Yeni Üyelik
keyboard_arrow_left keyboard_arrow_left2.
Bölüm
@venomiee
Lord Huron - The Night We Met - Lana Del Rey Goodbye Kiss

Bir yengece, doğru yürümesini asla öğretemezsiniz.

(Aristophanes)

Her şey her zamankinden daha farklıydı. Ellerimi yatağın dışına yasladığımda, pencereden kulaklarıma ulaşan insanların özgür çığlıkları kendilerini bir kez daha belli etmek istercesine bağırdılar. Penceremden yayılan güneş ışığı, göz kapaklarımın kapalı olmasına rağmen fazlasıyla rahatsız ediyor ve canımı acıtıyordu. Üzerimdeki yorganının içine girip, gözlerimi kapattığımda, gözlerime armağan olan karanlık sayesinde rahatladı vücudum.

Yorganın içerisinde nefesim giderek tükenirken zihnimde 'Boğularak ölen genç kız' başlıklı trajik sonla hayatı biten kızın haberi yankılandı. Ölmek isteyen biri için güzel bir ölüm şekliydi. Bu fikre zihnimdeki ben büyük bir memnuniyetle onay verdiğinde bir süre yorganın altında hareketsiz kaldım. Nefes almak için çırpanan ciğerlerim her ne kadar bana seslerini ulaştırmayı başarsalar da onlara istediklerini vermedim.

Ölmek için bu kadar boktan bir gün olamazdı diye geçirdim içmden.

Penceremden süzülen ışık yorganıma yansımayı başarırken dışarıdan gelen insanların özgür çığlıkları kulaklarımı rahatsız etme noktasına kadar gelmişti ve sevgili okurlar, yeniden başarsızlığa uğrayan bir intihar girişimine daha hoş geldiniz!

Yorganı bir çırpı da üzerimden atıp çarşafımdan destek alarak yataktan kalktığımda pencereden yatağıma kadar süzülen ışığa gözlerimi kapatarak baktım.

"Sen... Sen boktan gün, her ne kadar ölmemi istemesen de sana inat bunu yapacağım. Bugün bu kızın unutulmayacak bir ölüm günü olacak."

Ayaklarımı sürte sürte salona girdiğim de yerde kırık cam parçalarına basma riskini görmezden gelerek ilerledim. Odamdaki manzaram; dün yaşanan kavgadan kaynaklı öfke duygusuna yenik düşmüş şişenin kırık parçaları, her bir sayfasının rengi solmuş olan bir gazete destesi ve bazıları bitmiş bazıları ise yarım kalmış içki şişlerinden ibaretti. Dağınıklığın arasından sıyrılıp, yaşamaktan harap olmuş, bazı kısımları yırtılmış ve rengini kaybetmiş koltuğuma kendimi bıraktım.

Dün yaşanan kavga, gözlerimin önünde bir film gibi canlanırken masada duran yarım kalmış içkilerden bir tanesini elime aldım. Kapağını açıp içkiden bir yudum aldığım da boğazım içki yüzünden yanıyordu. Midem içkiyi çıkartmam için diretirken, bir yudum daha alarak karşımdaki filmi izlemeye başladım.

Salonun kapısında duran kız çocuğu gülerek etrafında dans ediyordu. İçinde ölmüş tarafına rağmen umutluydu ya da umutlu bir insanı canlandırabilecek kadar yetenekli bir insandı. Bir iki adım attığında salonun köşesinde bulunan aynaya bakışlarını çevirdi yavaş yavaş. Belki de o aynaya aldıkları günden itibaren şimdi ilk kez bakıyordu.

Kahkahaları evin içinde yankılanırken göz yaşları yanaklarından süzülüyordu. İçi acı çekiyordu ancak buna aldırış ettiği pek söylenemezdi zira o, ruhu yansa bile ayakta durmakta olan aptal bir kızdı.

Kurumuş dudaklarını ıslattığı zaman zihnindeki kelimeleri seçerek konuşmaya başlayacaktı ki aynadaki yansıması kendisi kadar boktan bir kahkaha atarak ona baktı.

"Kimsin sen? Kimsin sen aptal? Neyin var?" İstemsizce bir kez daha güldüğünde anında dudaklarında gizli bir fermuar dikmişti, bunun işe yaramayacağını bildiği halde.

"Hayatın seni sevmediğini mi düşünüyorsun? Buna mı üzülüyorsun geri zekalı. Cevap versene! Gene uykusuz kaldın değil mi? Uyuyamadın da zaten. Haline bak."

Masada duran içki şişesini kafasına diktiğinde aynadaki yansımasının söyledikleri zihninde dönüp duruyor ve yankılanıyordu. Kafasını sağ ve sola unutmak ister gibi sallarken ona inat kelimeler daha da çok yankılanıyordu.

"Konuş, cevap ver bana! Ya da sus, içine attıkların konuşsun. Kendine söylediğin yalanlar konuşsun. Hani hep iyiyim ben dedin ya. O yalanların konuşsun. Ağlaya ağlaya içtiğin içkiler ve onlara eşlik eden sigaralar konuşsun. İyi değilim abi, canım çok yanıyor abi. Bunları haykır mesela.. Git sarıl ona."

Elindeki içki şişesini öfkesine yenilerek duvara fırlattığında eş zamanlı olarak dudaklarından bir küfür kaçırmıştı. "Sus artık! Sus!"

"Konuş işte! Yüzüme bakıp ağlayıp durma küçük bir çocuk gibi. Çaresizsin. Birine sığınmaya çalıştın. Hep birilerinin ağlamasını dinledin. Aşık oldun.." dediğinde uzun bir süre sustu. "Birini sevdin. Onun peşinden koştun iki sene. İki sene yılmadan peşinden koştun peki sonuç? Olmadı!"

