Yeni Üyelik
22.
Bölüm

Gözlerinin İçi

@1benzen

Seksendört~Yara

Yara geçti, izi duruyo'

Hâlâ içi çok acıyo'

"Gözlerinde sonsuz olup dudaklarında yarım kalıyorum!"

"Sana yaklaşamıyorum, senden uzaklaşmama da izin vermiyorsun."

01.18

Yalancı gülümseme, gerçek gülümsemenin tersi... Benimse çokça başvurduğum ve bir süre sonra ustalaştığım gülümseme. Şimdi aynısını Murat'a yansıtmış ve hiçbir şey duymamış gibi davranıyordum. Oysa içimdeki çift taraflılık çoktan kafamı karıştırmaya başlamıştı!

"Şey seni merak ettim!" dedim doğal bir tavırla ama aklımın bir köşesinde konuştukları vardı. Lavin'in haberi olmayacak! Aklım bin bir teori üretiyor ama ben teorilerimin doğru olduğunu zannetmiyordum.. Söylediği zaman cumartesi gününe tekabül ediyordu. Tam saatini bilmemekle birlikte ne yapacağımı da bilmiyordum, odama geçince iyice düşünüp karar verecektim. Acele bir karar almak istemiyordum, ne onu kırmak istiyor ne de habersiz kalmak istiyordum. Bana haber vermemesini anlıyordum o yüzden şu an bu fikirleri akıl dışı edip, buraya neden geldiğimin farkına vardım.

"Yok bir şeyim!" dedi geçiştirir gibi.

"Sema'ya izin vermişsin?" dedim saçma sapan bir şekilde. Belki de açıklama yapmam gerekiyordu ama kafam biraz önceki duyduklarıma takılmışken cümle de kuramıyordum. Kendimi toparlamam gerekiyordu!

"Yani tabii normal bir şey ama aşağıda baya abarttılar."

Yüzü normal bir insanla konuşurken aldığı ifadeyle aynıydı. O an anladım, bende hissettirdiği burukluğun sebebi onun beni sıradan bir insan olarak görmesindendi. Onun için sıradan biri olmak istemiyordum...

"Tanıştınız mı?"

"Hı hı!" dedim başımı aşağı yukarıya sallarken.

"Kendi hayatı istediğini yapabilir." diye kaçamak bir cevap verip balkonunun camını kapattı. Benimde gitmem gerekiyordu ama nasıl kaçacaktım bilemiyordum.

"Nasıl yani?"

"Artık benden geçti demek Savcı; başına buyruk olmak istiyor, asla ve asla kimseyi dinlemiyor. Yaşasın ve görsün. İstediğini yapabilir."

"Anladım!"

Bende Sema'nın yaşlarındayken hep özgür takılmıştım ama sevgilimle yurt dışına konsere gidebilecek kadar değildi ki benim zengin bir abimde yoktu ve zengin abimin bilmediğim kirli işleri de yoktu. Zaten benim abimde yoktu! Ortalık sessizliğe bürününce gitmemin zamanı gelmişte geçiyordu. Olanları duymamış gibi davrandığım için çıkamazdım. Duymamış olan Lavin çıkmazdı. Gözlerinin içine baktım, bana söyler miydi ne saklıyorsa? Bunu, Deniz'e asla söyleme diyen bir insandan bekleyemezdim zaten beklesem de söylemezdi. Benden sakladığı her neyse, mümkün mertebe beni uzakta tutmak istiyordu. Kendince haklı olabilirdi ama buradan bakılınca insana hem kendini kötü hem de başa bela hissettiriyordu. Arkamdan resmen iş çeviriyordu, böylesi şimdi daha mı iyi olmuştu? İşin içine burnumu sokacaktım, hem de daha fazla!

"Lavin..." diye mırıldandı yorgun bir sesle, gitmemi istiyordu galiba artık.

"Efendim Murat?"

"Biraz daha burada kalırsan arkana bakmadan kaçacaksın!"

Aklıma defalarca onu kendimden kapı dışı edişim geldi; Japonya'da, evinin balkonunda, odasının balkonunda, kütüphanesinde... Ben onu her yerde tek başına bırakıp kaçmıştım oysa benim tek kaldığım her anımda yanımda olmak istemişti. Murat Sarper benim gibi değildi onun karmaşık, aşılamaz duvarları yoktu! Karakteri bir gökyüzünden halliceydi uçsuz bucaksız, etkileyiciydi ama kara kara bulutlarından da kaçamazdınız.

Ağzımdan çıkan kelimeler, "Bu git mi demek?" oldu.

Başka ne olabilirdi Lavin? Gitmemi istediğini zannetmiyordum, onu artık arkamda bırakmamı istemiyordu! Defalarca arkama bakmadan kaçmıştım; ondan ve yüzleşmekten korktuklarımdan... "Cık, değil!"

Duydukları aklımdan kapı dışarı etmem lazımdı ama beynimin içinde resmen çınlıyordu. Üzerine bastıra bastıra değil dediği kelime kalbimi acıtıyordu. Belki de o gün o depoya gelmemi sağlayan kişi Murat'tı. O zaman niye gözlerimin içine gitmemi istemezmiş gibi bakıyordu? Beni tanıdıktan sonra vicdan azabı mı çekmişti, bu yüzden mi bu işe burnumu sokmamı istemiyordu? Belki de Tarık Sarper'in adamları bana saldırırken orada olduğumu en başından beri biliyordu!? Bilmiyorum, lanet olsun ki hiç bir şeyi bilmiyordum! Her yol bir çıkmaz sokaktı ve ben artık geriye dönmekten yorulmuştum.

"Ne demek?"

