Yeni Üyelik
74.
Bölüm

Bir Zehirdi Aşk Tüm Damarlarda Dolaşan

@1benzen

Işıltılı bir gece gibi geldin bana

Ay tepemde, yıldızım sen

ChatGtp'nin bize çizdiği Lavin ve Murat resmini yukarıya iliştirdim, yana çevirip bölüm müziğimizi açabilirsiniz.

02.02

Geçmişte asılmış ve duvarda çürümeye mahkum edilmiş bir aile tablosu gibiydik... Anne baba ve küçük kızları! Annem hep genç olarak kaldı, babam da... Bense büyüdüm...

~5 gün sonra

"Akif!" dedi güçlü bir ses. Neden bu

kadar yüksek konuşuyordu ki sanki beynimin içindeymiş gibi? Hayır yani arasa Akif duymayacak mı? Duyacak hatta ve hatta Akif onun telefonunu duymak zorunda tıpkı benim Engin'in telefonunu duymak zorunda olduğum gibi!

"Akif!"

"Ne Akif'i ya?" dedim homurdanarak!

"Akif ne ya?" dedim bu seferde yüksek bir sesle! Güçlü adımlar kulağıma ulaştığında kapı açıldı!

Sarper saçı şampuanlı ve belinde bir havluyla çıplak bir şekilde odaya geldi!

"Hayır yani, insan sevgilisini Akif diye bağırarak mı uyandırır?"

Murat'ın cevabıysa sadece gülmek oldu! Aşk olsun ona da, insan bir cevap verirdi .

"Hem saat kaç?"

"Altı oldu."

"Bak saat altıymış işte, hava daha yeni aydınlanmış! Kargalar kahvaltısını etmemiş! Ama yok Murat bey gülsün!"

Kafamı geri yastığa koyarak ona arkamı döndüm. Tekrardan uyumaya hazırlanıyordum. Otuz dakika uykumdan çalmıştı; yazıktı, günahtı bana!

"Geldim abi!" dedi Akif! Gel Akif gel, bir sen eksiksin zaten! Uykumu da mahvettiler zaten!

"Bir gariplik var mı?" diye sordu Murat. Akif'in suratını merak ettiğimden hafifçe ona doğru döndüm. İçimden bir yer Akif’in içinden güldüğünü söylüyordu.

"Yok gibi abi!" dedi Akif korkarak! Murat öldürecek gibi bakmasaydı çocuk korkarak geri teklemezdi.

"Var mı abi?"

"Sence Akif, sence!"

Akif kafasını kaldırınca istemsizce Murat'ı süzdüğünde sessizce gülümsedim. Kahkaha atmak istiyordum!

"Abi bu halin ne?"

"Denize atlarım birazdan Akif!" dedi saçma bir şekilde.

"Aman abi sakın yapma, geçen bizim baldız girdi hastala..."

"Akif, zevkimden böyle gezmiyorum! Su kesildi! Git bak bi!"

"Tabi abi!" deyince Akif kendimi tutamayıp gülmeye başladım. Bakışları bana çevrilince Akif'in başından sular boşalsa da, "Günaydın Lavin Hanım!" dedi.

"Günaydın Akif!" dedim. Biraz daha dursa pek günü ayacak gibi durmuyordu!

"Hadi Akif, hadi!"

Tekrardan yatağa kendimi bıraktığımda Akif odadan çıkmış ve yavaşça kapıyı kapatmıştı! Sarper'in de ne hâli varsa görsün yani! Süt banyosunu yapamamış paşamız! Neyse Lavin, bişiy yok! Bişiy yok, bişiy yok!

Yatağımın bir kısmı çökünce benim dağ ayısının yatağa oturduğunu fark ettim! Dağ ayısı deme çarpılırsın! Tamam biseps trisepsleri olabilirdi! Benimde olmalıydı! Ne eksiğim vardı ki ondan! Bende yapacaktım!

Islak saçları alnıma değerken yanağıma kocaman bir öpücük bıraktı.

"Özür dilerim sevgilim." dedi. Eee bir zahmet! Sonra kollarını belime sardı. Bisepsler trisepsler gidin aklımdan!

"Bağırarak uyandırmak istemezdim!"

Tamam affedilebilir bir sebepti, bende banyoda kalsam evi inletirdim ama Murat diye inletirdim!

Ellerim ıslak ve şampuanlı saçlarına gitti.

"Sevgilim sence de çok ıslak değil misin?"

Dudağının tek tarafı kıvrıldı. Öyleysem ne var diyordu bakışlarıyla. Saçının sallayarak su damlalarını yüzüme sıçratınca ismini uzatarak söyledim.

Ellerimle yüzümü kapatırken, "Muraaat! N’apıyorsun ya, şampuanlı şampuanlı!" diye söylendim.

"Seni de ıslatıyorum!" dedi sanki çok ekstrem bir şey yapmazmış gibi!

"Hmm ama şampuanlandım dersen orası ayrı!" dedi tek gözünü kırparken!

"Neresi ayrı?"