Sesini aniden yükselten aynadaki yansıması bir kez daha güldü. "Koştun. Başka adamların derdini dinledin. Zihninden onun lekesini silip atmak istedin yüzüne bile bakmadığın insanların lafları ile. Oldu mu peki? Söküp atabildin mi onu zihninden? Hadi tamam. Bana onu zihnimden sildim diyebilirsin ama sende biliyorsun. O aptal kalbinden o adam çıkmayacak. Ne bakıyorsun bana öyle sana küfür etmişim gibi? İnan bana ettiğim kelimeler küfürden daha ağır."

Elinde geçirdiği ikinci şişeyi de karşısında bulunan duvara attığı zaman "Sus!" dediğinde boğazının acısına aldırış etmedi. Onu duymak istemiyordu. Konuşması canını yakıyordu.

"Sonra ne oldu? Buldu seni. Bir yaz gecesi yazdı sana. Sersemleyen bu adam hıçkırarak anlatıyordu sana dertlerini. O kötü hissediyorsa sen boktan hissetmiştin değil mi? Yine de susup dinledin onu. Nefes sesini dinledin aptal kız.. Niye içiyorsun? Niye sarhoşsun sen? Bırak şu içki şişesini. Bunun senin doğum günün. Kutlasana."

Eline aldığı içki şişesini bir kez daha duvarla buluşturduğunda dizlerinin üzerine düştü hızla. Hızlı nefes alışverişlerinin arasında bir ses işitti. Gözlerini yumdu hızla. Susmasını istiyordu. Kafasındaki bin bir türlü düşünce yetmiyormuş gibi bir de bu çıkmıştı. Doğum günü müydü sahiden? Neden tek başındaydı o zaman? Neden bok gibi hissediyordu?

Doğum günü ona bugün ölüm günü olacaktı. Bugün tanrıdan alabileceği en güzel hediyeyi alacaktı. Tanrı onu yanına çağıracaktı sonsuza kadar.

"Duvarlara konuşan sen neden aynaya susuyorsun? Daha da delireceğim diye mi bütün bu korkun? Sen zaten delisin. Söz vermiştin o adama. Her bir hücren ile söz vermiştin. Sus sus.. Güldürme beni. Dönmeyecek sana. Sevmiyor seni, sevmeyecek. Bu halde bile hala onu düşünüyorsun. Nesin sen iyilik meleği mi? Baksana kendine! Bak lan kendine bak! Artık kendine bak."

Bakışlarını aynadaki yansımasına çevirdiğinde saçlarının dağınıklığını ve yüzünün göz yaşları ile sarmalandığını o zaman gördü. Ne çok göz yaşı dökmüş bir kız vardı karşısında. İçi acıyordu. Artık rol yapmasına gerek yoktu.

"Yaşa ya da yaşa.. Karar senin."

Eline geçirdiği son içki şişesini aynaya doğru fırlattığında sakin bir biçimde ayağa kalktı. Film bu noktada sonlandığında ayağa kalktım. Banyoya doğru ilerlerken kısa koridorda asılı duran aile fotoğraflarını yerde görmek boğazımda bir yumru oluşturmuştu. Onlar bunu hak etmemişti.

Banyoya girdiğimde parmak uçlarımda yürümeye başladım. Dolaptan adını ve ne işe yaradığını bilmediğim ilaçları avucumda biriktirip küvete doğru yürüdüm. Banyonun penceresinden gelen soğuk hava, vücudumun üşümesine sebep olması gerekirken aksine bir sıcaklık hissettim. Ayağımdaki sızı, kendisini hatırlattığında kısa bir küfür dudaklarımdan savrulsa da ayaklarımın üzerinde durabilmiştim. Küvetin kenarına oturup soğuk mu sıcak mı olmasına bakmadan suyu açıp küvetin doluşunu izledim bir süre.

Küvet kadar beni takip eden kan izlerine takıldı bakışlarım bir süre. Çok kan vardı. Sol ayağımı kendime çevirdiğim de fazlasıyla harap olduğunu gördüm. Bir iki çam parçası derin saplanmıştı ve bu kan akışını hızlandırmıştı. Çıkarmak canımı yakacaktı bu nedenle çıkartmak için bir çaba sarf etmedim. Ellerime bulaşan kana baktığım da uzun bir süre öyle kaldım.

Ruhu bir paçavra gibi buruşturulup köşeye atılan kız şimdi kendi sonunu mu yazıyordu?

Kan kaybetmemin verdiği etkiyle tırnaklarım morlaşmaya başlamıştı. Titreyen ellerime aldırmadan üzerimdeki giysileri çıkartıp odanın bir köşesine fırlattım. Avucumda biriktirdiğim ilaçlar zor olsa da hepsini yuttuğum zaman derin bir nefes aldım. Suyu kapattığım zaman taşmakta olan suyu umursamadan bir adım attım küvete doğru. Ayaklarımdaki sızı yok olurken bedenimi de suya yavaş bir şekilde teslim ettim.

Bir süre titreyen ellerime ve morarmaya aşamasında üçüncü seviyeye geçiş yapan tırnaklarıma baktım. Sarı renk kendini mor renge teslim ederken hüzünle gülümsedim. O an ölümün bu kadar yakınımda olduğunu bilmek beni çok rahatlatmıştı. Az sonra ruhu ölü kız havalanacak ve beni ile birlikte ruhu da suya karışacaktı. Su ile birlikte ölümsüzlüğe doğru yol alacaktı.

Birden o melodiyi duydum. Sesi biraz daha açınca dudaklarımda bir tebessüm filizlenmişti. Usulca mırıldandım son el vedamı etmeden önce.

Önce sana tamamen sahiptim sonra çoğunluğuna,

Sonra birazına sahiptim ve şimdi hiç değilim.

