Yeni Üyelik
12.
Bölüm

Aynı Çatı Altında

@1benzen

İyileştirdiğinde gidenler, Hüzünle gelip yine çok sevilir mi?

3S 1M Murat!.

"Baba insanlar niye bu kadar benciller?"

01.08

Öylesine karşı karşıya kalmıştık. Gözleri gözlerime bakarken dudaklarından çıkan ilk cümle, "Ağladın mı sen?" olmuştu.

Başımı olumsuz anlamda sallasam da, yalanımı itiraf etmeden anlamıştı.

"Rimelin akmış."

Ne daha fazla bu konu üzerinde ne de burada durmak istiyordum. Aklım o kadar karmaşık, kalbim o kadar kırgındı ki bağırıp çağırmak istiyordum. Sadece kendimi düşünmek isterken, aklım görüntülerin içinde kayboluyordu. Ne zaman tamam oldu işte, kalktım desem yere çakılmam bu sözleri kendime hatırlatmaktan daha kısa sürüyordu. Sessiz kaldım, söyleyeceklerimi yuttum.

"Gidelim mi?" diye mırıldandım.

"Nereye?"

"Bilmem fark etmez, yeter ki gidelim."

Kötü bir şey olduğunu zaten anlamış ama daha fazla bu konu hakkında bir şey sormamıştı. Hoş zaten ağlamıştım kötü bir şey olmaması imkansızdı.

"Aç mısın?"

"Hıhı."

Aramızda oluşan bu uzun sessizlik yol boyunca devam etmiş ve biz yarım saatin sonunda orta halli bir restorana gelip Murat'ın yönlendirmesiyle ikinci kattaki, cam kenarının yanındaki masaya yerleşmiştik. Önümüze konulan mönüye baktıktan sonra gelen garsona istediklerimizi söyledik. Ben pesto soslu penne makarna ve yanına soslu tavuk söylerken o Murat ise özel soslu makarna yanına ızgara köfte almıştı. Bana mı uygun davranmak istemiş yoksa gerçekten yemek istediği için mi seçmişti anlayamamıştım! Buna kafa yormak istedim çünkü bazen saçma şeyleri düşünmekte düşünmemek demekti. Ve buna uzun bir süre daha başvuracak gibi duruyordum.

"Anlatmak ister misin?"

Zoraki bir şekilde gülümsedim. Anlatılabileceğim ne vardı ki? Ben bile böyle bir şeyi anlatmaya utanıyordum. "Anlatılabilecek bir şey yok ki." dedim aynı yüz ifadesiyle.

İki kolunu da masaya koyarak ellerini birleştirdi.

"Olmayan bir şey mi seni bu kadar çok üzen?"

Niye bu kadar zorluyordu ki? Anlatmak istemiyorsam ya umursamadığımdandı ya da kırıldığımdan. Kırıklarımın üstüne basmak onu ne kadar mutlu edebilirdi ki? Onun yerinde olsam sormazdım bile! Madem kırıklarıma basmak istiyordu basabilirdi. Amacı basmak değilse! Başka amacı olamazdı. Merhem olmak diyoruz biz ona Lavin! Murat benim yaralarıma bırak merhem olmayı dokunamazdı bile! Hoş çalışsa bile hangi birine dokunacaktı. Zaten ondan da bunu beklemek aptallık olurdu.

"En yakın arkadaşımla sevgilim birlikteymiş."

Donuk olan yüz ifadesi nasıl daha da donuklaşmıştı çözemesem de aklımdaki bir soruyu ona yöneltmiştim.

"Benim anlamadığım Tarık Sarper'in bunu nereden bildiği?"

Yüz ifadesi şekil değiştirmiş sanki hayatında ilk defa duyduğu şeye anlam çıkartmaya çalışıyordu ama yaptığı bu yüzündeki illüzyonlar hiçbir ifade vermiyordu. Bakan anlayabilirdi ya da bakan kör olabilirdi!

"Serdar Yılmaz'ın kızısın." dedi alelade bir şekilde. Zaten her şey o nokta da bağlanıyordu. Serdar Yılmaz'ın kızı olduğum için korunuyor, Serdar Yılmaz'ın kızı olduğum için acı çekiyor, Serdar Yılmaz'ın kızı olduğum için ölüyordum. Hoş Serdar Yılmazsa benim biyolojik babamdan başkası değildi. Aldatıldığımı bence Murat'ta biliyordu, dediğim gibi yüz ifadesi bir illüzyondan ibaretti. Zeki bir adamdı bunu bana gelip söyleyemezdi. Söylese de inanmazdım herhalde...

