Yeni Üyelik
72.
Bölüm

2.Kitap Giriş Bölümü

@1benzen

Tekrardan hoş geldinizz!

İlk kitapta yapamamıştım o yüzden tamda buraya 2.kitaba başladığınız saati ve tarihi bırakabilir misiniz?

Normalde bu bölümlerin 3.kitapta olması gerekiyordu ama Tarık Sarper'in nasıl buralara geldiği ya da geçmişte ne olduğu biraz havada kalmıştı. Bu yüzden bu bölümü giriş bölümü olarak yayınlamaya karar verdim. Dediğim gibi bizim işimiz geçmişle değil ki ben geçmişi yazmaya kalksam en az bir kitap uzunluğunda olurdu. Bu yüzden size kısaca geçmişi özetledim. Tepkilerinizi merak ediyorum, o zaman başlayalımm.

İyi okumalar, oy vermeyi unutmayınn!

 

 

 

Bir Avuç Yalan

 

 

2.Kitap Giriş Bölümü

 

 

Geçmişten Gelenler

 

Küçük kızın gözleri gitmekle gitmemek arasında gidip geliyordu. Onun daha çok uyuşmasına sebep olansa biricik Yekta'sının ellerinin kızın saçlarını okşamasıydı. Çizgi film sesi odadan yükseliyordu, Yekta çok seviyor diye Tsubasa izliyorlardı ama Lavin bir süre sonra sıkılmıştı. Hem ona göre Misaki daha iyiydi, neden çizgi filmin ismi Misaki değildi ki?

Yekta ise bir yandan Tsubasa'nın attığı topun Wakabayashi'nin evine gitmesini izliyordu. Gözüyse bir yandan küçük Lavin'deydi. Küçük kız doğduktan sonra aralarında minik ama koparılamaz bir bağ oluşmuştu.

"Gerçekten uyuyacak mısın çarşamba cadısı?"

Lavin kirpiklerini kıpraştırdı.

"Sonra gece yarısı erken uyanıp camıma taş atma!"

"Senin yüzünden!"

Küçük kızın konuşma tarzı ve diksiyonu çok düzgündü. Yekta bile bazen kelimeleri karıştırıyordu ama Lavin öğrendiği kelimeleri karıştırmıyor, düzgünce söylüyordu.

Yattığı dizden zorla doğruldu.

"Hep Tsubasa'yı izliyoruz! Uykum geliyor."

Yekta'nın yüzünde bir tebessüm oluştu. Kumandayi eline alıp televizyonu kapattı.

"Benim yüzümden mi?"

Lavin başını salladı.

"Sıkıldım ben, evime gitmek istiyorum."

Yekta kızın bu lafına da güldü, hep böyle yapardı küçük kız ama eve gidileceği zaman Yekta'ya yapışırdı.

"Çocuklar hadi yemek hazır!"

Küçük Lavin koşarak mutfağa gitti. Yekta ise ardından onu takip etti. Her zamanki gibi yerleri masa ile duvar arasında bulunan sandalyelerdi.

"Meral anne bana çok çorba koy, çok!"

"Lavin anneciğim ama karnını sadece çorbayla doyuruyorsun."

Lavin başını iki yana salladı.

"Hayııır, çorba!"

Yekta da yanına gelince, "Yektacım, sen bu salatayı seviyor musun?" diye sordu.

Yine başlıyorlardı, Lavin Yekta ne yiyorsa onu yiyor ne sevmiyorsa o da sevmiyordu. Hatta sırf Yekta böğürtlen seviyor diye yüzünü ekşite ekşite böğürtlen yerdi.

Yekta başını salladı, daha sonra kızın önündeki küçük kaseye salatayı birazcık doldurdu.

"Aa mor mor marullar var burda, Yektacım bunlar ne?"

Meral ile Serra tabakları sofraya koyarken Yekta Lavin'e cevap veriyordu.

"Kara lahana!"

Lavin tekrardan mor marula baktı.

"Ama bunlar mor Yektacım! Neden kara demişler buna?"

Yekta gerçekten bunu mu soruyorsun der gibi kıza baktı.

"Ye işte çarşamba cadısı!"

Lavin eliyle bir parça mor maruldan alarak küçük parmaklarıyla Yekta'ya doğru uzattı.

"Sen ye önce!"

"Merak etme içinde zehir yok Lavin!"

"Hayır, ye!"

"Sabır, sabır!" diye söylendi Yekta.

Küçük kızın elindeki kara lahanayı ağzına aldı.

"Güzel mi?"

Çocuk başını salladı.

"Yektacım, neden bunu buraya koymuşlar?"

"Lavin!" diye seslendi Serdar.

"Darlamasına kızım Yekta abini, yesin yemeğini!"

Yekta bir kaşık çorba aldı.

"Darlamak ne demek baba!"

"Sürekli soru sormak!"

Lavin gülümsedi. Darlamak diye geçirdi defalarca aklından ve sonra kelimeyi hafızasına kaydetti. Uzun süre sessizce çorbasını içmeye çalıştı kız. Bitiremiyordu çok fazlaydı.

"Anne!" dedi tatlı tatlı.

"Bu çorbada sihir var, neden bitmiyor?"

"Tek bildiğin kelime neden olabilir mi çarşamba cadısı?"

"Darlama Yektacım!" dedi annesine bakarken...

Masada küçük bir kahkaha patladı.

"Size diyeyim bu felfecir bir şey olacak!" dedi Halil!