Beni tanıştığımız geceye geri götür

Ne yapacağımı bilmiyorum,

Senin hayaletin tarafından hapsedildim

Beni tanıştığımız geceye geri götür

"Özgür olamana son saniyeler.." diye mırıldandım göz yaşlarım yanaklarımdan suyla buluşunca. Bunu yaptığım için asla pişman değildim sadece içimde yaşamak isteyen o kız çırpınıyor ve bana hatıralarıma yaşamak istediğini haykırıyordu.

Özür dilerim. Bugün sana, insanların özgürlük kokan çığlıklarına ve hatıralarıma kulaklarımı tıkadım ben.

Gözlerimi yavaşça kapattığımda küvetin içinde kaymaya başlamıştım bile. Buz gibi su iliklerime kadar işlerken, son bir nefes alıp suya gömüldüm. Nefesimin son kırıntıları da havaya uçarken, ciğerlerimin nefese ihtiyaç duyduğunu hissettim.

Ellerimi göğsümde birleştirip gözlerimi yavaş bir şekilde açmaya başladım. İçimde yaşmak isteyen kıza sudan bir intihar ipi yaptım. Boynuna geçirip, altındaki hatıraları ittim geriye doğru. Kız nefes almak için çırpınırken sağ gözümden bir yaş daha aktı böylece.

Annemin sesi kulaklarımda çınlarken gözümün önüne okula annemle gittiğim bir anım fırladı. Her şey bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçip akarken hiçbir şey yapamadım. Ne kurtulmak için, ne de kızı yaşatmak için.

Ölmeyi başarmış mıydım şimdi ben?

Annemin ölümü geldi gözümün önüne. Babamın kendisini suçlaması ve abimin kendisini feda ederek kurtulamadığı intiharı... Yaşamım o kadar hızlı geçiyordu ki gözümün önünden bu sefer gerçekten başardığımı hissettim ve o an gülümsedim. İşte gidiyordum.

Suya karışmam için az kalmıştı, belki saniyeler.

Kulaklarımın sesini biri kısmıştı sanki duyduğum ses hala o çalan şarkıydı. Yüksek sesle vedama eşlik eden şarkı. Mutluydum, kendimi bile mutlu edemezken şimdi annemin yanına gittiğim için.

Belki kendi sonunu tamamladığını sanan aptal kızın tekiydim. Sonumun tamamlanıp tamamlanmayacağına bir muamma dersek aptal olduğuma emindim. Küçükken annesinin sözünden çıkmayan ve büyüdükçe babasının kuralları altında yaşayan bir kızdım. Merdivenleri tırmandığım ilk zaman annemin hayatımızdan ayrıldığı gün olmuştu sanırım. Cenaze de onu ebedi uykusuna uğurlarken, onu öylece izledim. İnsanlar sevdiklerini kaybettiklerinde üzülüyorlar aslında üzülmek yerine mutlu olmalıydılar. Dünya boktan bir yer, hayır hayır! Dünya boktan bir yer değil onu kötü yapan biz insanlarız. Annem dünyanın kötülüklerinden kurtulmuştu. Kalbinden ve ruhundan bütün yükler kalkmıştı. Şimdi ruhu ait olduğu yere, evine geri dönüyordu.

Gözlerini aç...

Babam ise, annemin gidişini kabullenemedi. Gidiş diyordum çünkü bana kalırsa ölüm kelimesi değildi bu. Dünyadan ayrılıp ait olduğu yere, evine geri dönmekti. Annem, bizi arkasında bırakıp evine geri döndüğünde babam bir daha asla elinden bırakmayacağı içki şişelerine vermişti kendini. Umudunu ya da acısını dindirmenin yöntemini şişenin dibindeki içki de arıyordu. Acı gerçekle yüzleşmenin canını yakacağını bildiğinden kaçışı içki de sanıyordu. Bazen acı gerçeklerle yüzleşmekten ziyade kaçıp gitmenin en iyi seçenek olduğunu düşünürsünüz babam gibi ancak önemli olan acılarınızla yüzleşmektir. Kaçmak sizi kısa süreliğine belirli bir noktaya kadar sürüklerken acılarınızla yüzleşmek sizi sonsuzluğa sürükler.

Ve babam ne abimi gördü ne de beni. Acısı gözünü kör ve ruhunu hissizleştirdiğinde usulca annemin adımlarını takip etti. Ona dur desek de bizi duymuyordu. Gözleri kör, kulakları sağır olmuştu. Onu kollarımın arasında kaybettiğim de ilk defa orada kendi ruhumun katili olmuştum. Yaşadıklarım adeta bir bedene bürünmüştü. Elindeki bıçakla kalbimin ortasını hedef aldığında tereddüt etmeden ilk darbeyi saplamıştı.

Bir iki adım sersemleyen ruhum kendini yere bırakmıştı. Aslında asıl ölümü geçmişim yaşatıyordu bana. Beni yaşarken öldürmüştü. Şimdi hem ölü hemde yaşıyordum. Arafttaydım. Her şeyin sorumlusu olan aptal kız için ne ideal bir cezaydı ama.

Ciğerlerim nefes için alarm verdiğinde ellerimi küvetin iki yanına yasladım ve çıkmamak için büyük bir çaba vermeye başladım. Aslında geçmişimin cezasından kaçıyordum. Belki de oyunda hileye kaçıyor, kuralları görmezlikten geliyordum ama asıl mesele bu değil miydi? Kurallar çiğnenmek için yok muydu ve bende bunu yapıyordum.

"Kendin demiştin. Kaçmak sizi belirli bir noktaya sürükler ancak kalıp savaşmak sonsuzluğa götürür."

Gözlerimi açtığım zaman küvetin başında bana bakmakta olan kendimi gördüğüm de duraksadım.

"Cesurca savaşmak varken korkak gibi kaçmanı izlemek çok keyifli." Dudaklarından bir kahkaha kaçtığında elini dudaklarına bastırıp bana baktı. "Ölmek üzere olan birine gülmek saçma oldu sanırım ama sen çok komiksin. Yani neden kaçıyorsun ki?"

