Annem." dedim. "Babam, dedem, dayım, kuzenlerim, teyzem, Barlas, Kağan, Robin," Sertçe yutkundum, kesik bir nefes aldım. "Bana yakın olan, ailemden olan herkes. Çünkü normal bu. Sadece beni değil, birbirlerini de öperler. Dedem dayımı da öper, teyzemi de, torunlarını da. Kız erkek farketmez. Benim ailemde bu, aile bağının sembolüdür. Hatta dedem biraz gariptir, yabancıları da öper." Ares başını usulca iki yana sallarken "Çok garip." demişti. "Gerçekten, en normal gördüğünden en anormal gördüğün şeye kadar her şey çok garip." Yeşilleri yüzümde gezindi, bedenini bana çevirdi. "Bunlar çocuklara daha çok küçükken öğretilir, Mira. Kendi annen ve baban dışında hiçkimse özel bölgelerine dokunamaz. Büyüdüğünde, özbakımını kendin giderebildiğinde onlar da dokunamazlar. Annen ve baban da dahil hiçkimse dudaklarından öpemez. Bu mahremiyettir ve bir çocuğun mahremiyeti çok önemlidir. Bunları sana kimse öğretmedi mi?" Başımı iki yana sallayarak "Bana herkes dokunabilirdi." dedim. "Herkesten kastım ailem. Benim ailemde böyle kurallar ya da yasaklar yoktur." "Öpmek dışında ne yaparlardı sana?" diye sordu. "Bu ciddi bir konu, Mira. Devlet seni ailenden dahi alabilir çünkü ortada cinsel istismar var. Ailendeki herkesin böyle olması bu gerçeği değiştirmiyor." "Devlet beni ailemden alamaz." derken başımı sallamıştım. "Ailem güçlüdür benim, devletin işine karışabilecek kadar güçlüdür. Hiçkimse beni ailemden alamaz, buna yeltemezler dahi." Ares sıkıntıyla nefeslenirken "Başka ne yaparlardı Mira?" diye sordu. "Nasıl dokunurlardı?" Omuz silkerek "Normal." dedim. "Bu konu hoşuma gitmedi, Ares. Taciz ya da cinsel istismar yok. Onlar benim ailem." Ares dikkatle yüzüme bakmaya devam ettiğinde sinirlenirken "Normal işte!" diye çıkıştım. "Hayatım boyunca istismara uğradığımı ima etme. Yok öyle bir şey." Sinirle kalkarak pencereye doğru ilerledim, perdeleri sertçe aralayarak camları açtım. Temiz ve serin havayı solumak dahi iyi hissetmemi sağlamazken Ares'in sesini duymuştum. "Bunca yıl farketmediğin bir şeyi kabullenmek zor olabilir ama sen bu zorluğu aşamayacak bir kız değilsin." Bana yaklaştığını hissederken arkama dönerek ona baktım. Elini yanağıma koyarak dikkatlice gözlerime baktı. "Bedenin yalnızca sana ait, kızıl. İstemediğin sürece hiçkimse seni öpmemeli sana dokunmamalı." İfadesiz tavrımla "Sen bana dokunuyorsun, öpüyorsun." dediğimde duraksadı, elini tutuk bir ifadeyle indirirken "Eğer istemezsen dokunmam, öpmem." dedi. "Haklısın, benim yaptığım da yanlış. Kendim yanlış yaparken başkalarının yanlışlarını sana anlatamam. Özür dilerim." "Ama beni rahatsız etmiyorsun." dedim. "Onlar da etmiyor çünkü benim normalim bu." "Geri döndüğünde," diyerek tereddütle konuştu. "Seni öpmelerine izin verebilecek misin? İnsanların sana dokunmalarına dahi katlanamazken, seni öpmelerine izin verebilecek misin Mira? Madem bu normal, aynı şekilde devam edebilecek misin?" Bir adım geriledim, bir adım daha gerileyerek kalçamı pervaza yasladım. Başımı iki yana sallarken gözlerimi yere indirmiştim. "Bu, normal olmadığını gösteriyor Mira." dedi. Başımı yeniden iki yana sallarken "Sus lütfen." dedim. "Bunu konuşmak istemiyorum." Ares sabırla nefeslendi, bu konuyu tamamen kapatmayacağını belirtircesine bakarken "Peki." dedi. "Konuşmayalım." Pervazdan ayrılarak ona ilerledim, kollarımı bedenime dolarken başımı göğsüne yasladım. Ares bedenimi sarmalarken "Hadi yemeğe gidelim." dedi ve başımdan öptü. "Saçlarını da yeniden toplayalım. Dağılmış hep." Başımı salladığımda bileğindeki tokamı çıkarttı, elleriyle saçımı toparladı. Elinden geldiği kadarıyla toparken "Süpürgeyle yapalım desem bana kızar mısın?" diye sormuştu. "Küçükken kardeşimin saçlarını öyle topardım. Süpürge çektiğinden mükemmel olurdu." İstemsizce gülerken şaşkınca "Süpürge mi?" diye sordum, yüzümü buruşturdum. "Kirlidir onun içi." "Temizleriz." dedi, umursamazca. "Çok zor böyle toplamak. Çok uzun zaten saçların. Ve kabarık. Bonus kafaya dönüyorsun böyle." Kıkırdadığımda gözlerime baktı, gülümsedi. Saçlarımı garip bir topuz yaptığında "Toplamak zorunda değilsin." dedim. "Zaten toplayınca migrenimi tetikliyor. Çok sıktın." Ares hemen tokayı çözerek "Şöyle yapalım o zaman," dedi ve arkama geçti. "Bu kadar kabarık saçla rahat olamazsın. Banyo yaptıktan sonra bir yolunu buluruz, şimdi toplayalım." "Kuruturken ve kuruttuktan sonra taradığın için bu kadar kabardı." Saçlarımı ensemde toplayarak at kuyruğu yaptığında "Halledeceğiz." demişti. "Bu idare eder herhalde." "Olmuştur herhalde." "Aynadan bakmak ister misin?" diye sorduğunda kanımın donduğunu hissederken hızlıca başımı salladım. "Hayır, aynalara bakmak istemiyorum. Kendimi görmek istemiyorum. Bakamam." Sesimin titrediğini farkederken Ares, kendimi görmekten dahi ne kadar korktuğumu farketmişti. "Tamam." dedi, yumuşak tavrıyla. "Odanda bir tane bile ayna kalmayacak. Görebileceğin her yerdeki aynaları kaldıracağım, sen hazır olana dek." Ve değil odadaki, evdeki tüm aynaları kaldırdı. Banyomdaki boy aynası kaldırıldı, lavabonun üzerindeki duvara sabit ayna örtüldü, kapımın hemen dışındaki şifonyerin üzerindeki ayna ve evin diğer yerlerindeki aynaların hepsi söküldü. On ay boyunca kendime yabancılaştırılmıştım, aynada bir yabancıyı görmek yerine ömrüm boyunca bir aynaya bakmamaya razıydım. Kendi bedenimi görüyordum ancak dışarıdan birinin beni nasıl gördüğüyle yüzleşmek istemiyordum. Kenan'ın izlerinin ve yaralarının bir başkasının gözünden nasıl göründüğünü görmek istemiyordum. Bakacağım yüz o eve giren kıza ait değildi, yeni benliğimle göz göze gelmek istemiyordum. Sadece yok olmak istiyordum, ufalmak ve sonsuza dek yok olmak istiyordum. İnsanlar beni görmesin, bana dokunmasın istiyordum. Tüm dünya bir olup bana karşı kör olsun istiyordum. Tek bir istisnam vardı, Ares. O beni görmeliydi, bana dokunmalıydı. Onun varlığı cehennem alevlerini uzaklaştırıyordu, ona sarıldığımda bütün dünyadan soyutlanabileceğimi hissediyordum. Yatağımda oturmuş boş gözlerle odama bakınırken koltukta uyuyakalan Ares'in nefes seslerini dinliyordum. Akşam yemeğinden geleli saatler olmuştu, yemekten sonra garip bir sessizliğe gömülmüştük ve Ares uyuyakalmıştı. O koltukta ve üzerindeki takım elbisesiyle nasıl uyuyabildiğini anlamıyordum. Can sıkıntısından ne yapacağımı bilemezken sessizce yataktan indim, odadan çıktım. Ufak, tedirgin adımlarla koridorda ilerlemeye başladığımda Ares'in odası ve yemek salonu dışında hiçbir yerini bilmediğim evi gezmeye karar vermiştim. Bulunduğum kattaki bütün kapıları sırayla açtım, ikisi dışında hepsi yatak odasıydı. Koridorun sonundaki oda fazlasıyla büyük bir çalışma odasıydı, bir diğer kapının ardında da ortak banyo vardı. Bir kapı daha vardı, o kilitliydi. Ardında ne olduğunu bilemiyordum. Merdivenlerin önünde durduğumda aşağıya mı yoksa yukarıya mı çıkacağımı bilemezken adımlarım bir üst kata çıkan merdivenlere yöneldi. Attığım her adım beni aydınlıktan uzaklaştırıp karanlığa gönderirken üst kata çıktığım an ışıkları açtım. Geniş koridor ışıklarla aydınlandığında karşıma çıkan ilk kapıdan içeriye girdim, ışığını açtım. Bir çocuk odasındaydım, erkek çocuğuna ait bir odaydı. Kırmızı, araba şeklinde büyük bir yatak vardı. Odanın gardrobu, şifonyeri, çalışma masası, komodini arabayla aynı modeldeydi. Tül perdenin iki yanındaki fonlar kırmızıydı, halının üzerinde iki şeritli yol olan motifler ve binalarla ağaçlar vardı. Bej renkli duvarlara düzensizce yapıştırılmış resimler, stickerlar vardı. Odada gezinirken bir çocuğun çizdiği resimlere bakındım. Duvara yapıştırılmış fotoğrafta çöp adam şeklinde çizilen beş kişi vardı. İki adam, bir kadın, kadının kucağında bebek ve minik bir erkek çocuğu. Her kişinin altında bozuk el yazısıyla yazılmış isimler vardı. Amcam, baba, annem, Ares, bebek. Hafifçe gülerken sarılı parmak uçlarımı resimde gezdirdim. Ares'in çocukluk odasındaydım. Adımlarım kırmızı gardroba ilerledi, tekerlek şeklindeki kulplarından kavrayarak kapaklarını açtım. İçinde minik kıyafetler vardı. Sıra sıra dizilen kumaş pantolonlar ve gömlekler Ares'in şimdiki moda anlayışının çocukluğuna dayandığını gösteriyordu. Dolabı kapatarak yatağına baktım, düzenli temizlendiği belli olan odada toz tanesi dahi yok gibiydi ve arabalı nevresim takımı yatağa seriliydi. Yastığın önündeki peluş, yeşil ejderhayı gördüğümde adımlarım yatağa ilerledi ve ejderhayı elime aldım. Kanatlarını açan ejderhayı incelerken Ares'in sesini duymuştum. "Uyurken yanımdan ayrılmaktan vazgeçmelisin kızıl." Bakışlarım kapıya kaydığında bana doğru yürüyen Ares'e bakarak gülümsedim. "Çocukken burada mı yaşıyordunuz?" "Burada yaşıyordum." diyerek yanıma ulaştı. "Annemler kendi evlerinde yaşıyorlardı. Burada amcamla birlikte yaşardım." Anlayamazken "Neden?" diye sordum. "Neden annenle babanın yanında değildin?" Ares sıkıntıyla nefeslenerek yatağa oturdu, uykudan sıyrılamadığını yorgun gözlerinden