Yeni Üyelik
13.
Bölüm

Geçmişin İzleri

@1benzen

Geçmiş bana tuzak kurdu;

Geçmiş benim ölmemi istedi; Geçmiş bana işkence8 etti.

Ben savaşı kaybettim. Ama hâlâ buradayım!

"Herkesin gözüyle gördüğü benim kalbime oturuyordu!"

"Ben senin yanındayım..."

01.09

Ani hedefleri gözlerimden başkası değildi, inanamazmış gibi bakıyordu.

"Gerçekten mi?"

Fısıldayarak çıkmıştı sesi. Gözleriyse şaşkınlığını bırakmış parlamaya başlamış, dudak kenarları iki yana kıvrılmıştı. Sanki bana çok güzel bir adım attığımı anlatır gibiydi! Ben bu hareketin doğru mu yoksa yanlış mı olduğunu sorgularken onun ifadesi doğruluğumu bas bas bağırıyordu. Bugün gördüğüm o resim karesi içimdeki bir yeri tetiklemişti...

Ayağa kalkarak yanan şöminenin önündeki minderlerden birine oturup içkisini yere bıraktı. Bu adamın sakinliği beni bitiriyordu. Kupamı masadan alıp onun karşısındaki mindere oturup şömineye sırtımı döndüm ve sıcak çikolatamdan bir yudum aldım.

"Neyi bilmek istiyorsun?" diye sordu bir yabancı misali! Değil misin? Onun aksine ben yalancı bir gülümsemelerimden birine sığındım.

"Neyi bilmek istediğimi bilmeyip, bir şeyler bilmek istediğimi biliyorum!"

Kafa karmaşıklığımı bundan daha iyi anlatamazdım. Dudakları iyice yukarıya kıvrıldığında neye güldüğünü merak etmiştim. İçki bu adamda yan etki bırakıyordu galiba. Bu dediğimin aksine o içkisinden bir yudum daha aldı.

"Cık, merak ettiğin şeyi en iyi sen biliyorsun!"

Yüzleşiyor muyuz Sarper? İçimi okumaktan tahminen ne zaman vazgeçersin? Gözlerime bakınca her şeyi sana fısıldayıveriyor muyum? Sana değil Sarper, sana değil!

"Söylememeyi yeğlerim, zaten anlatacaksın!"

"Ben 16 yaşındayken tanıştık babanla..."

Babamın üzerine bastıra bastıra söylemişti. Serdar abi demiyordu!

"Deniz ile ben sokaklarda büyüdük sayılır."

Gözleri benden şömineye kaçtı.

"Sen Deniz'in öyle çok güldüğüne bakma, çok gülen çok yara alandır."

İçkisinin son yudumunu alırken ben de sıcak çikolatamı bitirip zemine koydum.

"Babanla tanıştığımız gün bir araba kazası geçirmişti, durumu ağır değildi. Bir süre bizim evimizde kaldı. Sonra bize bir teklifte bulundu, hoş tekliften daha çok yardım etmek istiyor gibiydi. Başka çaremiz yoktu, kabul ettik. Bizi yanına aldı... Tabii aynı zamanda Tarık Sarper'in de yanına."

Hayatında ilk defa birine iyiliği dokunmuştu. İsyan dolu bir ses çıktı dudaklarından.

"Lavin zannettiğin gibi baban onun sağ kolu falan değildi."

Bu zaten başından beri belliydi çünkü Tarık ondan bahsederken kin kusuyordu. Peki ya babamı o mu öldürmüştü? Bu kadar kin kustuğuna göre o öldürmüş olmalıydı. Hikayenin nereye gittiğini merak ettiğim için konuşmamayı seçmiştim. Benim derdim babamın onunla ilgisi olması değildi, hiçbir zamanda bu olmamıştı.

"O da muhbirdi Lavin, Tarık Sarper'in bilgilerini sızdırıyordu. Hem de yıllarca."