Kaçacaksın demekti Lavin! Karşıma dikilmişti, gözlerini bir saniye gözlerimden ayırmıyordu. Söyleyeceklerinin ağırlığından mıydı yoksa, gerçekleri söylemeye çekindiğinden miydi bilmiyordum ama ruhumun dağılacağını hissediyordum. Kendisini zorluyordu, ikimizde biliyorduk ne ben gitmek istiyordum ne de o beni göndermek istiyordu! Hayat yollarımızı kesiştirse de birimiz, diğerine çarpmamak için geride kalıyordu!

"Uzak durman gereken sınırları aşma demek Savcı!"

"Hıh!"

Yapabildiğim tek şey gülmek ve Murat'ı orada bırakıp odadan gitmek olmuştu. Savcı kelimesinin üzerine bastıra bastıra söylemişti, birimizin geriden gelmesi gerekiyordu! İnsanların adaleti nedense kimseyi aynı kefeye koyamıyordu...

🌌🌌

Zaten başını belaya sokuyor, gördük daha önce!

Bu sefer bu riske giremem!

Düşün düşün olayların içinden çıkamamıştım. En sonunda kafamı toplayıp düzgünce düşünmüş ve en başından beri düşündüğüm fikre varmıştım. Murat cumartesi günü Tarık ile buluşacaktı. Risk dediği şeyi hâlâ çözememiştim ama bir fikir üretmiştim. O gün depoya geleceğimden haberi vardı ve bunu bile bile beni o depodan uzak tutmamıştı. Bu yüzden başka bir risk alamazdı. Diğer fikrim ise Tarık Sarper beni yakaladığında bu olayın haberi önceden ona duyurulmuştu. Üstüme titremesi belki de o gün o hâle beni kendisinin düşürmesiydi. Kime güvenebilirdim hiç bilmiyordum? İnsanın güvenecek kimsesi olmaması ne kadar da kötüydü; yapayalnız, terk edilmiş gibi hissettiriyordu. Hani demiştim ya sana canımı emanet ederim ama ruhumu o biraz zaman alır. İşte o zaman uzadıkça uzuyordu. Murat resmen ona olan güvenimi sıfırlamaktan çekinmiyordu. Başıma gelebilecek her şeyden haberim olmalıydı ama o beni habersiz bırakarak gözlerimi kör ediyordu. Önüne bakmayan bir insanın düşmesi kaçınılamazdı. Sorun bence bendeydi: Kendime; onlara güvenme, onlardan uzak dur desem de saatler geçmeden diplerinde bitiveriyordum. Bir insanın düştükçe düşesi gelmemeliydi! Sorun bence onlardaydı, benim onlara olan güvenimi yıkmaya çalışmamalılardı.

🌌🌌

Sabah kahvemi koyduktan sonra çokokremli ekmeğimi ayak üstü kemiriyordum. Kahveyle çikolatanın damağımda bıraktığı tada bayılıyordum. Dünkü bayanı tekrar ifadeye çağırmıştım. İfadesini doğru bir şekilde alamazsak şüpheli durumundan içeriye almak zorunda kalacaktım. Belki aklı o zaman yerine gelirdi?

"Lavin Hanım, eşyalarınız geldi!"

Akif'in sesiyle ona döndüğümde geçen hafta emniyete bırakmak zorunda kaldığım valizimi getirmişti. Eşyalarımın birazını o gün alabilsem de bana yetmemiş ve kendime yeni kıyafetler almak zorunda kalmıştım. Daha önceki giydiğim kıyafetler ise Sema'ya aitmiş.

"Odama bırakabilirsin, teşekkürler."

Akif çıktıktan sonra bir somon dilim ekmeğe çokokrem sürüp yemeye başladığımda telefonum çalmıştı. Arayan Komiser Engin'den başkası değildi. Telefonu açtığımda Engin her zaman ki gibi bir vaka hakkında bilgi vermeye başlamıştı. Bir trafik kazasıydı ya da süsü mü demeliydim? Ormanlık bir alanda bir kaza gerçekleşmişti ve yerde kan izleri varmış ama ortada insan namına kimse yokmuş. Konum atmasını istemiş ve telefonu kapatmıştım. Son lokmamı alacakken ekmek elimden üzerime düşmüş ve gömleğim çikolata olmuştu.

"Hay aksi! Durdun durdun şimdiyi mi buldun?"

Allah'tan kıyafetlerim gelmişti de bu dertten de yırtmıştım. Hızlıca üst kata çıkarken merdivenlerde Murat ile karşılaşsam da pas vermemiştim. Hoş onun da bana vereceği yoktu zaten acelem vardı günaydınlaşacak halim yoktu! Hızlıca odaya girdiğimde bavullar dolabın önüne bırakılmıştı. Kırmızı valizimi hızlıca yere koyarak açtığımda başımdan aşağıya kaynar sular boşalmaya başladı. Dudaklarım şoktan birbirinden ayrılırken zaman benim için bir kez daha durmuştu. Valizimin içinde bir not vardı. Hızlıca ve anlamayarak notu elime aldım.

Cumartesi günü akşam sekizde Monte Carlo 8 nolu evde Tarık Sarper Murat Sarper ile buluşacak. Eminim kaçırmak istemezsin Savcı Lavin Yılmaz!

Telaşla önüme arkama baktım. Bu adam kimse bizimle oyun oynuyordu! Koşa koşa aşağıya inmek istedim ama ayaklarım yere çakıldı. Notu gönderen kimdi; dost mu düşman mı, benden ya da Sarperlerden ne istiyordu, notlar neden hep bana geliyordu, bu adam bana yardım mı etmek istiyordu yoksa başımı bekaya sokmamı mı, o gün gerçekten evime gelen adam bu notu gönderen kişi olabilir miydi? Aklım almıyordu! Sakin ol Savcım! Zamanı, sırası değil! Aklımdaki soruları şimdilik arka plana itekleyip kağıdı cebime artarak hızlıca üzerime bir gömlek giydim. Ceketimi de alıp evden hızlıca ayrıldım. Murat'a bu mektuptan haber vermeyecektim çünkü o gün ne olacaksa benim de haberim olmalıydı. Bu sefer riske de girmeyecektim, planım hazırdı. Bu konu da sıkıntı yoktu. Aklım notu gönderen kişideydi, her kimse bir an önce bulunması lazımdı? Emniyetten biri miydi, ya da Murat'ın adamlarından biri? Tek seçenek kağıttaki parmak izine baktırmaktı.

