Yeni Üyelik
keyboard_arrow_left keyboard_arrow_left2.
Bölüm
@venomiee
Bölüm şarkısı: Olivia Rodrigo - Happier

Oyunbozana bir imza atmak ister misiniz? Okuduğunuzu tarihi giriniz.

"Eskiden derdim ki; insanın başına gelebilecek en kötü şey bir gün yapayalnız kalmasıdır. Öğrendim ki; hayatta insanın başına gelebilecek en kötü şey, yapayalnız hissetmesine neden olacak insanlarla yaşamasıdır."

Goethe


'Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur zaman içinde mutlu görünmek isteyen ancak hayatın gerçeklerinden uzakta yaşayan bir kız çocuğu varmış. Bu kız çocuğu, hayatını toz pembe görmek istemiş. Belki o toz pembe hayatında yaşarsa gerçeklikten bir nebze olsun uzaklaşır diye düşünmüş. Ancak ne toz pembe hayatı ona gelmiş ne de gerçeklik küçük kızın peşinden ayrılmış.

Küçük kız gerçek dünyadan kaçmak adına odasına sığınmış. Böylelikle herkesten uzakta, kendisiyle konuşur olmuş. Kendisini rahatsız eden her seste uğradığı bir durak olmuş odası. Ancak her ne kadar odasına sığınması onu gerçek dünyadan ayırsa da kısa bir süre sonra sesler odasına sızmayı başarmış.

Zaman geçmiş, sesler odasının her yanına yayılmış. Küçük kız büyümüş. Seslerin karşısında durduğu zaman onlarla savaşmak istemiş. Eline büyülü bir kılıç ışınlandığında kendisine olan güveni gelmiş. Küçük kız seslerle savaştığında aradan zamanlar, aylar hatta mevsimler geçmiş.

Zaman; kimi insan için ilaç iken kimi insan için hayatına ağır bir yara oluşturacak derecede bir zehirdir. Zaman, küçük kızın aleyhine işlediğinde elindeki silah yok olmuş. İçinde hala var olan küçük kız aldığı mağlubiyete şaşırırken genç kız dizlerinin üstüne düşmüş. Sesler odasına sızmayı başardığında yapılacak bir şeyin kalmadığını anlamış. Güvendiği insanlar, ailesinin sesleri yok olmuş. Bir daha kimseye tam anlamıyla güvenmeyeceğinin sözünü veren genç kız kendini seslere bırakmış. Savaşın şimdilik kazananı odaya sızan sesler olmuş. Genç kız ise kaybolan sesler adına üzülmeye devam etmiş. Kendisine olan inancı, insanlara olan inancı zamanla erimiş ve yok olmuş.'

Sustu. Ne demek isteyeceğini bilemedi. Kelimelerini dikkatli seçerek devam etti. "Şimdi o kıza ne olduğunu soracaksın bana, biliyorum. O kıza ne olduğunu bilmiyorum. Muhtemelen kendi yolunda kaybolmuştur, belki de o seslerle savaşacak nedenler arıyordur kendine."

Yatak örtüsünü hafif bir şekilde çekerek elinde duran not defterin kapağını kapattı. Ayağa kalkarak bir süre odanın içinde dolandı. Ardından hafif yatağa eğilerek kardeşinin alnına minik bir öpücük bıraktı.

"İyi uykular."

Adımlarını sessiz atmaya özen göstererek evin arka kapısından çıktı. Bahçeye doğru birkaç adım atarken arkasından bir ses onu durdurdu. "Hey Menekşe! İşin bitti mi?"

Sesin sahibine dönmeden başını hafifçe evet anlamında sallayarak bahçe de duran salıncağa oturdu. Bakışları kendisinde olan arkadaşına döndü. "Buraya taşınmanıza daha doğrusu geri dönmenize çok sevindim."

Gülümsedi. "Seni buraya ne getirdi bilmiyorum ama iyi ki geldin. Benden çok bu şehrin sana ihtiyacı vardı. Bunu biliyorsun."

Elindeki kitabı kucağına koyarak ipe sarıldı yavaşça ayaklarından destek alarak kendini bir öne bir arkaya sallamaya başladığında arkadaşı konuşmaya devam ediyordu. Bakışlarını ona çevirdi.