"Yıkanabiliriz!" dedi gülümsemesi artarken!

Ellerimi iyice yüzümde çektim ve şampuanlarını göğsüne sildim! Öff gerçekten de şişirmişti! Sertti! İstemsizce bir daha dokunduğumda bu kez de anatomisini inceliyordum.

"Sevgilim... Suyun gelmiştir! Hadii, hadii banyoya!" dedim tatlı bir ses tonuyla. Biraz daha kalırsa Beyza’dan aşina olduğum rectus kasına ellerimi sürmeden yapamayacaktım. Allah’tan o kalmamış, yanağıma bir öpücük kondurarak yataktan kalkmış, banyo yolunu tutmuştu.

"Yarım saate çıkalım!" dedi.

"Ama ben seninle gelmiyorum!" dedim.

"Unuttun mu benim de arabam var!"

Cevap vermedi, banyoya tekrar girdiğinde suyu da gelmiş olmalıydı ki duşuna devam edebildi! Zorlukla yatağımdan kalkarak odama geçtim! İçime düz balon kol beyaz gömlek giyerken üzerine siyah düz kısa jileyi giymiş altınaysa ince siyah kilotlu çorap giyip altınaysa siyah stiletto giymiştim! Saçımı aceleyle yukarıdan at kuyruğu yapıp toplamıştım. Eyelineri düzgün bir şekilde çekip rimeli de sürdükten sonra kırmızı rujumu sürmüş ve çantamı da alıp aşağıya inmiştim.

"Murat?" diye seslenmiştim 35 dakika olmuştu ama o beş dakika da kabulüydü bence! Benim bırakıp gidebileceğini zannetmiyordum.

"Mutfaktayım!"

Mutfağa girdiğimde birkaç saklama kabıyla uğraşıyordu ki -ayak seslerimden dolayı anladı sanırım- bana doğru döndü ve kalakaldı!

"Nereye?" diye sorduğundaysa istemsizce gülümsemiştim. Oysa elindeki saklama kaplarını iki ayrı poşete koyuyordu.

"Adliyeye!"

"Adliye için fazla güzel değil misin?"

Murat beni kıskanmış olabilir miydi? Arttırıyorum bence şu an benim adliyeye bu kıyafetle gitmemi istemiyordu.

"Yani tabii olabilirsin! Sadece..." dedi ve sustu.

"Sadece?" diye sordum ayaklarım ona ulaşırken.

"Sadece çok değişik olmuşsun?"

"Beğenmedin mi?" diye sordum. Elindeki işi bitirdi ve bana doğru tamamen döndü.

"Hayır, yani evet! Beğendim..."

Gülümsedi ve sıkıntılı bir şekilde ensesini kaşıdı. Üzerine giydiği beyaz gömlek kaslarının kasılmasıyla vücuduna daha çok yapışıyordu. Altına klasik geniş paça laci kotlarından birini giymişti. Bu halde kimseye ama kimseye gülmemeliydi!

"Beğendin?"

"Çok güzel olmuşsun!" dedi.

"Yani bilmiyorum, kimse görmese bile kıskanıyorum galiba!"

Dürüst olmayı seçtiğinde gülümsemiştim. Ben onun yerinde olsam seni mi kıskanacağım bile diyebilirdim. Murat içimdeki inkar eden kısma nasıl kabul edilip cevap verilebileceğini öğretiyordu.

"Nasıl bir..." ellerimi boyuna doğru koyarken, "kıskançlık?" demiştim.

Gülümserken elini belime sardı.

"Hani böyle özeniyorsun ya tüm özenini mahvedesim geliyor." dedi tek gamzesi huzuruma serilirken.

Tek gamzesini huzuruma sererken mahvetmesine ne diyebilirdim ki? Ancak meşale tutabilirdim.

"Kelimelerini açman gerekiyor sevgilim!"

"Kelimelerle açamam." dedi... Anlamış ama anlayamamıştım. Belki de o da beni anlamamıştı, o yüzden kelimemi tekrarladım.

"Aç o zaman!"

Kendimden emin bakışlarım onunda gözlerinin aşağıya kaymasıyla dudaklarıyla buluştu. Dudağının ucu kıvırılırken o mu ilk adımı attı yoksa ben mi bilemesem de dudaklarımız birbirilerine ulaştı. Dudaklarıma dudaklarını koklatır gibi öperek geriye doğru çekildi. Dudakları rujumun rengine bulandı. Nasıl bir mahvediş onu anlayamamıştım!

"Böyle bir mahvediş!" demişti, işaret parmağıyla dudağımın kenarlarına yayılmış ruju temizlerken.

"Hep kırmızı ruj sürme isteğimi arttırıyorsun!"

"Hmm!" dedi kaşları yukarıya kalkıp parmağı hâlâ dudağımdayken. Gözleriyse dudaklarımdan gözlerime çıktı.

"Tazelemeyeceksin yani?"

"Cık." dedim elim boynundan inerken.

"Bana attığın imzaları silmem mümkün değil!" diyerek ellerinden kurtuldum.