Muhbir olabilirdi ama bu onca insanın canını gözünü kırpmadan yaktığını değiştirmezdi. Bu Halil amcayı öldürdüğü gerçeğini değiştirmiyor, ailemizi yerle bir etmesini açıklamıyordu. Babam para için hepimizi yarı yolda bırakmıştı. Peki ya yanlışsa Lavin? Her şey gözümün önünde oldu, bunun yanlış olması imkansız gibi bir durum.

"Deniz ile beni okuttu, onun parasıyla ama okuduk işte. İki sene önceyse hayatını kaybetti."

"Tarık mı öldürdü onu?"

Ya öldürmüş ya da başka birine öldürtmüştü. İkisi de fark etmezdi sonucunda babamı Tarık öldürmüştü. Gözleri söylesem mi söylemesem mi ikilemiyle kararsız bakıyordu. Sanki yüzü puslanmıştı ve ne söyleyecekse bana söylemeye korkuyordu. Bunun yine benim bir uydurmam olmasını diledim. Çünkü ikinci bir skandalı kaldıramazdım.

"Hayır..." diye mırıldandığında tüylerim diken diken olmuş içimde anlayamadığım bir ürperti belirmişti. Sonucu yine beni vuracaktı değil mi? O yüzdendi bu surat ifadesi.

Duymak istemeksizin gözlerimi kapattığımda ismini şu anda duymak bile istemeyeceğim kişinin adını ağzına aldı.

"Yekta Savaş."

O an kalbimden bir parçanın söküldüğünü hissettim. Zaman durmuş ama içimdeki acı zamanın aksine hızla büyüyordu. Yalandı, bu bir yalan olmalıydı. Yekta katil olmuş olamazdı değil mi?

"Ne saçmalıyorsun sen?"

"Yaptı!" dedi şöminenin ateşi gözlerine yansırken.

"Hayır, hayır yapmaz o... yalan söylüyorsun..." dedim sinirle.

Boğazımda bir düğüm oluşmuş sesim sanki hiç çıkmıyor gibiydi. Tamam belki babamı öldürmek için birçok nedeni olabilirdi ama o asla böyle bir şeyi yapmazdı. Ne olursa olsun yapmazdı. O bir karıncayı bile incitemezken bir insanı öldürdüğünü söylüyordu karşımdaki adam. Hemde o insan, Yekta'nın babası gibiydi.

"Yaptı Lavin, hem de hiç gözünü kırpmadan vurdu."

Yine benden bir şey saklanmıştı! SARS Yekta'nın yaşadığını bile bile bunu benden gizlemişti! SARS ve Murat benden daha ne gizliyorlardı? Zorlukla ayağa kalkmış ve balkondan çıkmaya hazırlanmıştım. Bunu sindiremezdim! Yekta'nın bir katil olduğunu sindiremezdim! Tam kapıdan çıkacakken Murat'ın eli sağ kolumu tutmuş beni engellemişti. Geçmişimle birlikte yok olmak istiyordum. Hayatım sanki bir sırmış gibi benden saklanmıştı. Saklanmaya devam ediyordu. Nasıl da körmüşüm sağırmışım?!

"Lavin..." diye mırıldansa da ona sadece kolumu bırakmasını söylemiştim. O ise dediğimi yapmak yerini beni kendine doğru çevirmişti. Gözlerime dolan yaşları hissedebiliyordum. Onun yanında ağlayamazdım!

"O nerde?" demiştim. Bu bir yalan bile olsa ondan duymaya hakkım vardı. Murat yalancıysa bunu gün yüzüne çıkartabilecek tek kişi Yekta'ydı.

"Serdat abiyi öldürdükten sonra ortadan yok oldu."

Tabii ya herkesin gözünün önüne gelen bana yok oluyordu! Herkesin gözüyle gördüğü benim kalbime oturuyordu! Kolumu sertçe ondan çektiğimde kurtuldum ve işaret parmağımı hiddetle ona sallarken buldum kendimi.

"Yeter! YETER! Herkes ama herkes bana gelince körü, sağırı oynuyor! Gözünüze ne görünüyorsa bana yara oluyor yara! Yalan söylüyorsun, bana yalan söylüyorsun! Şimdi bana onun yerini söyle!"