"Tam on üç sene... Bu şehri terk ettiğinden beri değişen tek şey zaman, mevsimler bir de unutmadan karşımızda duran ev." Gülerek devam etti.

"Sen, siz gelene kadar bahçene iyi baktım. Biliyorum, benim geleceğimi nerden biliyordun diyebilirsin. İçime doğdu Menekşe. Biliyorsun benim senden başka kimsem yoktu. Gelmeni ümit etmekten başka seçeneğimde yoktu. Sonunda geldin, yuvandasın."

Menekşe bir süre ne diyeceğini bilmeden arkadaşına baktı. On üç sene babasının tahini nedeniyle taşınmıştı Menekşe. Aslında taşınmak ona iyi gelse de yalnız kalmak onun için iyi bir durum değildi. Menekşe bu süreci çalışarak, şehirde koşturarak geçirse de yine arkadaşının dediği gibi yuvasına geri dönmüştü.

"Evet sonunda buradayım. Yalan söylemeyeceğim bu şehir bana yabancı geliyor. Belki rastgele bir sokağa atsam kendimi yine bulurum evimi ancak anlıyorsun değil mi beni? Bir şeyler değişmiş Gökçe. Zaten değişmeli."

Gökçe'nin bakışları elimdeki deftere takıldığında "Gerçekten mi?" diye sordu. Oldukça şaşırmıştı.

"O şehir kalabalık bir yer ama o kalabalığın içinde kendi yalnızlığımda kayboldum ben Gökçe ve sanki yazmazsam, ne hissettiğimi yazmazsam boğulacakmışım gibi hissediyorum."

Ayaklarından güç alarak hızını arttırdığında gökyüzüne baktı. Bu hissi seviyordu. Özgür hissediyordu. Kimseye hesap vermediği, kimsenin şikayetini dinlemediği tek yer bu salıncaktı. Kimi zaman kendisinden kaçtığı kimi zamanda kendisini bulduğu yerdi gökyüzü. Herkesin basit olarak gördüğü bu salıncak Menekşe'nin eviydi.

"İyi hissettiğim, özgür hissettiğim tek yer bu salıncak. Annemler bazen bu kadar hızlı sallanmamın tehlikeli olduğunu söylüyorlar. Düşebilirmişim. Bu umurumda değil. Bu yer, bu salıncak beni kendimden kurtarıyor. Gökyüzü beni dinliyor, yargılamıyor. Huzurlu hissediyorum. O yüzden bu yolda düşmek pek önemli değil. Eğer düşersem ayağa kalkabilirim."

Gökçe kadar Menekşe de bu cümlenin yalan olduğunu biliyordu ancak kendisini böyle kandırmak ona daha cazip geliyordu. Dertleri olmayan bir insanmış gibi hissetmesini sağlıyordu ancak Menekşe'nin içindeki kız çocuğu hariç herkes Menekşe'nin düştüğü zaman ayağa kalkacak gücü olmadığını biliyordu. Yine de bu gerçeğe rağmen Menekşe devam etti.

"En çok bu bahçeyi özledim. Bu salıncağı ve tamam kıskanma seni de çok özledim."

Gökçe; Menekşe'nin dediği cümleye gülerken yüzünü ekşiterek ona dil çıkarttı. "Tabi ki beni özleyeceksin. Sensiz o kadar zordu ki bu şehir. Seninle konuşmayı özledim. Elinden yemek yemeği de özlemiş olabilirim."

Menekşe güldü. "Hiçte iyi yemek yapmıyorum. En son pasta yaptığımda mutfağın hali savaştan çıkmış gibiydi. Resmen rezillik."

"Bunun için kendini suçlama. Un savaşını ben başlatmıştım!" Gökçe, arkadaşının önünde durdu. "Ayrıca dediğini kabul etmiyorum yemekte çok iyisin."

Menekşe, arkadaşının dediğine aldırmadan salıncağın hızını biraz daha arttırdı. Gökçe arkadaşına bakıyordu. Menekşe, Gökçe'nin meraklı bakışlarının altında bir sorunun yattığını biliyordu. En çok o sorulardan korkuyordu. Yine de sormadan edemedi.

"Hadi sor."

"Ne?" Gökçe, arkadaşının kendisine olan ilgisine mutlu olmuştu. Onu tuzağına çekmişti. Bu konu da başarılı olacağını biliyordu. Menekşeye baktı. "Ne kast ettiğini anlamıyorum."