Bir kaç adım atarak küvetin başına oturduğu zaman dudaklarına yayılan tebessüm anında yok olmuştu, duygusuzca bana bakıyordu.

"Benden nefret edebilirsin. Sonuçta insanın en büyük düşmanı kendisidir. Benim de seni pek sevdiğim söylenemez ama şimdi.." dediğinde elini uzattı. "O sudan çıkmak zorundasın. Pes etmek sana yakışmıyor."

Elini tutmak, içimde yaşamak için direnen kıza ufakta olsa bir umut demekti ve kendime bir umut vermek, canımı çok yakardı. Bu beni kelimenin tam anlamıyla arafta bırakırdı ve şu an arafta kalmak en son isteyeceğim şeydi.

"Ne olacak? Kaçtığın zaman ne olacak bana söyler misin?" Gözlerimi yumduğum zaman bedenim titremeye başlamıştı. Bedenimin nefes alması gerekiyordu ve ona istediğini vermeyerek ölüme götürüyordum.

Dudaklarıma konan tebessüm, bir kahkahaya dönüştüğünde görüntüm gidip geliyordu. Son saniyeleri oynuyordum. Aptal kızın son saniyelerini saydığı anı oynamak, mükemmel bir duyguydu. İçimde yaşamak için direnen kız hala bana sesini duyurmak için bağırsa da kulaklarım tıkalıydı.

"Ona söz vermiştin." Duyduğum cümle zihnimde bir şimşek etkisi yaratırken bakışlarım hızla bana bakmakta olan kendime kaydı. Hala bana bakıyordu.

"Sen o adama her bir hücrenle söz vermiştin." Göz yaşlarım yanaklarımdan süzülürken müziğin sesi artık bana bakmakta olan kendimin sesini bastırıyordu. Artık hiçbir şey duymuyordum.

Öksürüklerim muhteşem bir artış gösterirken vücudum sudan çıkmam için beni diretiyordu. Ellerimi küvete iyice bastırıp çıkmamı engelliyordum. Bana bakan kendim bir şeyler söylüyordu ancak onu duymuyordum. Gözlerimi kapatmadan son bağırışını duyduğum zaman zihnimde bir kaç şimşek daha çaktı. Ellerimdeki güç ansızın azalırken bir kaç adım sesi işittim.

Bu da mı bana oynanan bir oyundu?

Aksine adım sesleri bulunduğum yere daha da yaklaşıyordu. Ellerim küvette kaydığı zaman bir ses işittim.

"Kahvaltı için ekmek almıştım. Sabah sabah zeytin midene dokunuyor olsa da onu yemeyi sevdiğini biliyorum." Bir iki adım atmıştı ki hızlı adımlarla benim bulunduğum odaya girdiğini anladım. Sudan hızla çıktığım zaman öksürüklerimin ardı arkası kesilmiyordu. Oldukça sinirliydim.

Arkamı dönmemeye özen gösterirken "Kimsin sen?!" diye bağırdım. Ses tonumun çok çıkması umurumda değildi. İntihar etmeyi bile beceremeyen ben, bu sefer yapıyordum. Bu sefer kendi sonumu yazıyordum. Bu adam nereden çıkmıştı şimdi?

"Bir dakika burası Yağmurun evi değil mi?" Bir iki adım attığında bir süre ses gelmedi. Sanırım şu an bulunduğu karmaşayı çözmeye çalışıyordu. Ancak konuşmasına izin vermeden elimi ona doğru uzattım.

"Havlu ver!" dediğim de soru sormasına fırsat vermeden devam ettim. "Solunda duran dolabın ilk çekmecesinde."

Sessiz bir şekilde bana havlumu uzattığında hızla alıp bedenimi hızla sardım. Saçlarımı sırtıma doğru attığım zaman karşımda bana gülümseyerek bir adam gördüm. Hala aptal aptal nasıl bana bakabiliyordu aklım almıyordu.

Karşısında hayatını sonlandırmak isteyen bir genç kız vardı ve o bana gülümseyerek bakıyordu. Neydi bu kamera şakası falan mı?

"Birincisi Yağmur kim tanımıyorum. İkincisi de sen benim evime nasıl girdin?" Soruma karşı torbasından çıkardığı ekmeğin ucundan kopartıp bana uzattığında gülümsedi.

"Aç mısın?"

Ona baktığım zaman bir kaç dakika duraksadığım zaman dudaklarımdan ansızın bir kahkaha fırladı ve bunu bir kaç kahkaha daha takip ettiğinde kaşları havaya kalkmıştı. Bu halime bakacak olursa beni deli zannediyordu ki zaten deliydim.

Normal bir yanım mı vardı benim? Asıl bu dünyada sıradan insan olmak anormaldi bana.

Ben ona bakarak gülerken o da bir süre sonra kahkahalarıma ortak olmuştu. Şimdi ikimiz de durmaksızın gerçek deliler gibi gülüyorduk. Bir iki adım atarak omzuna yumruğumu geçirdiğim zaman bir iki adım sendeledi. Yüzündeki gülüş yerini büyük bir şaşkınlığa bırakmıştı.

"Ne var? Kusura bakma ama evimde bir yabancısın. Sanki her şey normalmiş gibi geldin ve aç mısın diyerek ağzıma ekmek sokmaya çalışıyorsun. Şu an seni polise şikayet etsem ne olacak acaba?"

"Hapis yatar mıyım?" Dediğinde elindeki ekmeğin bir parçasını ağzına atarak bana baktı. "Ben masumum hakim bey!"

"Aslında nereden bakılırsa izinsiz bir şekilde haneye tecavüz yaptın. İzinsiz bir şekilde evime girdin. Bu bir suç biliyor musun? Gerçi evime çat kapı girdiğine göre bilmediğini varsayıyorum."