"Sen de mi biliyordun?"

Sorum oldukça netti. Bu sefer yüzünde şaşıran bir ifade yoktu. Onun varlığından dahi haberim olmazken onun benim hakkımda bildikleri sonsuzdu ve bu beni korkutuyordu. Belki de düşmanım olabilirdi ama ben onun hakkında hiçbir şey bilemiyor saldırıya mı geçsem savunma mı yapsam bilemiyordum.

"Evet."

"Niye bana söylemedin?"

Ona kızamazsın Lavin. Hesap sorabilirdim.

"Her karşılaştığımızda durum ortadaydı Lavin. Söyleyemezdim ki."

İlk karşılaştığımızda hem kendi başıma hem de onun başına bela açmış, ikincisinde ise günlerce uyumuştum. Murat'a kızamazdım ya da ne bileyim bir şey diyemezdim. Hesabımı sormuş ve cevabımı almıştım. Zaten beklediğim bir cevaptı. En azından güvenimi kazanmak için yalan söylememişti. Kim bilir belki de söylemiştir?

Garson masaya tabakları getirip koyarken başka bir garson ise araya mezeleri getirdi.

"Peki bundan sonrası için ne yapmayı düşünüyorsun?"

Makarnamdan bir çatal alıp ağzıma attım. Tadı gerçekten de güzeldi. Fesleğenin buram buram tadı dudaklarıma çalınırken kayıtsız kalamıyordum! Bu gerçekten de lezizdi...

"Bilmem. Bunun tadı baya iyi." dedim başımı sallarken. Acaba hangi kuruyemişi koymuşlardı, kaju gayet güzel olabilirdi. Acaba Murat Sarper'e sorsam tarifini alabilir miydi? Gerçekten çok lezizdi çünkü. Az bile söylemiştim, gerçekten bu makarnanın lezzetini abartmam gerekiyordu. Hatta Murat'ın tabağındakilere başlaması için ısrar bile edebilirdim. Ettim de.

"Lavin..."

"Hadi sende yesene böyle dışarıdan çok obur biri gibi duruyorum. Hem baksana bunun tadı baya iyi, nereden keşfettin burayı? Eminim seninki de çok güzeldir."

Aferin Lavin böyle devam.

"Lavin eğer sende istersen yani tabii karışamam ama benimle yaşayabilirsin. Hem orada seni gözetlememiz çok zor, yani korunursun. Hem bina sakinleri..."

Murat kelimeleri çorba yapma konusunda beni de geçmişti. Hatta baya baya bu konuda ustalaşmıştı. Konuşmasını yarıda kesip onu bu zorluktan kurtardım.

"Olur."

İnanmayan gözleri gözlerimi buldu. İki dudak kenarı da yukarıya doğru kıvrıldı. En azından neyi yapıp neyi yapmayacağımı biliyordum. Ona güvenmeyecektim! Onun yanında kalmasam bile zaten sürekli görüşecektik. En azından evindeyken ne yaptığından haberim olurdu. Hem en azından konuşabileceğim biri olurdu. Bir suçluyla mı savcım? Bir muhbirile! Onu gözetleyebilirdim. Hem SARS’tan öğrendiği bilgilerden de geri kalmamam gerekiyordu. Ne kadar ona iki can borcum olsa da yeri geldiğinde onu satacağımı biliyordum. Bana kalırsa o da biliyordu. O zaman neden bir savcıyı evine alıyordu? İçimdeki bir ses bunu yakın bir zamanda öğreneceğimi söylüyordu.

"Olur?"

Kirpiklerimi kırpınca dudak kenarları daha da çok yukarıya çıktı. Belki de görülmesi en güzel olan yer gözleriydi. Gözlerinin içi güneş gibi parlıyordu. Ondan belki de 3S 1M lakabını alıp sadece 1M lakabını bırakmalıydım. Gardını sürekli indiriyorsun. Gardımı indirmezsem hiçbir şey öğrenemem.

"Ee hadi yesene, bak benimki bitti bile."