Menekşe arkadaşına baktı. "Eğer buna devam edersen bir daha sormam. Hadi ama sor artık."

"Biliyorum bu soruma cevap vermeyeceksin ama çok merak ediyorum. O defteri o kadar sıkı tuttuğuna göre önemli olmalı. Ne yazıyorsun? İçinde ne var?"

Menekşe, arkadaşının sorusuyla elindeki deftere baktığında yüzündeki gülümseme silinmişti. Bu defteri yaklaşık beş sene önce almıştı. O gün defteri aldığında ne yazacağı hakkında hiçbir fikri yoktu. Hayatını, yaşayacağı anıları veya hissettiklerini yazmayı düşündü. Bir süre bu fikir ona mantıklı gelse de hayatı iyi anılarla dolu değildi. Onları yazmak, onları yeniden okuduğunda kendini kötü hissettirmekten başka hiçbir şey yapmayacaktı. Bu yüzden bir süre bu konu hakkında kendine zaman tanıdı. Zaman, Menekşeye ilk kez bir konu da yardım etmişti. Ne yazmak istediğini bulmuştu. Masallar yazacaktı. Ruhuna iyi gelen, o küçük kız çocuğunu ait olduğu diyara yollayacaktı. Böylece Menekşe kız çocuğuna kendisini iyi hissettirmesini sağlayacaktı. Ne yaşarsa yaşasın o kız çocuğu masallar da mutlu olacaktı.

"Evet, önemli şeyler yazıyor ama bunu zamanı geldiğinde başkası okuyacak. Şu an kimseye göstermiyorum. İstesem de gösteremem." Bir süre ikili arasında sessizlik oldu. Bu sefer soru sorma sırası Menekşe'deydi. Bakışlarını yere çevirdi. Bunu sormak canını az da olsa yakacaktı ancak merak ediyordu.

"Peki..." diyebildi. "Bu sorunun cevabını vermeyebilirsin. Ben gitmeden önce birbirinize iyi bakın diye söz verdiğim bir ekip vardı belki hatırlıyorsundur. Ne oldu onlara?"

Gökçe'nin yüzündeki gülümseme silindiğinde arkadaşı gibi bakışlarını yere çevirdi. Eskileri hatırlamak Menekşeye olduğu gibi Gökçeye de acı veriyordu. Ancak o Menekşe'den ziyade bu konu hakkında konuşacak gücü kendisinde buluyordu.

"Emirin nereye gittiğini bilmiyorum. Biliyorsun o da senin gibi kafası nereye eserse oraya gidiyor. Bazen bir sahil kenarına, bazen evinin bodrumunda buluyoruz onu. Daha doğrusu buluyorduk. Şimdi nerede bilmiyorum. Altay ise..." Yutkundu. Ellerini dizlerinin üzerine koyduğunda devam etti.

"Bilmiyorum. Birbirimize bakacağımıza dair sana söz verdik ama sen gittiğin an dağıldık. Ne kadar acı verici bir durum değil mi?"

Sorudan kaçmayı tercih etmişti Gökçe. Eskileri konuşmak ona acı verse de en acı verici kısmı onun için Altaydı. Bu konu konuşmaya kapalı olsa da Menekşe arkadaşının içinde fırtınaların koptuğunu ve bu konu da kendisiyle savaştığını biliyordu. Ona tavsiye vermek istese de veremezdi. Çünkü Gökçe gibi o da bu konu hakkında ne yapılır bilmiyordu.

"Sen gittiğinden beri kendime bakamıyorum. Hiçbirimiz bıraktığın yerde değiliz. Beni en çok üzen de bu biliyor musun? Sessiz bir şekilde birbirine veda eden insanlar olduk. Şimdi sanki veda etmemiş gibi birbirimizi arıyoruz. Onları bulamadım."

Gökçe arkadaşına baktı. Suskunluğunu anlıyordu. Hüzünle gülümsedi. "Veda etmiş olsak bile bu şehrin her köşesinde bir anımız var. Bunlar veda ile silinmiyor."

"Menekşe! Gökçe!"

İkilinin bakışları evin arka kapısına döndüğünde Menekşe hızını yavaşlatarak salıncağı sallamaya devam etti. Derya Hanım, elinde tabağı ile kızlara doğru yaklaştı. Yeni yaptığı elmalı kurabiyeleri Gökçeye uzattı.