🌌🌌

"Savcım şuraya da bir imza!"

Tutanağı imzaladıktan sonra olay mahallinin yavaş yavaş genişletilmesini söyleyerek oradan ayrıldım. Önce kriminale sonra emniyete en sonunda da adliyeye geçecektim. Kriminal de parmak izine baktıracaktım ki üzerinde bir parmak izine rastlanamayacağına adım gibi emindim. Bu adam her kimse arkasında iz bırakmıyordu. Emniyetteki kameraları inceletecek ve valizimin yanına yakınlarına biri yaklaşmış mı, yaklaşmışsa bir şey yapmış mıydı ona bakacaktım. Bence o not çantama emniyette de konulmamıştı. Murat ile paylaşmayı isterdim ama ona güvenemiyordum daha doğrusu ona bunu söylersem Tarık Sarper ile buluşacağı gün hiçbir şeyden haberim olmayacaktı. Şu an en azından bir planım vardı, Murat'ın bedeni duyarken ruhu bile duymayacaktı. Bunun içine Engin'den çoktan yardım almıştım bile.

En son durağım adliye olacaktı ve orada da ifade almak zorunda kalacaktım. İnsanlar yedikleri haltları ağızlarına gözlerine bulaştırıyorlardı. Bu kadının sakladığı bir şey vardı ve adım kadar emindim ki altında da cinayetten bağımsız bir sır çıkacaktı çünkü kadın avukatının yanında konuşmaya çekiniyor gibiydi. Hoş UYAP'a girilince herkesin her şeyden haberi olacaktı.

🌌🌌🌌

"Abini neden öldürdün?"

"Abimi ben öldürmedim."

Ben aynı yere dönmekten sıkılmıştım ama karşımdaki kadın sıkılmamıştı. Bugün hiç bitmeyecek gibi duruyordu. Bu kadın konuşmadıkça da bitmeyecekti zaten!

"Bak güzel kardeşim, öldürmediysen kanıtla! Bizi de zorlama artık! Müdavimi oldun buranın."

Bu ona verebileceğim belki de son haktı, elimden geleni yapmıştım. Eğer şaibeli hareketlerini devam ettirirse kendi burnunu b*ktan kurtaramayacaktı!

"Bak anlıyorum o gece bir haltlar yemişsin, söylemek istemiyorsun ama bu durum seni suçlu durumuna düşürüyor. Ailenin seni, abini öldürme suçuyla hapishanede görmesi daha mı iyi?"

Kadının gözleri gözlerimde donakalmıştı. Doğruyu söyleyip söylediğimi anlamaya çalışıyordu. Beni tartmasa iyi ederdi! Söylediğimi yapardım.

"Beni içeriye almanız için bir sebep mi var?"

Sorusu bir yandan iğneleme barındırıyordu. Pekala içeriye aldırtma hakkım vardı ama bu dosyanın daha da uzamasına neden olurdu. Bunun da olmasını istemiyordum.

"Akıllı bir kadına benziyorsun. Olay gecesi nerede olduğunu kanıtlayamıyorsun, kimse de senin o gece evde olduğunu söylemedi. Abinle son mesajlaşmaların dün akşam elime geçti, tehdit etmişsin? Şimdi bana söyle, seni içeri aldırmaya gerçekten sebebim yok mu?"

Yine sözlerimi tarttığı dakikalara girmiştik. Birazdan başka bir olay için iki kişinin daha ifadesini alacak, sonrasındaysa bugün tutanağını tuttuğum kazanın detaylarına bakacaktım.

"Erkek arkadaşım Samet'in evindeydim ama bakın kimseye bir şey söylemeyin! Ailem duyarsa hayatımı cehenneme çeviriler. N'olur kimseye bir şey söylemeyin!"

Karşımdaki kız yalvarmalarına devam ederken belki de ona gerçeği anlatmalıydım ama yetkimi kullanarak belgeye gizlilik raporu çıkartabilirdim. Yine içimdeki iyiliğe yenilerek ona kimsenin haberinin olmayacağını söyledim. Erkek arkadaşı Samet'in de gelip ifade vermesi gerektiğini. O gün kendisinin onunla olduğunu kanıtlamasını söyledim. Kabul ettikten sonra imzasını atıp çıktı bense en başa dönmüştüm.

🌌🌌

Eve bitik bir halde gelmiş olsam da yarınki buluşma için ön hazırlık yapmak zorundaydım. Kısıtlı zamanım vardı ve bu süreyi Murat Sarper'e yakınlaşarak geçirmeliydim. Peki ya Lavin Yılmaz bu yaptığın hoş muydu? Değildi ama bunu kendisi istemişti, ne olacaksa benden saklamaması gerekiyordu! Bu yolu bana o tercih ettirmişti! Elimde iki fincan kahveyle odasına doğru yöneldim. Bu sefer de inşallah dünkü gibi reddedilmezdim. Reddedilsem bile ufacık bir mesafe kat etmeden bu odadan çıkmayacaktım! Birazcık yakınlaşsam bile bu bana yeterdi!

Kendimi suçlamaktan çoktan vazgeçmiştim. Bence hata da yapmıyordum! Hem istediği gibi olacaktı Tarık'tan uzak duracaktım! Tepsiyi tek elime aldım. Kapıyı tık tıklatarak içeriye girdim. Öyle bir ana denk gelmiştim ki gözlerimi hemen kapattım. Üzeri çırılçıplaktı. Murat'a otel odama girdiği için bas bas bağırmıştım. Şimdiyse aynısı ben ona yapıyordum! Bravo Lavin 10 numara 5 yıldızsın!!

