@18_murat_18
|
Telefon numarasını aldıktan sonra doğruca yurda gittim. Yarın gündüz gözüyle giderim diye düşündüm. Üç saat sürüyordu zaten yolculuk. Şehir merkezinden de köye gitmek bir saat sürse, toplam, gidiş geliş, 8 saatim yollarda geçecekti. Her şeyi planlamıştım. Yine akşam oldu. Saat 20.00 gibi telefona bir mesaj geldi. Esra, ne yapıyorsun diye yazmış. Bir an heyecanlanıp, mutlu oldum. Tam kendimi toparlayıp cevap yazacakken, ikinci mesaj geldi. Ben düşündüm de seninle gelmeliyim. Belki de sana bir faydam olabilir dedi. Çok şaşırmıştım. Daha düne kadar benden iğrenen kız, bir anda yumuşamıştı. Sanırım beni boşa suçladığını anladı diye düşündüm. Her zaman saf gibi iyi niyetli düşünürüm. Tabi olur. Sabah erkenden yola çıkacağız ona göre hazırlan dedim. İçim sevinçle dolmuştu. Aramızdaki buzlar eridi diye düşünmeye başladım ve alarmı erken saate kurdum. Sabah uyandım. Mesaj attım Esra’ya. Hazırdı o, hemen buluştuk ve otogara gittik. Çok fazla konuşmadık. Yan yana bilet aldık. Bindik otobüse. O cam kenarında oturuyordu. Sürekli uzaklaraydı karşıdaki dağlarda, dağların uçlarındaki bulutlardaydı Esra’nın gözleri. Hiç yanımda olmadı, beni fark etmedi hiç. Aklı hep başka yerlerdeydi. Kendimi onun yerine koydum ve hak verdim ona. Beni suçlaması kadar doğal bir şey yoktu. Yolculuk Üç saate yakın sürdü. Tek kelime etmedik. Ne o, ne ben konuşacak şey bulamadık. Otobüsten indik. Sonra köye giden servis aracını bulduk. Hareket saatini beklemeye başladık. Çantasından sigara paketi çıkardı. Ama içinde kalmamıştı. Ben gidip sigara alayım dedi. Bekle bekle alma boşuna bende açılmamış paket var, içtiğin sigaradan hem dedim. Verdim bir sigara, servis gelene kadar içtik sigaramızı. Yol boyunca hiç konuşmadık farkındaysan dedim Esra’ya. Evet, içimden konuşmak gelmedi, anlayamadığım bir sıkıntı var içimde. Kusura bakma dedi. Sıkıntının sebebi benim biliyorum. Ama şu iş bitsin bir daha söz, seni üzen şeylerin sebebi olmayacağım, yatay geçiş yapıp başka bir okula gideceğim, dedim. Hayır, öyle bir şey yapma. Ayrıca benim yüzümden okulunu değiştirmen saçmalık olur, dedi. Bunları konuşurken serviste görünmüştü. Sonra bindik servise. Servisin içi köylü doluydu. Peynir, yağ, süt kokusu vardı minibüsün içinde. Sırayla köylere uğruyor, köyüne varan köylü servisten iniyordu. En son Esra ve ben kalmıştık minibüste. Gençler siz nereye gidiyorsunuz, diye sordu şoför. Köyün adını söyledik. Şoför oraya gitmediğini, buranın son durak olduğunu söyledi. O köye iki kilometre vardı daha ve yürüyerek gidecektik. Orada kimsenin yaşamadığını söylese de, birkaç şey söyleyip müsaade istedik ve servisten indik. Mecbur yürümeye başladık. Allahtan saat 12 buçuktu, öğleden sonra yürümeye başladık. Esra derin bir nefes aldı. Kaç yıl oldu buraya gelmedim. Özlemişim kuşların sesini, toprağın kokusunu, derenin şırıltısını dedi. Bende özledim köyümü. Buraya da 40 dakika mesafede. Başka