Gülümseyerek yanıt vermiş belki de yanıtsız kalmıştı!

"Ee hadi geç kalıyorum!"

"8.30'a daha çok var! Kahvaltı yapalım mı?"

Gözlerimle onu onayladığımda poşetleri eline almıştı.

"Ne o?" diye sorduğumda birini bana doğru uzatmıştı.

"Bu gece gelmeyeceğini biliyorum, o yüzden sana bir şeyler hazırladım!"

Bu gece gelemezdim, nöbetim vardı! Ama dikkatimin çekildiği kısım burası değildi, Murat'ın beni düşünüp bir şeyler hazırlamasıydı! Bu benim için çok duygusaldı! Bilmiyorum en son anneannem lisedeyken bana okula götürmem için beni düşünüp bir şeyler hazırlamıştı! Üzerinden neredeyse13 sene geçmişti! Ve ben gerçekten önemsendiğimi hissediyorum, on üç senedir önemsenmiyordum! Tamı tamına on üç sene geçirmiştim kafamın içinde! Şimdiyse kafamın içini sessize almış, kalbimin sesini sonuna kadar açmıştım!

"Çok incesin ve evet, makyajımı mahvetmek için elinden geleni yapıyorsun!"

🌌🌌🌌

Saat 7.15'e doğru gelirken sahildeki bir çay bahçesine oturmuştuk. Simidin yanına krem peynir de söylemiştik! Ben birazını kuşlara atarken Murat ise beni izliyordu. "Biliyor musun hiç sıcak Ankara simidinin yerini tutmuyor! Bilmiyorum bir farklılık var Ankara'nın ki daha acı oluyor!" dedim.

Ankara'ya gitmeli ve simit yemeliydik!

"Ankara'da yaşama fırsatım olmadı, hiç denemedim!"

"Galiba İstanbul'dan tatil yapmak için Ankara'ya giden ilk insan olacağız!" dedim gülümserken!

"Peki ya Samsun'a gitmek ister miydin?"

Yutmaya çalıştığımı lokma yemek borumu delmek istercesine boğazımdan geçti! Oraya bir daha dönmeyeceğime kendime söz vermiştim! Tamı tamına 24 senedir ayak bile basmamıştım! Bırakın dönmek istemeyi bir kere bile Samsun’a gitmeyi aklımdan geçirmedim.

Gözlerimi ondan kaçırarak net bir tavırla, "İstemem!" dedim.

"Ama annenin mezarı orada!" demişti. Kurduğu cümleyi ben yıllardır anlayamıyordum. Annem ölmeden önce Samsun’a gömülmek istediğine dair bir vasiyet bırakmıştı! Ruhunun öldüğü yere bedenini de bırakmak istemişti! Ben Samsun’a gitmek istemediğim gibi annemin de yanına gitmek istememiştim. Onu bir mezarın içinde hiş hayal etmemiştim... Annemin vasiyeti benim hükmüm olmuştu.

"Babanınki de orada!"

Gözlerim şokla ona doğru dönerken, "Anlamadım?" diye sordum.

"Serdar abi vasiyet bırakmış, eşinin yanına gömülmek için." dediğinde zor nefes aldığımı hissediyordum. Annemin ruhunu öldürdüğü yetmiyormuş gibi bedenini de rahat bırakmıyordu. Gözlerimin dolduğunu hissediyordum.

"Ve sizde o adamı annemin yanına gömdünüz?" dedim zorlukla. Başını salladı.

"İyi halt etmiş!"

Samsun'a gitmem için bir sebep daha eklenmişti.

"İyi misin?"

"Cık!"

Psikolojik şiddetinde cezası olmalıydı! Babam anneme eziyet ederken onun yanına gömülemezdi, bu haksızlıktı. İlk defa babamın ölümünü o gömüldükten sonra öldüğünü öğrendiğim için kendime kızdım. Eğer böyle bir vasiyeti olduğunu bilseydim yanına gömülmemesi için elimden geleni yapardım.

"Samsun'a neden gitmek istemiyorsun?"

"Hayatımı benden alan bir şehre gitmek istemiyorum!" dedim net bir şekilde. Konu hiçbir zaman o şehir değildi, anılarımdı. Ve benim hayatımda en mutlu olduğum anılar Samsun’daydı... Hayatıma bazı tabular vardı, Samsuna gitmek yıkılamaz tabularımdan biriydi!

"Kapatalım bu konuyu!" dedi ciddiyetle.

Ve biz konuyu öyle bir kapattık ki kahvaltı boyunca hiç konuşamadık! Geçmişimin yakamı bırakmasını istiyordum ama unuttuğum bir şey vardı Murat'ta geçmişime aitti...

Ve geçmişim hiçbir zaman geçmeyecekti!

🌌🌌🌌

Arabadan inerken üzerimizdeki soğukluğu atmak için yanağına öpücük kondurmuş ve güzel günler dileyip adliyeye geçmiştim. Odama giderken Derin savcının kapısının önünde bir yoğunluk görmüş ve istemsizce oraya doğru gitmiştim.