"Ay çok pardon, daldım birden! Hem görmedim hiçbir şey zaten, gerçekten kusura bakma!"

Utanç içinde bu cümleleri sıralamıştım...

"Gözlerini açabilirsin Savcı, kıyafetlerim üzerimde!"

"Bak emin misin açıyorum?"

Tabii emin Lavin, kendini sana çıplak göstermeye bayılmıyor! Bende onun çıplak vücuduna bakmaya bayılmıyorum!

"Aç Lavin!"

Gözlerimi açtığımda dediğini onaylamak için hızlıca üzerini taradım, gerçekten de giyinikti. Demek ki sadece üzerini giyinmemişti. Acaba bu adam içine atlet giymiyor muydu? Bizi ilgilendiriyor mu Savcım? Hasta olmasını istemem.

"N'oldu?" diye sordu sağ gözünü kırparak. Banyo yapmış olmalıydı. Saçlarını yeni kuruttuğu o kadar belliydi ki, hafif kabarmış, şekilli halini çoktan terk etmişti ama -objektif olursam- bu haliyle bile oldukça çekici görünüyordu hem çokta güzel kokuyordu. Kokusunu bir metre öteden bile koklayabiliyordum.

"Kahve getirdim bize! İçeriz! Yani içersin değil mi? Hem kahve içmemiz için bir şeyin mi olması gerekiyor?" diye konuşarak içeriye girmiş ve kapıyı kapatmıştım. Daha içeceğini bile söylemedi Lavin! Sakin olmalıyım!

"İzin almıyorsun buna alışığım ama en azından emri vaki yapmasan mı?"

Adımlarını bana doğru yönelttiğinde gözleri bir an bile benden ayrılmıyordu. Yüz ifadesi oldukça ciddi dursa da o ciddiliği dağıtmak için tüm sevecenliğimle ona bakıyordum.

"Aşk olsun Murat, ne emri vakisi?"

Başımı sallayarak söylemiş ve balkonuna doğru yönelmiştim. Yok canım, ne emrivakisi?

"Biz seni düşünelim, gidelim yorgun argın kahve yapalım ama beyefendi emrivaki yapıyorsun desin! Çok kırıcısın!"

Yüz ifadesinin gülmeye yakın olduğuna adım gibi emindim! Cevap vermemişti, hoş olumsuz bir cevap verse bile bugün yüzsüzlüğün dibine vuracaktım. Konuşmalıydık, daha önce de çok konuşmuştuk ama sonuca varamamıştık çünkü ben hep kaçmıştım. Bugünse ilk adımımı atacaktım, yanıma gelmeliydi! İkili kanepeye oturup tepsiyi sehpaya bıraktığımda Murat hâlâ içeride dikiliyordu.

"Hadi ya gelsene!"

Yanıma oflayarak gelerek karşıma dikildi. İkimiz içinde kolay bir gece olmayacaktı. Muhtemelen şu an tepemde, gözlerini bana dikerek bakıyordu. Nereye varmaya çalışıyorsun der gibi! Gözlerine bakmamaya kararlıydım. Kahvemi elime alarak yudumlamaya başladığımda dilim yandı!

"Immm, çok sıcak! Dilim yandı!"

Kahveyi de içemiyorduk! Baksa mıydık tepemizdeki gözlere?

"Daha dün konuştuk Lavin!" dedi hesap sorar gibi. Gözlerine bakamadığım için yere çömeldi. Madem sen bana bakmıyorsun ben bakarım der gibi! Gözleri gözlerimle buluştu. Gözlerinde çok fazla duygunun emaresi var gibiydi.

Kestirip atarak, "Dün dünde kaldı Sarper!" dedim.

Dediklerimi tartmak ister gibi ciddi ciddi baktı. Her gün her günde kalıyorsa savcı, yüreğindeki bitmek bilmeyen bu uğraşta neyin nesi? Murat Sarper'in gözleri gözlerimi delecek gibi bakıyordu. Bu tavrıma sinirlenmiş olsa da gözlerinin en derinindeki duyguyu tanıyordum, umut. O umuda tutundum, ne söyleyecekse kalbimi kırmaması için!

"Her zamanki pervasızlığınla geliyorsun, gözlerini gözlerime dikiyorsun sonra bir de bakıyorum ağzınla gözlerin farklı şeyler söylüyor Lavin! Denkleminde kendime bir yer aramaya çalışıyorum! Ben senin denklemini çözemeden kaçıp gidiyorsun. Ardında nasıl birini bıraktığından haberin bile yok!"

Lanet olsun, gözlerini gözlerime dikmişken nasıl ona oyun oynayabilirdim? Yalan da konuşmuyordu, doğruydu! Bilmem kaç ay sonra olacak yüzleşmemiz benim yüzümden bugüne çekilmişti ve ben bugünde yüzleşmek istemiyordum. Bugün sadece kendini bana yakın hissetmeliydi, yüzleşmek istemeyip yakınlaşmak istiyordum! Her şey bittikten -Tarık Sarper içeriye girdikten- sonra yüzleşebilirdik ama şimdi olmazdı! Sanki etrafımız yanan sarmaşıklarla çevrilmişti. Ona atacağım her adım; sarmaşıkları etrafımıza daha da çok saracak, ruhum beni daha da çok yakacaktı. Ben yanarken onu da yakacaktım!

Kesişen yollar birbirine bağlıdır! Yanmazdım, yanardık...

"Şimdi geliyorsun ya; bana böyle gülümsüyorsun, sonrasında kafanda beni sorguluyorsun, yüzün beş karış oluyor!"

Dudakları birbirine kapanınca benden bir cevap almak istediği aşikardı ona verebilecek bir cevabım yoktu! Ona hiçbir zaman verebilecek bir cevabım olmamıştı, dünya tersine dönmediği sürece olacak gibi de durmuyordu!