Yemeklerimizi yerken buradan çıkıp direkt Murat'ın evine gitmeye karar vermiştik. Hem kendi evime şu an gitmemem daha iyi olurdu. Muhtemelen Burak şu an benim evime gelmiş beni bekliyordu. Onunla yüzleşmek istemiyordum, görmüştüm göreceğimi. Söyleyeveği hiçbir şey bunu değiştirrmezdi. Bu raddeden sonra onu affedemezdim.

Murat’ın haklı olduğu bir durum daha vardı. Beni kendi evimdeyken korumaları daha zor olurdu. Mahallemizin etrafı kapalı diyebileceğim bir şekilde çevrelenmiş, kör uçları fazlaydı. Deniz ile bu konuyu da konuştuğumuzda, Burak’a daha fazla yalan söylemeyeceğimi belirtmiştim. Ben Burak’a yalan söylemek istemeyip canımı tehlikeye atarken belki de o çok sevdiği Elif’iyle gününü gün ediyordu! Hayat bir kez daha bana bir taraflarıyla gülümsüyordu.

Çaylarımız da önümüze gelmişken, "Şekerli mi şekersiz mi?" diye sormuştum.

"Şekersiz." diye yanıtlamıştı eğer şekerli isteseydi şekerini ben atacaktım. Şekerin düşüş sesi ve batış şekli çok hoşuma gidiyordu.

"Eşyalarımı ne zaman alırız?"

"Şimdi gidebiliriz istersen."

Gitmek istemiyordum, Burak'tan dolayı. Korktuğumdan değil gerçekten yüzünü bile görmeye tahammülüm yoktu. Zaten Murat’la ona görünmek istemezdim. Bu yüzden kendime bir tarih zırvaladım.

"Çarşamba öğleye doğru daha iyi olur."

"Bana uyar."

Sana uymak zorunda değil zaten büyük ihtimalle de uymayacak Murat... Tam çayından bir yudum alacakken telefonu çalmış ve telefonunu açmıştı.

"Efendim... Ne demek sıkıntı çıkmış... Deniz yok mu... Hayır, ben sizi kaç kez uyardım kontrol edin diye... Bu konuyu gelince görüşeceğiz... Hayır diyorum Aktan hecelemem mi gerekiyor ha-yır... Tamam kapat geliyorum... Aktan hâlâ konuşuyorsun kapat kapat geliyorum..."

Murat telefonu kendisi kapatmış kapatırken telefonunu da eziyet etmişti.

"Ne olmuş?"

"Projeleri karıştırmışlar."