Uzun bir süre aynadan ona baktığım zaman kafasını kaşıyarak bana baktı. Gülümsemesi dudaklarında yayılırken "Aç mısın?" diye yineledi sorusunu. Başımı aşağı yukarı sallarken bakışları etrafı tarıyordu. Yerlerin su içinde olduğunu fark ettiğinde bir iki adım atarak kendini hole attı.

Gülerek ona baktığım da bana bakıyordu. "Bana sudan korktuğunu söyleme."

"Bana intihar etmeye kalkıştığını söyleme." diyerek bana karşılık verdiğinde kapıyı yavaşça kapattım. Kendimi havludan kurtardığım zaman dolabın üzerinde duran giysilerime uzandım. Pijamamı üzerime geçirdiğim zaman kapıdaki delinin gitmesini umarak kapıyı kendime doğru çektim.

Ancak duvara yaslanmış olan bu genç deli adam kapıyı açtığım andan itibaren bana bakıyordu.

"Sonunda çıkabildin!"

Kolumdan tutup beni sürüklemeye başladığı zaman "Bak ayıp olmasın diye ağzımı açmıyorum ama artık yeter. Kimsin sen ve evimde ne arıyorsun?" dediğim de bana baktı. Salonun halini gördüğü için orayı es geçip evimin tek düzgün olan odasına, mutfağa geçtik. Ben sandalyelerden birine oturduğum zaman o ise sorumu duymamazlıktan gelip buzdolabını açtı.

"Zayıflığın nedeni anlaşıldı. Evde doğru düzgün hiçbir şey yok. Ne bu ölüm diyeti mi?"

"Bunu bugün intihar etmeyi denemiş bir kıza mı söylüyorsun?" Anlık olarak güldüğüm zaman devam ettim. "Belki bir meyve yerim ya da ekmek."

Bana baktığında gülümsüyordu. "Demek sende ekmek seviyorsun."

Gözlerimi devirdiğim zaman dizlerimi kendime çektim. "Hala bana kendinden bahsetmedin. Böyle giderse bilerek benim evime girdiğini ve senin bir sapık olduğunu düşünmeye başlayacağım. İnan bana bu senin için hiç hoş olmayacak."

"Muhtemelen beni polise şikayet edeceksin ama bir düşün. Polis beni içeri alacak. Eve gelecek ve evin halini görecek. Seni bırakacağını sanmıyorsundur umarım. Hayatını nezarethane de geçirmesen bile muhtemelen bir hastane odasına geçirme ihtimalin yüksek."

"Kendimi umursamıyorum. O yüzden dediğimi yaparım tabi sen kendini anlatırsan başka şeyler düşünebilirim." Önüme koyduğu domates tabağına bakarken arkasını dönerek ekmekleri kesmeye başladı.

"Ben.." dediğinde duraksadı. "Sence kendini tanımayı beceremeyen bir adam kendini nasıl tanıtabilir?"

Ekmekleri keserken diğer yandan poşetten çıkarttığı peynirleri ikiye bölüyordu. "Kendini tanıyamayan bir adamım. Hala nefes alıyorum. Yaşıyorum. Tahminimce yirmi beş yaşımdayım. Kalbim senin gibi yaşamakta pes etse de ruhum çılgın bir savaşçı. Mesela şu an.." dediğinde bana baktı.

"Ne var şu anda?"

"Kalbim burada ne yapıyor oluşuma bir anlam veremezken ruhum bir ekmek, bir peynir az oldu yanına yumurta da mı kırsaydın diyor."

İstemsizce güldüğüm zaman "Bu duyduğum en saçma şeydi." diyebildim.

"Kalbim olayları anlamazken ruhum bu kız için kal, bir macera yarat diyor." dediğinde ona bakarak yumurtaları işaret ettim.

"Yumurta mı macera?"

"İki kişinin ayrı tabaklardan yumurta yemesi başka.." dediğinde pişen yumurtaları önüme koyduğu zaman bir adım daha attı.

"Tek bir tabaktan ortak bir şekilde yumurtaya ekmek banmak başka bir şey." diyerek tamamladı cümlesini. Yanıma oturduğu zaman çatalı alarak ağzına bir peynir attı. Diğer yandan doğradığı domateslerden birini daha ağzına attığında ona bakmış olduğumu fark ettiğinde bakışlarını bana çevirdi.

"Ne oldu?"

"Bence sen bir delisin.." dediğim zaman güldü. "Hatta deli az kalır. Manyaksın sen."

Kestiği ekmekten bir parça koparırken bana bakıyordu. "Hadi ama eşlik et bana! Macerama ortak ol."

Kestiği ekmeğin içinden büyük bir parça aldığım zaman ikimiz de pişmiş olan yumurtanın sarısına ekmeğimizi bandık. İstemsiz bir şekilde güldüğüm zaman kahkalarım birbirini takip etti. Ekmeği ağzıma atarken gülmemi durduramıyordum.

"Bu muydu maceramız?" dediğim zaman başını sallayarak beni onayladı, devam ettim. "Sen kimsin?"

"Bu sorunu es geçebilir miyiz sana kendimi anlattım işte." Bakışlarını benden kaçırdığında peynirden bir parça aldı, hala bana bakmıyordu.

"Neden kendini olayların akışına bırakmıyorsun? Neden sorguluyorsun?"

"Çünkü bu çok saçma tamam mı?! Ben intihar edecekken, kendi sonumu yazacakken sen benim kağıdımı önümden çekip aldın. Bu da yetmezmiş gibi beni kendi maceranın içine çektin. Sen kimsin bilmek istiyorum. Yoksa bu hayatın bana uğradığı nadir şanslardan biri değil, olamaz." dediğim zaman bir süre duraksadım.

"Ben şanslı doğmadım. Ben kendi ruhumun katili olduğumdan beri şans bana uğramadı. Şimdi senin benim şansım olduğuna inanmam imkansız. Bu yüzden söyle bana, kimsin sen?"