"Söylesene Lavin neden buradasın?"

Beni anlamak ister gibi bakıyordu, Ciddiliği karşısında gülümsemek istesem de beceremedim, bu bir oyun Lavin aynı zamanda da gerçek! Ayağını denk almalısın! Her oynan oyunun sonunda bir kazanan olurdu, kaybedense geride kalmaya mahkumdu.

"Beklerim... Bana güvenmeni beklerim demiştin Sarper. Söylesene, sözlerinden bu kadar çabuk vazgeçer misin?"

Aklımı toparlayamıyor onu başka yerden vurmaya çalışıyordum. Dudakları düz bir şekil aldığında kaşları çatılmıştı. Yüz hatları netleştiğinde suratında öfkenin izi dahi yoktu, Murat Sarper sadece kırgındı!

"Konumuz bu değil Savcı!"

Belki de bu oyun gerçeklerden ibaretti. Gerçek yaşantı da hiçbir zaman kazanan bir taraf olmazdı. Bu cephede her şey benim istediğim gibi olsa da ikimizde kaybediyorduk! Belki de açık olmamın zamanı gelmişti; belki de şimdi, şu an yüzleşmemiz gerekiyordu! Gözlerindeki kırgınlığın derinliğini göremiyordum, isteseydi beni o derinlikte boğabilirdi ama o her zamanki gibi derinliğinde kendini boğuyordu! Bu sefer boğulmasına izin vermek istemedim, birlikte boğulamazdık ama en azından birbirimizi de boğmazdık!

"Konumuz tam da bu Sarper, benim sana güvenmem ya da güvenmemem! Sana güvenmek istiyorum ama sonrasında bir bakıyorum yine aynı yerdeyiz! Gerçekten ben mi suçluyum?"

Kimseyi suçlamak gibi bir niyetim yoktu ama bana gösterdiği muamele tam da buydu! Suçlu olmam... Kaçan taraf hep bendim, kendini geri çeken taraf hep bendim, uzaklaşan taraf hep bendim! Kendimi geri çekmek zorundaydım çünkü bir kere adaletten uzaklaşırsam onu terk etmiş olurdum. Benim hayatım adalet üzerine kurulmuşken, hayatımı hiçe sayamazdım! Boğulmadı ama kırgınlığının derinliği daha da arttı! Yanında boğulamaz savcım...

"Bana güvenince neyin değişeceğini zannediyorsun? Ben söyleyeyim mi Lavin? Hiçbir şey! Hiçbir şey değişmeyecek Lavin. Yine kafanda beni sorgulayacaksın, sonra farklı taraflarda olduğumuz aklına gelecek ve sen yine benden uzaklaşacaksın. Kim bilir belki de bana hiçbir zaman güvenemeyeceksin, güvensen bile adım atamayacaksın."

Sana güvenirsem, kaybederim Murat! İşte o zaman kendimi gerçekten kaybederim, hem de hiç bulamamışken! O derinlikte tek başıma boğulurum ve ruhun duymaz Sarper! Güçlü durmayı zamanında sana kötü tarafa geçmeyi öğreten babamdan öğrendim!

"Yine benim adıma kararlar veriyorsun, benim yerime düşünüyorsun. Ya hiç düşünüyor musun; bu kız ne yaşadı, aklında ne olup bitiyor? Daha yeni ya, yeni; ben Tarık yüzünden kaçırıldım, kaç hafta yatakta kaldım sen biliyorsun, o da yetmezmiş gibi sırtımdan bıçakladılar beni! Bir bakıyorum biyolojik babam ölmüş, geliyorsun bana diyorsun ki Yekta yaptı! Sonra gidiyoruz bir yerlere yüzüme bakmıyorsun dönüyoruz evime adamlar giriyor! Bak ne kadar kolay değil mi? Bir cümlede bitirebiliyorum!"

Hayat cümlelerden ibaret olsaydı, söylenmesi her zaman kolay olurdu. Yine de en çok cümleler yakmaz mıydı canımızı?

"Sana her baktığımda babamın yüzüyle karşılaşıyor olmam aklına geliyor mu? Sonrasında annemin ölüşü, yalnız kalışım, o adamın kapımı hiç çalmayışı!? Bunlar benim gözlerimin önünden hiç gitmiyor! Ben bunları bir buçuk ayda yaşadım Murat! Bir buçuk ayda! Hepsini halının altına sil at, sil at, sil at beynimin içi doldu anlıyor musun doldu! Sanki bir hatıra enkazının içinde boğuluyorum, boğuluyorum. Ben batabileceğim kadar battım zaten ve sen bana gelip diyorsun ki, sen bana zaten bana güvenemeyeceksin?"

Aklımı oyun diye kandırırken kalbim acıyla dolup taşmıştı. Gözlerinin içine baktım, nasıl da göremiyordu çaresizliğimi? O hiçbir şeyden vazgeçmiyordu! Ben geçiyordum ben! Her defasında kendimden vazgeçiyordum! Ona her adım atışımda kendimi yitiriyordum.

Beni bir kere sarsa güçlenirdim, en azından ruhumun duvarları demirden olmazdı! Ruhumun batışını görmesine rağmen hâlâ benden uzak duruyordu!

"Söyle bana Murat ne yapayım? Babamın sağ kolu bırakayım kendimi korur o beni mi diyeyim ne diyeyim?"

Güçlü olmama hayrandı. İstediğini yapan o kadın mı güçlü olacaktı? Hâlâ anlayamıyordu, herkese karşı güçlü duruşu olsa da geçmişi onu yerlere seriyordu! O kadın güçlü kalabilir miydi?

"Hoşuna giden, kendi ayaklarının üzerinde duran o kadına ne olacak?"