Eli tekrardan koluma ulaştığında geri çekildim. Aramıza mesafe bıraktım.

"Yalan değil Lavin!"

"YALAN!"

"Ben sana ne zaman yalan söyledim Lavin?"

Elim mağlup bir şekilde indiğinde yüzüme tokat gibi çarpan gerçeklikle yüzleştim. O benden hiçbir şeyi saklamamıştı! Gözümün kör olduğunu bana söylemiş, beni doğrularla yüzleştirmeye çalışmıştı. Yine de Yekta birini öldürmüş olamazdı, Yekta kayıp olamazdı, Yekta yaşarken benden saklanıyor olamazdı!

Elleri güçsüz kolumu tuttuğunda yok olmak istedim, öğrenmek istediğim her gerçek yüzüme bir kaya gibi çarpıyordu ama ben acısını karşımdaki adamdan çıkartıyordum. Kolumu bırakmasını istiyordum, başına bela olmaktan başka bir şey yapamıyordum. Yüzüm ona bakmıyordu ya da bakamıyordu. Utanıyordum kendimden! Gerçeklerle yüzleştin işte Yılmaz! Gerçeklerin buraya varacağını bilseydim deliyi oynardım. Güçlü olmalıydım, güçlü kalmalıydım. Baş parmağı çenemle buluşunca yüzümü kendine doğru çevirdi. Buradan gitmem gerekiyordu, buradan tam da şimdi gitmem gerekiyordu. Gözleri ruhumu okumayı başaraniliyordu! Hemde öylece gözlerime bakarak! Canımın yandığını görüyordu, ruhumdaki gelgitin büyüyüp bir tusunamiye dönüştüğünü biliyordu. Belki de içimde güçlenen bu yıkımı en önden izliyordu.

"Çok zor." derken dudakları titriyordu. Bir yanım hâlâ ona inanmıyor diğer yanımsa kaybedecek neyinin olduğunu fısıldıyordu! Yekta'ya suçu atarak neyi kaybedebilirdi ya da neyi kazanabilirdi? Hiçbir şeyi... Benim aksime Murat Sarper her şeyin iç yüzünü biliyordu. Büyük bir yalancı olmasını dilerken dudaklarımda buna inandığını belirtmişti.

"Yalancısın." diye mırıldandım gözlerim ona bakmazken. Korkaksın Lavin! Yüz karasısın! Uzak durmasını istiyordum.

"Evet."

"Çok iyi bir oyuncusun." diye mırıldandım gözümden bir yaş akarken. Güçlü kal Lavin, güçlü kal!

"Evet."

"İftira atıyorsun."

"Evet."

Gözümden bir damla daha yaş aktı.