Çatalı elinden bıraktığında yavaşça ayağa kalktı. Bir kaç adım attığı zaman susarak tavanı inceliyordu. Ona düşünmesi için zaman tanıyordum. Bana ne diyeceğini merak ediyordum. Yine ne uyduracaktı acaba?

Gülerek bana döndü. "Sana bir anlaşma sunmak istiyorum. İnan bana bu yumurta meselesinden daha da hoş."

"Yine ne teklif ediyorsun bana?"

"Kendini tanıtamayan bu aptal adamı tanımanı teklif ediyorum." Kelimeleri oldukça dikkatli seçtiği konuşmasından belliydi. Bu teklifi bana sunmakta kararsız görünse de kelimeler dudaklarından dökülmüştü bile.

"Hemen reddetme beni. Sana ne zararım olabilir ki? Hem sen dedin. Kimsin sen sorusunu sen sordun. Ben kendimi tanımıyorum. Sana kendimi anlatamam ama benimle bir gün geçirirsen belki beni tanırsın." dediği zaman tüm dikkatiyle bana bakıyordu. Bir kaç adım attığı zaman yüzüme doğru eğildi.

"Belki beni tanırken kendini de öğrenirsin." dediği zaman cebinden çıkarttığı kartı bana uzattı. "Bu numaram.. Eğer kendi sonunu yazmazsan aramanı bekleyeceğim."

Gülümsediği zaman benden bir geriye doğru atarak uzaklaşmıştı. Tabağında kalan son peyniri ağzına attığında bana baktı. "Biliyorum kafan karışık. Bana güvenmiyor bile olabilirsin gerçi kim evine çat kapı gelen bir yabancıya güvenirdi ki? Ama yine de sana bana güven diyorum."

"Sen nasıl bir insansın böyle.." dediğim zaman yaslandığı duvardan kalkıp geriye doğru bir adım daha attı.

"Çözdüğüm kadarıyla biraz deli.." dediğinde sahte bir gülüş ile devam etti cümlesine. "Biraz daha deli ve son olarak deli.."

Elimdeki ekmeğin son parçasını ağzıma attığım zaman bakışlarımı yere çevirdim. "Delilik konusunda benimle yarışamazsın. Merak etme yine intiharımdan örnek vermeyeceğim sana. Küçükken yağmur yağarken annem bana kızsa da yine de çıkardım o sokağa. Açardım kollarımı ve dönmeye başlardım. Başım dönse de durmazdım. Çünkü yağmur altında kollarını açarak dönmek benim için özgürlüğün en güzel tanımıydı ve tabi ki deliliğin.."

Başımı kaldırdığım zaman onu olduğu yerde bulmadığım an elimdeki karta baktım. Nasıl bir anda hayatıma girip bir anda yok olmuştu aklım almıyordu. Masada duran ekmeğin içinden bir parça daha aldığım zaman gülümsedim. Hayatımın sonunu kendi ellerimle yazarken şimdi yeni bir sayfa açmış gibiydim.

Peki şimdi ne yapacaktım? Zihnimin içinde konuşan benliğim adeta sarsılmıştı. Ne yapacağım kelimenin tam anlamıyla bilmiyorken ayağa kalkıp mutfağımı toparlamaya başladım. Peynirlerin üzerini kapatıp buzdolabına koyduğum zaman domatesleri de hızla yanına yerleştirdim. Masa da duran ekmek parçasına bakarken kapının pervazına yazlanmış kendimi gördüm. Ekmeğe bakarak güldü.

"Ne oldu? Sana benzeyen birini gördüğün için mi şaşırdın yoksa planını suya düşürdüğü için mi bu öfken?"

Masada duran ekmeği hızla poşetine geri koyduğum zaman kendim bir kaç adım atarak etrafımda dolanıyordu.

"Öfkeli değilim yani artık değilim. Aslında onu tanımıyorum. Evime çat kapı girdiği için ona hala sinirli olmalıydım ama değilim. Sanırım haklısın. Onu kendime benzettiğim için sustum. Sahne bir anlığına koptu. Seyirciler ne olduğunu anlamasa da oyuncuların ikisi de biliyordu."

"İkisi de birbiri kadar deliydi." diyerek tamamladı benim kelimelerimi. Elimdeki kartı işaret ettiği zaman usulca kendini yere bıraktı.

"Ne yapacaksın? Ona gidecek misin? Kendini tanımayan bu adamı tanımak istiyor musun?"

Ne yapacağını bilmeyen bir insan olarak sadece düşünmeye çalışıyordum. Ne yapabilirdim ya da ne yapacaktım hiçbir fikrim yoktu. Kendim bana bakarken kapıma şiddetle vurulduğunda bakışlarım ansızın hole döndü. Kapımı çalmayı bırakın yanımda kimse olmazdı benim. Her zaman tek takılan benim kapımı şimdi kim çalıyordu, bilmiyordum.

Hızlı adımlarımla kapıya vardığımda onu kendime çektim. Ardından kapının önünde dikilen Duruyu gördüğüm zaman kapıyı açık bırakarak hole geri döndüm. Adımlarım birbirinden tutarsız olsa da düşmeden salondaki koltuğuma ulaşmayı başarabilmiştim.

Duru, benim aksime seri adımlarla bir kaç adım benden uzakta olsa da "Abla?" diyerek bana seslenişini duyduğum da gözlerimi açarak bakışlarımı ona çevirdim. Kendime bakmadığım ve hayatı bu kadar hafife aldığım için bana kızıyordu, biliyordum. Ancak bu elimde değildi.

"Ne zaman olanların acısını kendinden çıkartmayı bırakacaksın?" dediğinde gülümsedim. Gözlerim dolmaya başladığında bakışlarımı kırılan aynanın parçalarına çevirdim.