"Baba!" diye uyardı Yekta, şimdi Lavin'in sorusu geliyordu.

"Felfecir ne demek Helal amca?" diye sordu. Ne kadar diksiyonu iyi olsa da Halil'e bir türlü dili dönmüyordu.

"Zeki demek!"

Kız tatlı bir şekilde güldü ve yine beynine kazıdı. Tüm kelimelerini Yekta'ya karşı kullanıyordu.

Yekta köftesine geçerken Lavin bir onun tabağındaki köfteye bir de kendi tabağındaki bitmeyen çorbaya bakıyordu. Avuç içleriyle saçlarını geriye doğru çekti. Bu tabak bitecek gibi değildi. Yekta ise bu tabloyu daha önceden biliyordu, Lavin hep böyle yapıyordu.

Köfteyi küçük parçalara ayırarak çatalıyla küçük kıza uzattı. Lavin'in solan yüzü tekrardan gülümseye başlado. Köfteye afiyetle ağzına aldı. Küçük kız gülümseyince Yekta da mutlu oluyordu. Yekta tekrardan Lavin'e köfteyi verince küçük kız başını Yekta'sının koluna yasladı.

"Anne!" dedi yine tatlı tatlı.

"Yemekten sonra dondurma yemeye gidelim! Noğlurr!"

"Kızım sen yemek yemiyorsun ki!"

"Yiyorum!"

"Çorban bitmemiş Lavin!"

"Darlamayın beni! Bitmiyor çorba, Meral anne sihir yapmış çorbaya!"

"Ver kızım, ne istiyorsan koyayım!"

Lavin başını iki yana salladı.

"Yektacım yemek veriyor bana!"

Yekta yakalandık bakışlarıyla annesi ve babasına bakıyordu ama onlar tam tersine gülümsüyorlardı.

"Ne dersin Serdar alsak mı senin kızı benim oğlana?" diye araya girdi Halil.

Serdar ise gülmekle gülmemek arasında kalmıştı.

"Yapma şunu Halil!" dedi Meral. Serdar'ın kızını paylaşamadıklarını hepsi çok iyi biliyordu yine de Serdar'ı kızdırmak Halil'in hoşuna gidiyordu.

"Nasıl alacağız Halil amca?" diye sordu küçük kız.

Serra dayanamayarak gülmeye başladı.

"Almayacaklar kızım!" dedi babası.

"Vermem seni kimselere, gel buraya!"

Serdar kucağını açtığında küçük Lavin'in yeri çok rahattı. Yekta ise kıpkırmızı olmak üzerydi.

Halil daha çok gülerken, "Nasıl da istiyor benim kızım!" dedi.

"Halil!" dedi kızarken Serdar.

"Söylesene baba nasıl alacağız Yekta'yı?"

"Sus Lavin!" dedi Yekta.

Lavin kirpiklerini kırpıştıra kırpıştıra gözlerini ona dikti.

"Neden Yekta? Hem nasıl alacağız seni? Almak ne demek? Sen satılık mısın?"

"Satılığım Lavin, nolur al beni al da kurtulayım!" dedi sinirle Yekta.

Lavin ise anlamıyordu.

"Ama nasıl alacağım? Neden hiç kimse bunu söylemiyor?"

"Bu kız gerçekten ileride fena bir şey olacak!" dedi Halil.

"Halil yapma artık!" dedi Meral.

"Kimse kimseyi almıyor Lavin'ciğim, Halil amcan şaka yaptı!"

Lavin'in gözleri bu sefer Meral'e çekildi.

"Ama almak ne demek Meral anne?" dedi Lavin.

Yekta ise Lavin'in ağzını eliyle kapattı.

"Çok konuşuyorsun çarşamba cadısı, ağzını bantlayacağım!"

Lavin ise elinin altında konuşmaya çalışıyordu. Sonra dudaklarındaki elini çekti.

"Yektacım, beni hiç sevmiyor!" dedi ve kolundan ayrılıp geriye yaslanarak çiçek oldu. Başını aşağıya eğdi.

"Zaten kreşte de hep Aslı'yla oynuyor! Hem onun saçları benden daha güzelmiş, gözleri de!"

"Gel kızım!" dedi Serdar kollarını açarak. Lavin omuz silkti.

"Küstüm ben hepinize, kimse beni dinlemiyor!"

"Açıkla hadi Halil!"

Serra sinirle söylendi. Halil ise gerçek zannedip pat diye döktü.

"Evlendireceğiz sizi!"

Herkes bir anda öksürmeye başladı. Bir tek küçük kız gülüyordu, gülerek sandalyeye çıktı.

"Yani hep birlikte olacağız, oyunlar oynayacağız!" dedi el çırparak.

Sonra Yekta'ya döndü.

"Sana küsüm ama evlendirelim Yekta!"

"Ya sabır Halil, ya sabır!"

"Ne ama oğlum, söyle dedi yenge!"

"Başlarım yengene!" dedi Serra.

"Bunu mu söyle dedik sanki!"

Yekta'da sinirle ayağa kalktı.

"Ölürüm de evlenmem ben bununla, çarşamba cadısı!"

"Alalım baba Yektacımı alalım!"

"Lavin!" dedi annesi. "Halil amcan şaka yaptı, söylesene Halil amcası!"

"Evet kızım şaka yaptım, almak derken dondurmadan bahsediyordum!"

Küçük Lavin'in gözleri iyice büyürken küçük ellerini alkışlamaya başladı.

