@18_murat_18
|
Ağrı’ da mı, Cudi’ de mi? Amerikalı David Fasold, araştırmacı serüvenciler kervanına en son katılanıdır. Bu yılın (1988) ilk yarısında ülkemize gelmiş ve çok geçmeden yeni bir “iddia” ile de ortaya atılmıştır. Fasold’a göre, Nuh’un gemisi Ağrı’nın doruklarında olmaktan çok Üzengili köyü yakınına düşen Musa dağındadır. Fasold, 1985 yılının Mart ve Haziran aylarında da Ağrı ilimize gelmiş, yörede incelemeler yapmıştır. “İddia”sına bakılırsa, Nuh’un gemisi, Doğubeyazıt’ın 11.3 kilometre güney doğusunda 39 derece kuzey paraleli ile 44 derece doğu meridyeni arasında kalan Üzengili köyü yakınlarındadır. Üzengili köyü, hikâyede Nişr köyü ile aynı yerdedir. Fasold’un raporunda, “Omurgası 10 derece kuzeydoğuya yönelik geminin kıçı 1935, başı ise1901 metre yükseklikte olarak belirtilmektedir. Geminin şu anda en yüksekte bulunan noktası olan kıç tarafı, çok sivri olup oldukça sağlam görünmektedir. Gemiyi kaplayan toprağın altında iki güverte olduğunu tahmin ediyorum. Geminin baş tarafı, soğan şeklinde olup 10.4 metre boyunda bir çıkıntıyla sona ermektedir. Moleküller frekans jeneratörü kullanılarak bu çıkıntının içinde 13 demir çizgi bulunduğunu ve her çizginin birbirinden 30 cm uzaklıkta olduğunu belirledim. Bu çizgilerden her biri uzunluğuna direkler olup geminin baş tarafından kıçına doğru simetrik olarak uzanıp kıçta tekrar birbirine yaklaşmaktadır. Her bir direğin üzerinde birbirinden 60 cm uzaklıkta okside demir çiviler belirlenmiştir. Bu direkler ve çiviler sadece bu geminin içinden algılanmıştır. Geminin yanı başındaki kayada bulunmamıştır. Böylece bu kayanın gemiyle ilgisi olmayan bir taş olduğu anlaşılmaktadır.” Fasold’un açıklamalarındaki en ilgi çekici nokta geminin yapılışında kullanılan maddeyle ilişkiliydi. “…Şimdiye kadar inanılanların tersine, bu gemi tahtadan yapılmamıştır. Tahtadan yapılan tek kısım, iç döşemedir. Bu kısım, ilk önce Nuh tarafından yakılacak odun olarak kullanılmış, arta kalanı M.Ö. yüzyıllar boyunca Nuh’un gemisini ziyarete gelenlerce ‘mukaddes emanet’ diye alınmıştır. Bugün tahta olan hiç bir kısmı kalmamıştır. Nuh’un gemisinin tahtadan yapılmış olduğuna dair inanç eski İbranice deki bir kelimenin yanlış çevirisinden çıkmıştır. “Araştırmalarım, bu geminin eski dönemlerde ‘Kfr’ denilen bir tür çimentodan oluşturulduğunu kanıtlamaktadır.” Bu, yeni ve hiç duyulmamış, benzersiz bir “iddia” dır. Peki, o dönemlerde çimento biliniyor muydu, keşfedilmiş miydi acaba? Evet, keşfedilmişti. Güneydoğu Anadolu’da Çayönü tepesinde çalışmalarını sürdüren Chicago Üniversitesi’nden Profesör Robert Bradwood’la Profesör Linda Bradwood çimentoya dökülmüş taştan yapıtlar buldular. Bunlar da Nuh’un gemisinin M.Ö. 7250 yılları civarında yapıldığını belirtiyordu. Geçen yılın (1987) Kasım ayı sonlarına doğru bir gün Ağrı valisi Kutlu Aktaş da Nuh’un gemisinin “keşşaf”ları arasına katılacaktı. Açıklamasına göre, vali Aktaş, Üzengili köyü yakınlarında Nuh’un gemisini bulmuştu. Kalıntı biçimi, uzmanların verdikleri tanım biçimine çok uyuyordu. “…Tevrat’ta Nuh’un gemisinin 153 metre boyunda olduğu yazılıdır. Uzmanlar da bunu kabul eder. Bulunan kalıntının boy tahminleri, bu uzunluğa uyuyor. Önümüzdeki yıl, bu kalıntıyı doğal olarak turizme açmayı planlıyoruz. Bu konuda Doğubeyazıt I. Mekanize Tugay Komutanlığı’nın “tesbit”lerinde de aynı sonuca varılmıştı. Her şey olup biterken bunca araştırmalara katılmanın, bunca canı dişe takmaların ardında yatan ne idi? Kimilerine göre, bu, bir “para tuzağı”ydı. Adamlar, her yıl Ağrı Dağı’na sefer düzenleyerek yollarını buluyorlardı. Gemi, bir türlü bulunmuyordu, çünkü