Yeni Üyelik
10.
Bölüm

Derman 3

@1benzen

Gözlerim açılıp açılıp kapansa da en sonunda karanlığa teslim oluyordum. Üstelik hiçbir şey yapasım gelmiyordu. Zaten Murat’ta sabah işi olduğunu söyleyip çıkıp gitmişti. Ne gibi bir mimar olduğunu anlayamasam da gitmesine bir şey diyememiştim. Ne ara telefonuma kendini kaydettiğini bilemesemde öğlene doğru telefonuma kahvaltı yapmamı söyleyen bir mesaj yollamıştı. Yapacağımı söylesemde ancak saat 2’ye doğru birkaç şey atıştırıp ilaçlarımı aldıktan sonra derin bir uykuya daha yolculuk yapmıştım. Vücudumun her tarafı terlemişti, kalkıp üzerimi değiştirmem gerekiyorken ben gözlerimi açamıyordum. Hem Acun Ilıcalı bugün potaya giren ismi açıklamış mıydı? Ben niye her şeyi kaçırmıştım? Gözlerimi tekrardan karanlığa teslim ettim.

“Lavin.”

Ya da edemedim, zihnimde onun sesi mi dönüyordu yoksa gerçeklikte miydik?

“Uyuyor musun?” diye sorduğunda konuşmaya çalıştım.

“Uyuyacağım.”

“Burada mı?”

Ne vardı koltukta uyumak en kaliteli aktivitelerden değil miydi? Hem Acun Ilıcalı’nın vereceği o ödülü merak ediyordum.

“Uykumu kaçırma!” diye yükseldim. Etraf gerçekten çok sıcaktı.

“Yemek yedin mi?”

Hakkaten ya ben yemek falan yememiştim. Hem yemek var mıydı ki? Sorusuna cevap vermedim.

“İyi çok güzel böyle giderse bu evden gidemeyeceksin.”

Ne demek gidemeyeceğim? Bal gibi de giderdim.

“Gideceğim ya ne diyorsun?”

Kolumda elini hissettiğimde hiçbir şey yapamadım. Koltuktan kalkacak halim yoktu. Daha sonra eli alnımda dolanmaya başladı.

“Ateşin çıkmış.”

Koltuktan kaldırılacak halim varmış, kendimi boşlukta buldum. Düşüyor muydum? Savcım sizde iyice uçtunuz. Adamın kolları altımızda.

“Napıyorsun ya?”

“Yanıyorsun Lavin, sessiz ol.”

Sessiz olunca yanmayacak mıydım? Anlamamıştım, hem benim çok uykum vardı. Ne diye beni yerimden ediyordu ki? Ben yerimden gayette memnunum. Daha Acun Ilıcalı yeni fragmanı girmemişti. Çok saçmaydı canım! Bırakıldığım yer niye bu kadar soğuktu.

“Burası soğuk.”

Gözlerimi açmaya çalıştım ama beceremedim. Ayağım altı donuyordu ama onu da çekemedim. Hiçbir şeye halim yoktu. Ama Sarper’in olmalıydı ki üzerimdekileri çıkarmaya başlamıştı.

“Soyma beni!”

Şimdi de gülüyordu, napıyordu bu adam ya. Geriye çekilmeye çalıştım ama sırtımdaki el bunu engelliyordu. Bende elimi hareket ettirmeye çalıştım.

“Lavin, dursana!”

“Yakışıklı olman herkesi soyabileceğin anlama gelmiyor.”

Savcım? Üzerimde ne var ne yok bilmiyordum ama donuyordum. Çok soğuktu, beni tekrardan yerimden kaldırdığında ona sığınma ihtiyacı hissetmiştim. Ama o umursamadan beni kendinden ayırmış ayağımı tekrardan soğuk bir zeminle buluşturduğu gibi her tarafımın buz kesmesi de bir olmuştu. Konuşamıyor, titriyordum. Ellerimi vücuduma sarmaya çalıştığımda buna engel oldu. Ağzımı açarsam bu su beni boğardı, açamadım. Suyun altında kaldığım her an saatler gibi gelse de bu ızdırap sonunda bittiğinde ben hâlâ titriyordum. Bana sıcak bir şeyleri reva gördüğünde tekrardan ayaklarım yerinden kesildi. Daha sonra bedenim yumuşacık bir yerle buluştu, beni yatağa bırakmıştı galiba.

“Bekle burada, geliyorum!”