"Yaşasın dondurma!"

Sonra hemen yerine oturarak Yekta'ya döndü.

"Yekta sen hangi renkten yiyeceksin?"

"Baş belası!"

Lavin ise gülümsedi. Bir süre sonra dondurmacının önüne geldiklerinde ilk dondurmayı alan Yekta'ydı. Bir kaşık çikolatalı bir kaşık böğürtlenli almıştı Lavin de onunla aynısını aldı. Ve birlikte dönen oyuncaklara oturdular.

"Yektacım böğürtleni mi daha çok seviyorsun beni mi?"

Saçlarını yine avuç içleriyle silerken Yekta'ya bakıyordu.

"Böğürtlen!" dedi Yekta.

"Yektacım neden beni sevmiyorsun?"

"Yine başladı cehennemlik sorular!"

Dondurmasını yalamaya devam etti Yekta.

"Söölosönö!" dedi küçük kız dondurmayı yalarken.

"Çünkü sen şımarıyorsun!"

"Ama şımarmıyorum şimdi, yine de sevmiyor musun beni?"

Kız tatlı tatlı çocuğa baktı. Yine yanakları çikolata olmuştu. Hatta burnuna falan da gelmişti.

"Söz ver!" dedi.

"Söz." dedi Lavin.

"Lavin çiçeği sözü! Şimdi söyle böğürtleni mi seviyorsun beni mi?"

"Seni!" dedi Yekta. Lavin ise mutlulukla ayağa kalkarak Yekta'sına doğru gitti. Ve yanağına çikolatalı bir öpücük bıraktı. Yekta ise utandığını göstermemek için eliyle yanağını sildi.

"İyy kızım yapış yapış, her yerin dondurma olmuş! Yanağımı batırdın. Hem sen mi dondurmayı yiyorsun o mu seni belli değil!"

"Yektacım kızdı yine bana!"

"Kızmadım!" dedi Yekta çıldırmak üzereydi.

"Kızma, kızma!"

Bu sefer tekrardan bir öpücük bıraktı Lavin.

"Ben seni çoook seviyorum Yekta'cım! Ucu bitmez kalem kadar çok!"

 

🌌🌌🌌

 

1998'de bir kış ayı...

 

Soğuk bir kış gecesi, kar sessizce şehrin sokaklarını beyaza bürürken hava keskin bir soğukla dolmuştu. Samsun'un huzurlu ilçesi Ayvacık'ta üşüyen ayaklarını ısıtamayan küçük kız minik ayaklarındaki pandufla kendi evinden çıkıp karda bata çıka karşıdaki eve ilerliyordu. Kar ısınmayan ellerini buz kestirirken elindeki kar topunu defalarca atmaktan çekinmediği cama doğru fırlattı. Garip bir şekilde küçük oğlan hemen kalkıp camını açmıştı. Çocuk kızın yine geleceğini biliyordu, küçücük elleri soğukta donmasın diye bilerek uyumamıştı. Uykuya direnmek için gözlerinin önüne hali koyunlar getirip toplama çıkarma işlemleriyle uğraşmıştı. Pencereyi açarak, "Hemen kapıya gel çarşamba cadısı!" dedi.

Pencereyi kapatır kapatmaz sesiz adımlarla hızlı bir şekilde aşağıya indi. Kilitli kapıyı açtığında titreyen küçük kız hemen eve giriverdi. Ayağındaki ıslanmış pandufları attığında titriyordu.

"Çok mu üşüdün?" diye sordu minik Yekta.

"Donuyorum."

Çenesi titreyen küçük kız daha fazla konuşamadan sessiz adımlarıyla çocuğun odasına gelerek sıcacık yatağının içine girdi. Yekta da hemen peşinden içeriye girmişti. Kapıyı kapattı. Ne kadar bu odada küçük kızı beklesede Lavin'e mızmızlanmayı hiçbir zaman bıramıyordu.

"Yine neden geldin?"

"Üşüdüm Yektacım!"

Küçük kız tatlılığını konuşturmayı çok iyi biliyordu. Cığım ekiyle bile yumuşamıştı. Yekta yine de huysuz bir şekilde, "Annenle babanın yanına yatsaydın!" dedi.

"Her akşam uyandırıyorsun beni!"

"Senin ellerin daha sıcak."

Çocuk gülümsedi.

"Hava çok soğuk Yektacım, camını açık mı bıraktın?"

Lavin'in üşüdüğünü biliyordu. Elleri her zaman soğuk olurdu. Tüm bayrakları yere indirerek yatağa girerek üstlerini tamamiyle örttü. Küçük kız ona sığınırken, kızın ellerini ellerinin arasına alarak sıcaklığını paylaştı. İki küçük çocuk birbirleriyle tüm dünyalarını paylaşırken bir diğer odada Meral ve Halil hâlâ ayaktaydılar. Lavin'in geldiğini duymamışlardı. Zira böylesine hararetli bir konuşmada duyabilecek durumda değillerdi.

"Sana kaç kere Serdar'ın peşinden gitme dedim Halil! Serdar ne yaptı senide ateşe attı. Senin üç çocuğun var!"

"Serdar atmadı, ben istedim Meral neden anlamıyorsun?"

"O soktu seninde aklına, eğer o sana örgütün içinde bulunduğunu söylemeseydi sende bu işlere karışmayacaktın."

"Karışmayacaktım da ne olacaktı Meral? Üç çocuğa nasıl bakacaktık? Nasıl para kazanacaktık?"