Gözyaşlarımı yok etmeleri için başımı gökyüzüne doğru kaldırdım! Karşısında her duyguya yenilen biri olmak istemiyordum, güçlü olmak istiyordum, eksik yanlarımı görmemesini istiyordum. Yine de tüm bunlara rağmen neyi istiyordum biliyor musunuz? Başımı omzuna yaslayabilmeyi... Kolay mı sanıyordu ya? Kendimi geri çekerken ondan uzak durmayı...

"Aptal, her şeyi eline yüzüne bulaştıran, insanların hayatlarının içine eden biri gibi hissediyorum!"

Gözyaşlarım yok olmuyordu aksine yavaş yavaş düşmeye başlamışlardı. İşte bu yüzden duygularımdan bahsetmeyi sevmiyordum.

Çaresizliğim ruhuma hiç bu kadar koymamıştı, geçmişi düşündükçe -ki son bir buçuk ayı kapsıyor- yaşamadığım şey kalmamıştı bir de bunlar yetmiyormuş gibi ona kapılmıştım, içimde onunla yüzleşemiyordum bile. Tüm bu uğraşlarım bunca yıl kendimde topladığım ne varsa dağılsın diye değildi! Bir adam beni yıkamamalıydı, bir adam beni dağıtamamalıydı! O adam kötüydü, o adamın kirli pis işleri vardı, o adamdan nefret etmeliydim, o adamı sevmek istiyordum! O adamı sevemezdim, olmazdı!

Gözlerim hâlâ gökyüzündeydi, gökyüzü yine aynıydı bir tek o illüzyondan ibaret değildi, yalancı değildi, yalnız da bırakmıyordu! En azından şimdilik. Ona da bakmak istiyordum çünkü bana bir cevap bile vermiyordu! O zaman niye açtırmıştı Pandora'nın gizli kutusunu. Kalsaydı yerinde onun da haberi olmasaydı! Ruhumu duymasına izin vermeseydim o zaman yine benden uzak durur muydu?

"Bak işte Sarper sende söyleyemiyorsun!" dedim sıkıntıyla. Kalbimin parçalandığı yetmiyormuş gibi bir araya da getiremiyordum çünkü bana bir cevap bile veremiyordu!

Gözlerine bakmak istemiyordum, daha fazla dağılmak istemiyordum! Karşı karşıya geleceğim adamdan korkuyordum!

Bacaklarımı karnıma doğru çektiğimde bir elinin sağımda diğerinin solumda olduğunu fark ettim! Neyi bekliyordu ki cevap verseydi de kurtulsaydık! Belki de Megumi var hayatımda, sen her şeyi yanlış anlamışsın derdi! Zaten ben ona hiç unutmayacağı bir gece de vermemiştim! Beni hatırladığına lanet etse yeriydi. Hem beni niye yanında tutuyordu ki, gidebilirdim de!

Sağ elinin yanımdan ayrıldığını hissettim. Gerçekten gidiyor muydu? Sol elini yanında bırakıp mı Lavin? Eli yüzümle buluştuğunda sadece yanağıma yerleşti, kendine çevirmedi! Yüzümü iyice eline yaslamak istesem de kendimi tuttum. Gözlerim gözlerine bakmak için can atsa da geri çekildim.

"Sana bunları mı hissettiriyorum Lavin?"

Sesinde kırgınlıktan uzaktı, sakindi. Sanki bunların hiçbirini fark edememiş gibiydi! Gözlerinin önünde erimiştim ya, gözlerinin önünde! Nasılda fark edememişti?

"Yüzüme bak..."

Sözleri bir uyarı, emir değildi acil bir istek gibiydi. Belki yüzümü kendine çevirmemişti ama sözleriyle yüzüne bakmak zorunda kalmıştım. Dağılmıştı, anlamsız da diyebilirdim. Geceye karışmıştı o da benim gibi, ikimizde silikleşmiştik.

"Ne hissediyorsun?"

Sesi beni kendimden çekip almak istiyor gibiydi! Zorlandım, hislerime ket mi vurmalıydım? Hayır, artık yalana bir son vermeliydim! Bu an çoktan oyun olmaktan çıkmış ve gerçeğe evrilmişti! Gerçeğimize ket vurmamalıydım!

"Boşluktaymış gibi, anlamsız, ifade edilemez, anlaşılamaz, yalnız, terk edilmiş..."

Daha fazlasını da söyleyebilirdim ama Murat için bu kadarı yeterliydi. Gözleri gözlerimde başka bir şeyi arıyordu; eksik, söyleyemeyeceğim, ruhunun duymaması gereken bir şeyi!

Söyleyemezdim, gözleri gözlerime değse bile söyleyemeyecektim! Bana öyle bakmamalıydı!

"Gözlerin bana başka konuşuyor Lavin Yılmaz!" dedi kısık sesle. Avuç içinin uyguladığı baskı artarken baş parmağıyla yanağımı okşuyordu.

"Gözlerini mi yoksa dudaklarından çıkanı mı dinlemeliyim kestiremiyorum!"

Yüzümde kendi haritasını çizmeye başladı. Elinin tersi hafifçe tenimde gezinirken önüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına aldı ve sonra dudağımı teğet geçerek baş parmağı çeneme yerleştirdi.

"Tıpkı senin tavırların gibi Lavin!"

Hipnoz gibiydi; ruhumu, kalbimi hipnotize ediyordu. Kısık sesi kalbimde ne varsa ortaya döküyordu. Gözlerimi kapatmak isteyip bu odaya neden geldiğimi sorgulasam da anda kalmak istiyordum.

"Gözlerinde sonsuz olup dudaklarında yarım kalıyorum!"