"Çok üzüldük savcım!" dedi benim kalemim! Bana üzülmeliydin bence!

"Bugün kesin ayrılıyor musunuz?" diye sordu baş savcı!

"Evet!"

Derin savcı nereye gidiyordu?

"Mesleğe devam edecek olmanız yeni nesiller için bir umut!" dedi birisi.

"Hepinize çok teşekkür etmek istiyorum arkadaşlar. Biz burada gerçekten çok güzel bir ekip olduk! Bazen size kızsam da iyi ki benim ekibime dahil oldunuz! En önemlisi de adalet yolunda bana güvendiğiniz için çok teşekkür ederim. Yanımda olmanız, yoldaşım olmanız benim için bir onurdur."

"Ama savcım ağlatacaksınız!" dedi kendi kalemi! Derin savcı başka bir yere atanmıştı galiba. Üzüldüm diyemem ama sevinmemiştim de, kendi hayatı kendi kararlarıydı. Odasının önünden ilerleyip odama doğru geçecektim ki durakaldım.

"Lavin Savcım!" dedi Derin. İstemsizce döndüm.

"Bize katılmak ister misiniz?"

"Anlamadım?" dedim neye katılacaktım.

"Bugün son günüm, yarın İzmir'e gideceğim. Hep birlikte bir veda yemeği yiyelim diyoruz. Siz de gelir misiniz?"

Kaderin işi bazen de işime yarıyordu.

"Üzgün savcım, bugün nöbetçi savcı olarak burada olmam gerekiyor."

Birkaç cümle konuştuktan sonra kapıdan ona veda edip odama geçtim. İzmir'e neden geçti bilinmez ama eğer son yaşanılanlar olmasaydı pekala ona daha düzgün bir veda edip ayrıldığı için üzülürdüm ama bu sadece bir olasılıkta kalmıştı. Şimdiyse yeni bir savcı gelecekti. Hayatın beni şaşırtarak karşıma iyi bir savcıyı çıkarmasını istedim. Benimle dava rekabetine girmeyip iyi anlaşabileceğim biri olmalıydı. Her neyse...

Tatilden sona ilk dönüşümde bazı dedikodular kulağıma peyda olmuştu. Nereden mi duymuştum? Beyza... Bana olan biteni söyleyen tek insandı. Adliye ilk önce Murat ile benim ilişkimden çalkalanmış sonrasındaysa benim nasıl Tarık Sarper’in yeğeniyle birlikte olabileceğim konuşulmuştu. Üstelik Tarık Sarper’in davasına gözünü diken benken... Gerçekten yazıktı... Şu zamana kadar hiçbirine kötü davranmayı bırakın savcı baskısı bile uygulamamıştım. İnsanlar böyledir iyi niyetinizi suistimal ederler! Sert biri olsaydım ağızlarını açamazlardı. Bundan sonra burada yeni bir savcı Lavin Yılmaz vardı, ayaklarını denk alsalar iyi olurdu. Fos çıkmayalım da... İnşallah!

Saat 8.30 olmuşken kalemim odaya girmişti.

"Savcım istediğiniz bir şey var mı?" diye sormuş bense, "Türk kahvesi getirebilir misin?" diye sorusuna karşılık vermiştim! Malum uzun bir gün olacaktı. O sırada bense mahkemeye sunulacak iddianameleri bir kenara koymuş ve kalemim gelince ona vermiştim. 9’daki mahkeme için hazırlanırken bir yandan da kahvemi içmiştim. Bir seri katil davası daha ağırlaştırılmış müebbetle cezalandırılmıştı. Daha sonrasında dosyalarımı incelemiş ardından da öğlen yemeğimi yemiştim. Odama geçerken birkaç dedikodunun eşiğinde bitivermiştim.

"Valla helal olsun Lavin savcıya, kaptı gül gibi adamı!"

"Zaten gidip gelmesinden belliydi, peki şeye ne diyorsunuz? Lavin savcının yıllarca Tarık Sarper'in peşinde koşup şu an onun yeğenin sevgili olması! Düşünsenize kadının soyadı Sarper olacak!"

İnsanlar ne kadar da bayılıyordu dışında olduğu olayların içinden yorum yapmaya! Kabul ediyorum arada bende yapıyorum ama benim ekstra bir dedikodu niyetim yoktu, içimden şaka amaçlı yapıyordum hep! Mesela bu benim içimden Sarper'e dağ ayısı deyip aslında bunu şaka niyetine yapmamdı.

Biri güldü.

"Bazen bende düşünüyorum ne kadar doğru diye ama gönül bu ota da konuyor boka da!" dedi tanıdıkvari bir ses. Kalemimin sesiydi bu! Bendeki ipin koptuğu son nokta!

İçeriye girdiğim hepsi sus pus olmuştu.

"Savcım..." dediğini duymuştum.

"Tüm Türkiye'nin derdi bitti konunuz şimdi de ben miyim?" diye sordum sertçe! Hayır dalga geçmiyordum, ciddiydim.