🌌🌌

Murat'ın şirketine girmiş bulunmaktaydık. Burası iki katlı geniş bir ofisi amdırıyordu. Murat ve Deniz'in odası üst katta bulunuyordu. Üst katgan aşağıya bakılınca çalışanlar net bir şekilde ne yaptığı gözlemlenebiliyordu. Koridorları uzun balkon misaliydi. Murat beni Hale diye seslendiği bir çalışanla yukarıya -odasına- doğru göndermişti. Haleyse bana bir şey isteyip istemediğimi sorunca olumsuz bir cevap almış ve beni odada tek başıma bırakmıştı. Gösterişten uzak sportifllikle klasiğin karışımı bu oda size o kadar fazla alan tanıyordu ki; boydan boya camla çevrili odasına girer girmez sizi masası karşılıyordu, arkasında deri koltuğu andıran sandalyesi, önünde aynı siyahlıkta karşılıklı ve tekli iki deri koltuk vardı. İki koltuğun arasına camdan bir sehpa yerleştirilmişti. Cam ya da pencereler odayı L şeklinde kaplarken masasının bulunduğu cam tarafı değil de öbür tarafta deri bir oturma grubu vardı. O kadar oturulacak yerin arasında kendime bir yer bulamayıp kendimi Murat'ın rahat sandalyesine bırakmıştım. Benim koltuğumdan daha rahat hissettiriyordu ve sanırsam bu koltuğa göz koymuştum. Acaba alıp kendi odama götürsem ne yapabilirdi? Yuh Lavin! İnşallah Murat ya da başka biri üzerine oturunca sandalye kırılmazdı. Senden başka kimse oturamazdı emin ol! Kem gözlü olduğunu sonunda kabul ettin Lavin. Kem gözlü falan değildim sadece arada sırada birazcık nazarım değiyordu o kadar yani. Birkaç dakika daha koltuğun ne kadar rahat olduğunu düşündükten sonra sıkılmıştım ve yaptığımdan utanarak Murat'ın çekmecesini karıştırmaya başlamıştım. Ne yapsaydım tek başıma çok sıkılıyordum. Hem elim ayağım boş durunca yoruluyordu. Gayet de kendimi haklı bularak gönül rahatlığıyla ilk çekmecesine baktım. Burada birçok anlayamadığım cetvel çeşidi vardı. Garip şekilli olanlarda vardı. Hepsini teker teker çıkarmış ve incelemiştim ama genel olarak hepsi birbirinin aynısı kimisi büyüğü kimisi küçüğüydü. Güzelce cetvelleri yerine yerleştirip alt rafı açmamla gözlerim parladı. Abur cubur muydu o? Bu adam gerçekten midesini sevindiriyordu. Tok olmama rağmen bir tane çikolata aldım. Zaten fark etmezdi. Hem göz hakkı diye bir şey de vardı. Canım çekmişti ne yapsaydım. Söylerdim ben ona, bir çikolatanın lafını yapacak değildi ya!? Bir alt çekmeceye geldiğimde kilitli olduğunu fark etsem de merakıma yenik düşmüş açmak için diğer çekmecelerde anahtar araştırması yapmıştım. Dizilerde genelde o anahtar bir yerden çıksa da talih bana gülmemiş anahtar sanki yer yarılmıştı da içine girmişti. Çikolatamın son ısırığını almışken aklıma anahtara gerek olmadığı gelmişti. Çikolata kabını masanın altındaki çöpe attıktan sonra kafamdaki tel tokalardan birini zar zor çıkartmıştım. Tek elim vardı ya. Allah'ım n'olur sol elim bir an önce iyileşsindi. Tel tokayı masaya koyup sağ elimle ucunu bükmüştüm. Çekmecenin anahtar kısmına tel tokayı soktuktan sonra biraz uğraşmış ve sonunda çekmece kilidinden kurtulmuştum. Tel tokayı masaya bıraktığımda çekmeceyi açmıştım. Çekmecede bir silah vardı. Altındaysa bir fotoğraf. Suçlu olduğunu zaten biliyorduk Lavin. O günde görmüştüm elinde silahı vardı ama muhbirdi, onu savcılık iç güdümle adalete teslim etmek istesem de içeriye girme olasılığı sıfırdı. Hem gözle görebileceğim bir hatasını yakalamamıştım. Yargısız infaz olurdu bu! Silah tüylerimi ürpertse de gözlerim ters duran fotoğrafa gitmişti. Bakmasak mı Lavin adamın özeli sonuçta? Ama o benim tüm özelimi biliyordu. Büyüklüğün bende kalmaması gereken noktadaydık. Silahı kenara doğru itip aşağıdan fotoğrafı çektim ve kendime doğru çevirdiğimde büyük bir şok yaşamıştım. Serdar Yılmaz ve Lavin Yılmaz'ın yıllar öncesine ait fotoğrafı elimden yere düşmüştü. Bu fotoğrafın burada ne işi vardı? Sandalyeden kalkarak yere düşen fotoğrafı alıp ayağa kalktım. Babamla ben eski evimizin bahçesindeydik. Kiraz ağacımızı suluyorduk daha doğrusu ben babamı ıslatıyordum. Çünkü kiraz ağacının altında Yekta ile benim anı kutumuz vardı. Ağacı sularsak o ıslanacaktı. Bense babamı sulamayı tercih etmişken annem bu fotoğrafı ölümsüzleştirmişti. Güzel günlerdi. Geçmiş geçmişte kalmalıydı. Hepsi geçmiş, hepsi bitmişti. Daha doğrusu öyle olması gerekiyordu ama geçmiyordu. Geçmiyordu baba, geçmiyordu anne.

Fotoğrafa doğru, "Baba kızın çok üzgün." diye mırıldanırken gözlerimden bir damla yaş düştü.

"Baba insanlar niye bu kadar benciller?" diye sorarken bir damla daha yere düştü.

"Baba kiraz ağacı kurumuş mudur? Kurumasın ben kutuyu başka bir yere de gömerim, kurumasın baba."

Ve bir damla daha, fotoğrafı tutan elimle gözümden akan yaşları silmiştim.

"Seni asla affetmeyeceğim, asla."