Zaten gidebilecek halim yoktu. Acı hissi uyuşmuş olsa da zihnim uğulduyordu. Noluyordu böyle? Hepsi onun yüzünden olmuştu, ben koltukta Survivor izliyordum. Nefise acaba son atışı yapabilmiş miydi?

“Tamam...” dedi.

“Evde var ondan. Sadece ateşi var galiba... Yok ilaçları doğru düzgün kullanmamış.”

Yalan söylüyordu, kullanmıştım. Hem sadece ateşim yoktu ki benim ateşim de yoktu. Midem bulanıyordu. Bir şeyde yememiştim ki, bulanmasına gerek yoktu. Hem ben kusmaktan da nefret ederdim.

“Murat...” diye mırıldandım.

Kendimi yataktan kaldırmaya çalışıyordum çünkü içimde yükselen yakıcı bir sıvı vardı. Neyden güç aldım bilmiyorum ama ayağa kalkarak kendimi biraz önce giridiğimiz banyoda buldum. Klozeti açabilmeye kadar geldiğime şükür ederek yakıcı sıvının dışarıya çıkmasına izin verdim. Gözlerimden yaş mı geliyordu? Ne oluyordu böyle? Neden hastalanmıştım ki ben? Zaten hastaydık savcım. Doğru biz zaten hastaydık, gözlerimizde mi hastaydı? Neden bulanık görüyordum.

“Gel böyle.”

Murat tam da arkamdaydı, saçlarımsa onun elinin altındaydı.

“Git!”

Bana bu kadar yardımcı olması gerekmiyordu. Kusmaktan daha çok birinin beni kusraken görmesinden nefret ediyordum.

“Sen git!”

Dumura uğradım. Bana mı git demişti o? Kolumdan tutarak beni yerimden kaldırdığında nasıl hâlâ iğrenmediğini düşünüyordum. Ayaklarımın altı titriyordu. Soğuk su yüzümle buluştuğunda yüzümüde yıkadığını anladım. Gözlerimi suyla beraber ancak açabilmiştim.

“Dişlerimi fırçalayacağım.”

Bir yandan da yüzümden sıcak bir sıvı geçiyordu, neye bu kadar ağlıyordum? Diş fırçamı hemen elime tutuşturduğunda rahatlıkla dişlerimi fırçaladım. Bu kötü kokudan bir an önce kurtulmak istiyordum. İşimi bitirince ağzımı iyice çalkaladım. En sonunda yerim yine onun kollarıydı. Beni yatağa bıraktığında gözlerimi ancak şu an açabiliyordum. Her tarafım ağrıyordu, özellikle vücudumdaki tüm yaralar acıyordu. Murat’ın gözlerine doğru baktığımda katıksız bir endişe gördüm. Bu defa ifadesini koruyamamıştı buysa beni gülümsetmişti.

“İyi misin?” diye sormuştu.

“Canım acıyor.” diye yanıtlamıştım onu.

“Kremlerini de sürmedin değil mi?”

Sürmedim değil süremedim. Üzerimdeki kıyafeti çıkarmaya çalışırken canım yanmıştı bense bundan vazgeçip uykuya geçiş yapmıştım.

“Süremedim. Sen yoktun.” diye kendimi açıklamak zorunda kaldım.

“İlaçlarını alıp geliyorum.”

Zorlukla yataktan kalktım. Üzerimdekileri değiştirmek istiyordum. Ancak dolaba varmış ve içinden iç çamaşırları çıkararak yenisini giymiştim. Bu yine yaralarımı acıtsa da başka bir çarem yoktu. Gözlerimin içi hâlâ yanıyordu. Vücudum sızlıyordu. Midem biraz durgunlaşmıştı. Atlıma bol bir alt bulup giydim. Yatağa geri döndüğümde tüm kalan enerjim bitmişti.Yalnız kalmak hee Lavin? Çok güzel yalnız kalabiliyormuşsun.

Murat içeriye girdiğinde kapıyı ardından kapattı.

“Lavin niye yerinden kalkıyorsun?” dese de cevap verecek gücüm yoktu. Üzerimi değiştirmek zorundaydım.

“Doğrulabilecek misin?” diye sorduğunda zorlukla yerimden doğrulmaya çalıştım. Dudaklarımın arasında bir hapı yerleştirdiğinde ağzımın içine almak zorunda kaldım, elime bardağı verdiğinde hapı yuttum.