anlayabiliyordum. "Amcamın çocuğu yoktu, varisi bendim. Her yere yanında götürürdü. Ben beş altı yaşlarımdayken annem kız kardeşime hamileydi. Biraz riskli bir hamileliği vardı, ben de yaramaz bir çocuktum. Bir gün amcam geldi, beni aldı evden. Bu odaya getirdi." Bakışları odada gezinirken yutkunduğunu farkettim. "Bebek doğana kadar burada kalacağız dedi. O zamanlar anlamamıştım, annemler beni istemiyor sanmıştım. Beni amcama verdiklerini zannettim." Kendince güldü, yeniden bana baktı. "Meğer annem hastaneye yatırılmış, doğuma kadar orada kalmış. Babam da onun yanındaymış. Saklamışlar benden, korkup etkilenmeyeyim diye. Kardeşim doğunca beni almak için geldiler ama onlara küsmüştüm, gitmek istemedim. Annem bana gerçekleri anlatana kadar inat edip burada kaldım. Tabi o günlerdeki parçalanmışlığımız bir daha hiç toparlanmadı, kaderimizin değişimi oldu." Gözleri elimdeki ejdere kayarken "Amcamın yaş günü hediyesi," dedi. "Ama hangi yaşımdan hatırlamıyorum. İçinde pili vardı, ejderha sesi çıkartıyordu bir zamanlar." Usulca Ares'in yanına, yatağa oturduğumda etrafa bakınmaya devam ettim, "Canım sıkıldı," dedim birdenbire. "Uyuyamadım, evi gezmek istedim. Kızdın mı?" Başını bana çevirerek "Hayır." dedi. "Burası senin de evin, istediğin her şeyi yapabilirsin. Sana kızmam bir ihtimal dahi değil." Gülümsediğimde o da gülümsedi, kolunu omzuma atıp beni kendisine çekerek başımdan öptü. "Diğer odaları da gezdin mi? Gezmediysen birlikte gezelim." "Bu kattakileri gezmedim." dedim. "Ama sen uyandıysan gerek yok, artık canım sıkılmaz." Başımı omzundan kaldırıp ona baktım. "Puzzle yapmaya devam edelim mi?" Başını onaylarcasına salladığında birlikte yataktan kalktık, kollarımın arasındaki ejderi bırakmadım. Üçümüz birlikte odama indiğimizde yere oturarak ejderi de yanıma oturttum, Ares bana gülerken sargılarımı çıkarttım. Ares yanıma oturduğunda gözlerim parçalarda gezindi, ifadesizleşen sesimle "Her parça bir insan," dedim. "Rengiyle, işleviyle bir insan. Bazen merkezde bazen kıyıda köşede. O insanlar bir oluyorlar, haneleri ya da devletleri oluşturuyorlar." Ona savaşımı anlatışımı dikkatle dinlerken anlayamadı, "Devletleri mi?" diye sordu. "Devletleri." dedim. "Türkiye bu savaşın merkezi. Öyle parçalar var ki, devletin ta kendisi. Dünyanın her yerinde güçlü aileler devletleri yönetirler. Geçmişin soylularıdır onlar. Kenan da bu ailelerden birine sahip, tıpkı senin ailen gibi." Ona bakarak "Karadağlar, Karamanlar ve Aladağlar modern Türkiye'nin üst tabakası. Bunu benden daha iyi biliyorsun. Güçlü haneler birleşirse bir devletten söz edebiliriz." Gözlerimi yerdeki savaş meydanına çevirdim. "Burası bir devlet, bu savaş Türk topraklarında verilecek bir savaş. Öylesine büyük bir savaş ki, bu parçalarda bakanlar da var vekiller de." Ares dediklerimi kavrayabilmek adına her hareketime dikkat etmeye başlamıştı. Gözüme takılan parçaları birleştirmeye başladığımda "Neyin savaşı bu?" diye sordu."Bir devleti içine alacak kadar?" Bakışlarım parçalarda gezinirken buz tutmuş sesimle "İntikam savaşı," dedim. "O evdeki esaretimin bedeli," Ares beni anlayabilmek için fazlasıyla çabalarken uzunca bir süre sessiz kaldı, ardından "Nasıl yapacaksın bunu?" diye sordu. "Kendim için söylemiyorum ancak ailem Kenan'ı destekler. Karamanlar da öyle. Bahsettiğin gibi bakanlar ve vekiller de, yani Türkiye onun yanında olur." Alaycı tavrımla "Hiç zannetmiyorum," dedim. "Belki benim yanımda yer almazlar ancak başka birinin yanında yer almak zorunlar ve o kişi Kenan değil." Bakışlarım Ares'e döndü, yüzünü inceleyerek gülümsedim. "Tüm dünya bir olsa yine de Kenan'ı ellerimden alamayacaklar." Gülümsemem yenilgiyle soldu. "Belki şu an onun ismini söylemek bile bana korku veriyor olabilir ancak zamanı geldiğinde onun karşısında duracağım Ares. Ellerimde zincirler değil silahlar olacak. Sırtımdaki hançerler beni tüketmeyecek, aksine güç verecek. Bana yaptığı her şeyin bedelini ödeyecek. Bu dünyada onu toprak bile kabul etmeyecek." Yeniden savaşıma döndüm, ikimiz de derin bir sessizliğe gömüldüğümüzde saatler sonra son parçayı da usulca yerleştirerek savaşımı bitirdim. İspanyol topraklarının bir parçasına bakarken çenemi dikleştirip uzun zamandır konuşmadığım için hasarlı çıkan sesimle "İşte bu kadar," dedim. "Kenan'ın kaderi önümüzde. Er ya da geç bu savaş başlayacak." Parmak uçlarım ortadaki mavi parçada durdu. "Ve o gün geldiğinde ben burada olacağım, her şeyin merkezinde herkesin kaderini