İçimdeki bu öfke ne zaman dinerdi? Ağlıyor, sızlıyordum; sızılıyordu. Yorgunluk hiç bu kadar üstüme çullanmamıştı. Fotoğrafı tekrardan çekmecesine koymuş ve sertçe kapatmıştım. Lanet olsun, kilitli bölmenin kilidini de mahvetmiştim. Murat zengindi tamir ettirirdi. Sandalyeye tekrar oturmuş ve çok işe yarayan sağ kolumu masaya koymuş başımı ise üzerine yerleştirmiştim.

Dünya güzel bir yer değil diye içimden geçirirken kendimi zorla uykuya hapsetmiştim.

🌌🌌

Kaşıntı ve hapşırma isteği... Elimle burnuma değen şeyi ittirmiştim ama ısrarla o şey burnuma değiyordu.

"Ya kızım uyansana akşam oldu bu ne böyle ya!"

Bu ses Deniz'in olmakla birlikte kafamı hızlıca koyduğum yerden kaldırmış ve büyük bir sevinçle, "Deniz!" demiştim.

Deniz'in elindeki arkası siyah tüylü kalemi görmüş ve, "Ama bu yapılır mı?" diye ona isyan etmiştim. O ise sadece gülmüştü.

"Murat'ın işi birazdan bitecek bende seni uyandırmaya geldim."

"3S Murat'ın mı?"

Ne diyorduk biz? Hani 3S Murat'ı lugatımızdan silmiştik?

"Kaç S Murat?"

Al işte başına bela açmakta benden daha ustası yoktu. Sahi ya ben bu düşük çeneyle SARS'a nasıl girmiştim? Sen bu düşük çeneyle ifşa oldun Lavin...

"Üç."

Gülümsedi.

"Tahmin etme hakkımı kullanabilir miyim?"

Hemen bulabilirdi. Sessiz, soğuk, somurtkan.

"Et bakalım."

"Birincisi kesinlikle somurtkan olurdu."

Gülümseyerek başımı sallamıştım. Bir süre sonra somurtmak yüz şekli olmuştu.

"Hımm, soğuk ya da soğuk nevale?"

"Hıhı." diye onaylamıştım gülüşüm büyürken.

"Hımm, başka ne olabilir. Sakin uymaz, mizacında yok bir kere. Hah buldum, sessiz! Tabii ya sessiz."

Başımla onu onaylayınca Deniz'in zekasını sesli bir şekilde tebrik etmiş oysa teveccühünüz efendim diyerek beni güldürmüştü.

"1M'si var bir de. Ama 3S'nin yanlış olduğuna karar verdim."

Her şeyi itiraf etmiyorduk Lavin! Çenem düşük benim ne yapayım?

"Manyak o zaman, tam da uyuyor ona."

Başımı hayır anlamında sallarken, "Cık." demiştim.

"Mert belki?"

"Cık."

"Meraklı hiç olmaz. Manyaktır o ya bir daha düşün."

"Cık."

Deniz'in kaşları çatılmış, aklının sınırlarını zorluyordu. Bu kadar zor olamaz!

"Ne?" diye sormuştu en sonunda.

Seçtiğim kelimeyle içimden böbürlenirken Deniz'e gururla, "Merhametli." demiştim. Denizse kahkahalara boğulmuş 3S 1 M lakabı için beni tebrik etmişti. Bende ona aynı reveransla teveccühünüz efendim demiştim.

Lavin kilit. Ahh tabii kilit!

"Deniz senden bir şey istesem?"

"Tabii."

"Şey ben bir şeyi kırdım."

Deniz gülen bir suratla odaya göz atmaya koyulmuş, kendisi çözmeye çalışıyordu.

"Eee her şey yerli yerinde, yapıştırdığını söyleme sakın."

"Yok yapıştırılacak bir şey değil. Ama Murat'a söyleme yani onun haberi olmasın." Söylemesine ben de söylerdim, o fotoğraf karşıma çıkmasaydı! Babamla alakalı her şey onu da tetikliyordu.

"Neyi kırmış olabilirsin ki?" demişti çekinceyle.

"Şey ben kilidi kırmış olabilirim."

"Yok canım," demiş ve sandalyenin arkasından dolanmıştı "nasıl başardın bunu?"

Masadaki tel tokayı elime almış ve açığa çıkartarak, "Tel toka." demiştim.

Yerden bana şaşkın gözlerle bakan Deniz daha sonra çekmeceye tekrardan bakmıştı.

"Tek kolunla, ah doğru sen ewa..."

"Şşt."

"Ayh tamam ben bunu onun haberi olmadan hallederim sen merak etme!"