“Bir de yalnız kalmaktan bahsediyorsun. Söylesene Lavin, nasıl yalnız kalacaktın?”

Ben hep yalnızım Sarper, bununda üstesinden gelirdim.

Suçlulukla belki de ilk defa bu kadar utanarak, “Seni buna mecbur ettiğim için özür dilerim.” dedim.

Başımı yatak başlığına yasladım. En çok neresi acıyor savcım? Yalnızlığım...

“Babama verdiğin söz yüzünden bana bakmak zorunda kalıyorsun. Bunun zorunda değilsin!”

Beni dinlemiyor muydu bilmiyorum ama eli yüzümdeki yarayı esir aldı. Yine yapıyordu; elinin altı rahatlıyordu.

“Zorunda olduğum için yapmıyorum.”

Boynumdan aşağıya doğru karnıma indi. Karnımdkai yaralar sızlıyordu. Dişlerimi sıktım.

“Neden yapıyorsun?”

Gözlerimi açmaya çalıştım yüzüme değil yara izlerine bakıyordu. Soruma cevap vermeyi düşünüyor gibi de değildi.

“Sırtını bana dönebilecek misin?”

Bende ona cevap vermeden zorlukla ardıma döndüm. Sorusunun cevabı beni yaralar mıydı? Ondan mı söylemiyordu? Acıyor muydu bana? Ondan mı bu kadar iyi davranıyordu?

“Soruma cevap vermedin.”

“Bazı soruların cevabını alman gerekmez Lavin. Her soruda her yerde sorulmaz.”

Gözlerimi kapattım. Onunda kendi çalında çizgisi buraya kadardı, orayı geçmemi istemiyordu. Bende bunun için uğraşmayacaktım.

“İnce bol bir üst getiriyorum.”

Ona doğru tekrardan döndüm. Üzerime getirdiği kıyafeti geçirdi. Alçılı kolumu zorlukla geçirdi.

“Aç mısın?”

Başımı iki yana salladım, yemek yiyebileceğimi düşünmüyordum.

“Tamam biraz daha dinlen, sonra seni kaldıracağım.”

Başımı yastığa koyduğumda üzerimi örtmedi. Eli yine alnıma gitti.

“Ateşin düşmüş gibi, yine de üzeirni örtmeyelim. Olur mu?”

“Hıhı!”

“İhtiyacın olduğunda yanıma gelebilirsin.”

Odadan çıktığında gözlerimi sımsıkı kapatarak gözyaşlarımın yastığımı ıslatmasına izin verdim...

🌌🌌

Sıcacık çayımdan bir yudum daha aldım. Düne göre çok iyi bir haldeydim. Murat beni tekrar kaldırmış ve birlikte yemek yemiştik. Gecenin kaçı olduğunu bilemediğim saatlerdeydim. Sonrası yine derin bir uykuya dalış olmuştu. Sabah ise kendiliğimden erken kalksamda onu yine evde bulamamıştım. Kahvalatını yapmayı unutma diye bir mesaj çekmişti. Yine işine gitmiş olmalıydı diye düşündüm. Bende kahvaltımı yapmış ve biraz odama çıkıp yine uyuymuştum. Son günlerde 7/24 uyuyordum zaten. Tekrar uyandığımda hava kararmıştı ve benim canım çay içmek istiyordu. Bende çayı hazırlamış bu sırada kendi çapımda bir araştırmaya koyulmuştum. Muray Sarper 29 Ocak 1989 doğumlu, tamı tamına 33 yaşında. Bana söylediğinin aksine ordulu değilde Edirne’li olduğu yazıyor. Ki bunun Tarık Sarper’in eseri olduğunu düşünüyorum. Doğum yeri ya da ne bileyim başka bir şey bulamadım. Sadece mimar olduğu yazıyordu. Sandığımın aksine x mimar şu güzel kadınla görüntülendi gibi bir haberi de yoktu. Lansmanları, gittiği kutalamalardaki görüntüleri dışında birkaç röportajını okumuştum. Mesela karşısındaki adam ona neyden ilham aldığını soruyordu. Oysa buna gülmüş ve bir fotoğraf karesinden bahsetmişti. Kimin fotoğraf karesi olduğu sorulduğundaysa çekimser davranmıştı. Acaba sevdiği kadına ait bir fotoğraf mıydı? Her şeyi aşka vurmasanız mı savcım? Belki de ölen kardeşinin fotoğrafıydı olamaz mı? Olabilirdi, bu konuda başka bir şey düşünmek istemeyerek internetten çıktım. Dışarıda yağmur yağıyordu, hava baya serindi içerisinin de sıcak olması sebebiyle camlar buğulanmıştı. Cama doğru gideceğim sırada telefonuma bir arama düştüğünde aramayı açarak camın kenarına gitmiştim.

