Yeni Üyelik
8.
Bölüm

Üç Gölge Köyü 8

@18_murat_18

Peki neden onları şimdi görebiliyorum? İki günde ne değişti" dedim. Ben bu soruları sorar iken Havis ve Efhas hala bizi gözlüyordu. Onlardan ürküyordum.

"Bu köye gelmemen gerekiyordu Oktay, bu köyde yıllardır erkek evlat olmaz. Yıllardır köydeki insanlar doğum yapmıyor, doğan çocuklar da ölü ve sakat doğup sonradan ölüyor" dedi.

"Peki neden?" diye sordum.

Buna büyük bir günahın sebep olduğunu söyledi. Anlatmasını söylediğimde, işin bu kısmının onu ilgilendirmediğini söyledi. Sonra; "Boşver şimdi bunları, biraz yat dinlen" dedi.

Güneş doğmak üzereydi. Zor bir gece geçirmiştim, ancak kafamda birçok soru işareti vardı. Azad bildiklerini sanki tamamıyla bana anlatmıyor gibiydi.

Sabah olduğunda Azad henüz uyanmamıştı, Havis ve Efhas kapı önünde yoktu.

Atların yemini, suyunu verdim. Sağa sola göz attım, gece başka sıra dışı bir şey olmamıştı. Daha sonra Azad aşağıya indi, "Havis ve Efhas nerede?" diye sordum.

"Onlar geceleri burada dururlar" dedi.

"Neden gündüz durmuyorlar, gündüz tehlike yok mu?" diye sordum.

Bana içeriden bir kitap getirip bir sayfa açtı, bu yazıyı okumadan önce; "Tevvelüke bin kunateyş" dememi söyledi.

Euzübesmele çekip söyleyecektim ki beni susturup; "Onu söyleme, bu kitapla ilgileniyorsan Allah'ın adını ağzına almayacaksın" diyordu.

Yazanların tamamını okudum, "Eee ne diyor burada?" dedim. Metin farklı dilde bir metindi.

Burada, cinlerin insanları gece rahatsız ettiklerini ve yatsı saatleri ile sabah saatleri arasında onları yanlarına çektiğini söyledi.

Azad'a böyle şeyler öğrenmek istemediğimi söyledim, anlayışla karşıladı.

Ben projeyi, dersi boş vermiştim, umurumda bile değildi açıkçası. O gün sadece evde oturdum, telefonla sevdiklerimi aradım, konuşup kafa dağıtmaya çalıştım.

Yine akşam olmuştu, ancak Azad henüz eve gelmemişti.

Bütün gece onu beklemiştim. Havis ve Efhas kapı önünde belirmişlerdi bile, ancak onlarla iletişim kuramıyordum, yine yanlarına gidip bana zarar verme riskine giremezdim.

Saatler ilerliyordu ve Azad halen eve gelmemişti.

Saatler geçmişti ve ortada Azad yoktu. Ben bir yandan dualar okuyor, bir yandan yola bakıyordum.

Saat 12'ye doğru geliyordu. Azad "Saat 12'den sonra onlar ortaya çıkar" demişti, belki de canı tehlikede olabilirdi.

Zaman geçiyordu ve nihayet kapı çaldı, gelen Azat’tı.

"Kusura bakma kardeşim" dedi.

Merak ettiğimi, kötü şeyler olduğunu söyledim.

Koruyucularımız yanında merak edecek bir şey yok, sadece yapmam gereken 1-2 iş vardı, onları hallettim dedi...

Oturduk ve sohbet etmeye başladık. Köyde onla yaşıt bir kız olmadığını ve köyden gitmeyi de kabul etmediğini söyledim. Hayatı boyunca yalnız mı olacaktı? Hiç aile kurmayacak mıydı?

"Bu köydeki son insan olarak ölmek, bu köyün tarihe karışmasını istiyorum sadece" dedi.

''Peki ya başkaları gelip yerleşirse'' diye sordum.

"Gelmediler mi sanıyorsun? Gelenler de bir ay kalıp döndüler. Burası onların yeri, burası onların köyü, burada bizler dışında kimse oturamaz" dedi.

Köyün üstündeki lanetin sebebinin, o büyük günah olduğunu söyleyip duruyor, ancak günahın ne olduğunu hala anlatmıyordu.

Gece iyice çökmüştü, Azad odasına çekilmişti bile ve ben de odamdaydım. Gözümden uyku akıyordu ve bu sefer zorlanmadan uykuya dalmıştım.

Gece sert bir şekilde kapının kapandığını duydum. Mevsimlerden kıştı, pencereler ve kapılar kapalıydı, anlayacağınız evde durduk yere bir kapının çarpması imkânsızdı.

Tepki vermedim, uyumaya çalıştım.

Bu sefer cam tıkırtısı sesleri duyuyordum. Pencereye doğru yürüdüm, pencerede kendimi gördüm. Alnımda bir leke vardı. Alnımı sildim, elime kül gelmişti.

Sanki külden bir yazı yazılmış gibiydi. Ben alnımdaki külü siliyordum, ancak camın önündeki yansımamda kül hala duruyordu.

Biraz daha dikkatli sildim, sildiğimden emin olabilmek için, ama yine gitmemişti.

En son kapı önündeki koruyucuların cama sertçe vurduğunu gördüm.

Sertçe vuruyorlardı, sanki camdaki yansımamı alt ediyorlardı, sanki onları öldürüyorlardı ve en sonunda cam patlamıştı.

Kapıyı açıp Azad'ın odasına girdim. Azad'da benimle aynı durumdaydı, ancak onun camı henüz kırılmamıştı. Anlamsızca cama bakıyordu.

"Bakma!" diye bağırdım.

Arkasını dönerken onun da camı kırıldı ve yüzünü cam kesti.

 

 

Loading...
0%