@18_murat_18
|
Evet arkadaşlar, anlatacağım olay başımdan uzun zaman önce geçti. Yaşadığım şoku atlatmam da uzun sürdü. Aslında tam olarak atlatmış sayılmam, her neyse… Olay için gazetelerde küçük bir yer ayrılmış olsa da yer buldu, ama ifşa olmamak adına olayın ismini ve yerlerin adını değiştirerek anlatacağım. *** 1990'ların başlarıydı, bense köyümden okumak için ayrılmıştım. Tabi o zamanın hayat şartları malum, babamın durumu da pekiyi değildi. Hem okuyup, hem çalışmak zorundaydım. Yazları bile şehirde kalıp çalışırdım kışa hazırlık manasında, çünkü kış aylarında yarı zamanlı çalıştığım için paranın yetmediği çok oluyordu. Bu hem okul, hem çalışmanın aynı anda gitme durumu yüzünden, okulu iki sene uzattım. Bu, altı sene içinde köyüme iki kez gidebildim sadece ve bu altı yılın sonunda bir ziraat mühendisi olarak köyüme dönecektim. Mutluydum, ama mutlu olmak o kadar kolay değilmiş… Üniversite okuduğum şehirden 10-11 saatlik bir otobüs yolculuğundan sonra memleketime geldim. Otogardan ilçe minibüslerine bindim, ilçeye geçtim. İlçeden köy minibüslerine bindim… Fakat benim köyüm dumanlı dağların zirvelerine yakın bir köydü, nerdeyse iki günde bir sis olurdu ve çoğunlukla yağmur yağardı. Doğrudan köyüme giden bir minibüs yoktu, bende köyüme en yakın olan köye giden dolmuşa bindim ve oradan indikten sonra da yürümeye başladım. Yürüyerek iki saatlik yolum vardı. Elimde valizimle yürüyorum hava kapalı, karanlık olmak üzere, ama yağmur yağmıyordu. Etraftaki ormanlara bakıyorum, buraları ne kadar özlediğimi hatırlıyorum, ağaç dallarının gökyüzünün koyu lacivert rengiyle uyumunu seyrediyorum. Derken, arkamdan bir ışık geldi, bir traktördü gelen, bana doğru yaklaştıkça sesi de artık net şekilde geliyordu. Yanıma geldi ve durdu. Traktör içindeki adam, hayırdır yeğenim kimsin, nereye gidiyorsun dedi. Adamın yüzüne iyice baktım ilk önce, ama tanımıştım, muhtar dursun emmiydi traktördeki. Dursun emmi tanımadın mı beni, dedim. Kusura bakma evladım, tanıyamadım, dedi. Emmi, ben kör Mustafaların Mehmet’in oğluyum. Haa, sen şu okumaya giden çocuksun, hatırladım şimdi dedi. Gel yeğenim atla traktöre, beraber gidelim köye. Traktörün gürültüsü ve yolu zar zor aydınlatan farları eşliğinde ilerliyorduk, ama garip bir şey vardı. Muhtar emmi, ben altı sene önce köyden ayrıldığımda nasılsa, hala öyleydi, hiç değişmemişti, en ufak bir yaşlanma belirtisi yoktu. Doğal yaşamak böyle bir şey herhalde diye düşünüp üzerinde fazla durmadım. Bir süre daha gittikten sonra, köye vardık ve muhtar emmi beni köy kahvesinin önünde indirdi. Dışarıda sundurma gibi bir yerde millet oturuyordu. Fakat kahvedeki kimsenin yüzü tanıdık gelmemişti. Traktörden indiğimi gören herkes bana bakıyordu, ben de ayıp olmasın diye Selamun Aleyküm dedim, ama beni tanıyamadıklarından olsa gerek, selamımı almadılar. Tekrar selam verdim, yine cevap yok. Bütün kahve yüzlerinde donuk bir ifade ile bana doğru bakıyordu. Tanımadınız mı beni, ben kör Mustafaların Mehmet’in oğluyum dedim. Hoş geldin dediler ben böyle diyince, nerden gelir nereye gidersin yeğenim dediler. Uzaktan gelirim, köyüme döndüm artık diye cevap verdim. Oradan ayrıldım, kahveden içeri girmemiştim, çünkü içerdekilerin hiçbirini tanımamıştım. Evimiz kahvenin üst tarafında köyün hemen dışındaydı, etrafında çitlembik ağaçları vardı. Evime doğru yürümeye başladım. Ancak köydeki sokak lambaları çalışmıyordu karanlıktı her yer, ama önünden geçtiğim bütün evlerin bahçeleri ve balkonları insanlarla doluydu. Herkes dışarı da konuşmadan oturuyorlar ya da ayakta bekliyorlardı, çıt çıkmıyordu.
|
0% |