Etrafımda zamanın çevrelediği bir hare vardı ve orada her şey donuyordu! Cümlesi zamanı durduruyordu, Murat Sarper zamanı durduruyordu! Çenemi bırakan eliyle bacağımın kenarından çekilen eli, kucağımda birleştirdiğim ellerimle buluştu. Elleri sıcacıktı, ellerim buz gibiydi. İşte biz bu kadar farklıydık, donmuş ellerimle sıcacık elleri gibi. Isıtırdı, ona ne kadar güvenemesem de buna adım gibi emindim!

Kaçıp gitmemeliydim çünkü yarın onu dinlemek zorundaydım. Aklıma bunun bir oyun kalbimeyse gerçek olduğunu söylemiştim, savaşmayı kessinler diye! Kime yalan söylediğim neyi değiştirirdi, barış içinde yaşadıktan sonra!?

"Şimdi sen söyle Lavin asıl ben ne yapmalıyım? Sana yaklaşamıyorum, senden uzaklaşmama da izin vermiyorsun."

Bir şey söyleyemiyordum. Hani demiştim ya alfabede 29 harf var, insan bunları yan yana getirip bir şeyler söyleyebilmeli diye; işte o 29 harf bu dilde siliniyordu, başka başka harfleri vardı ve ben o harflere yabancıydım. Kullanamazdım, saçmalardım. Gözlerim gözlerine mühürlenmiş gibiydi, gözlerinden öpmek istiyordum! Onu öyle bir sevmek istiyordum ki ruhundaki derinliği kendimle doldurayım, boğulmasına izin vermeyeyim! Yapamadım... Ben her zamanki gibi yine ondan kaçtım.

"Kahveler soğudu, bütün uğraşlarım boşuna gidecek!"

Yine en başa dönmüştük. Önce kahvelere sonra bana bakmış ve elleri ellerimden ayrılmıştı. Ne dememi bekliyordu ona? Yakınlaşabilirsin mi? Bunu ikimizde ancak rüyamızda görebilirdik!

"Zaten senin yüzünden içemedim de, hem üşüdüm."

Gözleri gözlerime küfreder gibi bakmasaydı devam edebilirdim ama ona yakınlaşmak isterken uzaklaşmıştım, toparlamalıydım ki beni bilirsiniz toparlarken daha da batıran bir insandım.

"Balkonun da çok soğuk zaten!"

Nereye gittiğimi ne o ne de ben anlayamıyorduk? İşleri bu kadar zorlaştırmak zorunda mıydık Lavin? Buralar eskiden hep yokuştu iç sesim...

"İnsan ısıtıcı falan alır!"

Planım daha ilk etapta başarısız olmuş Murat kalkıp içeriye doğru yönelmişti. Bense hızlıca ardından ayağa kalkmıştım! Nereye gidiyordu bu adam?

"Nereye?"

Cevap vermemişti, benim göremediğim bir yere geçmişti, karanlıktan dolayı hiçbir şeyi göremiyordum da! Madem o gitmişti bende burada kalırdım. Gelene kadar burada grevdeydim. Yerime oturdum ve elime soğumuş kahvemi aldım. Aslında bir tık sıcaktı. Sömürü yapılamayacak kadar sıcaktı! Gözyaşlarımın geçtiği yerler üşümüş ve kurumuştu! Mimiklerimi oynatmakta zorlanıyordum! Gitsin diye dememiştim aksine gitmemesini istiyordum! Murat gelmezse onunkini de içecektim ki geleceğini de düşünmüyordum. Adam yüzüme bile bakmamıştı! En azından kızsaydı o zaman kendimi bu kadar suçlu hissetmezdim! Cebimden telefonumu çıkarttım ve yandaşı Deniz'in mesaj kısmına girdim çünkü mesaj atmıştı.

Deniz:

Lavin şimdi ben bu taşı süründürmek istiyorum :)

Sen:

Süründürelim Deniz.

Deniz neden kendi avukatlarına başvurmuyordu bilmiyordum ama ona biraz savcılık taslayacaktım.

Sen:

Aaa ama pardon bende ünlü tipi vardı, yani sana yardım edemem!

Gidip kendine yeni bir avukat bul Deniz, hem ben avukat değilim!

Deniz:

Ne yaptınız Savcım ben öyle bir şey mi dedim? Aşk olsun!

Deniz'i bir dakika kadar daha süründürmüş ve izleyeceği yol hakkında bilgilendirmiştim ki bu sırada Murat'tan eser bile yoktu. Adamı resmen kendi odasından kovmuştum! Ne hissediyordu, bencil olduğumu mu?

Sen:

Süründürmek istiyorsan sürüneceksin Deniz!

Deniz:

Ben değil, avukat sürünsün Lali!

Sen:

Cık cık cık kınıyorum seni, Savcıya da dersin olaylarla o sürünsün ben mi sürüneceğim diye!

Deniz:

Olayları çarptırmada bir numarasın

Sen:

Anlatmıyorum sana bir şey, mesajlarımı da siliyorum! Bilgisiz kal Deniz!

Deniz'den cevap bekliyordum. Silecektim ama tepkisini merak ediyordum.

Deniz:

Hişt

Yapma yanarız

Yani Murat yanar. Beni de yakar!

Ekranı üste kaydırmış ve mesajları silmeye başladığımda üzerime bir şeyin örtüldüğünü hissettim. Başımı arkama çevirdiğimde Murat ile karşı karşıya kaldım. Gitmemişti... Elini göğüs kafesimin üzerinde hissediyordum. Altında kalan kalbi duymamasını umuyordum, yerinden çıkacak gibi atıyordu. Tamam sakin ol, sadece yanına geldi!

"Yakınıyorsun ama soğuktan da kaçmıyorsun!"

Elini üzerimden, gözlerini gözlerimden çektiğinde telefonu kapatıp yanıma koydum. Murat ise yanıma oturdu. Ona doğru baktım, üzerinde bir kısa kollu vardı. Nasıl da üşümüyordu? Soğumuş kahvesine uzandı ve bir yudum alıp yerine bıraktı. Dudak kenarı sadece benim anlayabileceğim bir şekilde kıvrılmıştı. Nasıl da kandın der gibiydi! Hâlâ şokla onu izliyordum. Üşüyorum demiştim sadece. Dediklerini yok saymama rağmen yanıma gelmişti! Hayır savcım, her şeye rağmen yanına geldi...