değiştireceğim." Başımı çevirerek dikkatle beni izleyen adama baktım. "Bunu çerçeveletebilir miyiz?" Düz bir ifadeyle "Hallederim." dedi. Kafasının karıştığı ve ağzımdan çıkan her cümleyi sorguladığı gözlerinden okunuyordu. Yine de bir şey demedi, ben de sessiz kaldım. Elini uzatarak ortadaki mavi parçayı aldı ve "Ancak bu bende kalacak." dedi. "Her şeyin merkezinde de olsan savaşın merkezinde olmana izin vermem. Hele ki karşında Kenan olacaksa. Değil senin karşında durmasına, seni görmesine bile izin vermem." Gözleri gözlerimle buluştuğunda birkaç saniye boyunca ona baktım, "Nasıl?" diye sordum. "İyileştiğimde gideceğim, bana nasıl engel olabilirsin?" "Nereye gidersen git," dedi keskin tavrıyla. " Yanımdan ayrıldığın an senin yaralarını saran ellerim Kenan'ın yakasına yerleşecek, bu evden dışarıya adım attığın an Kenan'ın mahkumiyeti başlayacak. Kim bilir, belki çok daha önce başlar." Elini uzatarak yüzümden kavradı, baş parmağıyla yanağımı okşadı. "Çünkü sen, Mira, hiç kan değmemiş ellerimi kan denizinde yıkatabilirsin. Bu beni kirletmez, pişmanlık vermez. En büyük gururum olur." İçerisinde öfkenin ve ölümün gezindiği yeşillerine baktım. Deri eldiveninden tenime bıraktığı soğuk dokunuşlarda dolandı aklım. Öyle şeyler söylüyor, öyle bakıyordu ki dünyasının benden ibaret olduğunu zannediyordum. "Ben kan denizinde doğdum, Ares." dedim. "Ve emin ol ne kadar haklı olursan ol tenine değen kan sana gurur vermiyor. En büyük yaran oluyor. Çünkü Tanrı'nın verdiği canı alanın kendi canı eksiliyor." Uzanarak Ares'in yanağına ufak bir öpücük kondurdum, kısa sakalları dudaklarıma iğneler misali battı ancak bu hoş bir histi. Teşekkür ediyordum ona, hislerim yalan da olsa bana böyle değerli hissettirebildiği için. Ares henüz dudaklarım teninden ayrılmadan belimden kavrayarak beni kendisine çekti, kolları bedenime dolandı ve başımdan öptü. "Biraz dinlenmelisin, yatağa geç. Ellerine pansuman yapayım." Uysalca başımı sallayarak Ares'ten ayrıldım ve kalkmama yardım ettiğinde yatağıma oturdum. Ares ilk yardım kutusunu alarak yanıma geldi, hemen önüme oturdu. Ellerime hızlıca pansuman yapıp yeniden sararken "Film izlemek ister misin?" diye sordu. "Sırtın iyileşmeden yapabileceğimzi fazla aktivite yok, belki film ya da dizi izlersek sıkılmanı engelleyebiliriz. Hatta gözlerin çok ağrımazsa dizimizin diğer sezonlarını izleyebiliriz." "Film mi?" diye sordum afallarken. Şaşkınlığımı anlayamadı, "Evet." dedi. "Film. Sen hangi filmi seviyorsan onu izleyelim. Mısır da patlatırım. Sever misin?" Yutkundum, başımı onaylarcasına sallarken tadını dahi bilmediğim bir şey için "Severim." dedim. "En sevdiğim film yok ama, sen seç." Ares kısa bir an düşünerek "Ne tür seversin?" diye sordu. Ne tür film severdim? Eğer Valeria dünyadan uzakta, yasaklarla büyütülmeseydi hangi filmleri severdi bilmiyordum ancak izlediği belgeseller içerisinden en çok savaş belgeselerini seviyordu. "Savaş," dedim. "Tarih." Ares verdiğim yanıtla afalladı, ardından yerdeki savaşıma baktı. "Salona inelim, seçeriz." Başımı salladığımda birlikte odadan çıktık, Ares beni salona indirdi. İlk kez girdiğim salona bakındım. Evin her odasında olduğu gibi burada da ceviz mobilyalar vardı. Yeşilin hoş bir tonuna sahip varaklı koltuklar televizyonun karşısındaydı. Ares aniden durduğunda afallayarak durdum, "Ne oldu?" diye sordum. "Odana çık." dedi. "Hazır olunca gelir seni alırım." Kaşlarım çatılırken "Ne?" diye sordu. "Anlamadım." Omuzlarımdan kavrayarak arkama dönmemi sağladı. Ufak bir kuvvetle beni öne doğru ittiğinde yürümeye başladım. "Ares, noldu?" "Aklıma bir şey geldi," dedi. "Senden bir saat istiyorum, söz veriyorum bir saat sonra film izleyeceğiz." Duraksadığımda o da durdu, arkama dönerek gözlerine baktım. "İşin mi var? Film izlemek zorunda değiliz, işlerinle ilgilenmelisin." Hiç duraksamadan "Evet işim var," dedi. "Ama film de izleyeceğiz. Hadi odana çık." Ares'in ne yapmaya çalıştığını anlayamadım, daha birkaç adım attığım salondan çıkarak odama geçtim. Yatağın ortasına oturduğumda dizlerimi kendime çekerek kollarımı etrafıma doladım, yatağa bıraktığım ejdere baktım. Ne film sevip sevmediğimi biliyordum ne de hangi tür filmlerden hoşlandığımı. Bu yaşıma dek derslerimde kullanılacak belgeseller ve haber kanalları dışında hiçbir şey izlememiştim. Tabi lokaldeki televizyonda denk geldiğim şeyler vardı ama pek anlayamazdım. Bir tek yalnızca bir sezon izleyebildiğim dizim vardı, ona