“Aradığınız Lavin’e şu anda ulaşılamıyor lütfen daha sonra tekrar deneyiniz!”

Burak’ın gülümseyen sesi benimde yüzümü gülümsetti.

“Aradığınız Lavin’in bundan haberi olmayabilir mi?”

“Bebeğim dün o kadar aradığımda telefon sekreterin bana aynen bu cümleleri kurdu. Neden açmadın telefonunu ya da sabah neden beni aramadın?”

Elim buğulu cama giderken kendi çapımda oraya bir şeyler çizmeye çalıştım.

“Bana kızarsın diye sabah arayamadım!”

“Kızdıracak ne yaptın?”

“Hastalandım ben, daha yeni yeni iyileşiyorum.”

“Yine dikkat etmedin değil mi kendine?”

“Burak boşver bunları, şimdi iyiyim ben zaten bir haftaya geliyorum.”

Cama çizdiğim kalpten su damlası aşağıya doğru aktı.

“Zaten ne zaman kendini bu konuda bana açtın ki?”

“Sen benimle kavga etmeyi falan mı özledin ya? Ben daha çok beni özlersin sanmıştım.”

Sen öyle sanmışsın deseydi buna büyük bir kahkaha atardım.

“Biz seninle hiç tartışmayız.” diye düzeltti sözümü. Neden böyle demişti anlayamasam da şu sıralar hiçbir şeyi kurcalayasım yoktu.

“Neyse ben seni daha fazla yormayayım. Git dinlen, yanıma geldiğinde seni yorgun görmek istemiyorum.”

“Tamam, tamam. Geldiğimde beni kovsanda gitmeyeceğim malum o zaman yorgun olamam!”

“Seni seviyorum bebeğim, iyi akşamlar.”

“Bende seni, görüşürüz.”

Ne ara çizdiğimi bilmediğim bir kardan adam ve bir sürü bulut vardı camda. Camdaki yansımada dikilen biri vardı. Ardıma döndüğümde Murat’ın gelmiş olduğunu gördüm. Bana hiç bir soru sormadan elindeki poşeti tezgaha koydu.

“Hoşgeldin.” dedim sessizliği bozarak.

“Hoşbuldum.”

Poşetin içinde çıkardığı birkaç çeşit kahveyi dolaplardan birine koydu.

🌌🌌🌌

Yemeğimizi yedikten sonra ben salona geçip şu sıralar izlediğim survivor’a geçiş yaptım. Bazen ben gitsem yapabilir miyim diye sormadan edemiyordum! Keşke 18 yaşımda hukuk okumak yerine survivora katılsaydım, şimdiye paranın belini kırmış olurdum. Murat içeriye girdiğinde elinde iki bardak vardı. Gözlerim büyürken, “Kahve mi yaptın?” demeden edemedim. Gülümseyişi anlaşılamayan cümleler barındıyordu. Yanıma oturduğunda bardağı sehpaya bıraktı.

“İç bakalım beğenecek misin?”

“Ne bu?”

Kahve gibi kokumuyordu, daha yumuşak içimli bir şey olmalıydı.

“Macha latte!”

İlk defa duyduğum bu isimle bardağı ağzıma götürdüm. Kahveli salep tadı boğazımdan aşağıya sızarken lezettin güzelliğiyle gözlerim fal taşı gibi açıldı.

“Oha, bu çok güzel!”

Gülüsmemesi büyürken, “Beğeneceğini biliyorum.” deyiverdi.

Ben bardaktaki latteyi içmeye devam ediyordum. Yeni favorim bu olmuştu.

“Lavin yarın iş için şehir dışına çıkmam gerekiyor, muhtemelen döndüğümde sen bu evden gitmiş olursun.”

Başımı salladım, işi varsa gitmesi gerekiyordu. Dediğik gibi sürekli bana bakmak zorunda değildi.

“Bir sıkıntı yaşadığında Deniz’i araman yeterli. O sana yardım edecektir.”

“Teşekkürler!”