"Yekta katil değil." dedim yılların birikmişliği gözlerimden sel gibi akarken. O bir katil olamazdı. Merhametliydi, her şeye karşı büyük bir sevgisi vardı, kimseyi incitemezdi. O yapmış olamazdı! Murat beni kollarının arasına aldı. Babam Serdar Yılmaz, bir dolandırıcıydı! En yakın arkadaşımın babasını dolandırmış onun ölümüne sebep olmuştu! Sonrası yoktu, ebediyen ortalıktan yok olmuştu! Yedi yaşındaydım! Yedi! Babamın neden gittiğini anlayamıyordum. Yekta ise babasının geri geleceğine inanıyor, ölmediğine adı gibi emin konuşuyordu. Babam hepimizi mahvetmişti! Annem Samsun'da daha fazla duramayacağımızı ve babamın yaptığı şeyin utancını kendine yükleyerek benimle birlikte Ankara'ya -ananemin yanına- gelmişti. Yektadan o gün ayrılmış çocuk kalbimin üzerine bir de onun acısı eklenmişti. Annemse ilk zamanlar ruh gibi dolaşıyordu. Daha sonrasındaysa benim için hayata tutunuyor gibiydi. Bu da zaten bir yıl sürmüştü. Her şeyin kanlar içine bulandığı lanet olası bir gündü! Annem bileklerini kesmişti! Kan kokusunu ne kadar zaman geçse de düşündükçe ilk günkü gibi anımsıyor, ne kadar vaka görürsem göreyim atlatamıyordum. Duvardaki annemin kanıyla yazdığı BİTTİ yazısı hâlâ gözlerimin önüne geliyordu. Onun için yolun sonu benim içinse büyük bir hayal kırıklığı olmuştu. Anneler babalar gibi değildir derler, onlar çocuklarını bırakmazlardı değil mi? Sekiz yaşındaydım! Annemde beni bırakıp gitmişti. Sonrasıysa tam bir travmaydı, sessiz hiç konuşmayan asosyal birine dönmüştüm. Çünkü annesinin bile bıraktığı bir çocuğu kim sevebilirdi ki? Bunu 8 yaşımın küçüklüğüme hapsetmiştim, ben sevilmemeyle çok küçük yaşta tanışmıştım. Annem öldükten sonra anneannemle yaşamıştım, on sekiz yaşıma kadar. Anneannem benim on sekizinci yaşımın beşinci haftası ölmüştü. 31 yaşına nasıl geldiğimi hatırlamıyordum bile, ölmeyi dilediğim günler bana en yakın olanıydı! Bu hayatta çok şey yaşadım ama hiçbiri babamın bana yaşattığı kadar ağır gelmiyordu. Hayattaydı ve bana babalık bile yapmamıştı! Hayattaydı ve başka çocukları büyütmüştü! Babam hem Yekta'nın babasının hem de benim annemin katili olmuştu. Dediğim gibi onu yıllarca kafamın içindeki mahkemede yargılamış ve serbest bırakmaya çalışsam da olmamıştı. Çünkü benden sürekli müebbet yiyen bir adamdı. Belki de karşısına geçip hesap sormalıydım. Annemin hesabını... Ama o bunu bile hak etmiyordu. Benim sevgimi, güvenimi her şeyimi almıştı. Ben 24 senedir kabuslarımda büyüttüm giden herkesi çünkü güzel şeyler çocukluğuma aitti ve o günlerde hep onlar vardı. Zaten güzel günleri unutalı yıllar olmuştu. Son 3 haftadır yaşadığım her şey bana çok ağır geliyordu belki ağlamıyor yakınamıyordum zaten uzun zamandır yaptığım tek şey kötü olan her şeyi rafa kaldırmaktı. Bir gün sayfalarında gezineceğim bir kitap gibiydiler ama ben hep ilk sayfasını açmaya korktuğumdan rafta eskimişlerdi. Belki babam tüm bunları yapmış olmasaydı biz şimdi hep birlikte bir masada oturmuş sohbet ediyor olurduk. Belki de babam olmasaydı bunların hiçbiri yaşanmazdı. Bunların hiçbiri yaşanmasaydı ben bugün bu adamdan Yekta'nın katil olduğunu işitmezdim.

"Seni anlıyorum savcı, canın yanıyor. Üzerinden ne kadar geçerse geçsin içindeki o ateş hiç sönmeyecek. Eğer içindeki o yangını birazcık azaltacaksa göz yummadan beni de yakabilirsin."

Göz yaşlarım Murat'ın badisine akıyor o ise bunu hiç dert etmiyordu. Kollarının arasında hıçkırarak ağladığım bu adama güveniyor muydunun cevabı oldukça açıktı ama bir o kadarda saçmaydı. Beni bırakıp giden adamın yetiştirdiği bir insandı o ama ben ona ve Deniz'e güvenmek istiyor bundan da korkuyordum. Çünkü her güvendiğim insan beni bırakıp gitmişti. Hiç tanımadığım insanlar beni niye bırakmasınlardı ki? Ben bir savcıydım, ikisiyse suçlulardı.

Dünya güzel bir yer değildi. Ama insan birilerine güvenemeyecekse nasıl yaşayacaktı?

