Yeni Üyelik
44.
Bölüm

Kamp 11

@18_murat_18

Köy, tüm ürpertisiyle karşımızda duruyordu.

Gördük işte köyü, hadi geri dönelim dedi Alperen, korkudan kısılmış sesiyle.

Benim ve diğerlerinin, buraya kadar gelmişken, evlere bakmadan hiç geri dönmeye gönlümüz yoktu.

Zaten gerekli tedbirler alışmış, ağaçları kırmızı iplikler bağlanmıştı. Hava kararmadan bu köyden geri çıkabilirdik. Kendimize güvenimiz oluşmuştu.

Köyde bir tane cami var, minaresinin alt kısımlarına sarmaşık dolanmış, şerefeye kadar uzanmıştı.

İnsan elinin dokunmadığı belliydi. Belimizi aşan otların içinden, bize en yakın olan evin bahçesine kadar yürüdük.

Bahçe duvarlarının taşları, dıştan dökülmeye başlamış, üstünde otlar bitmişti. Duvarın boyu yüksek olduğu için, içeriyi göremiyorduk.

Evin etrafında bir tur attık. Bir kanadı yerinden çıkmış, iki kanatlı bir kapıya rast geldik. İki kanadı da birbirine, küçük bir zincir ile bağlıydı. Zincirleri birleştiren de, o zamana ait paslı bir kilitti.

Ali, yerinden çıkmış olan kapının kanadına bir tekme attı. Yılların verdiği etki ve Ali'nin darbesiyle yere düştü kapı. Sıkışık bir vaziyette evin bahçe kapısından girmiş olduk.

Evin bahçesi de, aynı dışarısı gibi uzun otlarla kaplıydı. Tam evin kapısına yaklaştık, kapıyı açmak için zorlayalım derken Musa söze girdi.

''Durun, size bir şey göstereceğim.'' Gösterdiği şey ilk başta beni korkutmamıştı. Gördüğüm şey, soğan kabuklarından başkası değildi.

Elli yıldır kimsenin giremediği bu evin bahçesinde, daha yeni kesilmiş gibi taze olan, bu soğan kabuklarının ne işi vardı acaba. Not: Soğan kabukları, Cinlerin yiyeceklerindendir.

Bu olaya fazla takılmadan evin giriş kapısının yanına vardık. Üstünde, aynı biraz önce ağaçların üzerinde gördüğümüz şekillere benzer, ama biraz farklı çizimler vardı.

Kırmızı renkli bir şey ile çizilmişti. Bu şeye rengini veren kan olmalıydı. Çünkü kapının üstü kan kokuyordu.

Kapı, hiç baskı uygulamadan, gıcırtılı bir şekilde açıldı. İlk giriş holünde pek bir şey yoktu. Duvarda asılı bakır leğen ve bir tane sarılmış urgan duruyordu.

Sağdan ilk kapıya girdik. İçeride, tam duvarın üstünde büyükçe, siyah-beyaz bir fotoğraf vardı. Bir baba, bir anne, bir genç kız ve bir bebek olan fotoğrafın rengi bayağı solmuş, üstüne örümcekler yuva yapmıştı.

Resmi yerinden söküp, ayrıntılı bir şekilde baktım. Ben bakarken Ali bir ayrıntı görmüştü. Resmin arkasında Osmanlıca ile yazılmış bir yazı vardı.

Yıl: 1948. Canım oğlumuz Cebrail ve kızımız Ayşe...

Cebrail amcayı Alperen ve ben biliyorduk. Diğerleri habersizdi. Büyük ihtimalle bu resim, onun bebeklik fotoğrafıydı. Hatta tek fotoğrafı olmalıydı.

Resmi yerine takmadım. Ben bunu sahibine vereceğim dedim ve yanıma aldım. Başka bir şeyle karşılaşmadık, Cebrail amcanın evinde. Sonra oyalanmadan başka yerleri kontrol etmek amacıyla oradan çıktık.

Biraz yürüdükten sonra büyükçe bir eve rast geldik. Bu ev, biraz önce girdiğimiz evden daha büyük ve ihtişamlıydı. Biraz çabadan sonra bahçesinden içeri girdik.

Musa ile Alperen gelmedi. ''Biz camiye bakalım, sonra sizde oraya gelirsiniz'' dediler.

Aliyle ikimiz bahçeye girdik. Yine adam boyu otlar ve her tarafa saçılmış soğan kabukları vardı.

Sanki bir çuval soğanı soymuşlar da, kabuğunu bahçeye serpiştirmişlerdi.

Gözüme bir ayrıntı çarptı. Soğan kabuğu kadar olmasa da, her yerde hayvan kemikleri ve iç organları vardı.

Her yer pislik içinde, her taraf leş gibiydi. Fazla duramayıp geri çıktık. Bu ev, köyün en büyük eviydi. Fakat bir insanın tahammül edeceğinden daha çok kokuyordu.

Cami, köyün yukarı kısmındaydı. Ama Ali, biraz aşağılara gidelim mi, dedi. Aradığı bir şey varmış, sanki bir eşyasını kaybetmiş gibi, gözü sürekli yerdeydi.

''Tamam, gidelim'' dedim.

Köyün biraz altından bir dere geçiyordu. Ağaçların içinde olan bu derenin kenarları düzlüktü. Suyu, kurumuş denecek kadar az akıyordu.

İnerken 3-4 dakika sürmüştü dereye varmamız, ama çıkarken 30 dakikamızı almıştı. Köy çok ürperticiydi. Bir an önce, bu lanet yerden gitmek istiyordum. Fakat Ali, ''daha işimiz bitmedi'' diyerek beni oyalıyordu.

Camiye, Musa ve Alperenin yanına gittik. Caminin halılar solmuş, mihrap ve minberin ahşap kısımları çatlamıştı.

Ne de olsa cami burası. En güvenli yerdi.

 

Loading...
0%