Ona dostça bir gülümseme sunmuştum.

"Teşekkürler Deniz."

Deniz yerinden kalkmış karşımdaki deri koltuklardan birine geçerken kendimi PATRON gibi hissediyordum.

"Murat'ın evine geçmeye karar vermişsin!"

"Sizin camiada haberler ne kadar da hızlı yayılıyor!"

"Bizde öyle!" dedi kaşları kalkık gururlu bir edayla. Sözünü tamamlarken Murat içeriye girmiş, gözleri doğrudan benimle buluşmuş ve gülümsemişti.

"Buyurun?" deyince Murat başta donakalsa da Deniz ile benim kahkahamı duyunca dudak kenarları kıvrılmıştı.

"Gülmeyin ben ciddiyim."

Kendimi ciddileştirmeye çalışıyordum. Deniz gülerek başını sallasa da Murat rolüme devam etmemi başıyla buyur der gibi belirtmişti.

"Evet Murat Bey sizi dinliyorum. Sorunu haletiniz mi?"

Murat boğazını temizlerken, "Evet Lavin Hanım çıkalım mı?" diye sormuştu.

"Üzgünüm Deniz Bey çok yoruldum artık başka bir gün gelirsiniz." deyip yerimden kalkmış ve deri koltukların ortasına koyduğum çantamı almıştım.

"Geleceğiniz günü saatiyle birlikte sekreterime bildirirsiniz!"

"Vay vay öyle olsun Lali Hanım, sattınız beni."

"Senin beni satmayacağına inanıyorum." derken ona göz kırpmış ve Murat'a doğru yöneldiğimde Deniz'in kahkahası hepimizin yüzüne yansımıştı. Adamakıllı onunla vedalaştıktan sonra Murat ile arabaya girmiştik. Uzun zaman sonra radyoyu açmış ve eski bir şarkıya rastlamış şarkının sesini açmıştım.

Sezen Aksu~ Manifesto

Murat'ın gözleri benimle buluşsa da kısa bir süre sonra yola odaklanmıştı. Bense onun başına başka bir bela daha açmıştım, Lavin sesi... Utanmam gereken bir noktadaydım ama gayet de eğleniyordum. Belli ki rahatsız olmamış hatta ve hatta eliyle de direksiyonda ritim tutuyordu.

"Aaahaaa ooooof. Lol hadi kop gel parti parti. Lol dize getir aşk kalbi kalbi. Lol hadi bu neyin harbi harbi. Yaşasın hayat budur MANİFESTOOO!"

Murat'ın kulakları kan ağlarken şarkı biraz sonra bitmiş ve yerine slow bir şarkı başlamıştı.

Pera~ Vazgeçtim

Tam o duygusal moda girecekken Murat bu şarkıyı dinlememe izin vermemişti. Söylememden korkmadığı aşikardı. Ya bugünkü olanları düşünmemi istememiş ya da onun için özel bir anısı vardı. Söylemek istediğim ne varsa yutmuş dışarıyı izlemeye koyulmuş bir yandan da Murat'ı dikiz aynasından izliyordum. Ne yani dikiz aynası şoförü dikizlemek için yapılmamış mıydı? Bende amacına uygun olsun bir işe yarasın diye öylece bakıyordum. Daha sonra yorun gözlerimi cama çevirmiş ve yine yavaş yavaş uykuya dalmıştım. Yeni yeni yüzleştiğim bu özelliğimden nefret etmeye başlamıştım.

🌌

Soğuk diye tanımlayabilirdim, hava soğuktu ama bulunduğum yer sıcaktı. Sahi ya neredeydim ben? En son arabada dışarıyı dikizliyordum. Gözlerimi hafifçe araladığımda kendimi onun kollarında bulmuş ama ses çıkartamamış birkaç gündür yaptığım gibi kendimi uykunun kollarına geri bırakmıştım.