🌌🌌

Bazen zaman geçmek bilmiyordu bu evde geçirdiğim dokuzuncu günü de geride bırakmıştım. O günden beridir Murat'ı bu evde görmüyordum. Deniz bu akşam geri geleceğini söylemişti. Zaten Deniz Murat’ın yokluğunda her gün bu eve gelmişti. Eşi Azra ile tanışmış en az onu da Deniz kadar sevmiştim. İkisinin de muhteşem bir enerjisi vardı. Ve çok yakışıyorlardı. Azra çok tatlı bir kadındı, meselğiyse gerçekten doktormuş. Deniz ile Murat’ın ortak olduğu Destmar adında bir şirketleri varmış. Deniz işlerin inşaat mühendisliğine bakan tarafıyla ilgilenirken Muray ise gerçekten mimarlık görevimi uapıyormuş.

Murat Sarper evine gelirken bende kendi evime geçecek ve hatsanenin öğle arası saatinde Burak’a sürpriz yapmaya gidecektim. Vücudumdaki morluklar renk değiştirmeye başlamış yüzümdeki yaralar tamamen geçmişti. Kolumsa hâlâ alçıdaydı. Burak'a görev sırasında yere düştüğümü ve kolumun hasar aldığını söyleyecektim. O ise yine bu durumdan rahatsız olacak kendime zarar verdiğim ve dikkatsiz olduğum için bana kızacaktı.

Azra ve Deniz'i gördüğümde bir şey daha tekrardan kafama dank etmişti, Burak'ı sevsemde ona aşık değildim. Bunu ilk fark edişim de değildi. Ama bazen aşık olmakta gerekmezdi, aşk her şeyi çözemezdi. Annem de babama çok aşıktı ama babam sevdiği kadını ve ikisinin parçası olan çocuğunun bırakıp gitmişti. Aldatmaca misaliydi! Kapım tıklatıldığında gelen kişinin Deniz olduğuna adım gibi emindim.

"Gelebilirsin."

Altıma siyah bol paça bir pantolon içime beyaz bir tişört üzerime sadece sağ kolumu geçirdiğim siyah bir hırka almıştım.

Deniz içeriye girdiğindeyse gidebileceğimizi söylemişti. Arabaya bindikten yarım saat sonra evimin önünde durmuş ve Deniz’le de vedalaşmıştık. Eve girince ilk yaptığım şey su içmek olmuştu. Ne kadar uykum olsa da hazırlanmış ve evden çıkmıştım.

3 hafta önce deponun yakınlarına park ettiğim aracım Murat’lar tarafından yine 3 hafta önce kapıma bırakılmıştı. Bunu sonradan Deniz tarafından öğrenmiştim. Aşağıya inip arabama bindim. Sokağın giriş kısmında iki araba bekliyor üçüncü araba ise ben nereye gidersem oraya geliyordu. Bir de dördüncü bir araçtan bahsetmişti Deniz, ondan benim bile haberimin olmamasını söylemişti. Benim arabamı ise geçici bir süreliğine Zafer isimli bir şoför kullanıyordu. Hastaneye doğru yol aldıktan nerdeyse bir saat sonra oraya varmış hastanenin otoparkına arabayı park etmişti. Birkaç saat sonra geleceğimi söylemiş isterse gidebileceğini belirttikten sonra içeriye girip asansöre binip 5. kata basmıştım.

Ne olursa olsun Burak'ı çok özlemiştim. Ona sarılmaya ve biraz huzur bulmaya ihtiyacım vardı! KBB polikinliğine giriş yaptığımd odası asansörün sağ tarafındaki koridorun en sonunda kalıyordu. Yönümü oraya doğru çevirdiğimde sekreteri beni görmüş ve yüzü anlamsız bir şekilde asılmış şok içinde, "Lavin Hanım?" demişti. Bense anlam verememekle ona gülümsemiştim.

"Burak'a sürpriz yapacağım."

"Ama hastası var şu an."

Kadın benimle dalga geçiyor olmalıydı Çünkü öğlen arasındaydık. Yüzünün asılmasından belliydi ters giden bir şeyler olmuştu. Eğer kötü bir şey olursa savcılığımı kullanırdım! Direkt Burak'ın odasına doğru yöneldim. Sekreter ise ismimi söyleyerek peşimden gelirken odadan gülüşme sesleri duyulmaya başlamıştı daha doğrusu Elif'in sesi kulaklarıma geliyordu. Hastası Elif miydi? Kadınsa sesini duyurmak istercesine konuşuyordu. Elimle kadının ağzını kapadığımda içimdeki kurtçuklar uyanmıştı.