Murat ile ne kadar bu şekilde kaldığımızı bilmiyorum. Ne o tek bir şey söylemiş ne de tek bir harekette bulunmuştu. Peki ya o neyi düşünüyordu? Eskiden annem acıları bir olan insanlar birbirilerine en çok benzeyenler olduğunu söylerdi. Çünkü canı acıyan bir insan tüm insanları anlayabilirdi. Onunda canını çok yaktıklarını gözlerine bakınca anlayabiliyordum. Gözleri soluktu ve hep o dumanlarıyla yaşıyordu. Benimse ne onu ne de başka birini suçlamaya hakkım vardı. Bana yalan söylemesi için hiçbir neden de yoktu ki o bu zamana kadar yanlış bildiklerimi doğruya çevirmişti. Murat'a birazcık güvenmeyip güvenebilirdim. Ki o üç hafta olmasına rağmen her düştüğümde yanımdaydı. Sebep mi arıyoruz Savcı Lavin Yılmaz? İster sebep olsun ister olmasın ona ve Deniz'e güvenmeyip güvenebilirdim.

"Güçlü bir kale gibi durmana da gerek yok, ben senin yanındayım."

Sebep sadece babam olamazdı değil mi? Bana acıyor muydu ya da ne bileyim niye yapıyordu bunları? Çünkü kimse karşılıklı çıkarı olmasa birbirine günahını bile vermezdi.

"Niye beni önemsiyorsun ki?"

Daha çok sitem gibiydi.

"Senin aksine Lavin Yılmaz ben seni yıllardır tanıyorum. Ve benim tanıdığım Lav..."

"Ohoo oh abi bensiz mi sarılıyorsunuz?"

Hoş geldin Deniz, geldiğin gibi de geri gidebilirsin.

🌌🌌

Denizler tam da zamanında gelmişler, en çok merak ettiğim sorunun cevabının da içine etmişlerdi. Murat'ın kollarından ayrıldığımda kapıda Deniz ve Azra'yı görmüş neden geldiklerini merak etmiştim. Ee çünkü saat çok geçti. Deniz gelir gelmez soru sorar gibi ismimi söyleyerek ağladığımı kastetmiş bense her zamanki gibi bir şey olmadığını söyleyerek onu dalgaya almıştım. Murat -Azra'nın söylediğine göre- sürekli Deniz'i gelmeden öce araması için uyarıyor Deniz ise her seferinde inadına haber vermiyormuş. Denizler balkonda otururken Azra ile ben mutfağa geçmiş kahve yapıyorduk, daha doğrusu o yapıyor bense onu izliyordum.

"Murat ile anlaşabiliyorsunuz sanırım?"

Bu sorusu beni güldürmüştü, ne kadar dışarıdan bakılınca -ilk günkü söylediğim gibi- dağ ayısı gibi görünse de onun merhametli olduğuna karar vermiş ve dünyadaki en anlaşılabilecek insan olduğuna karar vermiştim. Bu sorusuysa bizi balkonda o şekilde gördüğü içindi!

"Gibi gibi."

"Sizde anlaşabiliyorsunuz sanırım."

"Murat benim üniversite arkadaşım."

Yani anlaşabiliyorlardı. Ee bir zahmet Lavin kız en yakın arkadaşını kafalamış.

"Aaa Deniz ile öyle mi tanıştınız? Aa ama sen doktorsun?" Aaa ne Lavin? Sana aa!

"O zamanlar benim başka bir erkek arkadaşım vardı. Onun sayesinde Murat ile tanışmıştık. Murat o kadar umursamaz sıkıcı biriydi ki insanların ona nasıl katlandığını merak etmiştim. Daha sonra Deniz ile tanışmıştık. Deniz çok farklıydı, onun duygu skalası yoktur. Yeri geldiğinde ağlar yeri geldiğinde güler.... Tanıdığım herkesten daha gerçekti. Daha sonra erkek arkadaşıma olan sevgimin git gide beni tükettiğini fark ettim. Toksik bir ilişkiydi bizimkisi. Daha fazla dayanamadım o süre zarfında Deniz her daim benim yanımda oldu. Deniz ismi gibiydi huzurlu masmaviydi. Sonra işte günümüzdeyiz."