"Kusura bakma Gökçe ancak kendimize gelebiliyoruz. Konuşuyorsunuz değil mi? Al, al. Hatta ben bunlardan bir kutuya koyayım. Aslıya da götür olur mu?" Gökçe başını salladı. Asya Hanım devam etti. "Buraya gelmeden önce eğitim işlerini hallettik. Yakın zamanda edebiyat bölümünde okuluna devam edecek Menekşe. Sende o bölümdeydin değil mi?"

Gökçe arkadaşına bakarak gülümsedi. "İkimizin hayali edebiyat bölümünü okumaktı ve evet o bölümü okuyorum."

Asya Hanım yüzünde gurur dolu bir ifade vardı. Kızı Menekşeye bakarak devam etti. "Aslında Gökhan kızımızı bugün okula götürüp evrak işlerini halletmesinde ona yardımcı olacaktı. Menekşe ile beraber okula gitmek ister misin? Ona kampüste yardımcı olursun."

Gökçe'nin yüzünde büyük bir gülümseme vardı. Heyecanla başını salladı. "Bu çok iyi olur. Zaten okulda işlerim vardı. Menekşeyi kampüse götürmek oldukça eğlenceli olacak."

Menekşe annesi ve arkadaşına bakıyordu. Aralarında dönen sohbeti izlemek ona oldukça huzur veriyordu. Gökçeyle tanıştığı ilk günden itibaren Gökçe ve annesinin iyi anlaştığını görmüştü. Aralarının iyi olması onu şaşırtsa da aynı zamanda mutlu olmuştu. Sanki Menekşe'den ziyade annesi ile arkadaştı Gökçe. Bu durum Menekşeye komik geliyordu.

Asya Hanım'ın omzuna yaslanan bir el ikilinin sohbetini yarıda kesmek zorunda kalmıştı. Gökhan Bey eşine baktı. "Hoş geldin Gökçe. Asya her yerde seni arıyordum. Mutfaktaki eşyaları nereye koyacağız?"

Asya Hanım büyük telaşla eşine baktı. "Sakın onlara dokunmayın. Ben hemen gidiyorum. Gökçe..." Bakışlarını Gökçeye çevirdi. "Annene selam söyle. Mutlaka müsait olduğu bir gün onu ziyarete bekliyorum."

"Mutlaka söyleyeceğim." Asya Hanım, koşarak mutfağa doğru giderken Gökhan Bey elini cebine atarak anahtarı ararken kızlara bakıyordu.

"Hazır mısınız bakalım?" Gökçe büyük bir heyecanla Menekşeye bakarken Menekşe, babasının peşinden usul adımlarla arabaya doğru yürümeye başladı. Gökhan Bey kızının durgunluğunu fark ederek ona baksa da bu konuyu daha sonra onunla konuşma karar alarak arabanın kilidini açtı.

Menekşe ve Gökçe arabanın arka koltuklarına geçtiğinde Gökhan Bey arabayı çalıştırarak kızlara baktı. "Umarım seni çok sıkmamışızdır Gökçe. Asya ve ben burayı dönmeyi dört gözle bekledik. Başka bir şehrin bize iyi geleceğini düşünmüştük. İşler sandığımız gibi gitmedi."

Gökçe merakla Gökhan Bey'e baktı. "Menekşe tahininiz çıktığı için gittiğini söylemişti."

"Evet bu doğru." Gökhan Bey, bakışlarını aynadan kızına çevirdi. "Onun için de zordu. Arkadaşları vardı. Birlikte birçok şeyi geri de bıraktık."

Araba da belli bir süre sessizlik olduğunda Gökhan Bey konuşmasına devam etti. "Yeniden bu eve yerleşmek bizim için büyük bir şans oldu. Asya eski düzenine ben ise yeniden eski işime döndüğüm için mutluyum."

Gökçe gülümsedi. "Sizin için gerçekten güzel bir his olmalı. Ayrıca babam da sizin geri dönmenize çok sevindi. Bildiğim kadarıyla yanınıza uğradı."

"Evet onunla konuştuk. Yeniden birlikte çalışmak çok güzel olacak. Yeniden bu şehre taşınmak nefes alıyormuş gibi hissettiriyor insana. Ayrıca beraber buluşup eskisi gibi piknik günleri de yapabiliriz ne dersin Menekşe?"