"Şey savcım!"

"Ne? Bu mu yani, arkadaşlar neredeyiz etrafınıza bakar mısınız? Burası herhangi bir yer değil, adliyedeyiz! Lafınızı bilin, adabınızı öyle takının!"

"Savcım yanlış anladınız!" dedi kalemim.

"Şu zamana kadar içinizden birine as üst ilişkisinde bulunduğumu gördünüz mü?" diye sordum. Cevapsa sessizlik oldu.

"Bundan sonra görecekler, hakkınızda soruşturma başlatacağım! Hepinizin! Belki o zaman ağzınızdan çıkanı kulağınız duyar!"

Gerçekten iyi niyetin sonu bu olmamalıydı! Büyüklerimiz milletin ağzı torba değil ki büzesiniz derdi, torbaydı! Ve yeri geldiğinde büzmesini bilmeliydiniz! Bakın işte o zaman konuşabiliyorlar mı?

Odama geri döndüm ve masamın başına oturdum. Hiçbiri seni yıldıramaz Lavin! Hiçbir söz! Sen gerçeği biliyorsun, Murat’ın bir Sarper olmadığını biliyorsun! Ve bu yola da bilerek baş koydun, başına neler geleceğini en başından biliyordun. İnsanların ne dediği umurunda olmamalı!

Dikkatimi toplayıp dosyalara odaklanmıştım ki içeriye Derin Savcı girdi!

"İzin var mı savcım?"

"Buyur!" demiştim koltuğu gösterirken.

"Bir şeyler içer misin?"

"Yok savcım teşekkürler."

Karşımdaki tekli koltuğa geçti. Elindeki dosyayı bana doğru uzattı. A.E. dosyası... Gider ayak bana mı verecekti?

"Sizi dinliyorum!" dedim mesafeli bir şekilde.

"Yıl 2016, bahstemiştim size sevdiğim adamı nasıl kaybettiğimi!"

Başımı sallamıştım.

"Bu dosyayı sizden aldım çünkü içindeki çocuk Serkan'ın çocuğu, ölen sevgilimin! Biliyorum hata yaptım, başsavcıya değil de direkt size gelmeliydim ama düşünemedim, vermezsiniz diye düşündüm! Ne kadar özür dilesem de az, vaka kapandı yani yarın mahkemesi var! Ve ben burada olamayacağım, davayı geri size vermek istiyorum! Tabii kabul ederseniz."

Anlamsızca baktım gözlerine! Tabii ki alamazdım, madem almıştı davasını kendisi halletmeliydi.

"Bana her şeyi anlatacak kadar güvenebiliyorsun ama davayı vermeyeceğimi düşünecek kadar güvenmiyordun öyle mi?"

"Hayır!" dedi inkar eden bir sesle.

"Olmaz Derin savcı, lütfen dosyanızı alın ve çıkın odamdan!"

"Lavin bak, seni kırma..."

"Savcı Lavin!" diye ikaz ettim onu!

"Seni kırmak istemezdim, sadece o an şok oldum ne yapa..."

"Üzgünüm Derin savcı ama anlatabileceğiniz hiçbir şey ilgimi çekmiyor! Ve lütfen odamdan çıkabilir misiniz?"

Durdu ve düşündü birkaç saniye.

"Özür dilerim Lavin, kendine iyi bak!" oldu son sözleri. Kendine iyi bak bir veda cümlesidir, ne bir ilerisi ne de bir gerisi vardır! Görüşürüz denmez de kendine iyi bak denir! Artık hiçbir şey eskisi gibi olamayacak demektir bu!

🌌🌌🌌

"Uçardım gönlümce seni görmeden "

önce!"

Saat 19.28 olurken adliye neredeyse boşalmıştı!

"Yazılmış inan kaderime

Saçların dağılır aklımın yellerinde

Hiç bir rüzgâr esmese bile..."

Pudingi açmış ve sandalyeden kalkarak bir yandan dans ediyor bir yandan da pudingten yiyordum. Bugün olanları zihnimden silmeye çalışsam da olmuyordu. Özellikle aşağıda olanları unutamıyordum. O olaydan sonra tüm olanları baş savcıya bildirerek yeni bir kalem istediğimi belirtmiştim. Oysa bu sözümü ciddiye alacağını bana söylemişti. Tamam Lavin, şimdi tüm bunlardan uzaklaşalım. Şarkıya odaklanalım.

"Vazgeçmem, geçemem

Seni ne zor buldum ben

Düşlerin çıkmasa da yine!"

Ahh, 90'larda yaşamak isterdim! Hatta ve hatta Sezen Aksu'nun konserine gitmek isterdim! Maalesef artık gidemezdim! Ama yine de umudum vardı, bir gün Sezen Aksu bir kereliğine de olsa bir konser verecekti ve o zaman ben o konsere katılacaktım!

"Gir Kanıma!

Hani bekarlık "sultantık" derdin..."

Kaşığı havaya kaldırmış bir yandan havada sallarken dışarıyı izliyordum.