"Allah bir şekilde yoluna koyardı Halil!"

"Koysaydı şimdiye kadar koyardı, biz bir çocukla bile zorlanıyorduk Meral! Serdar yıllardır mis gibi yaşayıp gidiyor, ona bir şey olmadıysa bana da olmaz."

Kadın kollarını göğsünde kavuşturmuş sırtını başlığa yaslamış gözlerini eşinden ters tarafa çevirerek yağan karı izliyordu. Meral'in istediği para değildi, huzurdu. Her akşam huzursuz uyumaktan sıkılmıştı.

"Babamla..."

"Sakın Meral, sakın! Aileme ben bakarım, sakın babanı karıştırma. Yaptığı şeyleri unutmadım!"

Hayal kırıklığıyla eşine doğru dönerek akan gözyaşlarını sildi.

"Anlasana korkuyorum. Sana bir şey olacak diye korkuyorum. Ailenden daha mı önemli Halil? Birlikte çalışırız, kazanırız. Çocuklarımıza biz bakarız, yapmadığımız şey mi?"

Adam elini kadının yüzüne doğru uzatıp akan gözyaşlarını sildi.

"Korkma Meral bana hiçbir şey olmayacak! Seni bırakabileceğimi nasıl düşünürsün? Hayatımsın sen benim. Ağlama, akan gözyaşlarına düşmanım."

Kadın kendini geriye doğru çekti.

"Akıtma o zaman!"

Adam iki eliyle eşinin yüzünü sabitledi. Gözleri kadının ezbere bildiği çehresinde gezindi. Gözyaşları uzun kirpiklerini ıslatmıştı, siyah düz saçları omzuna dökülüyordu, teni ay parçasıydı...

"Meral çok az kaldı bitecek, SARS bize yüklü miktarda bir para yatıracak. Ucuna geldim, benden bırakmamı isteme. Destek ol bana. Sana söz veriyorum bu iş biter bitmez SARS'tan çekileceğim."

Meral'in alnına küçük bir öpücük bıraktı.

"Beni sevdiğini söyle, destek olacağını söyle. Darılma bana çünkü ben sana sımsıkı sarılıp uyumak istiyorum. Ben karımın hüzünle uyumasını istemiyorum."

"Kendimi bazen sana karşı boş konuşuyormuş gibi hissediyorum. İçimde çok kötü bir his var Halil! Yapma, yalvarırım yapma!"

"Bir şey olmayacak güzelim, ucuna gelmişken vazgeçmemi bekleme benden."

Meral'in sesini duymuyordu. Uzun süredir duyduğu tek şey sayılardı. Hesabına ne kadar para yatacağıydı. Meral geriye çekilerek, birazda uzatmak istemeyerek yataktan kalktı. Çünkü bir kere Halil bir şeyi kafasına koyduysa bu yoldan geri dönüşü yoktu, kadın bunu çok iyi biliyordu. Hiçkimse adamı durdurmazdı.

Hüzünle, "Ben çocuklara bakayım!" dedi.

Odadan çıktıktan sonra Hakan ve Leyla'nın odasına girdi. Küçük kızı her zamanki gibi üstünü açmıştı hemen üzerini kapatıp alnına bir öpücük bıraktı. Halil SARS'a girdiğinde beri kendini yalnız hissediyordu. Çocukları olmasaydı kim bilir nasıl yaşardı? Hakan'ı da öperek odadan çıktı. İlk göz ağrısının odasına yöneldi. Biricik oğlu onun en büyük destekçisiydi. Annesinin gözünde her zaman çok farklı bir yeri vardı. Fiziksel tüm özelliklerini annesinden alsa da yüz hatları tamamen babasıydı. Belki de babasına benzediği için annesinin gözünde farklı bir yerdeydi. Odanın kapısını açar açmaz yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu. Lavin yine evlerindeydi, Yekta kızı sımsıkı sarmıştı. İçinden asla ayrılmayacaklar diye geçirdi. Bir gün uzak düşseler bile yine birbirlerini bulurlar, birbirilerinin ruhlarına aşinalar. Gülümseyerek kapıyı örtüp aşağıya indi. Yekta'nın kilitleyemediği kapıyı kilitleyerek odasına döndüğünde Halil ayaktaydı. Pencereden yağan karı seyrediyordu. Meral adımlarını eşine çevirdiğinde ardından sımsıkı sarıldı. Halil'i anlasa da bu giriştiği işe onay vereceği anlamına gelmiyordu. Yine de ona sırtını dönemiyordu.

"Lavin gelmiş."

Halil'in gülmesiyle göğsü dalgalandı. Dışarıdan içeriye sızan sokak ışıkları Halil'in yüzüne düşmüştü. Kıvırcık bakır kahvesi rengindeki saçlarının her biri birbirinin üzerine düşerek gölge yaratıyordu. Adamın buğday teni, kısa kesilmiş sakalları sarı ışık altında gölgeleniyordu. Meral en çok eşinin kıvırcık saçlarını okşamayı severdi. Adam kahve gözlerini kapatarak anı hissetmeye çalıştı.

"Ben diyorum diyorum da kimse bana inanmıyor. Böyle giderse üniversiteye varmadan nişanlarız biz bunları!"

Serdar şimdi Halil'in bu dediklerini duysaydı ona her şeyi zehir ederdi. Kızını kimseyle paylaşmak istemese de bir noktada kızı hep Yekta'yı seçiyordu. Aralarındaki uzun sessizliği Halil bozdu.