Menekşe, konunun kendisine gelmesiyle bakışlarını babasına çevirdi. "Evet, oldukça iyi olur ama bu sefer etleri siz hazırlarsınız."

Gökhan Bey kızına bakarak güldü. "Hay hay matmazel! Sen iste yeter ki. Ayrıca çok güzel soslar aldım. Onlarla çok güzel etler yapabiliriz. Bu konu da usta olacağım."

Menekşe gözlerini devirdi. "Usta olacağım derken kendini sakatlama baba."

Gökçe arkadaşının sözüne gülerken Menekşe de ona eşlik etti. Gökhan Bey kızların mutlu olduğunu görünce az biraz da olsa rahatladı. Yeniden bu şehre taşınmanın kızını mutlu edeceğini düşünüyordu. Neden yüzünde gülücükler uçmuyordu veya neden mutlu değildi? Geldikleri günden beri kızının yüzünde bir karamsarlık vardı. Geldiğine mutluydu ancak o ifadenin altında başka sebepler yatıyordu. İlk kez kızına doğru dürüst vakit ayırmadığının farkına vardı Gökhan Bey. Elini uzatacak kadar yakın ama bir o kadar uzaktı kızına. Bakışlarının altındaki yorgunluğun sebebini onun babası olmasına rağmen bilmiyordu. Her zaman sebep olarak işini öne süren Gökhan Bey kendini kandırıyordu. Aslında kızına sarılmasının önünde hiçbir engel yoktu. Gökhan Bey'in düşünceleri yola odaklanmasına sebep oldu. Bakışlarını kızından kaçırarak bir süre daha kendi düşüncelerinde kayboldu.

Menekşe, yol boyunca arabaların içindeki insanları izledi. Daha sonra üzerinden geçtikleri köprünün manzarasına çevirdi bakışlarını. Kim ne derse desin bu şehri seviyordu. Geçmişte kendisini sorgulamasına sebep olan bu şehre şimdi yalın ayak, düşünmeden koşarak kucağına gidiyordu. Hüzünle gülümsedi Menekşe. Elindeki deftere sıkıca sarıldı ve gözlerini kapatarak trafiğin gürültüsünü dinledi.

Küçük kız, Menekşe'nin zihninde canlandığında Menekşe adına trafiğin sesi yavaş yavaş kesiliyordu. Artık trafikte değil, çocukluğuna şahit olan parktaydı. Park, mevsim nedeniyle oldukça boştu. Küçük kızın duyduğu tek şey ağaçlardan gelen kuşların sesiydi.

Birkaç adım sesi küçük kızın keyfini böldüğünde gözlerini açtı. Yanındaki salıncağa oturan çocuğa baktı. Ancak o, kendisine bakmadan salıncağa oturdu ve bacaklarından güç alarak kendini sallamaya başladı. Küçük kız kaşlarını çattı. "Benim orası!"

Yanında sallanan çocuk, küçük kızın sesini umursamadan sallanmaya devam ediyordu. Onu duymamış gibi davranması küçük kızı oldukça şaşırmıştı. Ne yapacağını bilmeden bir kez daha seslendi. "Sana diyorum! O salıncak benim kalk oradan."

Adını bilmediği küçük çocuk, nefesini vererek bakışlarını kendisine seslenen kız çocuğuna çevirdi. Bir süre etrafına baktı. "Eğer burası senin olsaydı üzerinde ismin yazardı. Ben ortada isim göremiyorum."

"Sen hem kabasın hem..." Küçük kız ayaklarındaki güçten yararlanıp kendisini durdurdu.

"Çok konuşuyorsun."

"Bu iyi bir şey mi?" dedi küçük çocuk. Karşısında ona bakmakta olan küçük kızın kafasının karıştığını anladığında devam etti. "İsmim Emir. Tanıştığıma memnun oldum."

Menekşe karşısında duran çocuğa bakarak ellerini göğsünde birbirine bağladı. "Ben hiç memnun olmadım!" Bakışlarını yere çevirdi.

"Bende Menekşe."

Emir, Menekşe'nin verdiği cevaba güldüğünde Menekşe yeniden ona kızgın bir şekilde bakıyordu. Bu çocuk kendisiyle dalga geçiyordu ve Menekşe bundan hiç hoşlanmamıştı.