bayılmıştım. Filmler de öyle mi oluyordu pek bilgim yoktu. Bir yanım karşılaşacağım yenilik için heyecanlıydı, yeni bir yönümle tanışacak ve kendimi biraz daha tanıyacaktım ancak diğer yanım bunu istemiyordu. Eğer kuralların dışına çıkarsam evime döndüğümde o hapishaneye sığamayacaktım. Bir film dahi bu kuralları yıkıp atabilirdi. Ares uzunca bir süre sonra odama girdiğinde bakışlarım ona döndü. "Bitti mi işin?" Başını sallayarak yanıma gelip bana elini uzattı, "Hadi gel," dedi. "Bizim için film de seçtim, umarım beğenirsin." Bir saat önceki heyecanıma karşın hevesim sönmüş bir şekilde elinden kavradım, Ares beni yataktan indirdiğinde hemen ejderhayı da aldım. Ares gülümseyerek beni kendisine çekip saçlarımdan öptü. Birlikte odadan çıkarak merdivenleri indiğimizde salona yöneleceğim an beni bahçe çıkışına yönlendirdi. "Nereye?" diye sordum, duymazdan geldi. Bahçeye çıktığımızda şimdiye dek camdan ve hastaneye gidip gelirken gördüğüm alana bakınırken beni ormana yönlendirdi. Karanlıktan tedirgin oldukça Ares'e biraz daha sokuldum, fazla büyük olmayan, çiftliğin içerisindeki ormanın girişinde durdu. "Nereye gidiyoruz?" diye sordum tedirgince. Ares yüzümü ellerinin arasına alarak "Şhh," dedi. "Korkma güzelim, hiçbir sorun yok. Sana söz veriyorum karanlık da yok. Ben seni hiç karanlıkta bırakır mıyım?" Dudakları alnımın kenarına yaslandı, "Sadece buraya ışık ayarlayamadım, istersen gözlerini kapat," dedi. "Sana sürpriz hazırladım. Bana güven, yeter. Eğer istemezsen şimdi eve döneriz, hiç sorun değil." Sana sürpriz hazırladım. Sana sürprizim var Asrın, doğum günü hediyeni merak etmiyor musun? Zihnimin kıyısında Kağan'ın beni götürdüğü uçurum belirdi, doğum günü sürprizim katilimin ellerine teslim edilmek oldu. Kalbim korkuyla dolsa da ciğerlerime dolan koku o korkuyu bastırıyordu. Ares'in benliğime kazınan kokusu bana en güvenli limanımdaymış gibi hissettirirken gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım. Ares bedenimi kavrayarak beni yürütmeye başladığında attığım her adım gerginliğimi arttırırken kalbim dehşetle çarpıyordu. Ares bana ne yaptığının farkında değildi, yalnızca adım seslerimizi duyarken karanlıkta yürüyordum. Beni durdurdu, "Gözlerini açabilirsin," dedi. Göreceklerimden korksam da daha fazla karanlığımda kalmamak için anında gözlerimi açtım, karşımdaki ışıltı gözlerimi aldı. Kirpiklerimi kırpıştırarak etrafa bakınmaya başladım. Ares ormanın ortasındaki bir açıklığa projeksiyon kurdurmuştu. Üzeri kapalı bir alanda geniş koltuk vardı. Koltuğun önündeki sehpada içecek bir şeyler ve patlamış mısırlarla cips paketleri vardı. Koltuk üzerinde örtüler, etrafımızdaki ağaçlarda yanan fenerler ve dallara dolanmış ledler her yeri aydınlatıyordu. Ares yumuşak bir tavırla "Ben çocukken," dedi. "Haftasonları ailecek buraya gelirdik. Gurur var, benim kuzenim sayılır. O da gelirdi. Amcam burayı bizim için hazırlar bizi iki yanına alırdı, birlikte film izlerdik. O günler benim en sevdiğim zamanlardı." Başımı çevirerek Ares'e baktığımda gülümsedi, eğilip yeniden saçlarımı öptü ve saç tellerimi geriye doğru okşadı."Beğendin mi?" Başımı uysalca sallarken dolu dolu sesimle "Çok beğendim." dedim. "Bununla mı uğraştın sen?" "Evet," dedi. "Seni bekletmek istemezdim ama artık burada yaşamıyoruz diye her şeyi kaldırmışlar, bulmak biraz uzun sürdü." Beni koltuğa yönlendirerek "Hadi," dedi. "Hemen battaniyenin altına gir, üşüme. Filmi açıp geleceğim." Ares'in boynuna kollarımı dolayarak ona sımsıkı sarıldığımda sırtıma dikkat ederek bedenimi kavradı, bir eli başımı okşadı. "Teşekkür ederim," dediğimde bunun benim için nasıl bir şey olduğunu bilmediğinden anlayamadı. Parmakları saçlarımın arasından süzülürken "Mutluluğunu almışlar senden," dedi. "Teşekkür etme, mutlu ol yeterli." Coşkuyla "Çok mutlu oldum," diyerek gerileyip yanağından öptüm ve heyecanla "Hangi filmi izleyeceğiz?" diye sordum. "Kesinlikle savaş filmi değil," dedi. "Bu perde animasyon perdesi, biraz benim çocukluğuma döneceğiz kızıl." Gülümsedim ve koşuşturarak koltuğa ilerleyip battaniyenin altına yayıldım. Ares filmi başlatarak yanıma geldiğinde onu da battaniyemin altına kabul etmiştim. İki mısır kovasını aldı, arkamıza yaslandığımızda birini bana verdi. Sargılarımı açacağım an farkındalıkla "Tuzlu," dedi. "Yakar ellerini." Kendi eldivenlerini çıkartıp kenarıya koydu ve elini benim mısır kovama daldırdı. Parmakları arasına aldığı üç dört mısırı bana yedirdiğinde büyük