"Endişeleniyorsun biliyorum, korkuyorsun anlıyorum, seni çok yalnız bıraktım farkındayım Meral ama bana destek ol. Karımın ardımda dağ gibi durduğunu bilmek beni güçlendiriyor."

"Seni asla onaylamıyorum Halil, onaylamayacağımda. Kararından vazgeçmeyeceğini biliyorum ve yine, senin için bir adım geriye atıyorum. Sende bu durumu çok iyi biliyorsun. Ben yine seni çok sevdiğimden sana boyun eğiyorum. Ama şunu bil ki ben eskisi gibi sendeki sevgiyi hissedemiyorum."

Adam karnındaki elleri çözüp eşine doğru döndü.

"İstediğini yap ama bir ikincisi gelirse sevdiğin Meral'i yerinde bulamazsın bunu da bilmiş ol!"

"Olmayacak!"

Adam dudaklarını kadınınkiyle buluşturdu. Sevgisini tüm hiserliyle kadına sundu, anlasın istedi; onu çok sevdiğini anlasın istedi...

🌌🌌🌌

"Hata yapıyorsun Halil!"

SARS'ın Samsun'daki merkezinde gerginlik havada asılı duruyordu. Serdar, masanın diğer ucuna oturmuş, Halil'in gözlerinin içine bakıyordu.

"Bunca yıl kardeşliğimiz olmasa yerimde olmak istediğin için önüme taş koyduğunu düşüneceğim Serdar!"

Halil'in sesi, hem kızgın hem de hayal kırıklığı doluydu.

Serdar, öfkesini dizginlemeye çalışarak derin bir nefes aldı.Başını iki yana salladı Halil, onu neden anlamıyordu, bu plan çok tehlikeliydi. Bırakın önüne taş koymayı Halil'e bir şey olursa en çok canı yananlardan biri Serdar olurdu. Yapılan plan bir türlü aklına yatmıyordu. Çok riskliydi. Halil böyle bir riski nasıl göze alabilirdi?

Serdar’ın sesi çatallaştı, neredeyse yalvarır gibiydi.

"Leyla daha çok küçük Halil onu geçtim Hakan, Yekta'da çok küçük. Yapılan plan tehlikeli eğer bir şey olursa bu sadece seni değil onlarıda mahveder!"

"Plan mükemmel Serdar..."

Serdar Halil'in gözündeki kararlılığı okuyabiliyordu.

"...SARS orada olacak; bana hiçbir şey olmayacak. Hem SARS bizi korur. Daha fazla üstüme gelmeyi bırak!"

Başını iki yana salladı Serdar. Halil'in gözlerindeki karanlık parıltı onu ürkütüyordu.

"Mesele para değil mi Halil?"

Halil’in yüzü bir an için taş kesildi.

"Giriştiğin onca iş para için! Meral'in baba..."

"Sakın Serdar, sakın. O adamdan sevabını bile almam ben!"

"Bende..."

"Hayır, ben aileme bakarım! Kimsenin yardımına ihtiyacım yok. Sakın bir daha bana bunun lafını yapma!"

Halil odadan hidetle çıktı. Serdar ise geride kaldığı uzun süre boyunca planı kurcaladı. Serdar'da başından beri planın içindeydi ama Halil gibi olaya bodoslama dalmamıştı. Çünkü yapılan plan tehlikeliydi. Bu yüzden sürekli olaya dahil olmasını engellemeye çalışıyordu. Ona bir şey olmasını istemiyordu.

Rusyadan gelen silah sevkiyatının içinde öncelikle bir kargaşa çıkarılacaktı. Mesele silahların eksik olması değildi içinde bulunan Rusya'daki örgüt merkezinin liderinin sağ kolunun -Viladimir'in- cesedininde içinde bulunacak olmasıydı. Bunu Rus örgütüne karışmış olan iki ajandan biri halledecekti. Halil ise tam bu anda devreye girecekti. Elindeki sahte ve Rusyada ki örgütün mührünün bulunduğu mektubu Samsun'daki lidere -Sergei'ye- götürecekti. Mektubun içinde Viladimir'in içlerinde bir ajan olduğunu örgütün içinde kötü şeyler döndüğünü, hayatlarının tehlikede olduğuna dair paragraflar yer alacaktı. SARS daha önce gönderilen mektuplardan gizli bir mesajlaşma yapıldığı bilgsine erişmiş ve şifreyi tamamen çözmüşrü. Mektuba bunu gizlemekten kaçınmayacaklardı. Halil örgüt lideriyle gizli bir buluşma ayarlayarak mektubu ona iletecekken SARS küçük bir ekiple onları basacak Halil Sergei'yi koruyup yavaş yavaş gözüne girmeyi başaracaktı. Asıl olaysa Viladimir'in ölümüyle silahları teslim alıp içerideki kargaşayı sona erdirmek için gemiye gelecek olan Sergei'yi tuzağa düşürüp SARS tarafıdan gönderilen özel ajanlar tarafından yakalanmasıydı. Görev ne kadar dile kolay gelse de Serdar'ın aklına yatmıyordu. Özellikle o mektup olayı...

🌌🌌🌌

"Planımız tıkır tıkır işliyor, iki hafta sonra buradan kurtulacağız. Yüklü miktardaki parayla İstanbul'a gideceğiz."