"Niye gülüyorsun?"

Emir sorusuna cevap vermekten kaçarak ona doğru bir adım attı. "Benimle birlikte oyun oynar mısın küçük kız?"

Menekşe kaşlarını çatarak salıncaktan kalktı. Emir'e doğru bir adım atarak önünde durdu ve işaret parmağını bütün öfkesiyle ona çevirdi. "Kimmiş küçük kız?"

Emir tıpkı Menekşe gibi yaparak "Kimmiş küçük kız?" dediğinde Menekşe öfkeyle parkı terk etmek için birkaç adım attı. Emir hızla kolundan tuttu.

"Dur bir dakika!"

Menekşe, kolunu tutan Emire bakışlarını çevirdi. "Ne oldu yoksa özür mü dileyeceksin?"

Emir, Menekşe'yi gıcık edeceğini bilerek sorusuna güldü. "Benimle oynar mısın?"

Menekşe kafası karışık bir şekilde Emire baktı. Ardından bütün öfkesiyle kolunu kurtardı. "Aptalsın! Seninle asla oyun oynamayacağım."

Menekşe arkasında bakmadan parkı terk etmek üzere birkaç adım atarken Emir bağırdı. "Bir gün benimle oynayacaksın Menekşe!"

"Rüyanda görürsün!"

"Menekşe?" Menekşe, kendisine seslenen Gökçeyi duyduğu zaman gözlerini yavaşça açarak arkadaşına baktı. Gökhan Bey kızın bakarken Menekşe kampüse geldiklerini anladı. Sessiz bir şekilde arabadan inerek arkadaşının yanında durdu.

"Menekşe, lütfen beni aramayı unutma. Seni almaya gelmek istiyorum." Menekşe babasının söylediği cümleye şaşırarak başını salladı.

"Senin işin yok mu baba?"

Gökhan Bey kızına gülümseyerek baktı. "Bir süre evimize taşınana kadar işte olmayacağım. Mutlaka haber et bana. Görüşürüz."

Menekşe babasına el sallayarak veda ettiğinde Gökçe elinden tutarak onu yanına çekti. Birkaç adım atarak elini bir binaya çevirdi. "Burası spor binası. Sana açık konuşacağım. Gerçekten çok iyiler. Okul bu konu da öğrencilerine dua etmeli bence. Her sene yarışmaya katılıyorlar üstelik sadece tek bir dal olsa iyi! Her dalda başarıları var." Gökçe gülerek devam etti.

"Ayrıca çok yakışıklılar!"

Menekşe güldü. Gökçe arkadaşının kafasını dağıtmasına sevinerek başka bir binayı işaret etti. "Bu bina ise güzel sanatlar fakültesi. Biliyor musun o kadar güzel sesler geliyor ki sanki bir konserdesin. O piyanonun sesi insanın içini huzurla dolduruyor."

Gökçe'nin adımları yavaşlarken parmağını önünde durdukları binaya çevirdi. "Sonunda bizim binaya geldik. Burası da edebiyat fakültesi." Menekşe arkadaşını takip ederek bir süre uzun bir yoldan yürümeye devam etti. Edebiyat fakültesi ağaçların ele geçirdiği uzun bir yol sonunda gözüküyordu. Yol, mevsimin verdiği etki yüzünden yapraklarla kaplıydı. Gökçe, Menekşeye baktı.

"Çok güzel bir manzara değil mi? Bazı insanlar deniz manzarasına bayılırken biz ise böyle basit gibi görünen aslında basit olmayan manzaralara bayılıyoruz. Bu yolda kulaklığımı takıp en az bir saat yürüdüğüm zamanları biliyorum."

"Huzur kokuyor burası. Biliyorsun yürümeyi çok seven bir insanım. Şarkı dinlerken yürümeyi daha çok severim. Kendi düşüncelerimle baş başa kalıyorum. Bu pek benim için iyi bir olay olmasa da içim huzurla doluyor. Kendime ihanet etmekten ziyade o küçük kızın yanında duruyor gibi hissediyorum."

