@18_murat_18
|
Uyandım… Rüyaymış bu. Ama nasıl bir rüyaydı bu… Odama, etrafıma korkarak bakıyordum. Saatime baktım, akşam olmuştu. Aşağıya inmeye korkuyordum, ama inmeliydim, sonsuza kadar bu odada sıkışıp kalamazdım. Pencereden dışarı baktım, yağmur yağıyordu ve bende nedense kendimi ıslak hissediyordum. Aşağıya indim, üzerimde bir tedirginlik ve korkuyla ilk önce mutfağa baktım direk, annem yoktu. Yine rüyamdaki gibi mi olacak korkusu sarmıştı bir de beni, öylemi olacaktı yine. Korkak adımlarla salonun kapısına doğru yürüdüm, ama bu sefer beyaz florasan lambasının ışığı yanıyordu ve kapısı da kapalıydı. Bu beni bir nebze olsun rahatlatmıştı. Açtım kapıyı, annem ve babam içeride yer sofrasında oturmuş yemek yiyorlar. Ben kapıyı açınca, gel buyur sende ye, uyuyordun, uyandırmak istemedik, dediler. Geçtim oturdum sofraya, yine kendi arasında konuşan sohbet eden kimse yok, sus pus yemek yiyorlar sadece... Başladım ben de yemeğime, sessiz ve sakin bir şekilde. Annem elimin lezzetini kaybetmişti galiba, çünkü yemeğin tadı çok kötüydü, değişik bir kokusu vardı. Kötü yemekten sonra, salonda hiç durmadım direkt odama çıktım, zaten annem babamla sohbet edecek durumda yoktu, ruh gibiydiler çünkü. Balkona çıktım, dediğim gibi hava yağmurluydu ve hala yağmur yağıyordu. Yaktım sigaramı balkonda içiyorum. Köye geldiğimden bu yana olan olayları düşünüyordum, her şeyi kafamda bir mantık çerçevesine koymaya çalışıyorum lakin olmuyor, anlamlandıramadığım şeyler var kafamda. Ben bu düşüncelerde sigara içerken, yine o ayakkabı seslerini duydum, tak tak tak… O kara çarşaflı kadınlar ve sakallı, şalvarlı adamlar yolda yürüyorlardı. Yağmur yağmasına rağmen hiçbirinde şemsiye ya da yağmurdan koruyabilecek herhangi bir şey yoktu, yağmurun altında ıslana ıslana yürüyorlar diye düşünüyordum. Yine kimseden tek bir ses çıkmıyor, sadece tak tak tak ayak sesleri. Bu sefer kendimi geriye çektim balkondan, ama hala onlara doğru bakıyorum. Bu sırada hepsi birden yürümeyi kestiler durdular. Islanıp, sırılsıklam olmaları gerekiyor bu vaziyette, ama bir saniyelik dikkatli bakışımdan sonra hiç birinin ıslak olmadığını, hatta kupkuru olduklarını görüyorum. Sanki yağmur onlara işlemiyor gibiydi. Balkondan içeri kaçmak istiyorum, ama sanki kilitlenmiş durumdayım. Gözlerimi onlardan kaçırmak, onlardan tarafa bakmaktan kendimi alıkoymak istiyorum, ama yapamıyorum, sadece onlardan tarafa bakabiliyordum. Bir kaç dakika bu şekilde kaldıktan sonra, tekrar hareket etmeye başladılar toplu şekilde, bende onların tekrardan yürümeye başlamasıyla beraber hareket edebilmiştim. Hemen içeri geçtim. Hem yukarıda tek başıma kalmak istemiyordum. Gördüklerim iyice garipleşmişti. Yağmurda ıslanmamak nasıl mümkün olabilirdi, düşündükçe deli oluyordum. Yukarı kattan indim, koridordan geçtim. Salonun ışığı yanıyordu, içerdelerdi demek ki. Açtım kapıyı, yalnız kalmayacak olmanın verdiği sevinçle, ama annem ve babam yoktu. Televizyon açık, salonun ışığı yanıyor, ama kimse yok... Nereye giderler ki, hem bir yere gitseler neden televizyonu ve ışığı açık bıraksınlar diye düşünüyordum. Gözüm karşı duvarda asılan fotoğraf çerçevesine takıldı. Ben bebekken çekilmiş, üçümüzün birlikte olduğu bir fotoğraftı bu. Biliyordum, çünkü senelerdir o duvarda asılı dururdu, ama bu şekilde durmuyordu. Ters bir şekilde asılmıştı fotoğraf. Garipsedim bu durumu, ayrıca en azından evimin içinde garip bir durum görmek istemiyordum, zaten gördüğüm garip olaylar sarsmıştı beni. Gittim yeniden düz şekilde çevirdim fotoğrafı. Arkamı döndüm televizyon kendiliğinden kapanmıştı. Işıklar da yanmıyordu. Her yer karanlıktı. Yan tarafımdan ses geldi. Geldik uyan… *** Bütün gördüklerim rüya mıydı yani? Ama nasıl olabilir, sanki günlerdir aynı şeyleri yaşıyordum. Bu nasıl rüya olabilirdi. Bu düşünceler kafamda dolanırken, muavin hala suratıma bakıyordu. Kendimi toparlayıp otobüsten indim. Hepsi bir rüyaydı demek ki, hem de kötü bir rüyaydı. Otogardan ilçe minibüslerine bindim, ilçeye geçtim. İlçeden köy minibüslerine bindim, lakin benim köyüm dumanlı dağların zirvelerine yakın bir köydü, nerdeyse iki günde bir sis olurdu ve çoğunlukla yağmur yağardı. Doğrudan köyüme giden bir minibüs yoktu, bende köyüme en yakın olan köye giden dolmuşa bindim, 30 dakikalı yoldan sonrada yürümeye başladım. Yürüyerek iki saatlik yolum vardı. Elimde valizim yürüyorum hava kapalı, karanlık olmak üzere, ama yağmur yağmıyordu. Etraftaki ormanlara bakıyorum, buraları ne kadar özlediğimi hatırlıyorum. Ağaç dallarının gökyüzünün koyu lacivert rengiyle uyumunu seyrediyorum. Derken arkamdan bir ışık geldi, bir traktördü gelen, bana doğru yaklaştıkça sesi de artık net şekilde geliyordu. Yanıma geldi durdu. Hayırdır yeğenim kimsin, nereye gidiyorsun, dedi. Bu sahne bana tanıdık geliyordu aslında. Adamın yüzüne baktım, ilk önce şaşırdım, ama tanımıştım, dursun emmiydi bu! Yine. *** SON OKUDUĞUNUZ İÇİN TEŞEKKÜRLER. |
0% |