Meral bir şey diyemedi. İçinde bir huzursuzluk vardı, Halil’in sözleri ona güven vermiyordu. Bir şeylerin ters gideceğinden korkuyordu...

🌌🌌🌌

Halil'in mektubu ulaştırırken Sergei'nin gözüne girebilmesi için yalancı bir olay mahalli düzenlenmişti. Halil tam mektubu Sergei'ye uzatırken olanlar olmuş bulundukları mekan taranmaya başlamıştı. Halil çevik bir hareketle masayı devirip kendini Sergei'ye siper etmişti. Koluna saplanan kurşunu umursamadan ateş etmeye devam ediyordu. SARS planlarının başarıya ulaşmasıyla oradan çekilivermişti.

🌌🌌🌌

"Bana güveniyor bu çantayı ulaştırmamı da ondan istedi. Anlasanıza bana güvenip güvenemeyeceğini test ediyor!"

"Halil göze batıyorsun!" diye karşı çıktı Serdar yine de kimse onu dinlemedi. Hepsinin tek amacı örgütü çökertmekti... Saatler içinde çanta güvenle sahibine ulaşırken Sergei büyük bir zevkle ortaya çıktı. Güvenini boşa çıkarmadığına dair övgülerde bulundu.

"Bize senin gibi adamlar gerekiyor Halil!"

Halil gülümsedi, plandaki her şey yerli yerindeydi. SARS bu defa örgütün kökünü kazıyacaktı...

🌌🌌🌌

Limanı çevreleyen kör noktalardaki keskin nişancılar Sergei'nin gelmesini beklerken SARS operasyon için etrafa adamlarını plana uygun bir şekilde yerleştirmişti. Orada olmayan tek kişi Serdar'dı. Yapma demişti Halil'e ama bu onu daha çok göreve bağlanamsına neden olmuştu. Son olarak ben yokum Halil demişti. Hata yapıyorlardı, yine de kimse Serdar'ı dinlemiyordu.

Sergei'yle Halil silahları kontrole geliyorlarken gemide çok büyük bir kargaşa çıkmıştı. Gemideki taraflar silahlarını çekmiş birbirlerini suçlarlarken SARS etrafı daha çok kontrolleri altına alıyordu. Halil ise arabada hiç rahat değildi, ne kadar Serdar'a karşı gelse de planın risklerini biliyordu.

"Tüm dünya benimle uğraşsa da her zaman yedeklerde planım olur!"

Hadi ordan sikik herif diye içinden geçirdi Halil, birazdan tutuklanacaksın ve ruhun duymayacak.

"Planım olmasa bile yaşayan dellileleri yok etmekte üstüme yoktur. Barış bu şekilde sağlanır."

Halil onu pohpohlayan birkaç cümle söyledi. Araba limana giriş yaptığında dakikalar içinde geminin önünde durdu. Gemiye doğru yöneldiklerinde kulağındaki ses cihazından endişeli bir ses duyuldu.

"Geminin içindeki sesler kesildi!" dedi Marc.

"Kameralara ulaşamıyoruz!" dedi Stev!

Son söz, Andre'nin ağzından çıktı.

"Limana iniyoruz, Halil bir an önce oradan uzaklaş."

Sergei gemiye giderken Halil'e doğru gülümseyerek döndü. Gemideki adamlar aşağıya atlarlarken bir anda hepsi Halil'in etrafı sardı. Sergei tam ağzını açıp onu nasıl bu kadar saf bulabildiğine dair cümleler sıralayacaktı ki silah patlama sesleri etrafta yankılanmaya başladı ve etrafındaki adamlar bir bir düşerken Halil hemen tahta kutuların ardına gizlenerek SARS'taki adamlara doğru yönelmeye başladı. Halil oradan kaçarken geride kalan iki tarafta büyük bir yıkım elde etmişti. Sergei ölmüş, SARS başlarına aldıkları beladan habersiz bir şekilde zaferlerini kutluyordu.

O gün her iki taraf için yeni bir devir başladı...

🌌🌌🌌

Bir yerlerde kötü şeyler olurken acısını olaydan hiç haberleri olmayanlar yaşardı. Meral acısına dayanamayıp, "Halil!" diye bağrıyordu. Hakan, Leyla, Yekta annelerine sarılsa da fayda etmiyordu. Anneleri onları görmüyordu. Komşuları çocukları annesinden ayrımaya çalışıp, odalarına yolladı. Bir diğer evdeyse Serra'nın sessizce ağlayışları odada kayboluyordu. Serdar bunu onlara nasıl yapabilmişti? Oysa tanıdığı aşık olduğu Serdar, vatanına sıkı sıkıya bağlıydı. Aklı almıyordu, aklı hiçbir şeyi almıyordu. Serdar kan kardeşini mi öldürmüştü? Yapamaz dedi kendi kendine, Serdar böyle bir şey yapamaz! Kötü tarafa geçtiği söylenmişti, aklı almıyordu...

"Anne!" diye odaya daldı küçük kız!

Serra hemen gözyaşlarını silerek ona doğru döndü.

"Anne Meral anne bağrıyor!"

Küçük Lavin oldukça endişeliydi.

"Gidip bakalım anne! Yekta'yı merak ediyorum."

"Canım kızım, Meral annen üzgün..."

"Ama anne üzgünse yanında olmalıyız. Hem ben ona sarılırım, ağlamasın o!"

Serra başını iki yana salladı, gidemezlerdi.

"Gidemeyiz Lavin."