"Yetti canıma!

Yaşarım ben senle, gir kanıma"

Tekrardan bir kaşık almıştım.

"Gir kanıma!

Hani bekarlık 'sultanlık' derdin..."

Kaşığı yine havaya kaldırmış ve bir yandan dönüp şarkı söylerken bir karaltıyla karşılaştım.

"Yetti canıma!

Yaşarım ben senle, gir kanıma!"

Durakaldım, kalbim hızla çarpmaya başladı.

Sarper... Tüm eğlencelerimin içine düşen adam. Gülümseyerek elimdeki kaşığı indirdim.

"Kim giriyormuş kanına?"

"Neden haber vermedin?"

"Sürpriz yapmak istemiştim ama bana da büyük sürpriz oldu!"

Kapıyı tıklatsaydı bari! Hoş en azından başkası değildi.

"Kapıyı tıklattım ama duymadın."

Kör, kütük, sağır olmuştum! Adımları hedefimi tutmuş ve saniyeler içinde yanıma gelmişti! Arkadan hâlâ Harun Kolçak konuşuyordu... Çok yanlış zamandasınız Harun Bey!

"Gir kanıma!

Hani bekarlık sultanlık derdin!"

Aradan sıvışıp telefonu elime almaya çalıştığımda bir el tarafından sarıldım!

"Ne yapıyorsun yaa?"

"Şştt!" dedi serinkanlılıkla. Gözleri gözlerime meydan okusa da kim kazanacaktı bilemiyorum.

"Adliyedeyiz farkındaysan!"

"Hıhı!" dedi hal dinlemez bir tavırla ve ellerini belime yerleştirdi.

"Murat biri gelecek!" dedim.

"Gelsin!" dedi.

"Savcıyım yalnız ben!"

"Biliyorum!"

"Hem biz böyle çok mıç mıç olduk!" dedim isyan ederken. Biri girer şimdi ben biliyorum kendi şansımı! Hem de başsavcı girer! Mal gibi kalırım!

"Birbirini görmeden duramayan liseli ergen sevgililer gibiyiz! Ham zaten yarın yine görüşeceğiz, biraz görme özle beni!" dedim. Allah korusun ama çok samimiyet tez ayrılık getirirmiş!

"Sana bir iyi bir kötü haberim var..." dedi dediklerimi umursamadan.

"İyiden başla..." dedim çırpınmayı keserek.

"Dileğin gerçek oldu savcı, birbirimizi görmeyeceğiz!"

Anlamayarak kaşlarımı çattım!

"Nasıl?"

"Kötü haberse, beni çok özleyeceksin!" dedi gamzesini göstere göstere gülerken.

"Tamam ama nereye gidiyorsun?"

"Japonya..."

"Sevgilim Megumi bizi ayırmak istiyor, kesin izin vereyim diye yazdı o yorumu da zaten! İzin vermiyorum ki, gidemezsin!" dedim sakince. Lavin kadın değil, problem yok! Kadın olması umurumda değildi ki Murat'a güveniyordum.

"Vermiyor musun?"

"Cık!"

Gitmesindi zaten, nereyeydi yani? Ben burada o orada olur muydu? Mazallah nikah falan düşerdi! Gitmemeliydi yani, hem ben ne yapacaktım ki o evde tek başıma! Kocam evdi yani, üzerime üzerime gelirdi! Olmaz ki, gitmemeliydi.

"Ama hani biz mıç mıç olmuştuk?" dedi mıç mıçın üzerine bastıra bastıra.

"Olduk ama kaç gün yani bu! Japonya şurası değil ki, kaç saatlik yol! Ha deyince gelecek misin?"

Hayır, istemiyordum! Hem hafta sonu birlikte giderdik! Birlikte giderdik yani, zaten patrondu o! Hallederdi yani!

"Geleceğim!" diye mırıldandı.

"Gelemezsin!"

Japonya baya uzaktı yani az atsın! Hem onsuz evi hayaletler basardı, beynimin içini kemirirdi sessizlik! Üzerime hüzün basardı, başıma karabulutlar toplanırdı! O benden her uzaktayken, onsuz olma durumu beni hep ama hep üzerdi! İnsanım ben özlerdim, en temel yoldaşımdı benim özlem! Gitmemeliydi!

Kollarına aldığında beni ona sımsıkı sarılmıştım.

"Kaç gün kalacaksın? Hem ilhamın gelmiyor mu? Geçen de böyle demiştin, ilhamın kaçmış! Ben mi kaçırıyorum senin ilham perilerini? O yüzden mi benimle gitmiyorsun? Beni de bekle beraber gideriz hafta sonu!"

"Beş gün kalacağım, Megumi'nin şirketiyle bir proje yürütüyoruz. Orada olmam gerekiyor..."

Geri çekilerek aramıza boşluk bıraktı.

"Seninle gidemeyiz küçük hanım!" demişti işaret parmağı burnuma değip geri çekilirken.