"Lütfen sus!" dedim kadına. Burada bir şeyler dönüyordu.

Kapıya doğru yaklaşmış kulağımı kapıya dayamışken aklımın en kuytu yerlerinden Tarık'ın iğrendirici sesi yankılanmıştı. Ama Yekta hakkında tek kelime öğrenmeyi hak etmiyorsun. Sana mükafat verecek değilim! Senin tek hak ettiğin Burak ve Elif Onlara dokunmayacağım, onlar sana verebileceği en büyük cezayı verdiler zaten.

"Yiaa söylesene ne kadar çok?" demişti cilve yaptığı belli olan bir sesle. En yakın arkadaşımın sesi. Kalp atışlarım hızlanmış içime koca bir öküz oturmuştu. Bu olamazdı değil mi? Bana böyle bir şey yapmış olamazlardı değil mi? Şaka yapıyor

olmalılardı! Zamansız geldin Lavin! Hayır bu bir şakaydı! Ve hiç hoş değildi! Kalbimdeki damarların çatırdadığını duyuyordum. Ellerim titriyordu.

"Çok, seni çok seviyorum."

O an başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü. Çok mu seviyorum demişti o? Çok mu seviyormuş?

Elif'in iç geçirme sesi kulaklarıma ulaştığında, "Lavin ne zaman gelecekmiş?" sorusunu duydum.

"Cumartesi geliyor. Asma suratını sevgilim..."

Sevgilim... Doğru olmamalıydı bu! Doğru olmamalıydı! Burak böyle bir şey yapmazdı, o benim yanında huzur bulduğum adamdı. Bana bunu yapmış olamazdı! Elif benim en yakın dostum, yeri geldiğinde sırdaşım; beni sırtımdan vurmuş olamazdı değil mi? Duyduklarımın bir yanılsama olmasını dilesemde içeriden gelen sesler bunun gerçekleşmeyeceğini söylüyordu.

Yanılsama değil savcım, sadece seni kandırmışlar... Güçlü olmalısın Lavin, şimdi değil! Şimdi değil! Dik durman lazım Lavin, şu an hiç sırası değil. Kendini onların gözü önünde salamazsın! Derin bir nefes aldıp kapıyı sertçe açarak içeriye daldığımdaysa onları hayatıma aldığım güne lanet ettim. Sevgilim kelimesini bile kaldıramıyorken onları dudak dudağa görmek benim için son noktaydı. İlk değildi belki ama hayatımın en büyük ihanetine şahit olmuştum. İhanet etmişlerdi bana! Bana!

Şokla kapıya dönen gözleri beni beklemediklerini bağırıyor belki de burada oluşuma lanet okuyorlardı. Her zamanki gibi sesimi çıkaramamıştım, durup hesap soramamıştım! Ve yine kaçmıştım. Bu sefer gizli iş çeviren taraf ben değildim. Arkamı dönüp oradan hızlıca uzaklaştığımda sanki yer ayaklarımın altında kayıyor, bir el boynumu dolanıyor beni nefessiz bırakıyordu. Nereye gittiğimi bilmiyordum! Tek isteğim ikisinden de uzakta bir yere gidebilmekti!

Nasıl yapabilmişlerdi ya bunu nasıl? Gözlerimin içine nasıl bakabilmişlerdi? Çok mu gülmüşlerdi? Yokluğuma çok mu sevinmişlerdi? Çok özledim demişti! Yalandı... Ben onu hatırlamadığım için kendime kızarken o beni vicdan azabı olarak mı görmüştü? Ne kadar da aptalmışım? Ona aşık olmadığım için, ondan bir şeyler sakladığım için hep ama hep kendimi suçlarken o beni çekinmeden sırtımdan vurmuştu!

Merdivenlere doğru yöneldiğimi anlamamıştım taa ki onun ismimi seslenişi duyana kadar. Koşup uzaklaşmak istiyor ama daha yeni yeni düzgün yürümeye başlamışken bunun olamayacağını fark etmiştim. Gözümden akan bir damla yaşı elimin tersiyle sildim. Peki şimdi ben ne yapacaktım? O pisliğin sesi daha da yaklaşıyordu. Beni durduracağına emindim ve kendimi buna hazırlıyordum. Merdivenlere yaklaştığımda sağ kolumda hissettiğim eliyle durmuş ve sertçe kolumu çekmiştim.