"Yine mi küçüklerin bilmemesi gereken şeyler oldu?"

Serra başını salladı.

"Yekta şimdi çok üzgündür, bende mi gidemem?"

"Gitmemen daha iyi olur."

"Ama Yekta bensiz çok üzülür, gideyim anne, nolur gideyim."

Serra daha fazla dayanamıyordu, çektiği acı ona çok fazlaydı. Dayanamıyordu. Meral'in yanına gidemeyecek olmasına dayanamıyordu. Evden çıkacak yüzü yokken nasıl gidebilirdi? Meral şu an iyi değildi ya Lavin'e bir şey yaparsa diye geçirdi içinden.

"Lavin beni daha fazla üzme lütfen kızım."

Küçük kız minik ellerini annesinin iki yanağına yasladı. Öpücükler bıraktı annesinin yüzüne.

"Sen üzülme anne, gitmem ben." dedi.

Serra kızını kucağına alıp yatağa uzandı. Lavin'in yanında olması Serdar'ın yanında olması demekti. Ona sımsıkı sarıldı ve dakikalar sonra uykuya dalıverdi. Lavin ise uyuyamıyordu. Aklı Yekta'sındaydı, üzülüyordur diye düşündü. Ben yanında olsaydım onu güldürürdüm. O an küçük kızın aklına bir şey geldi; Anesi uyumuştu, hemen gidip gelebilirdi. Hem annesi hem de Yekta üzülmemiş olurdu. Annesinden sıyrılarak aşağıya indi. Montunu giyinip kapıdan anahtarı alıp ayakkabılarının cırt cırtlarını kapattı. Kapıyı yavaşça çekip çıktı. Koşa koşa Yekta'ların evine gittiğinde zile bastığı sırada Serra uyanmış Lavin'i yanında bulamamıştı. Aklına direkt Meral'in evine gittiği geldi. Korkuyla yerinden doğrulup aşağıya indiği sırada kapıyı Lavin'e Ayşe açmıştı. Kadın ne olduğunu anlayamadan Lavin eve dalacakken annesinin sesini duydu.

"Lavin."

Yekta pencereden Lavin'in geldiğini görüp aşağıya çoktan ulaşmıştı.

"Lavin!" dedi o da... Kapıdan dışarıya çıkarak küçük kıza sımsıkı sarıldı.

"Yekta!"

Meral Yekta'nın ardında belirmişti. Sinirliydi. Serra'da çoktan yanlarına gelmişti. Meral'in gözleri Serra'yla kesişti.

"Yekta eve gir!" dedi Meral tüm öfkesiyle.

"Ama anne Lavin..."

"Eve gir dedim sana diye!" bağırdı Meral.

"Yapma Meral!" dedi Serra.

"Çocuk onlar!"

"Sen ne hakla karışıyorsun! Hangi yüzle kapıma geliyorsunuz siz?"

Serra söyleyecek laf bulamamıştı.

"Hepsi senin o adi kocan yüzünden oldu! Sen ne yüzle benim kapıma gelebilirsin!"

"Özür dilerim."

Başka bir şey diyemedi.

"Dileme! Kızını da al git!"

Lavin dolu dolu gözleriyle Meral annesine baktı. Onu ilk defa böyle görüyordu.

"Meral anne..." dedi Lavin.

"Anne..." diye mırıldandı Meral.

"Aile ha, biz bir aileydik!"

Yekta'yı kolundan tutup içeriye doğru çekerken kapıyı da ardından yüzlerine kapattı.

🌌🌌🌌

"Gözüm üzerinde Serdar Yılmaz."

Virnost örgütünün aldığı büyük yıkımın sonucunda örgüt merkezlerini değiştirerek gözlerini İstanbul'a dikmişti. En güvenilir adamlarından biri olan Valeriy Durgin, Sergei'nin oğluydu. Babasının intikamını almak için gelmişti. Almıştı da. Serdar Yılmaz, Halil Savaş'ı öldürmüştü. Yine de bu durum gözleri üzerinden çekmesine yetmemişti...

"İstediğin kadar üzerimde olsun Valeriy zamanla gözümün ne kadar kara olduğunu anlayacaksın."

Valeriy başını iki yana salladı.

"Tarık..." diye mırıldandı.

"Valeriy Durgin değil Tarık Sarper!"

Böylece SARS'ın uzun bir süre önüne geçemediği yeni bir dönem başladı...

🌌🌌🌌

Serra taşınabilecek eşyaların çoğunu kolilere doldurmuştu. Valizlere kızınında kendininde kıyafetlerini yerleştirmişti. Bir tek eli Serdar'ın kıyafetlerine gidemese de yanına birkaç tişörtünü almadan da edememişti. Halil öldüğünden beri Serdar ortada yoktu. Tüm gerçeği ondan öğrenmek istiyordu Serra, tüm bunları yediremiyordu Serdar'a. Gömleğinden birini aldı, kokusunu içine çekti.

"Nerdesin Serdar..." diye mırıldandı gözlerinden akan yaşlara engel olamadan.

SARS senin Halil'e gelecek yüklü parayı alarak diğer tarafa geçtiğini söylüyor... Halil'i senin öldürdüğünü söylüyorlar. Nasıl inanırlar buna? Senin can dostunu öldürdüğünü nasıl inanırlar? Ben senin vatanını ne kadar sevdiğini bilirken karşı tarafa geçtiğini nasıl söylerler? Ben senin parayla işinin olmadığını bilirken Halil'in parasını aldığına nasıl inanabilirim? Gelmen lazım Serdar, gelip bana tüm doğruları teker teker anlatman gerekiyor...