bulunsa, onların da geçim kapıları kapanacaktı. Onca sefer düzenleyicisi kimden ve ne için para toplayacaklardı ki? Özellikle ABD’de bir takım insanlar bunun ticaretini yapıyor, kilise kilise dolaşıp paralı konferanslar veriyorlardı. Ülkede bir konferans için giriş ücreti 10-15 dolardı. Konferansçı, sonunda ‘Mutlaka Ağrı’ya gitmeli, tırmanmalı, gemiyi bulup kutsal kitaplarda yazılanı doğrulamalıyız’ diyor ve dindar insanlar da bu uğurda para bağışından kaçınmıyorlardı. Her seferinde Türkiye’ye geliyorlar, fotoğraf ve filmler çekiyorlar, sonra dönüp bunları paralı konferanslarda gösterip ‘Bu kez bulamadık, ama gelecek yıl mutlaka bulacağız’ diyorlar, yeni baştan milletten bağış topluyorlardı. Türkiye’de Batı’nın birçok ünlü dergilerinin foto muhabirliklerini yapan Ara Güler’in Nuh’un gemisi üzerine anlattıkları, konuya başka boyutlar getirmektedir: “…Bir gün ‘Hayat’ dergisine Yüzbaşı Durupınar geldi. Askeri haritalar için uçakla fotoğraf çekerken Ağrı Dağı civarında tıpkı bir gemiye benzer bir çukur görmüşler. Fotoğrafa baktım, gerçekten çok benziyor. Hemen Erzurum’a gittim, 3. Ordu Komutanı rahmetli Gümüşpala… ‘Paşam’ dedim. ‘Bu, çok müthiş bir şey… Bu fotoğrafı ben çekeyim, dünyaya yayalım…’ Paşa, bana bir uçak verdi, elimdeki fotoğraf ve haritaya göre yerini bulduk. Uçaktan bakınca, gerçekten sanki Nuh’un gemisinin kalıbı çıkmış, öyle bir çukur. Sular çekilince gemi çamura oturmuş, sonra da tahta olduğundan çürüyüp gitmiş, çukur öylece donup kalmış. Peki, bu çukur Ağrı Dağı’nda mıydı? Hayır, efendim, Ağrı Dağı’nın karşısında Tendürük Dağları vardır, onun eteğinde ve Aşağı Süphan ile Yukarı Süphan köyleri arasında.” Dikkatle okunduğunda “yer” ile ilgili bir başka “işaret” Kuran-ı Kerim’dedir. “… Ve gemi Cudi’ye oturdu.” (Hud Suresi, 44. ayet) Kuran-ı Kerim’in yanı sıra, Cudi Dağı’na bir başka “işaret” İ.Ö. 250 yıllarında yaşamış Babilli rahip Berossos’un yazdığı tufan kayıtlarında da vardır. “… Tanrı Cronus, Sisithros’a (Babilli Nuh’a) tufanı önceden haber verdi. Buyruğu alan Sisithros, derhal Doğu Anadolu’ya yelken açtı ve hemen Tanrı’nın ilhamına mazhar oldu. Gemi (nice sonra) karaya oturdu. O zamanlar bulundukları yer, Doğu Anadolu idi. Gemi böylece burada karaya oturduğundan, bir kısmı hala Doğu Anadolu’daki Cordyean Dağları’nda durmaktadır ve halk, geminin dışını kaplayan katranı (zifti) kazıyarak bir muska ve tılsım şeklinde kullanır.” Rahip yazarın sözünü ettiği dağlar, Cordyean bölgesindedir ve bu bölge de Van Gölü’nün güneyindeki dağlık yöredir. Burada Ağrı değil, Cudi Dağı vardır. Cudi dağı 2000 metre yüksekliğiyle, Mezopotamya havzasında oluşacak bir yerel tufan olayının kuzey sınırında yer almaktadır. Dağın tepesindeki Seksenler köyü, Nuh’un gemiden çıkıp çevresindekilerle yerleştikleri ilk köy olarak ünlüdür. “İddia”, 1985 yılında Ankara’da toplanan 9. Türkiye Jeomorfoloji Kurultayı’nda MTA mühendislerinden Yılmaz Güner aracılığında daha da güçlendirilmiştir. Güner, kurultaya sunduğu bildirisinde, “Nuh’un gemisinin demirlemesi için en uygun yerin Ağrı değil, Cudi Dağı olması” gerektiğini savunuyordu. Çünkü kutsal kitaplarda sözü edilen ve tümüyle Mezopotamya’yı kaplayan Nuh tufanı gerçekleşmişse, geminin topografik nedenlerden ötürü Ağrı Dağı’na yanaşması ya da gelip oturması mümkün değildi. Olaya bu açıdan yaklaşanlardan ilk yankı, Paris’te yayınlanan “France Soir” gazetesinden geldi. Bir Fransız keşif grubu, Ağrı yerine Cudi Dağı’na çıkmış ve 150 metre uzunluğunda ve 24 metre genişliğinde, 15 metre yüksekliğinde dev bir gemi kalıntısı bulmuştu. Tarih, 31 Ağustos 1949’du. Aradan yirmi üç yıl