Yeni Üyelik
keyboard_arrow_left 1.
Bölüm
keyboard_arrow_right
@gecetasi
Yağan yağmurun her bir damlası sertçe bedenime çarpıyordu. Sanki dolu yağıyor gibiydi. Korku damarlarımda dolaşıyor, akan göz yaşıma engel olamıyordum. Bir adım, iki adım... Ayaklarım nereye götürüyorsa oraya gidiyordum. Her gittiğim metre bana bir bıçak gibi arkamdan saplanıyor, yaptığım şeyin yanlış olduğunu vurgulamaktan geri kalmıyordu. Yağmur gittikçe hızlanmaya yüz tutmuşken karşıdan gelen arabanın ışıkları geceye tezat oldukça parlaktı. Gözlerimi kapatmış arabanın ışığından alıkoymaya çalışıyordum. Araba sesi ise beş saniye sonra duyulmadı. Tek gözümü hafif açtığımda karşımda arabanın durduğunu gördüm. İçerisinde ise onun kuzeni ve O vardı.

Kan çanağı olmuş gözlerle kuzenine bakıyordum. Ona bakmaya cesaretim yoktu. Her bir saniye içime dokunurken yaptığım şeyin yanlış olduğunu burada olan hepimiz farkındaydık. Suçu kendimde buluyor, ondan uzak kalmak istiyordum. Çünkü O bana iyi gelmiyordu. Yani gelmemeliydi. Çünkü Onun iyi gelmesi bana da ona da zarardı. Sadece zarar. Arabanın kapısı açıldı. Silüeti tam karşımda belirdi. Ama benim gözlerim kahverengi gözlerine değemedi. Beceremedim. Yapamadım. Bunu hem ona, hem kendime yapamazdım. Sadece ikimize de zarar olduğunu kendime sürekli hatırlatıyor, kendimi tutuyordum. Olması gereken benim adımlarımı oradan çekmek, yoluma gitmekti. Yavaş yavaş oradan uzaklaşırken arkamdan Onun geldiğini hissediyordum. Bu yağmurlu havada ikimiz ıslanıyorduk. Sanki huzura ermemiz için yağıyordu yağmur. Sanki dertlerimizi bedenimizden arındırmak için. O susuyor, ben susuyordum. Sükunet bulunduğumuz yerde kendini gösterirken Berk'in çoktan buradan uzaklaşıp gittiğini anladım. Sadece O ve ben kalmıştık. Yine dünyada tek biz varmışız gibiydi. Eski günlerdeki gibi bana sarılsa, burnumu öpse ve bana 'Zamanı durdurmamı ister misin?' diye sorsa hiç düşünmeden 'Evet!' derdim. Keşke hiçbir şey böyle olmasaydı. Ama son pişmanlık işe yaramayacaktı.

Derin nefes alış sesleri kulağıma varırken adımlarının daha da hızlandığını fark etmem uzun sürmedi.

"Bebeğim hep böyle susacak mıyız?" sesini ne kadar özlediğim işte o an fark ettim. Hiç kurumayan gözlerim tekrardan yaşlarını akıtırken başım öne eğikti. Adımları görüş açıma girdiğinde eli çenemi kavradı. Yavaş yavaş başımı kaldırdı. Gözlerindeki özlem kalbime bıçak gibi saplanırken sessizliğimi koruyordum. İlk burnumu sonra alnımı öptü. Ve bir anda beni kendine çekip sımsıkı sarıldı. Ona beslediğim hasret kendimi tutmama engel oldu. Ellerim saçlarına giderken kokumu içine çektiğini hissediyordum. Sıcak nefesi boynumda varlığını belli ediyor, göz yaşlarım durmak bilmiyordu.

Hayatın bana kattığı en büyük kazıklardan biri onu kaybetmemdi. Yavaş yavaş ayrılırken gözlerim kaldırımla buluştu. "Kendine iyi bak." Bu üç kelimeyi kalbimden bir parça koparıp söylemiş gibi ağzımdan çıkarmış adımlarımı hızlandırıp oradan uzaklaşmaya yüz tutmuştum.

Adımlarım ondan uzaklaşırken belki farkında değildi ama içimde fırtınalar kopuyordu. Ama ben buna mecburdum. Arkamda enkazda bırakacak olsam da sonucuna bakmam gerekirdi. O ve benden bir gelecek beklemek başından beri hataydı. Biz bütünüyle bir hataydık ve ben bu hatanın tekrar olmasına izin veremezdim. Sevgi bazen galip gelemiyordu.