bir dikkatle tatlarına bakmıştım. "Güzel yapmış mıyım?" diye sordu merakla. "Normalde mısırları ben yapmam, Gizem'i aramam gerekti bunlar nasıl patlıyor diye." Hafifçe gülerek "Güzel." dedim. Yanıklar köz fikriyle normal miydi yoksa olmaması mı gerekiyordu emin değildim. "Çok sevdim." Ares sanki en büyük derdi buymuş gibi gülümseyerek kolunu omzumdan geçirip beni kendisine çekti ve yeniden mısırdan yedirdi. Aydınlanmış ormanda, perdede sahnelenen şeyleri seyrederken Ares bir kendisi mısır yiyordu bir bana veriyordu. Hoşnutsuzca "Yanmış biraz." dediğinde gülerek uzattığı mısırlardan yedim. "Ben yanmış seviyorum zaten." Açtığı animasyonu dikkatle seyrederken mısır bittiğinde Ares ellerini ıslak mendille sildi ve bana su verdi. Kana kana suyumu içtim, eldivenlerini takan Ares'in bedenine yaslandım. Bakışlarım perdeden ayrılmazken "Kuleye geri dönmeyecek, değil mi?" diye sordum. "Ait olduğu yerde çok mutlu." Ares saçlarımı nazikçe okşarken "Dönecek." dedi. "Ama merak etme, ait olduğu yere dönüp mutlu olacak." "Özgürlüğü tattıktan sonra hapsedilen biri bir daha asla mutlu olamaz," diyerek, yutkundum. "Evime döndüğümde bir daha asla mutlu olamayacağım." Saçlarımı okşayan parmakları durdu, aldığı derin nefesle göğsüne yaslanan başım havalandı. Dudakları saçlarıma yaslandığında gözlerimi kapattım, "Uykum geldi," diye mırıldandım. Yumuşacık bir sesle "Uyu güzelim" dediğinde gözlerimi güçlükle araladım, başımı hafifçe salladım. "Uyuyamam. İzlediğim ilk film bu, sonuna kadar izlemem lazım. Merak ediyorum." "İlk film mi?" diye sordu anlayamazken. "Daha önce hiç film izlemedin mi?" Boğazıma oturan yumru yutkunmamı engellerken "Yasak," demekle yetinmiştim. Ares ne diyeceğini bilemedi, sessiz kaldı. Filmin sonuna kadar alev alev yanan gözlerimi güçlükle açık tuttum, dudaklarımda kalan gülümsemeyle gözlerim kapandığında Ares müziği devam eden filmi kapattı. Merakla "Beğendin mi?" diye sorduğunda başımı onaylarcasına sallayarak mayışmış sesimle "Beğendim." dedim. "Özgürlük uğruna bir can kaybetti, artık özgür olsa da mutlu olamaz." "Sonunu izlemedin mi?" diye sordu. "Evlendiler, mutlu oldular." Ağzımın içinde cıklayarak "Gerçek hayatta sihir yok," dedim. "Adam benim için orada öldü. Muhtemelen kız da delirdi, geri kalanı deli bir kızın hayalleriydi." Ares sıkıntıyla nefeslenerek hayıflanırcasına "Çok eğlenceli bir filmdi ama," dedi. "Çok severim ben bunu, berbat bir son yazdın. Hiç beğenmedim, başka son yaz." Hafifçe gülerek parmak uçlarımı çeneme kadar örtülen battaniyenin altından, Ares'in göğsünde gezdirdim. "Adam öldü, kadın delirdi. Bu filmin sonu bu Ares. Bazen sevdiğin birini kaybetmek en büyük hapishanen oluyor. Canına karışan duvarları aşamıyorsun. O andan sonra özgürlüğün bir önemi olmuyor. Mutluluk yerini deliliğe bırakıyor." Merakla "Sen nereden biliyorsun bunları?" diye sorduğunda "Annemden," dedim. "Kendimden." Derin bir iç çekerek "Delirmek üzereyim," diye sayıkladım. "Hayatımda ikinci kez anneme benzemek istemiyorum." Ares büyük bir sevgiyle saçlarımı okşadı, "Adam hayata döndü ve birlikte çok mutlu yaşadılar." dedi. "Sadece bunu gör, kızıl." Bedenimi biraz yukarıya çekerek alnımın kenarından öptü, başımı boynuna gömdüm. "Eve gidelim mi?" Ağzımın içinde cıklayarak iyice yayıldım. Ares üzerimi iyice örttüğünde battaniyenin verdiği sıcaklık beni içerisine çekti, uykuya gömüldüm. Zaman zaman havlama seslerini duysam da hayatımın en huzurlu uykusundan uyanmamak için direndim. Çocuklarımın ağırlıklarını hissettim, Ares'in sesini duydum ancak sözlerini kavrayamadım. Tenime sürtünen yumuşak tüylerle huylanırken "Şhh!" diye sayıkladım. "Kara! Uslu durun!" Kara'ya seslendiğim an hepsi hareketsizleşti, sırtımı Ares'e yaslayarak kollarımı araladım. Biri hemen kollarımın arasına girdiğinde ona sarılarak başımı koca bedenine yasladım. Yeniden uykuya gömülürken Ares'in saçlarımı sevdiğini hissediyordum, Gözlerimi yemyeşil ormana araladığımda sabahın ışıkları etrafı aydınlatıyordu. Serin hava yüzümü uyuştursa da battaniye altındaki bedenim sıcacıktı. Bakışlarım etrafımızda yatıp uyuyan köpeklerde gezindi, hemen yanımdaki Kara'ya baktım. Başımı çevirerek Ares'e döndüğümde uyuduğunu görmeyi beklerken bana bakıp gülümsedi, "Günaydın," dedi. "Çok güzel uyudun, açık hava iyi geldi sanırım." Gözlerimi usulca kapatıp gülümsedim, bedenimi biraz esnettim. Uykudan sıyrılmak için çabalarken başımı onaylarcasına sallamıştım. "Kabus görmedim, çok