zaman olsa varırdım, ama şimdi işimiz başka dedim. Yürüyorduk tozlu köy yolundan. Birbiriyle hem alakalı, hem de bir o kadar alakasız iki insan, yürüyorduk. Köylerinde kimse kalmamış, herkes şehre göç etmişti. Evlerine vardık. Esra’nın yüzü asıldı birden. Evin her yanı açıktı ve tepenin eteğindeydi, köyün hemen girişinde. Galiba çocukluğuna gitti Esra. Öyle ağlamaklı bir yüzle bakıyordu sağa sola. Hiç ses etmedim. Bozmak istemedim onun kutsallığını, devam edelim diyene kadar bekledim. Gözünden akan bir damla yaşı sildi. Hadi gidelim dedi. Evden içeri bismillah diyerek girdim. Buraya geldiğini kimseye söyledin mi dedi. Hocamın dediği odaya girdik. Yerde eski bir kilim vardı, onu kaldırdım ve yere açılan bir kapı olduğunu gördüm. Pencere gibi, eski köy evlerinde hem tavanda hem yerde vardır, bilenler bilir. Sapından tuttum kapının ve zorlanmama rağmen açtım. Yanımdaki küçük fenerini yaktım ve merdivenden aşağı doğru inerken Esra’yla göz göze geldik. Gözlerinde korku vardı, ama bir şey demedi. İndim zemine. Esra beni orada bekliyordu. Yerden iki metre kadar aşağıdaydı sandık. Feneri anahtar girişine tuttum. Bir elimle açmaya çalıştım, hemen açıldı. İçerisi leş gibi kokuyordu. Galiba hayvan falan ölmüştü. Sandığın içindeki kitabı buldum. Başka bir şey yoktu zaten, eski çaputlar falan vardı. Orada mıymış dedi Esra. Evet buldum geliyorum dedim. Merdiveni çıkmaya başladım. Tahta merdivendi. Bir elimde fener, bir elimde kitap vardı. Başımı kapıdan uzattığım esnada Esra; Kitabı uzat, ver tutayım dedi. Bende uzattım. Esra kitabı alır almaz ayağıyla suratıma bir tekme geçirdi. Lap diye zemine kapaklandım. Yüzüm ne biçim acıdı anlatamam. Hem yüzüm acıyordu, hem sırtım, hem de başımın arkasın. Burnum kanamaya, ağzımdan kan gelmeye başladı. Bir taraftan da gözüm kararıyor, ayağa kalkamıyordum. Ne yapıyorsan sen Esra, diye bağırdım güç bela. Ne mi yapıyorum. İntikamımı alıyorum işte, anlamıyor musun? Sen ailemi aldın, bende canını, sonrada ailenin canını alacağım. Buradaki tılsımların tersi musallat büyüleridir. Önce seni geberteceğim, sonra ailenin başına saracağım musallatı, sonra kendim için tılsım yapacağım. Çok safsın sana yardım eder miyim? Nefret ediyorum senden. Lanetli, diye bağırmaya başladı, bir yandan da ağlıyordu. Ayağa kalkamıyordum. Doğrulamıyordum. Esra yanlış yapıyorsun. Baban da söyledi, o kavimden aldığı cin yüzünden kinliymişler zaten. Kes sesini dedi. Senin yüzünden oldu işte her şey. Esra bu bizim kaderimiz. Bunu yaşamak zorundaydık. Ben sizi bulmasaydım diye bir seçeneğim yoktu. Bunlar yaşanmak zorundaydı dedim. Kaderini kendi yazar insan, şimdi ben kendi kaderimi yazacağım. Üstüme düşeni yapıp senin canını alacağım dedi. Kapıyı üstüme kapattı ve kilitledi. ‘’İnsan gerçekten kendi mi yazıyordu kaderini. Öyle bir şey olsaydı, kaderimi asla böyle yazmazdım Esra’’ diye mırıldandım arkasından… Ama o çoktan gitmişti.
|
0% |