"Abla... Bak bu olanlar senin suçun değil biliyorsun. Her gün içki içip ve kendinle savaşıyorsun. Kendini harap etmekten başka eline ne geçiyor? Nereye kadar öfkeni kusacaksın?"

Bir süre duraksadığında onun da kelimeleri dikkatli seçtiğini fark ettim. Beni kırmamak ve üzmemek adına büyük çaba gösteriyordu. O benim biyolojik olmasa da kardeşimdi. Onun dediği laflar beni üzmezdi. Zor zamanımda beni düşmekten kurtarmış, elimden tutup hayatın labirentli yolunda bana eşlik etmişti.

Ne kadar git desem de onu kendi araf diyarıma sokmak istemesem de Duru her zaman yanımdaydı. Onun hakkını asla ödeyemezdim.

"Şu kırdığın aynadan daha fazla kırdılar kalbini biliyorum. Ama böyle sessiz kalmak bir çözüm mü olacak söyler misin? Seni sevmeyen insanlar, seni bitmiş, tükenmiş gördüklerinde sevinmeyecekler mi? Sevinecekler. Bu kız iyice dipte diyerek ellerini üzerinden çekecekler veya seninle daha çok uğraşacaklar. Kalk abla ayağı, savaş onlarla.."

Dudaklarıma bir tebessüm kondurmak istedim ancak bu konu da pek başarılı olduğum söylenemezdi. "Hep umudum peşinden gitmek istedim. Koştum ayağımda ayakkabımın olup olmamasını umursamadan. Önce her şey güzel gidiyordu sonra ayağıma diken battığında canım yandı. Bağırdım ama beni kimse duymadı. Hayatım da böyleydi işte. İnsanlar tarafından darbe aldığım zaman bağırdım ama beni kimse duymadı."

Güldüm. "Sen hariç.. Sen benim en zor zamanlarımda yanımda oldun. Senin hakkını nasıl ödeyebilirim bilmiyorum. Ama benim kast ettiğim başka bir konu. Sevdiğim adam bile duymadı beni. Gerçi o başka kadına aşıkken.." duraksadım. Boğazımda oluşan yumru konuşmamı engellese de devam ettim.

"Canı yanardı. Aşık olduğu kadın kalbini kırardı ve koşarak bana gelirdi. Dizlerime yattığı zaman saçlarını severdim. O sevdiği kadın için ağlarken bende onunla beraber ağlardım. Şimdi bağırsam, canım yanıyor desem o bile duymaz sesimi.."

Aç mısın?

Zihnimde canlanan aptal adamın sorusu kafamda yankılanırken Duru, bir kaç adım atarak elimi tutmuş bana bakıyordu. "Abla canın yansın istemiyorum. Seni kimsenin üzmesini istemiyorum ama lütfen artık hayatını kendin için yaşa. Ne bileyim.." dediği zaman gülerek salonun ortasına geldi.

"Anı yaşa. Mutlu musun aç kollarını dans et. Ya da ne bileyim tüm gün yatağından çıkma. Ama artık kendin için yaşa."

Kendini tanıyamayan bir adamım. Hala nefes alıyorum. Yaşıyorum. Tahminimce yirmi beş yaşımdayım. Kalbim senin gibi yaşamakta pes etse de ruhum çılgın bir savaşçı. Mesela şu an..

"Geçen gün dans kursuna yazıldım. Seni dinledim ve müziğin o eşsiz ritminde kaybolmayı seçtim. Ne oldu biliyor musun abla, onu gördüm. O kadar güzel dans ediyordu ki.. Sonra ona şey dedim. Ayrı ayrı dans etmek yerine neden bir bütün olarak dans etmiyoruz?"

İki kişinin ayrı tabaklardan yumurta yemesi başka, tek bir tabaktan ortak bir şekilde yumurtaya ekmek banmak bambaşka bir şey.

"Peki.. O sana ne dedi?" diye sorduğumda Duru afallayarak bana baksa da hemen kendini toparlardı.

"Neden olmasın dedi ve elimden tutarak dansıma ortak oldu." Güldüğünde yerinde zıplayarak bana baktı. "Seni dinledim ve hayatımda asla pişman olmayacağım şeyler oldu. Dans hayatım olurken o da hayatımın merkezi oldu. Şimdi sen beni dinle abla, güven bana bu sana iyi gelecek."

Kendini tanıtamayan bu aptal adamı tanımanı teklif ediyorum.

Belki beni tanırken kendini de öğrenirsin.

"Yani.. bir bütün dans ederken birbirinizi daha yakından tanımayı mı seçtiniz?" dediğim zaman Duru bakışlarını kaçırdı. Bu soru sebepsizce onu utandırmıştı. Gülümsedi.

"Bu soru için çok erken. Bu sadece.." dediğinde anlık duraksama yaşasa da devam etti. "Bunun ne olduğunu bende bilmiyorum. Tek bildiğim içimdeki sesi dinlediğim."

Bir süre durdum. Duru bana dans okulunda yaşadığı çılgın anıları anlatırken elim cebimdeki karta gitti. Bakışlarımı ona çevirdiğim zaman ne yapmam gerektiğini bilmeden karta baktım. Duru, sessizliğimi anlamış olacak ki hemen bana döndü.

"Sen neye bakıyorsun? O kart ne?" Elimdeki kartı benden almak istese de onu arkama sakladım. "Benden ne saklıyorsun?"

"Peki sana anlatacağım." dediğim zaman bakışlarımı ondan kaçırdım. "Klasik bir gündü. En azından ben öyle sanıyordum. Her zamanki gibi bir intihar girişiminde bulundum. Bu sefer oluyordu. Bu sefer başarıyordum ki, bir adam geldi. O geldi ve bir intihar girişimim daha başarısız oldu."

Duru, kaşları çatılmış bana bakıyordu. "O mu? O kim anlamadım."

