Yeni Üyelik
17.
Bölüm

Şeytanın Oyunu 6

@18_murat_18

Kapıyı 4-5 yaşlarında küçük bir çocuk açtı. Maşallahı var altın sarısı saçları, masmavi gözleri olan küçük bir çocuktu bu. Evin içinde onunla yaşıt bir çocuk daha vardı.

Bu çocuklar, şehirdeki pek çok iş adamının Şah Hocaya yolladığı çocuklarıymış. Çocuklardan her birini almak için, birçok lüks araç geliyordu.

Anlaşılan Şah hoca güçlü birisiydi. İlminden mi, yoksa iş hayatından mıdır bilemem, ama çok bilge bir insan gibi duruyordu.

Bizi içeriye buyur etti. Bahçıvanından bizim için bir kuzu kesmesini ve çevirme yapmasını istedi.

Şah hoca bizi gayet iyi ağırlamıştı. Hava kararmaya yakın yemeğimizi yedik ve başladık sohbete...

Şah Hoca ilk olarak parmağımdaki yüzüğü ve kehribar tesbihimi istedi göz atmak için. Hocanın yazdığı muskayla pek ilgilenmedi, bir tehlike unsuru olarak görmedi belli ki.

"Bu yüzüğü kim verdi sana" diye sordu.

"Babam verdi hocam, dedemden yadigâr olduğunu söyledi" dedim.

Şah Hoca, köyümüzün hocasına dönüp, "bunlar çok güçlü şerler, bu kadar büyük bir belayı bu çocuğun başına musallat etmeleri büyük vicdansızlık" dedi.

Hoca da onaylar gibi başını salladı.

Şah Hoca açık sözlü bir adamdı, bana dönüp "bak oğlum sana durumu açık açık anlatacağım, ama bana ve hocana söz vermeni istiyorum, sözümüzden çıkmayacaksın.

Gireceğimiz yol çok zahmetli ve şerlidir, ama eğer girmezsek bu ateşin soyu sana musallat olacaktır.

Ananı ve Babanı kurtarmamız artık zaten zor, ama seni kurtarmamız için bunları yapmalıyız dedi.

Odasından mumlar, bakır bir tepsi, soğuk suda yıkanmış gümüş bir bıçak ve ne anlama geldiğini bilmediğim simgeler olan tablolar getirdi.

Soğuk suda yıkanmış gümüş bıçağı mum ışığında ısıttı, bakır tepsinin üstüne elimi getirip bıçakla bir kesik atıp kan damlattı. Kanın demir tepsiye damlamasıyla simgeler ve mumlar birden parlamaya başladı.

Şiddetle yanıyorlardı, avucumdaki yanık canımı son derece çok yakıyordu.

Şah Hoca yüzünü bana çevirdi ve gözlerinin içine bakmamı söyledi.

Ağzından dua eksik olmuyordu, Arapça bir şeyler söylüyordu... Ne dediğini anlamıyor, Arapça'nın ''a'' sını bilmiyordum, ama farkında olmadan ona Arapça bir şeyler söylemeye başladım.

Bütün bunlar oluyor, ben şaşkınlığımı koruyamıyordum. Sanki kendi bedenime hapsolmuş, başkasının hayatını yaşıyor gibiydim.

Şah Hocanın talimatıyla köy hocamız mumları söndürüp beni Şah Hocadan ayırdı.

Şah Hoca karamsar değildi, neyse ki o kadar da kötü değil vaziyetin dedi.

Aferin evladım, imanın seni kurtarmış. Elbette her şey yolunda değil, ama seni Allah in izniyle şifaya kavuşturacağız dedi.

Hocamın muskasının yanına bir muska daha yazdı. Dedemden kalma yüzüğü aldı, tesbihi rafa kaldırdı.

Bunları iyileştiğinde kullanacaksın artık dedi.

Şah Hocanın bu dedikleri beni mutlu etmişti. Bizi eve salmadı, geceyi o evde geçirdik ve uzun bir zaman sonra gerçekten huzurlu bir uyku çektim.

Sabah olduğunda Şah Hoca erkenden uyanmıştı. Köy hocamız henüz uyuyordu. Bende uyanıp Şah Hocanın yanına gittim.

Hocam, babamın cinnilerle bir şekilde temasa girdiği belli, peki dedemin evindeki mücevherler nedir diye sordum.

Şah hoca emin olmadığını söyleyip, o mücevherlere dokundun mu? diye sordu.

Dokunmama fırsat verilmedi dedim.

Şah Hoca bana dönüp; Dokunmamakla iyi etmişsin evlat. Onlar cinnilere ait olabilir. Eğer dokunsaydın senin evlatlarına hatta torunlarına kadar peşini bırakmazlardı.

Ama bunlar cinnilerden babana vaat edilmiş mücevherler de olabilir. Bunların hepsini çözeceğiz dedi.

Loading...
0%