Azra'nın Deniz'den bahsederken gözlerinin içi parlıyordu. Ve anlattığı çok basit bir hikaye olsa da çoğu insanın başaramadığı bir şeydi, bunu üzerini kapatmadan anlatması da bana bir zeytin dalı gibi gelmişti. Zaten Azra bana hep zeytin dalı uzatıyordu.

"Kader..." diye mırıldandım.

"...ne zaman neyi getireceği belli olmuyor. Ne güzel sana aşkı getirmiş. Bu arada çok yakışıyorsunuz."

"Teşekkürler."

Azra hanım hanımcık diye nitelendirilen kızlardandı. Hiçbir hareketi eğreti durmuyordu. Mesela ben onun gibi gülmeye çalışsam bana birkaç beden büyük gelirdi. Bu evdeki hiç kimse yapmacık değildi.

"Bu oldu."

Azra kahveyi fincanlara doldurunca içeriye geçmiştik. Murat ile Deniz ciddi bir şey konuşurken biz gelince susmuşlardı.

"Ayıp ayıp biz gelince çeneniz birbirine kavuştu."

"Ya senin de yine çenen düştü." derken kahve tepsisinin sehpaya bırakmış olan Azra'yı Deniz kucağına doğru çekti.

"Deniz yapma ya şunu!" diye kızan Azra aslında hâlinden gayet memnundu sadece benden ya da Murat'tan çekiniyor gibi bir hâli vardı.

"Kime ne ya biz evliyiz evli!"

O an Murat'ın yüzündeki ifadeyi görmeniz gerekiyordu. Yüzünü buruşturmuş sabır dilenir gibi bakıyordu. Bense onları gayet TATLI bulmuş bıyık altından sırıtıyordum.

"Denizcim hani evlisiniz ya evli evine köylü köyüne diye bir laf duymuşsundur. Ama Deniz Bey her gün burada." derken Azra'ya göz kırpmış sen tamamen bunların dışındasın demişti.

"Her gün o kadar mazot benzin yakıyorum, benzin ne kadar olmuş senin haberin var mı? Daha gelmiş bir de laf ediyorsun!"

Kahveme uzanmış ve televizyon izleyen insanlar gibi kahvemi yudumlamaya başlamıştım.

"Gelme Deniz, gelme. Lütfen bir süre gelme."

"Sana geldiğimi kim söyledi ya. Ben Lavin'e geldim... Biz geldik."

Azra da Deniz'in kucağından inip Deniz'in hemen yanındaki küçücük yere sığıvermiş ve kahvesini içmeye başlamıştı.

Şu an tüm gözler üzerime çevrilmişken ne yapmam gerekiyordu HOŞGELDİNİZZ diyebilir kocaman gülümseyebilirdim ya da Murat haklı senin yüzünden merakım yarım kaldı da diyebilirken sadece gülümseyebilmiştim.

"Topu savcıya atma Deniz."

Kahvemin son yudumunu içerken Deniz hiç dokunmadığı kahvesini tek dikişte bitirmiş ve Azra'nın kolundan tutuğu gibi onu da yerinden etmişti.

"Misafirliğin kısası makbuldür derler. Kusura bakma sevgilim. Biz artık kalkalım."

"Deniz ya n'apıyorsun?"

"Görüşürüz sevgili ortak, görüşürüz Lali. Hadi hayatım."

Deniz Azra'nın veda bile etmesine izin vermeden onu çekiştirerek götürürken Azra bize zar zor görüşürüz diyebilmiş biz daha neye uğradığımızı şaşırırken onlar çoktan evi terk etmişlerdi. Kapı sesinden sonra Murat ile göz göze gelmiş ve ben fitili ateşleyip gülmeye başlamışken onun da kahkahaları bana ortak olmuştu.


Loading...
0%