Serra Serdar'dan başkasına inanmazdı, kimsede ondan inanmasını bekleyemezdi. İsterse tüm dünya ona karşı çıksın o yine de Serdar'ın ağzından çıkanlara inanırdı...

🌌🌌🌌

Küçük Lavin evlerinin bahçesinin önündeki büyük taşın üzerine oturmuştu. Tamı tamına bir saattir üşümesine rağmen yerinden kalkmıyordu. Yekta'nın gelmesini bekliyordu. Yekta gelecek ve ellerini ısıtacaktı, onu bekliyordu. O günden sonra Yekta'ların evine yaklaşamamıştı. Dizlerini kendine doğru çekti. Gözü hâlâ Yekta'nın camındaydı. Onu görüp inmesini bekliyordu. Aşağıya inmeliydi çünkü bugün buradaki son günleriydi, Ankara'ya gidiyorlardı. Lavin'in Yekta'yı son görüşü olacaktı. En azından son bir kez daha onu görmek istiyordu. Serra kapıdan çıkıp kızının yanına geldi.

"Anneciğim üşüyorsun hadi eve geç artık."

Başını iki yana salladı küçük kız.

"Yekta gelene kadar gitmeyeceğim."

"Ama hasta olursun, hasta olursan Yekta çok üzülür!"

Küçük kız omuz silkti.

"Girmeyeceğim işte!"

Gözünü annesinden ters tarafa çevirdi. Yekta'nın camına dikti.

"Gelecek, Yekta gelecek. O benim üşümemi istemez!"

Serra'nın tüm çabalarına rağmen Lavin içeriye girmedi. Saatler geçti Yekta aşağıya inmedi ama Lavin yine de bekledi. Yeter ki geleceğini bilsin o hep Yekta'yı beklerdi. Dakikalar sonra kamyonet aracı evlerinin önüne geldi. Lavin'in gözleri anlık oraya kaysa da gelen dedesinin yanına gitmedi.

"Baba!" dedi Serra.

Dedesininde tüm çabasına rağmen içeriye girmedi Lavin. Orada öylece Yekta'yı bekledi. Sabahtan beri o taşın üzerinde Yekta'yı bekliyordu. Yekta ise Lavin'in orada olduğunu fark etse de annesi uyanık olduğu için inemiyordu. Lavin'in yanına varacağı anı bekliyordu. Arada perdenin ardından Lavin'e baksa da küçük kız onu göremiyordu. Çünkü doğrudan Yekta'nın odasına odaklanmıştı. Annesinin uyuduğunu gören Yekta sonunda evlerinden çıkabildi. Çıkar çıkmaz gözleri Lavin'le buluştu. Koşa koşa kızın yanına geldiğinde Lavin taştan aşağıya inerek Yekta'sına sımsıkı sarıldı. Yaşlar gözlerinden süzülmeye başladı.

"Biliyor musun gidecekmişiz?" dedi biricik Yekta'sına...

Gözlerinden yaşlar akıyordu, Yekta daha da sıkı sarıldı. Biliyordu, komşularından duymuştu. Günlerdir Lavin'in yanına geleceği anı bekliyordu.

"Üşüyor musun?" diye sordu.

Sorunun cevabı asla değişmezdi. Lavin'in minik elleri hep üşürdü. Oysa birkaç saat sonra ellerini ısıtacak kimsesi kalmayacaktı... Babası yoktu, şimdi Yekta'sı da olmayacaktı.

"Çok."

Yekta kızın küçücük ellerini tutup çift taraflı cebine yerleştirmişti. Elleri birbirleriyle o cepte buluşmuştu.

"Gitsen bile bulurum ben seni."

Küçük kız gözyaşlarını silerek Yekta'ya baktı.

Gözleirnin içi parlamaya başlarken, "Bulur musun?" dedi büyük bir umutla.

Yekta ne derse hepsini yapardı, Lavin'e yalan söylemezdi. Hem Yekta'ydı o, bulurdu küçük Lavin'i.

"Bulurum. Hem bulamazsam gökyüzüne bakarım Lavin. Eninde sonunda buluşmaz mı gözlerimiz?"

Gözleri ikisininde gökyüzüne kaydı. Gökyüzü değil miydi herkesin baktığı tek yer. O zaman buluşurdu gözleri. Hem hiçte ayrılmazdı.

"En sevdiğin arkadaşının ben olduğumu söyle! En çok beni sevdiğini söyle."

Yekta gülümsedi, küçük kızın şımarmasına izin verdi. Çünkü o tüm olan bitenleri büyükler konuşurken duymuştu. Lavin annesiyle Ankara'ya gidecekti, bir daha gelmeyecekti. Ankara çok mu uzaktı Ayvacığ'a?

"Benim senden daha çok sevdiğim başka bir arkadaşım olamaz çarşamba cadısı."

Lavin Yekta'ya sımsıkı sarıldı. Meral onları yukarıdaki camdan izlese de ses edemedi. Babasıyla kapıdan kolilerden çıkan Serra'nın gözü iki küçük çocuğa takıldı.

Tüm olan bitene rağmen birbirlerine sımsıkı sarılmayı bırakamayan bir tek onlar kalmıştı... Belki de çocuk olmak gerçekliği tüm çıplaklığıyla görüpte sevginin ağır basması demekti.

Loading...
0%