Gökçe, Menekşe'nin dediği cümleyi anlamıştı. Bu yüzden onu bölmek istedi ancak Menekşe devam etti. "Biliyorum geçmişten bahsetmem beni üzüyor. Sende üzülmemi istemiyorsun. Çoğu zaman geçmişte yaşıyorum. Ne kadar istemesem de o anılar silinmiyor. O küçük kız, o evinin bahçesinde sallanıyor veya o parkta oturuyor."

"Seni tanıdığım ilk zaman korkmuştum biliyor musun? Arkadaş nedir veya biriyle konuşmak nasıl olur bilmiyordum. Seninle geçirdiğim her an sen bana dostun ne demek olduğunu öğrettin. Düştüğüm zaman senin yanına gelmeyi öğrendim." Gökçe gülümsedi. Gözleri dolmuştu. Geçmişi hatırlamak ikisine de oldukça acı veriyordu. Ancak yine de yaşadıkları için mutluydu. Birbirini tanıdıkları için mutluydular.

"Bu kadar duygusallık yeterli!" Gökçe gülerek Menekşe'yi itti. "Makyajımı daha yeni yaptım."

"Tamam tamam!" diyerek güldü Menekşe. Ardından arkadaşına baktı. Gökçe elindeki kitapları sıkıca tutarak arkadaşına döndü.

"Biliyor musun ben gerçekten aptalım. Kütüphaneye uğramam gerekiyor. Beni burada bekler misin? Lütfen, lütfen..."

Menekşe başını evet anlamında salladığında Gökçe hızla birkaç adım attı. Ardından Menekşeye döndü. "Sen bir meleksin." Gökçe koşarak kütüphaneye giderken Menekşe arkadaşının bu haline güldü. Ardından yavaş adımlarla fakültenin önüne doğru yürümeye başladı.

Birkaç adım önünde bankta oturan genç kitabını yere düşürdüğünde Menekşe ona baktı. Ondan hızlı davranarak kitabını alıp ona uzattı. "Kitabın buyur."

Genç kitabı alırken bakışlarını Menekşeye çevirdi. Dikkatli bir şekilde ona bakıyordu. Menekşe bu bakışları fark ettiğinde onu bankta bırakıp yürümeye başladı. Kısa bir süre sonra peşinden geldiğine dair adım sesleri duydu. "Teşekkür etmeyi unuttum!"

Menekşe, arkasını dönmeden "Ne için?" diyebildi.

"Kitap için!" Genç, hızlı adımlar atarak Menekşeye yetişti. Artık Menekşe'nin yanındaydı. "Kitabımı bana verdiğin için teşekkürler. Bu arada ben Batu."

"Memnun oldum Menekşe." Batu, Menekşe'nin verdiği kaçamak cevapları umursamadan konuşmaya devam etti. "Seni daha önce hiç burada görmedim. Bu okulu yeni mi kazandın? Yani bu fakülteyi?"

"Sayılır. Yeniden bu şehire taşındık ve bende okul naklimi buraya aldım."

"Fazla konuşkansın Menekşe."

Menekşe bakışlarını Batu'ya çevirdi. Gülümsedi. "Sende fazla konuşkansın."

Batu yaptığı imadan pişman olarak Menekşe'nin peşinden koştu. Düşürdüğü kitabı ona uzattı. "Bu kitabı daha önce okudun mu?" Menekşe, Batu'nun kendisine doğru uzattığı kitaba baktı.

"Yıldızların Cenneti." Batu devam etti. "İsmini ilk duyduğun zaman bu kitabı bir masal kitabı sanabilirsin aslında bakarsan bende öyle sanmıştım. Ancak okumaya başlayınca yazarın kendisiyle konuştuğunu gördüm. Sürekli kendisini sorguluyor olması çok hoşuma gitti."

"Hayatın içinden bir kitap galiba."

Batu Menekşe'nin kendisini dinlemesine sevinerek devam etti cümlesine. "İşin en ilginç yanı ne biliyor musun Menekşe? Bu yazar tanınmamış biri. Çok merak edip araştırdım ancak ismini öğrenemedim. Kim olduğunu ben dahil kimse bilmiyor."

Batu anının heyecanıyla hızla devam etti. "Şimdi sana asıl bombayı söylüyorum. Bu yazar duyduğum haber doğruysa bizim okuldan biri. Neden kendini gizleme gereği duyuyor hiç anlamıyorum. Ben olsam mutlaka kitabımın reklamını yapardım. Ancak o sanki hiç yazar değilmiş gibi davranıyor."