güzeldi." Eli başıma yerleşti, parmak uçları saç diplerimde gezindi. "Saat bire geliyor kızıl, çok uyudun. Acıkmış olmalısın. Kahvaltıda ne yemek istersin?" Başımı biraz geriye atarak Ares'e baktım. "Sen hiç uyumadın mı?" Dikkatle gözlerime bakarken "Uyudum." dedi. "Ama senin çocuklar fazla rahat vermedi. Bir ara senin yanındayım diye beni öldüreceklerdi, Kara'yla burun buruna geldik ama sen dönüp bana sarılınca geri adım attı." Şaşkınca gülerek etrafımıza kıvrılmış uyuyan köpeklerime baktm, elimi uzatarak Kara'nın tüylerini okşadım. "Senin tehdit olmadığını biliyorlar, korkmana gerek yok." Kara gözlerini aralayıp baktığında gülümsedim, "Merhaba," dedim uysalca. "Hemen bulmuşsunuz beni, aferin benim oğluma." Uzanıp onu öptüğümde başını boynuma sürttü, iyi olduğumu gördüğünden yeniden gözlerini kapattığında başından öptüm. Ares yumuşak bir tavırla "Eve gidelim mi artık?" diye sordu. "Eğer istersen akşam yine geliriz, başka bir film izleriz." Hevesle ona bakarken "Çok isterim," dedim. "Ama burada uyumayalım," dedi. "Çok üşüdün, kıpkırmızı oldu yanakların burnun." Parmak uçlarım yanaklarımda gezindiğinda hafifçe gülümsedi, üzerindeki battaniyeyi kaldırdı. Etrafımızı kuşatan köpeklerim hareketlilikle uyandıklarında Ares onlara dikkat edip yataktan farksız koca koltuktan indi, elini uzattı. "Dikkatli kalk," Battaniye altından sıyrılarak ayaklandığım an köpeklerim de harekete geçti, Ares'in yardımıyla koltuktan indim. Ares bedenimi kavrayarak uzanıp battaniyeyi aldı ve hızlıca etrafıma sardı. "Yeni uyandın, üşüteceksin." Battaniyenin uçlarını tuttuğumda kendimi bir paket gibi hissederken Ares'in yanında ufak adımlarla yürümeye başladım. Köpekler peşimizden gelmek yerine orada kaldılar, onlara son kez baktım. Ares'e birlikte eve girdiğimizde beni hemen banyoya sokarak küvete sıcak su doldurdu. "Güzelce ısın, ben de o esnada kahvaltı hazırlatırım. Sonra da gelir saçlarını yıkarım. Olur mu?" Başımı uysalca sallayarak battaniyeyi bıraktığımda ayaklarımın etrafına yığıldı. Ares alnımdan öpüp yerdeki battaniyeyi alarak banyodan çıktığında geri geleceğinden iç çamaşırlarım kalana dek soyunup hemen sıcak suya girdim, bütün bedenim anında gevşedi. Sargıları açarak parmak uçlarımı su yüzeyinde gezdirmeye başladım, sudaki minik dalgaları uzun uzun seyrettim. Ares su soğumaya yakınken geldiğinde duş alıp yeni kıyafetler giydiğini farkettim, yüzümü inceleyerek ruh halimi tartarken yanıma yaklaştı. Eldivenlerini usulca çıkartıp benden izin aldığında başımı sallamakla yetindim, elleri saçlarıma yerleşti. Duş başlığını aldığında öne kaydım, Ares saçlarımı ıslatıp özenle şampuanlayarak duruladı ve tekrarladı."İşlerimle ilgilenmeye başlamam gerekiyor kızıl," dediği şeyle dikkatimi köpüklenen sudan alıp ona yönelttim, Ares yumuşak ve çekingen bir tavırla konuşmaya devam etti. "Çok dikkat çektim. Evden gitmem gerekecek, senin için bir sorun olur mu?" Yalnız kalacağım zamanların geldiğini anlarken yutkundum, "Hayır," diye mırıldandım. "İşlerinle ilgilenmelisin." "Korkmaz mısın?" diye sordu, sanki gitmemek için kendisine bir bahane arıyor gibiydi. Ona aradığı bahaneyi sunan dürüstlüğümle "Korkarım." dedim. "Ama geçer, sonuçta ömrümün sonuna dek yanımda olmayacaksın. Belki de evime dönmeden yokluğuna alışırım." Ares'in sıcak dudakları ıslak omzuma yaslandı, ufak bir öpücük kondurarak "Yanında olacağım," dedi. Dudaklarının sıcaklığı tenimi yaktı. "Belki bedenen olamasam da sen istediğin sürece her an yanında olacağım." Parmaklarıyla saçlarımı toparladı, boynumdan hiç çıkartmadığım ve Kenan'ın dahi çıkartmadığı kolyenin zincirinden kavradı. Hemen kolyemin ucundan kavradım, Ares kilit kısmın yana düşmüş zincirini düzelttiğinde yutkundum. Bakışlarım avcumdaki altın, işlemeli haça kaydığında Ares meraklı diliyle "Kolyenin ayrı bir anlamı mı var?" diye sordu. "Senin için önemli olmalı, ona rağmen korumuşsun." "Annemin," diye mırıldandım. "Tanrıya olan inancı benden daha sağlamdır, sürekli dua eder. Bu onunmuş, doğduğumda hastanede kalmam gerekiyormuş. Tanrı beni korusun diye boynuma takmış. O günden beri hiç çıkartmadım. Gerçi pek etkili olduğu söylenemez, Tanrı bütün kötülükleriyle karşımda." Ares sağ tarafıma geçerek avcumda sakladığım haç için "Bakabilir miyim?" diye sordu. Sebebini anlayamasam da avcumu açarak haçı ona doğru uzattım, zincirin yetebildiği kadarıyla Ares'e yaklaştırdım. Ares dikkatle kolyeme bakarken "Bu çok değerli bir kolye," demişti. "İşçiliği