geçti ve 6 Şubat 1972 günlü gazeteler Nuh’un gemisinin kesinlikle Cudi Dağı’nda bulunduğunu haber verdiler. Keşfedenler, olaya ilk kez karışan Bir Alman grubuydu. Alman Devletler Araştırması Enstitüsü elemanlarından Friedrich Bender, Gılgamış Destanı ile Kuran’dan yola çıkmış, Cudi Dağı’nda kalıntılar bulmuştu. Bunlar, katrana benzeyen bir madde ile yapıştırılmış tahta parçalarıydı. Analiz sonucunda katrana benzeyen o maddenin 50.000 yıllık, tahta kalıntılarının ise, 6.630 yıllık oldukları saptandı. Hata payı, en çok 300 yıllıktı. Cudi dağı tutkunları, bir başka dayanağa da dört elle sarılmışlardı: Hikayeye göre, Nuh’un tufan sonrasında gemisinden uçurduğu güvercin ağzında bir zeytin dalı ile geri dönmüştü. Zeytin ağacı, Ağrı yöresinde kesinlikle yetişmez. Ama Cudi Dağı’nın güney-batısındaki yöre zeytinliktir. “…Gemi kuzeye doğru yol almış ve Cudi Dağı civarına gelmişti ama henüz sular çekilmediği için hiçbir tarafı görülmüyordu” diye anlatılır “Kısas-ı Enbiya” kitabında. “Kısas-ı Enbiya”, peygamberlerin yaşam hikâyelerini kapsamaktadır ve Nuh bölümünde şunları ekler ayrıca: “…Fakat Hazreti Nuh, artık kurtulduklarını vahiy yoluyla öğrenmişti Cudi Dağı’nın çevresinde on gün boyunca dolaştı. ” Güvercin, ağzında zeytin dalıyla nasıl geri dönmüştür: “Kısas-ı Enbiya”; “…Zeytin dalını kim gördüyse sevindi. Gemi o yönde yol aldı ve tufandan tam altı ay sonra tüm heybetiyle bir dağ göründü. Bu dağ, Allah’ın vahiy yoluyla Nuh’a haber verdiği Cudi dağı idi.” Gemi, karaya oturmuştur. Tufan sona ermiştir. Geleceğin yeni kuşaklarını oluşturacak Nuh’un çevresindekiler, gemiden çıkarlar. Hepsi seksen insandır. Bir köy kurmaya koyulurlar. “Köy, iki yılda, tam Nuh’un düşündüğü gibi bir şekil almıştır” diye anlatır “Kısas-ı Enbiya”. Sonra bu köye, birlikte olduğu 80 kişiye izafeten “Seksenler” anlamına gelen “Semanin” adını verdiler. Cudi Dağı’na oturduğu “iddia” edilen gemi, sonra ne olmuştur, dersiniz? “Seksenler” köyünün üç mahallesi vardı; Nuh’un üç oğlu Yafes, Ham ve Sam kurmuşlardı. Yıllar yılları kovaladıkça kuşaklar artıyor, insanlar çoğalıyordu. Bir elli yıl üstünden geçince, büyük oğlu Yafes, Nuh’a gelmiş ve: “Ey babam, tufanın kanıtı gemidir. Onu hiçbir zaman parçalamayalım, olduğu gibi bırakalım” demişti. “Bende senin düşüncendeyim” demişti babası Nuh. “Hatta oğullarımıza yerini kesinlikle söyleyelim ki, yüzyılların ötesine erişebilsin.” Yafes, geminin o zamana kadar sağlam kalıp kalmayacağından kuşkuluydu. Ama babası: “Buradaki iklime bakılırsa, üzerine çok şey yığılır” diyordu. Geminin Cudi Dağı’na gelip oturmasının ardından bir yüz yıl geçince dağ ve çevresine pek sığmayan yeni kuşak insanlarını, Nuh önlerine düşmüş, almış Babil’e geri döndürmüştü. “Zaten gemiyle de Babil’den gelmişlerdi. Dönüş başladı ve sonunda kimse kalmadı. Yalnızca gemi oradaydı.” Evet, Kuran-ı Kerim’e, rahip Berossos’un düştüğü kayıtlara, Fransız ve Alman araştırma gruplarının günümüzdeki araştırma ve bulgularıyla ünlü peygamberler tarihini içeren “Kısas-ı Enbiya”ya bakacak olursanız, Nuh’un ünlü gemisi Ağrı’da değildir, Cudi Dağı’ndadır. Ama ne var, her iki yanın da olanca gerçekliğiyle bize aktardıkları tufan ve Nuh’un gemisi hikâyelerinde “son” hep aynı biçimde noktalanır: “…Ve gemi, yalnız orada idi.” “Orası”nın Ağrı Dağı mı, Cudi Dağı mı olduğu (şimdilik) kesinkes bilinmiyor. Gerçeği söylemek gerekirse, galiba daha nice nice uzun süreler de bilinmeyecek, Nuh’un gemisi olanca esrarını hep koruyacak, sırlarını kimseye vermeyecek. Bu araştırma yazısı Haziran 1988 tarihinde Milliyet gazetesinde Tarık Dursun K. tarafından yayınlanmıştır.
|
0% |