Batu kitabı Menekşeye uzattı. "Ben bu kitabı ilk okuduğum zaman benim gibi düşünen biri daha varmış diyerek mutlu olmuştum. Tıpkı bu yazar gibi bende sorguluyordum kendimi. Şimdi ise ne zaman kendimle baş başa kalsam bu kitaba gidiyor elim. İçimden bir ses bu kitaba ihtiyacın olduğunu söylüyor."

Menekşe Batu'nun kendisine uzattığı kitaba baktı. Tereddüt etse de Batu'dan kitabı aldı. "Sanırım şimdi benim sana teşekkür etmem gerekecek."

Batu gülerek Menekşeye baktı. "Yakın zamanda benimle bir kahve içersen teşekkür konusunu halledebiliriz."

Menekşe gülümseyerek başını salladığında Batu devam edecekti ki fakültenin girişinde duran çocuklardan biri ona seslendi. Batu, Menekşeyle olan konuşmasını bölmesine üzülse de arkasını döndü. "Geliyorum bir saniye!"

Menekşeye döndü. "Salı, Perşembe ve Cuma günleri dersim oluyor. Genellikle bu saatler de kütüphane de oluyorum. Seni bekleyeceğim."

Batu fakülteye doğru koşarak Menekşeye el salladı. Menekşe Batu'nun bankına oturduğu zaman elindeki kitaba baktı. Adını duymadığı bir yazarın kitabını okumak Menekşeye oldukça büyük bir heyecan veriyordu. Kitabın kapağı oldukça sadeydi. Mor rengin üzerinde yağlı boya şeklinde bir çiçek çizilmişti. Aslında basit gibi görünen bu kapak çiçeğin detayları ile doluydu.

Menekşe kitabın ilk sayfasını açtı. Giriş cümlesiyle karşılaştı.

Giriş

"Eskiden derdim ki; insanın başına gelebilecek en kötü şey bir gün yapayalnız kalmasıdır. Öğrendim ki; hayatta insanın başına gelebilecek en kötü şey, yapayalnız hissetmesine neden olacak insanlarla yaşamasıdır."

Goethe

Rüzgâr, ağaçtaki yaprakların dökülmesine sebep olurken Menekşe kitaba dökülen yaprağı eline aldı. Bu anının büyüsünü bozmamak adına yaprağı kitabın arasına koydu ve kitabın kapağını kapattı. Birkaç adım sesi duyduğunda bakışlarını yavaşça yola çevirdi.

Kendisine birkaç adım uzakta olan uzun boylu bir genç, etrafındaki insanları unutmuş kendisiyle konuşarak binaya doğru yürüyordu. Menekşe ayağa kalktı. Genç adamın üzerine gitmek adına birkaç adım atmıştı ki bakışları onu buldu. Menekşe dikkatli bir şekilde kendisini izleyen gence bakıyordu.

Genç adam, kulaklığını yavaşça çantasına atarken hala bakışlarını Menekşeden ayırmamıştı. Çantasını arkasına atarak Menekşe'ye birkaç adım atarak yaklaştı.

"Sana demiştim." Menekşe kafası karışmış karşısındaki gence bakıyordu. Ne demek istediğini anlamamıştı. Onu dinliyordu.

"Sana benimle oynayacaksın demiştim."

Menekşe duyduğu cümleyle şaşırırken olduğu yerde kalmıştı. Yanına oturduğu gence bir kez daha baktığında dudaklarının arasından "Emir..." ismi döküldü. Geçmişin ilk hatırası Menekşe'nin karşısına geçmişti. Korktuğu, canının yandığı anılar geri dönmüştü.

"Şimdi o kıza ne olduğunu soracaksın bana, biliyorum. O kıza ne olduğunu bilmiyorum. Muhtemelen kendi yolunda kaybolmuştur, belki de o seslerle savaşacak nedenler arıyordur kendine." devam etti.

"Ya da en gerçek ihtimali söylemeliyim sana. Aramızda kalsın. Nedenler aramaya üşenen bir kız o. Ne kadar canı yansa da savaşmak yerine yolunda iz bırakan o insanları beklemekten başka hiçbir şey yapmadı, yapmayacak. Umut edenlerin durağında onları sonsuza dek onları bekleyecek."

modal aç
modal aç
modal aç