fazlasıyla eski olduğunu gösteriyor. İçinde neden B harfi var?" Sakince "Soyadım," dedim. "Aileme ait, ailemin soyadını taşıyor." Ares uysalca baş sallarken gözlerini kolyemden alamıyordu. "İçinde çok fazla motif var, hepsi kusurlu ama İsa'nın hiçbir kusuru yok. Taşları gerçek yakut, değil mi?" Başımı onaylarcasına sallayarak "Evet," dedim. "Neden bu kadar ilgini çekti?" Kısa bir an gözlerime baktı, "Mücevher zanaatkarıyım ben," dedi. "En azından öyle olmaya çalışıyorum. Gördüğüm her mücevher ilgimi çekiyor. Yakutları normal gelmedi sadece, renkleri çok canlı ve parlak. İmitasyonlara benziyor. Senin sahte yakut takmayacağını bilmesem gerçek olduğuna inanmazdım. Tabi, bakıma ihtiyacı var. Çok hasar almış, solmuş." Sessiz kaldığımda Ares yeniden kolyeme döndü, arkasına çevirdiğinde afallayarak yazan minik yazılara baktı. Altına işlenen yazıları okuyamazken "Ne yazıyor burada?" diye sordu. "Hangi dilde?" "İspanyolca," dedim. "Ama ne yazdığını söyleyemem." Ares beni anlayamadı, "İspanyolca biliyorum ama hiç okunmuyor, benzemiyor bile." dedi. "Neden söyleyemezsin?" "Kim olduğum yazıyor Ares," dediğimde gözlerime baktı, anladığını belirtircesine baş salladı. Kolyemi yeniden çevirerek iki göğsümün arasına bıraktığımda Ares bedenimi yıkamama yardım etti, eldivenlerini giydi. Beni hemen havluyla sarmalayarak küvetten çıkarttığında bakışlarım yüzünde gezinmişti. "Ne zaman gideceksin?" Bir an anlayamadı, sonra yüzüme bakarak "Kahvaltıdan sonra," dedi. Beni banyodan çıkarttığında kuru iç çamaşırları ve pijama takımı giydim, ayaklarıma panduf geçirdim. Ares yaralarıma pansuman yaparak saçlarımı özenle kuruttu, kahvaltıya inmek için ayaklandığımda önünde durarak yüzümü eldivenli ellerinin arasına aldı. "Senden çok dikkatli olmanı istiyorum, tamam mı kızıl? Ben yokken yaptığın her şeye, yediğin içtiğin her şeye çok dikkat etmelisin. Alerjinin olduğu şeyleri önüne sunmazlar ama olur da bir aksilik olursa sakın tüketme, çalışanlardan çekinmene gerek yok. Burası senin evin, isteklerini onlara söyleyebilirsin. Bu evde hiçkimse sana zarar vermez. Kendini yoracak şeyler yapma, yaralarına çok dikkat et ve uyuma. Ben yokken sakın uyuma." Başımı onaylarcasına salladığımda gülümsedi, alnımın kenarından öptü. Kollarımı bedenine dolayarak ona sıkıca sarıldığımda kısa bir an duraksadı, ardından hemen bedenimi sarmaladı. "Ben buradayım," dedim uysalca. "Kenan dışarıda. Dikkatli olması gereken kişi sensin. Onun hazinesini çaldın, geri almak ve sana zarar vermek için her şeyi yapacaktır. Eğer sana zarar verirse beni geri alması fazla uzun sürmez. Sakın onun bu evin kapısına gelmesine izin verme, kendini koru." Yemin edercesine "Seni asla alamayacak," dedi, saçlarımdan öptü. "Korkma, kızıl. Korkuların onu yüceltiyor, ne kadar güçlü olduğunu zannedersen zannet seni benden almaya gücü yetmeyecek." Parmakları saç tellerimin arasında gezindi, "Tüm dünyayı kendi yanına da çekse uğruna savaşmaktan vazgeçmem," Gözlerimi kapatarak kokusunu soludum, "Kaybedersin," dedim. "O kazanır, hep kazanır." "Benimle hiç savaşmadı." Geriledi, yüzümü yeniden ellerinin arasına alarak gözlerime uzun uzun baktı. Gülümsediğinde bilinçsizce gülümsedim, acı dolu sesimle "Kaybedeceksin," dedim. "Ben bile kaybettiysem bu dünyadaki herkes ona yenilir." "Hala korkuyorsun," dedi. "Korktukça onu yüceltiyorsun. Eğer korkarsan savaşmam, Mira. Seni koruyamam, başını kaldırıp bana güvenmek yerine baş eğerek Kenan'dan korkup pes edersen en başında savaşamadan kaybederim." Gözlerime dikkatlice bakarak "Kaldır o başını," dedi, parmak uçları çeneme yerleşirken nazikçe başımı kaldırdı. "Güven bana." Başımı uysalca salladığımda yeniden gülümsedi, önce sol yanağımdan sonra sağ yanağımdan öptü. Saçlarımdan öperdi Ares, alnımdan öperdi. Bu kez Kenan'ın vurduğu yerlerden öptüğünü bildiğimden yutkunarak ona baktım. Onun açtığı yaraları sardığını hatırlatıyordu bana, kabuslarımda yanımda olduğunu ve her an benim için yanıbaşımda bulunduğunu hatırlatıyordu. Beni Kenan'dan kurtarmıştı, Kenan'dan koruyabileceğini de söylüyordu. Ares beni cehennemimden kurtarsa da açılan yaralarımı sarıp en derin korkularımda yanıbaşımda olsa da koruyamazdı. Tek korkum bunu çok acı bir şekilde öğrenecek olmasıydı.
Ve sizlere burada veda ediyorum, lütfen bizlere veda etmeden evvel oylarınızı ve yorumlarınızı paylaşın. En sevdiğiniz sahneleri öğrenmeyi çok isterim.
Tekrar görüşene dek kendinize cici bakın.
Öpüldünüz.
|
0% |