"Bırak beni!"

"Lavin dinle bak açıklayabilirim."

Gülmüştüm. Gerçekten açıklayabilir miydi? Ne diyecekti yere düşerken yanlışlıkla sevgilim deyip tutum sonrada dudaklarımız birleşmiş mi? Bu yaptıklatının bir açıklaması olamazdı.

"Bak!" dedim sinir içinde. Titriyordum!

"Seni el alemin içinde rezil etmiyorum. Anlıyor musun? Şimdi susuyor ve nereden geldiysen oraya gidiyorsun! Yoksa o çok sevdiğin meseleğinin rezil rüsva olmasını izlersin!" dedim sakin bir sesle.

Gözlerimin içini yapma der gibi baktı. Bunu ben değil o yapmıştı!!

"Lavin yapma!"

Sağ parmağımı sallayarak belki de onu tehdit ediyordum ama o bundan daha beterini hak ediyordu.

"Gitmiyor musun? O zaman benden günah gidiyor!"

Hastanenin içinde yaptığım şeyden utanıyor ama onların yaptığı bu pislik şeyin karşılığını veriyordum. Ağzımı açar açmaz, "Özür dilerim." demişti.

Yazık der gibi suratına bakmıştım! Bitmişti, boynumdan kolyesini çıkartmış ve elini ellime alıp kolyemi avuç içine bırakmıştım. Artık özgürdü, gidebilirdi!

Ona arkamı dönüp yavaşça aşağıya indim, kaç kat inmiştim bilmiyordum ama herhangi bir basamağa kendimi bırakıvermiş ve alçılı kolumun üzerine sağ kolumu koyarak başımı ellerimin üzerine koymuştum! Huzur dilemiştim ya, sadece huzur! Uzuvlarımın her birinde sancı hissediyordum. Niye tüm kötü şeyler üst üste geliyordu? Her kapı sertçe üstüme kapanıyordu! Ben kendi ruhumda ona her haksızlık ettiğimi düşündüğümde utanmıştım, oysa her beni karşısına alışında beni görmekten hoşnutsuzdu. Ruhum yarılmıştı, tüm yapraklar etrafa saçılmış yığılıp kalan ben olmuştum. Buna nasıl dayanacaktım? Bana yaptıkları bu çirkin şeyin üzerinden nasıl gelebilecektim! Etrafımdaki sesler kendini belli etmeue başladığında yerimden kalkarak merdivenleri tamamladım. Kendimi dışarıya attım. Hiç bir kişi aldatılmayı hak etmezdi! Peki ya ben nasıl bunu fark edememiştim. Birbirini seven iki insanın birbirlerine bakışlarını nasıl görememiştim! Aptallar kralı... Yine baş başa kaldık. Sen ve ben! Ruhun ve aklın.

"Burak yukarıdaki şekeri verebilir misin?"

Sandalyeyi ayağının altına koyup alamıyor muydu? "Hayatım bir sıkıntı var galiba ben bir Elif'e bakayım."

Ben bakamıyor muydum?

Her şey o kadar gözümün önündeymiş ki bir tek ben fark edememiştim. O sırada baktığım dava dosyası gözümde canlandı. Benim burnumun dibinde bunu nasıl yapabilmişlerdi? Benim güvenimi nasıl altüst edebilmişlerdi? İnsanlar niye bu kadar kötüydü ki? Bizim onlara güvenmemiz veya onları sevmemiz kendileri ile alakalı değildi; bizimle alakalıydı, bizimle! İnsanlarsa bunu kendindeki güzelliğe yorup kendilerini yüceltiyorlardı. Hem aldatılmayı hiçbir zaman aklım almamıştı, anlayamamıştım. İnsan birini aldatmaktan niye zevk duyardı ki? Benden ayrılsaydı ona karşı mı çıkacaktım? Benden ayrılsaydı onsuz yaşayamayacak mıydım? Hem ilk ben mi sevmiştim onu? Ben mi demiştim seni seviyorum diye?

Derin derin nefes almaya çalıştım nefesim boğazıma tıkanıyordu. Doğru bildiğim her şeyın yanlış olması ince bir sızı halinde kalbimden yayılıyordu. Hava ne kadar sıcak olsa da ben çok üşüyordum. Göz yaşlarımı içime akıtıyor her şeyi yok sayıyordum. Gerçekten çok üşüyordum. Belki de gitmemiz gerekiyor buradan Lavin. Ama nereye, o evde onun eşyaları vardı. O evde soğuktu tıpkı burası gibi. Kendimi bir banka attım. Gözlerimi gökyüzünü çevirince anılar zihnimi altüst etti.