🌌

Gözlerimi yavaş yavaş aralamış ve bu eve her gelişimi hatırlayamadığımı fark etmiştim. Yine ve yine bu yatakta uyanmış yerimden yavaşça kalkmıştım. Duvardaki saat 22.30'u gösteriyordu. Uyumaktan sıkılmıştım! Normalde beş altı saat ancak uyuyabiliyorken şimdi ne zaman gözlerimi kapatsam uyuyabiliyordum. Kapıdan dışarıya çıkmış Murat'ın ışığının kapalı olduğunu görmüştüm. Doğruyu söylemek gerekirse üzülmüştüm. Kafamın içiyle baş başa kalmak istemiyordum. Hayır, odasına gitmedim. Aşağıya doğru yönelip mutfağa gitmiştim. Rastgele dolapları karıştırmaya başladım. Hem dolapta neler olduğunu merak ediyor hem de eve adapte olmamı sağlıyordum. Dolapların birinin rafında sıcak çikolata bulunca onu hemen kapmış ve sevinçle buzdolabını açmıştım. Sütü bulmuş ve bir süre sonra sıcak çikolatamı alıp salona geçmişken salonun camekanlı balkonunda onu görmüştüm. Odasının ışığının kapalı olmasının sebebi uyuyor olması değildi. Salondaki balkona açılan kapıyı açtığımda Murat ile göz göze gelmiştik.

"Uyandın mı?"

"Hıhı, gelebilir miyim?"

"Tabii."

İçeriye girince Murat'ın elindekini içki olduğunu ama hangi tür olduğunu anlayamamıştım. Zaten içkiyle aram sıfır denebilirdi. Üçlü koltuğun diğer köşesine de ben geçip kupamı masaya bırakmıştım. Ya zevkten ya da dertten içilir derdi üniversitedeki bir arkadaşım. Zevkten içtiğini zannetmiyordum.

"Dertten mi?" diye sormuştum.

Gülümseyerek başını salladı. Aslında somurtkan birisi de değildi, sadece her şeye gülemiyordu. Bense hayatı hep gülerek sindirirdim oysa benim tam zıddımdı! Hayatı kendine yediremiyor gibiydi. Aklım insanlar hakkında hep bir çıkarım yapardı, hayatım boyunca bu hep böyle olmuştu. Yüzlerine söyleyemez içimde tutardım. İçimdekileri kussam bile hiçbir şey değişmezdi. Ama Murat farklıydı. Bilmiyorum, çıkarımım sadece bundan ibaretti. Üzgün, kızgın ve kırgınlık yatıyordu gözlerinde. Aynı bakış Deniz'de yoktu, aynı kırgınlık Deniz'de yoktu. Gözleri üzerimde gezindi, tıpkı benim ona yaptığım gibi. Aklında ne tartıyordu anlayamıyordum! Bir şey söylemek istiyor ama nasıl cümle kuracağını bilemiyor gibiydi. Dramatikleştirme savcı! Sıcak çikolatamı elime alıp sıcaklığını hissederek içmeye başladım.

"Çok güçlüsün; korkusuz, mutlu, ayakları yere sağlam basan birisin. Gerçekten

etkileyici."

Biri bu adama arada içki vermeliydi. O da herkes gibi dışarıdan görüneni görüyordu. Murat'ı öven sesim bana benim ne kadar güçsüz olduğumu fısıldıyordu.

"Teşekkürler!"

Eski Lavin olsa itiraz ederdi, şimdiyse sadece soğuktu. İçeceğinden bir yudum aldı.

"Olan hiçbir şeye isyan etmeyi bırak ağlamadın, tek başına güçlü bir kale gibi durdun."

"Senin aksine ben ağlamanın güçlülerin işi olduğunu düşüyorum" diye itirafta bulundum. Ağlayamıyordum çünkü ağlamaktan bile korkuyordum. Korkağın tekiydim çünkü tozlu raflara gizlediğim anılarımın esiriydim ne onları atabiliyor ne de onlara kucak açıp sarılabiliyor, affedebiliyordum. Geçmişe hapis olan basit bir insandım. İçkisinden bir yudum alıca bende sıcak çikolatamdan bir yudum aldım.

"Geçmişe sıkışıp kalan korkağın tekiyim!" dedim acımasızca ama artık bu benim canımı dahi yakmıyordu. Bağımlılık gibiydi!

"Korkaklığının geçmişle hiçbir alakası yok Lavin. Eğer geçmişi ortaya dökeceksen inan ki ben senden daha borçlu çıkarım."

Neydi bu, arınma gecesi mi? Arınacaksak güzel, pekala bende arınabilirdim! Geç kalmıştım zaten.

"Murat..." diye mırıldandım zar zor. Geçmiş hakkında bana bilgi verebilecek tek insan tam da karşımdaydı. Artık ölen insanların dirilmesini giden insanların dönmesini bekleyemezdim...

"...bana biraz babamdan bahsedebilir misin?"


Loading...
0%