Şu an ikimizin de yapması gereken yoluna bakması gerektiğiydi. Ve bugünden geriye sadece tarih kalmıştı.

26.12.2020

---

18.04.2029

"Hadi artık aşağı gel Naz sabahtan beri seni bekliyoruz." dışarıdan Beren belki de bininci kez sesleniyordu. Gelinliğin fermuarını da güç bela çektikten sonra kabinden çıkmıştım. Beren'in gözleri dolmuştu. Mutlukluktan ağlamak bu olsa gerekti. Esila elinde tefler ile yanımıza geldiğinde "Seni affetmeyeceğim. Benden önce evleniyorsun." diye iç çekiyordu.

Gelinlik provaları beni oldukça yormuş olmalı ki Esila'nın elindeki teflerin hepsi aynı gibi geliyordu. Martın bir soğuğunda Eren'in evlenmek istemesini de anlamış değildim. Bir ay sonra güzel bir kır düğünü de yapabilirdik. Esila ve Beren düğün ile alakalı konuşurlarken ben artık bu muhabbetten sıkılmış olmalıyım ki yavaşça kabine girip üstüme sweatshirtümü ve pantolunumu giydim. Bu düğün mevzuları beni yormuştu. Derin bir nefes alıp kabinden çıktığımda Esila ve Beren gözükmüyordu. Bunu fırsat bilip kendimi mağazadan dışarı attım.

Yürüyüş parkında hafif atıştıran yağmur insanları şimdiden telaşa sokmuştu. Mersin'de sel görülme ihtimali yüksek olduğu için insanlar endişeleniyordu. Ben hiçbir koşuşturmayı umursamaz şekilde yürüyordum. Her düşen damla bana o geceyi hatırlatıyordu. Bir daha onu görememiştim. Duyduğuma göre İstanbul'da kendine bir düzen kurmuş. Geçen gün uzun bir zaman sonra Berke ile görüştüm. Babasının işlerinin başına geçmiş Özlem diye bi kızla nişanlanmıştı. Herkes kendi hayatına bakmıştı kısaca. O İstanbul'da hep hayalini kurduğu doktorluk mesleğinde adım adım ilerliyormuş. O an telefonumun titremesi ile irkildim. Baktığımda mesaj Berke'den gelmişti.

Kimden Berke

Naz yarın yola çıkacağız konum atar mısın?

Berke'yi de düğünüme çağırmıştım. Konumu ona gönderirken Eren'den 'Neredesin?' gibi mesajlar atıyordu fakat cevap vermek istemiyordum. Şu an tek istediğim kendimi dış dünyadan soyutlamaktı. Eren'i seviyordum. Bana değer veriyordu. Ama ben hiçbir şeyin hayalini böyle kurmamıştım. Yağmur gittikçe hızlanırken aklım 26 Aralık'a gidiyor, göz yaşlarım benden habersizce yanaklarımdan süzülüyordu. Hüngür hüngür ağladığımı fark etmemiştim. Ta ki yanımda çalan korna sesi kendime getirene kadar. Eren mavi gözleri ile bana gülümsüyordu. İstemsizce tebessüm edip arabaya ilerledim. Burnumu çekip arabaya yerleştiğimde "Senin burada ne işin var?" diye sordum.

"Kızlar yok olduğunu söylediler. Bende yürüyüşe çıktığını düşünüp buraya geldim. Ve yanılmadığımı da görmüş oldum." Ona tebessüm edip yola odaklandığımda uyuyakaldığımı Eren'in kucağında yatağa doğru ilerlerken fark ettim. Gözlerim aralayıp Eren'e baktığımda "Günaydın birtanem." dedi.

Kucağından inip esneyerek "Günaydın." dedim. Ve adımlarımı mutfağa yönelttim. Kendime sandviç hazırlarken Eren evden çıkmıştı. Telefonumun zil sesi kulağıma ulaştığında Elisa telefonumu getiriyordu. "Kimmiş?" Elisa ise dudağını büzüp "Bilmiyorum. Yabancı numara." diye yanıtladı beni. Telefonu açtığımda kulağıma nüfuz eden ses yıllar önce Ayça Özefe'nin coverladığı Papatya Gibisin Beyaz ve İnce idi. Saate ve tarihe baktığımda ise 18.04.2029 19.29 olduğunu görmemle ağlamaya başlamam bir oldu. Telefondaki O'ydu. Şarkı bittiğinde ise içimi sarhoş eden sesi duyuldu.

"Seni seviyorum bebeğim."







modal aç
modal aç
modal aç