@18_murat_18
|
Gazeteyi kaldırdığımda kanımı donduran o görüntüyü görmüştüm. Teyzemin yüzünü köpekler parçalanmış, paramparça olmuştu. Avucunda da kına gibi bir şeyden yazılmış bir yazı vardı, ne yazdığını anlayamadım. Teyzemin dudaklarındaki hareketlenmeyi görüyordum. Sanırım, sadece de ben görüyordum. Dudaklarının kıpırdamasından anladığım kadarıyla, ''senide alacaklar'' diyordu. O anda kuzenlerimin o korkunç yüzlerini gördüm; kapkara dişleriyle bana kahkaha atıyorlardı. ''Acele etme senide alacağız'' diyerek gülüyorlardı. Koşarak kaçtığımı hatırlıyorum; nereye kaçtığımı da bilmeden. Hemen taksiye atlayıp oradan uzaklaşmak istedim. Gözümün önüne, teyzemin parçalanmış yüzü ve kuzenlerinim korkunç gözleri geliyordu. Gidecek bir yer bulamadım. Saate bayağı ilerlemişti. Sonra, az ileride açık bir çorbacı gördüm. Çaresiz kendimi attım içeri. İçeri de bir kaç müşteri vardı ve bana dik dik bakıyorlar. Herhalde çok dikkat çekiyorum diye düşünür, kenardaki masaların birine oturduktan sonra, bir tane çorba söyledim. Garsonun getirdiği çorbanın rengi bir değişikti. İlk önce aşırı salça konulmuş sandım, ama sanki kan rengindeydi. Kokusu da öyle iğrenç geliyordu ki burnuma, anlatamam. Daha iki kaşık almadan, kokusu beni mahvetmişti. Hemen kalktım çorbacıdan eve doğru yürümeye başlamıştım, -hikâyenin başında bahsettiğim o boş evden- karga sesleri geliyordu. Sembol silinmişti, kocaman ''senide alacağız'' yazıyordu ve bir ok işareti evin bir penceresini gösteriyordu Korkuyordum hava zifiri karanlıktı. Eve doğru yürürken bir köpek sürüsünün beni takip ettiğini fark ettim, arkamı döndüm, naz ve felak surelerini okumaya başladım, ama çoğunu yanlış okudum. Köpekler durmuyor, üstüme koşuyorlardı. Her yer açıklıktı, saklanabileceğim bir yer yoktu. Köpeklerden kurtulup saklanabileceğim yer, o -yıkık dökük- terk edilmiş evdi. Soluk soluğa içeri girdim. Çok rutubetli bir evde, normalden daha ağır bir kokusu vardı, önceden ritüellerin gerçekleştiği belliydi. Yerde kan izleri vardı. Alışmışım herhalde böyle şeylere ve korkumu yenmiş gibiydim. Bu beni hiç etkilememişti. Okun işaret ettiği odaya girmeyi istemiyordum, beni neyin bekleyeceğini tahmin edemiyordum. Evin içi çok rahatsız edecek derecede kötü kokuyordu. Sonra merdivenlerden en üst kata çıktım, evin her yeri orta katı gösteren ok işaretleriyle doluydu. Köpeklerin dışarıda uluduğunu duyuyordum. Dışarı çıkamazdım, orta kata kafamı bile çevirmeden üst kata çıktım. Üst kat bomboştu, camlar gazeteyle kapatılmış karanlık odaları vardı. Ürkütücü havası, kapkara duvarları üstüme geliyordu sanki. Bir sandık gördüm hemen kapının arkasına konulmuş. Yanına gidip merak ve korku ile açtım. İçinde; hac işaretleri, aynalar, bakır tepsiler, çeşitli bıçaklar ve en kan donduranı ise beyaz bir önlük ve intihar etmek için kanlı bir urgan vardı. Önlüğün üstü hep kan olmuştu, arkasında da yine o iğrenç sembol vardı. Bu işi çözmeliydim, dayanamayıp orta kata, yani okların gösterdiği odaya gittim. Ne istiyorsunuz benden diye bağırdım, ses yoktu. Etrafta fareler, yılanlar cirit atıyordu. Odada çok fazla duman vardı, sanki bir şey yakılmışta her yer duman olmuştu. Duvarlarda böcekler vardı, yukarı tavana doğru tırmanıyordu. Evin bir anda sarsıldığını fark ettim, köpekler dışarıda çıldırmış gibi havlıyor, uluyorlardı. Dışarı çıksam belki beni paramparça ederlerdi. Sonra duvardan bir kıvılcım çıktı, resmen duvarlar yanıyordu. Biraz daha beklesem evin içinde kül olacaktım. Hemen kendimi dışarı attım. Dışarı çıktığımda köpek falan yoktu. Hemen koşmaya başladım, koşuyordum, ama sanki yerimde sayıyordum. Beni gören insanlar bana bir acayip bakıyorlardı, sanki benden tiksiniyorlar, nefret ediyorlardı. Durdum, koşmaya halim kalmamıştı. Kendimden bende nefret ediyordum artık. ''Allah'ım bana yardım et'' diye diz çöküp ağlamaya başladım. Kimse yanıma bile gelmemişti. Burnum yine kanıyordu, kanı durduramıyordum. İtfaiye arabasının siren sesini duydum, evi söndürmeye gidiyorlardı. İnsanlar başıma toplandı, bana bakıp beddua ediyordu çoğu, sanki beni oracıkta öldüreceklerdi. Bir teyzenin bana doğru yanaştığını gördüm, kafamı kaldırdığımda bu teyzenin komşumuz Ayten teyze olduğunu anladım. ''Ayıp değil mi şerefsiz yaptığın, elimizde büyüdün, adam sandık seni, utanmıyor musun insanların bahçesine ölü hayvanlar atmaya, hayvanlara eziyet etmeye'' dedi. ''Nee.'' Şok olmuştum. Ne hayvanı, ne öldürmesi. Ayten teyzenin gözlerine baktım, sanki yerinden çıkacak gibiydi. Elinden gelse oracıkta beni öldürürdü. Ben bir şey yapmamıştım, bu başıma gelenler, harama cin kabilesinin yüzündendi. Belki de bana bağıran ve Ayten teyzenin kılığına girende bir cindi. Ayten teyze, ben yapmadım, benim suçum yok, diyebildim sadece. Yazıklar olsun bide inkar ediyorsun, bütün mahalle dün gece gördü seni, hepimize küfürler ettin, istemiyoruz seni defol bu mahalleden deyip yüzüme tükürdü. Benliğimi kaybettiğim gibi itibarimi da kaybetmiştim. Çok severdi beni mahalleli, elektronik tamirat işini çok iyi yapardım. Herkes bozulan şeyleri bana getirirlerdi. Çalıştığım mağazaya gelip, beni kazansın diye, hep benden bir şeyler alırlardı. Şimdi ise tam bir maskara olmuştum, herkes benden nefret ediyordu. En iyisi bu hayatı sonlandırmaktı benim için. Ölüm, bazen yaşamaktan daha iyiydi.
|
0% |