"Megumi başka bir proje için yurt dışına çıkıyormuş. Bu hafta olmazsa sonraki aya kalıyor, bütçeler çakışıyor!"

Omuz silkerek başımı göğsüne yasladım. Eli saçlarımı okşamaya başladı.

"Yanlış hatırlıyorsun Lavin Yılmaz, ilham almak için gitmedim Japonya'ya! Hatırla kavga etmiştik, uzak duruyordun benden! Sürekli aklım sende kalıyordu ama sen geldin, ilham denilen zımbırtıysa seninle birlikte geldi! İlham denilen bir şey var mı bilmiyorum ama Yılmaz sen aklımın içindekileri azdan çok yapıyorsun."

Ellerimi beline doladım. İlham denilen zımbırtıya inanıyordum, ki Murat'ın azdan çok yapma kelimesi ilhamdı! Murat Sarper onun ilham kaynağı olduğumu söylemişti! Kim bilir belki pembe evler inşa ederdi ismini de Lavin sitesi koyardı! İsterdim! İnternet sayfasına, ünlü mimar karısının adıyla site kurdu haberleri düşerdi! Bomba gibi bomba olurdu! Yapmalıydı, mesela ben ev yapsam adını Murat koyardım. Kesin koyardın Lavin!

"Tamam git ama çabuk gel! Birde beni çok özle! Şakacıktan değil ama gerçekten özle!"

Gülümseme sesi kulaklarımı şenlendirirken geri çekildim ve tekrar başlayan Gir Kanıma şarkısını kapattım!

"Bir şey mi oldu?"

"Hayır, bir şey mi olmuş?"

"Bir şeylere üzülmüş gibisin!" dedi.

Bilemezdi, anne ya da müneccin değildi! Hoş anne olsa bile bilemezdi!

"Nerden çıkarttın?"

"Üzüldüğün zaman, içine kapanıyorsun! Ve içinden hüzünlü bir çocuk çıkıyor!"

"O çocuk zaten bir sana görünüyor!"

Hem o gelince hüznüm gitmişti, nereden anlamıştı ki?

"Üzüldüğünü inkar etmiyorsun yani?"

"Sana üzüldüm, gidiyorsun!"

İkimizde yalan olduğunu bal gibi biliyorduk ama bu konun üzerini kapattık! Murat ile karşılıklı koltuklara oturduk.

"Derin Savcı'nın tayini çıkmış!" dedi.

"Hıhı, kim gelecek acaba yerine! İnşallah iyi biridir, rekabet etmez benimle! Rekabet etmeye üşenirim ben! Hem başsavcılıkta da gözüm yok yani!"

"Sevgilim seninle birinin anlaşamaması için ya suçlu ya da beyinsiz olması gerekiyor!" dedi eskiye atıfta bulunarak.

Tehditkar bir şekilde, "Bak özlemem seni!" dedim.

"Akşam yemeğini yedin mi?"

"Cık, aç hissetmiyorum!"

"Lavin!"

Ne ama aç değildim, acıkınca yerdim! Ayağa kalktı ve tüm itirazlarıma rağmen sanki eliyle bulmuş gibi yemek kabını çekmecemden çıkararak önüme koydu. Yemek kabını açtığımda bir yerden kısır bir yerden börek bir yerden de poğaça çıktı.

"Yuh, çok fazla bu!"

"Gün içinde yersin!"

"Sende ye!"

"Tokum ben!"

Yemezse yemesindi, isteksizce bir çatal kısırdan aldım. Gayette güzel olmuştu.

"Sabah kahvaltılarını mutlaka yap, unutuyorsun genelde! Aç karnına kahvede içilmez ki! Mahveder seni!"

"Başka?" diye sordum gülümserken.

"Üstünüde çok fazla açıyorsun, dikkat et hasta olma!"

Hayatıma yavaş yavaş kahvaltı düzeni ekliyordu. Beni düşünmesiyse deli gibi hoşuma gidiyordu! Hani o önemsenme duygusu var ya, tarif edilemez bir duyguydu! Sarper'den çok iyi baba olurdu. Tamam Lavin, daha çok var! Hayal kurmakta mı suç oldu?

"Ederim!"

"Bir de o telefonu sessize almak yok, merak ediyorum sonra!"

"Tamam almam!" dedim.

Böreğin birini alıp ona uzattığımda almak istemedi.

"Ya hayır, sende yiyeceksin! Hem yola gidiyormuşsun, aç gitme!"

Elimden itiraz etmeksizin aldı ve yemeye başladı.

Murat'ın çocuğu çok şanslı olacaktı! Annesi eğer ki ben olursam hem buruklukla hem de mutlulukla onları izleyecektim. Hayatımda baba ne demek bilmiyordum.

"Biliyor musun küçükken insanların ilişkilerini anlamak için çok kitap okurdum!"

"Neden?"