"Dur bir sözümü kesme. O diyorum çünkü onu bende tanımıyorum. Tanımadığım bir adam elinde kahvaltı poşeti ile evime daldı ve karşısındaki kıza gülümseyerek baktı. Beni gördüğünde ilk sorusu 'Aç mısın?' oldu."

Güldüm. "Bana kahvaltı hazırladı. Birlikte kahvaltı yaptık ve geldiği gibi sessiz bir şekilde gitti. Bana kartını verdi. Beni tanırsan kendini de tanırsın dedi."

"Seninle buluşmak mı istiyor?"

Bakışlarımı Duruya çevirdiğim zaman sustum. Bunun cevabı ortadaydı. Onu tanımamı istiyordu belki de beni de tanımak istiyordu. Bu garip adamın teklifini kabul edecek miydim bunu sahiden istiyor muydum?

"Bence gitmelisin." dediğinde omzuma vurarak bir adım geri gitti Duru. "Abla iyi düşün. Belki bu sana iyi gelecek. Umarım iyi gelir. Hadi ben kaçtım annem çağırıyor. Kocaman öptüm."

Duru koşarak evden ayrıldığı zaman kısa süre içerisinde ayağa kalktım ve telefonumu aramaya başladım. Salonun bir köşesindeydi ancak nereye attığıma dair bir fikrim yoktu. Bu yüzden kırık cam parçalarının ve gazetelerin altını üstüne getirdim. Son kez oturduğum koltuğa baktığım da telefonumun arasına sıkışmış olduğunu gördüm.

Büyük bir zafer edasıyla gülümserken telefonun kilidini açtım. Gelen mesajlara aldırmadan karttaki numarayı girdim ve arama tuşuna bastım. Bir iki adım atarak salonda ilerlerken beklemediğim bir anda arama yanıtlandı.

"Selam Can Tekin'in garip dünyasına hoş geldiniz. Kimsiniz?" dediğinde gülümsedim.

"Kendini tanıtamayan adam seni tanımak istiyorum. Yanına geleceğim bana bir adres vermelisin bu arada.." dediğim zaman gülerek devam ettim. "Yarın sabah muhtemelen aç olurum. Bana kahvaltı hazırlar mısın?"

"Bir dakika, bir dakika. Sen.." güldüğü zaman devam etti. "Sen aradın. Arayacağını biliyordum."

"Aradım çünkü dedim ya seni tanımak istiyorum."

"Emin misin son kararın mı? Can Tekin'in dünyasına girdiğin zaman çıkamazsın ya da çıkabilirsin şaka yapıyorum."

"Bana adresi mesaj atabilir misin ve evet son kararım Can Tekin.."

"Hemen atıyorum. Gelmeni sabırsızlıkla bekleyeceğim." dediği zaman arkadaşlarına bir kaç kez seslenerek konuşmaya geri döndü.

"Şimdilik gitmek zorundayım yarın kahvaltı ve ben seni bekliyoruz. Kendine iyi bak."

Aramayı kapattığım zaman gülümseyerek salonumun balkonuna çıktım. Her zamanki gibi yıldızlara bakarken bugünün diğer günlerden daha farklı olduğunu anlamam uzun sürememişti. Uzun zaman sonra kendim için bir şey yapıyordum. Uzun zaman sonra anı yaşıyordum. Hayatın bu adam ile neler getireceğini bilmeden onu tanımak istemiştim. Belki bir hataydı belki de hayatımda yaptığım en iyi kararı vermiştim az önce, bunu şimdilik bilmiyordum. Ancak bunu yaşayarak görmek istemiştim. Sessiz bir şekilde evde oturarak kendimle savaşmak yerine insanlarla savaşmak istiyordum ve bu adam beni bir şekilde hayata bağlamıştı.

Telefonumun mesaj kısmına girdiğim zaman hemen harflere dokundum.

Kime: Deli Adam Can

Kahvaltıya bol ekmek alırsan sevinirim.

Measajı gönderdiğim zaman bakışlarım bahçede dikilen adama kaydı. Vücudum titrerken bir adım geri attım. Yine hayal görüyordum. Onun gerçek olmasının imkanı yoktu. O burada değildi. O ölmüştü.

Bir kez daha bahçeye baktığım zaman hala orada duruyor ve bana bakıyor olması zihnimdeki benin içinde büyük bir şüphe düşürmüştü. Koşarak evden çıktığım gibi nefes nefese kalmış olmamı umursamıyordum. O bahçede ben az önce abimi görmüştüm. Bu durumu kelimeler ile anlatamıyordum ama bu imkansızdı. O ölmüştü. O, yaşamıyordu.

"Sen..." dediğim zaman bir kaç adım atarak ona doğru yürüdüm. "Sen burada olamazsın. Abi.." Adımlarım durduğunda ona baktım.

"Sen ölmüştün. Babamdan sonra kollarımın arasında sende.." dediğim zaman gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu bile.

"Onca yaşadığım acıdan sonra şimdi olmaz anlıyor musun? Tam her şey yoluna girmişken sen geri dönemezsin.." Dizlerimin üzerine düştüğüm zaman kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. abimin görüntüsü yok olurken kafamı sağ sola salladım. Bu yaşadıklarım gerçek değildi. Ayağa kalktığım zaman telefonumun bildirim sesi beni kendime getirmişti. Bilmediğim bir numaradan mesaj gelmişti. Hızla mesaja girdiğim zaman bu mesajın hayatımı değiştireceğini bilmiyordum.

Kimden: 054212...

Merhabalar İnci Hanım, ben Yaşam Hastanesinden Dinçer bey. Psikiyatri katında kalan hastamızın aile fertlerine ulaşamadık. Kız kardeşi olarak serviste sizin isminiz kayıtlı gözüküyor. Yarın sabah sizi abiniz hakkında görüşmeye çağırıyoruz ve bize inanın bu çok önemli.

Sevgi ve saygılarımla;

Dinçer Aslan
modal aç
modal aç
modal aç