"Biliyor musun gidecekmişiz?" diyordu küçük Lavin. En sevdiğine, Yekta'ya.

"Üşüyor musun?" diye sormuştu. O bu soruyu sorunca asla düşünmez, hep aynı cevabı verirdim.

"Çok." diye mırıldanmıştım.

Küçücük elleri ellerimi tutup çift taraflı cebine yerleştirmişti. Ellerim ceplerinde onun elleriyle birleşmişti.

"Gitsen bile bulurum ben seni." demişti. Neden yoktu? Neden onca yıl aramıştım da ondan tek bi haber bile alamamıştım. Neden? Neden? Neden?

"Bulur musun?" demişti sevinçle küçük Lavin.

"Bulurum. Hem bulamazsam gökyüzüne bakarım Lavin. Eninde sonunda buluşmaz mı gözlerimiz?"

Buluşmuyordu işte bakıyordum öylece gökyüzüne. Hiç mi özlemiyordu? Hiç mi merak etmiyordu da onu bulamıyordum? Unutmuş muydu beni, benim onu unutamama rağmen. Mesela gözlerinin kahvesi kaç yıl geçse de gitmemişti aklımdan, kızlara mahsus olan o uzun kirpikleri... Her zaman dalga geçerdim onlarla, kız kirpikli diye... Yine olsan bu sefer söz veriyorum dalga geçmem Yekta... Yeter ki gözlerin benimle buluşsun. Kırmızıyı da çok severdin, çok yakışırdı o çocuksu yüzüne. Her seferinde sen kırmızıyı seviyorsun diye bana kırmızı toka alırdın. Yine olsan da bana yine kırmızı tokalar alsan Yekta? Söz veriyorum ben yeşil toka istiyorum diye tutturmam sana.

Gökyüzüne baktım belki bu sefer gözlerimiz buluşur diye. Belki de bilmediğim bir şehirde gözleri gözlerime değmişti. Kim bilir gözlerimiz kaç defa buluşmuştu? Geçmiş geçmişte kaldı Lavin. Geçmiş benim aklımın içiydi, geçmiş geçmişte kalsa bile geçmiyordu.

Neredesin Yekta? Beni niye tek başıma bıraktın! Çok üşüyorum... Çok acımasızca. Neden büyüdük ki?

Gözlerimden akan birkaç damla yaşı daha silerken bir telefonun çaldığını daha sonrada o telefonun bana ait olduğunu fark ettim. Büyük puntolarla MURAT yazıyordu. Açmadım!

Elimin tersiyle göz yaşlarımı sildim. Elimdeki telefon tekrar tekrar çalmaya başlamıştı. Niye vazgeçmiyordu? Ben çoktan kendimden vazgeçmiş, dibe vurmuştum! Sesimi kontrol ederek telefonu açtım.

"Alo?"

"Buradayım." demiştim.

"Neredesin?"

"Buradayım!" demiştim yine, konuşabilirsin demekti bu!

"Senin sesin kötü mü geliyor?"

"Hayır iyiyim." dedim. Yalancı olan ben miydim?

"Neredesin Lavin?" dedi derin bir nefesi verirken.

"Hastanedeyim." demiştim. Nasıl olsa adamları buradaydı, bulurdu beni! Yalanın lüzumu yoktu, eli her yerdeydi.

"İyi tamam geliyorum."

"Murat..."

Telefonu yüzüme kapatmış cümlemi tamamlamama izin vermemişti.

"...gelmene gerek yok." diye mırıldandım.

Ayağa kalktım, beni daha fazla yıkık bir halde görmesini istemiyordum. Gördüğünün aksine hep ayakta duran bir kadın olmuştum! Aciz değildim! Büfeye doğru gidip su almış ve kana kana içmiştim. Kalktığım bank dolmuştu. Hoş görünen hiçbir yerde de boş bank kalmamıştı, dünya düzeniydi işte! Etrafa biraz daha bakınırken gözlerimiz Murat ile kesişti ve yine dudaklarına yemin edeceğim ama kanıtlayamayacağım bir gülümseme belirdi! Her şey iyi dercesine, geçti dercesine! Nasıl bu kadar çabuk gelmişti bilmiyordum ama iyi ki gelmişti...


Loading...
0%