"Bilmiyorum, bazı şeylerde hep çok zayıftım! İletişimde yani. O yüzden sürekli kitap okuyordum mesela iki insan nasıl birbirini sever anlayamıyordum, bu bana intihar gibi geliyordu!... Bilmiyorum yani eğer bir sevgi varsa bana hep karşılıklı çıkar için ortaya çıkıyormuş gibi geliyordu. Anneannem bana annemin emaneti olduğum için baktı mesela, bu onun için bir karşılıktı! En çok merak ettiğim kitaplarsa baba kız ilişkisi olan kitaplardı mesela..."

Yemeğimden birkaç kaşık aldım. Kendimi en çok Çalıkuşundaki Feride'ye benzetirdim. Babası onu teyzesine bırakmış annesiyse ölmüştü! Benim gibiydi...

"Sen şimdi aç karnına kahve içme, kahvaltısız gitme falan diyorsun ya kitaplardaki o sıcaklığı anımsatıyorsun bana! Ben de merak ediyorum, babam bana hiçbir zaman baba olamadı ama gerçekten merak ediyorum. Üzüldüğümü falan düşünme sakın! Gerçekten merak ediyorum."

Kafasın olumlu anlamda salladı.

"Serdar Yılmaz nasıl bir baba oldu size?"

Buruk bir soruydu bu benim için, sorması çok zor bir soruydu ama gerçekten onlara babalık yaptığı için üzülmüyordum. Mesela hep düşlerimde olurdu babam! O kitaplardaki gibi, gerçekten öyle miydi? Yoksa değil miydi? Bunu gerçekten merak ediyordum.

Sarper'in kaşları çatılmıştı, emin olup olmadığımı merak ediyordu.

"Bak gerçekten üzülmüyorum, sadece merak ediyorum! Mesela üstünüz açık kaldığında kapatıyor muydu ya da ne bileyim hastayken yanınız da mıydı?"

Zihnimin kenarında her zaman bir eksiklik bulunurdu, bu bana ailemin bahşettiği bir mirastı. Anne olmayı anneannemden biraz anlayabilsemde baba olmayı anlayamıyordum!

"10 sene önceydi, 23 yaşındaydım. O zamanlar annemin beni istemediği zamanlardı. Çok hastaydım, geldiğim gibi kendimi yatağa atmıştım. Ateşim çıkmış hiçbir şeyi hatırlayamıyorum, uyandığımda Deniz anlatmıştı. Serdar abi odaya girmiş,! Uykumda annemi sayıklıyormuşum, Deniz tıpkı bir anne sevgisiyle yaklaştığını söyledi. Ateşim düşmeden başımdan gitmemiş, sürekli alnımdaki bezi değiştirmiş, yani bir çocukla ilgilenir gibi ilgilenmiş."

Kaşlarımı kaldırdım, hayal ettiklerim gibiydi!

"Hayallerimdeki gibiymiş." diye mırıldanmıştım. Zoraki bir gülümsemeyle, "Demek ki kitaplardan bir şeyler kapmışım!" dedim.

Keşke hayatımın bir bölümünde olsaydı... Hatırlarımda yerleri yoktu. Geçmişte asılmış ve duvarda çürümeye mahkum edilmiş bir aile tablosu gibiydik... Anne baba ve küçük kızları! Annem hep genç olarak kaldı, babam da... Bense büyüdüm...

"Üzdüm seni değil mi?"

"Üzülmedim..."

Telefonumun çalmaya başlamasıyla aramızdaki konuşma kesildi. Arayan Engin'di... Telefonu açtığında bir sürü siren sesi, çığlıklar geliyordu! Engin ise rahat bir şekilde olayı anlatıyordu, ormanlık alanda bir bomba patlamıştı.

"Murat benim çıkmam gerekiyor."

Ben aceleyle üzerime montumu giyerken o da ayağa kalkmış ve arkamdan bana sarılmış yanağıma kocaman bir öpücük bırakmıştı.

"Şans ve görüşürüz öpücüğü sevgilim. Göz açıp kapayıncaya kadar geleceğim."

Ona doğru döndüm ve bende aynı şekilde onu öptüm.

"İşini bitir ve gel sevgilim, biliyorsun çatlarım meraktan!"

Hayatınızın bir bölümünde zihninize kazınmış insanlar vardır. Anne, baba, dost, sevgili... Nasıl sığdığına şaşırdığımız hatıralar, hâlâ tazeliğini koruyan kapanmaya yaralar! Hepimizin hayatında var! Kimse çıkıpta ya benim hayatım hep seyrinde gitmiş diyemez. Herkes bir gün o duvara çarpacak, düştüm sanacak! Kalkamayacak, hayatının hep ama hep yerde geçeceğini sanacak! Ayakta olmanın hissini tadınca insan, düşmek ona felaketini getirecek. Hiçbirimiz tadına varmadığımız hiçbir şeyi özleyemeyiz!

Düştükçe ayağa kalkmayı öğreneceğiz ve emin olun kalkmak damağınızda kalan o lezzetli tat olacak! Düştüğünüzde ayağa kalkmanın tadını özleyeceksiniz çünkü düşen insan önce ayaktadır ve kimse doğar doğmaz düşmez!

 

 

 

Loading...
0%