"Lavin abartmakta üzerine yok biliyorsun değil mi?" demişti gözlerimin içine bakarken. Bense hâlâ ona bakakalmaya devam ediyordum. Neden geri dönmüştü? Belki de hiç gitmemişti. Sadece 5 dakika olmuştu ki içeriye gidip battaniye alması için yeterli bir süreydi. Belki de gözlerimi dinlemeyi seçmişti!? Kahvemi elime alıp bir yudum aldığımda soğumuştu, yani bir tık.

Yüzümü ekşiterek, "Baksana soğumuş işte!" diye mırıldandım.

Üşümüyor muydu o? Üzeri incecikti hasta olacaktı sonra. Birde ona bakamazdım! Zamanım yoktu benim, zamanım!

"Üşümüyor musun sen?"

"Pek değil."

Kahveyi masaya geri bırakarak battaniyeye iyice sarındım. Murat ise bir elini koltuğun başına uzatmış diğerini kucağına koymuştu. Hiçte inanmıyordum üşümediğine. Bunu test etmek içinse elimi kanepenin üzerindeki koluna koymuştum. Gözleri bana çevrildiğinde gözlerim büyümüştü. Buz gibiydi, üşümüştü bu adam! Ay bu erkekleri de anlamıyordum, üşüdüyseniz üşümüşsünüzdür yani! Bu çekiciliğinizden vazgeçmemenizin sebebi neydi?

"İstersen battaniyemi biraz paylaşabilirim?"

"Battaniyeni?" demişti gülerek ve sonrasında "Biraz?" diye eklemişti.

"İyi canım paylaşmam bende battaniyeni!" demiştim senin ekine bastıra bastıra.

"Hem evde battaniye mi kalmadı?"

Şuh kahkahası kulaklarıma ulaştığında birazın üstüne bastıra bastıra, "Biraz alabilirim!" dedi.

Bu birinci sınıf kabinden sonra belki de ilk yakınlaşmamızdı. Battaniyemin kenarını açtığımdaysa Murat sınırlarını aşmış ve elini belime yerleştirerek beni kendine doğru çekmişti. Beni sınırlarımdan kurtarmıştı. Şaşkınlıkla gözlerimi gözlerine çevirdiğimdeyse hiç ummadığım kadar yakındık. Koyu kahve gözlerinden hiçbir şeyi okuyamıyor, gökyüzündeki ay gibi parladığını görebiliyordum. Yolumu bulmam için bana yön gösteriyordu sanki. Biri bu adamın gözlerinin içine gökyüzünü yerleştirmişti... Gözlerinin en içineyse beni... Gözlerinin içi hep anneleri göstermez miydi?

Yıl 2001 Haziran Ayı

Küçük kız anneannesi ile geldiği evde arkadaşlarıyla oyun oynuyordu.

Arkadaşlarının annesi sürekli onlara yiyecek getiriyor, küçük kız ise bundan çok rahatsız oluyordu çünkü onun annesinin cennete gittiğini söylüyorlardı. O bilmiyordu cennetin yolunu. Hiçbir kitapta yazmıyor, her şeyi bilen anneannesi cennetin yerini bilmiyordu. Cennetin yerini bulsa koşa koşa gidecekti. Arkadaşlarıyla her zamanki gibi evcilik oynuyorlardı. Yine anne rolünü kapamamıştı. Bunu için üzgündü. Küçük kızla yaşıt sarı saçlı kız ve ablası vardı.

Onun bir kardeşi niye yoktu? Mesela onun canı gibi olan kardeşi neredeydi? Kimse ona bunu da söylemiyordu. Sarı saçlı kız konuşmaya başladı.

"Biliyor musun Lavin benim gözlerimin içinde hep annem var!"

Küçük kız bunu çok komik buldu. Bu nasıl olabiliyordu ki? Gözlerin içinde renk olurdu.

"Gözlerimizin içinde insan olmaz ki!" demişti sakin bir şekilde.

"Hayır onun gözlerinde annem var! Hem çocuklarının gözlerinde annesi olur!" Ablasının ısrarla kurduğu bu cümle küçük kızı iyice yaralamıştı.

"Bende de var!" demişti kız ısrarla! Çünkü onunda bir annesi vardı ama o burada değil cenneteydi.

"Bakayım!"

Ablası kızın gözlerine doğru eğildi ve dudak büktü.

"Senin gözlerinin içinden annen yok!" dedi.

Küçük kızın gözleri dolduğunda içindeki kızgınlık arttı.

"Hayır benim gözlerimin içinde de annem var senin gözlerin görmüyor."

"Yok işte, gözlerim görüyor!"

"Ablam doğru söylüyor hem annem beni çok seviyor o yüzden benim gözlerimde var. Demek ki senin annen seni sevmiyor, yanına bile gelmiyor!"

Sarı saçlı kız bunu söylerken ayağa kalkınca küçük Lavin de ayağa kalkmıştı.

"Yalancı!"

Sarı saçlı kızı yere ittirdiğinde kız yere düşerek ağlamaya başlamıştı.

"Benim annem var! Hem de gözlerimin içinde asıl senin gözlerinde yok!"

Onun da annesi vardı. Belki yanına gidemiyordu, annesi yanına gelemiyordu ama vardı. Hem annesi onu çok severdi, papatya kokulu kızım diye severdi onu!

2022 Günümüz

Murat'ın gözleri beni gösteriyordu. Benimse gözlerim geçmişte kendine bir yer bulmuştu. Çocuk olmak karşımızdakinin kalbini kırabileceğimizin anlamına gelmiyordu ve benim kalbim defalarca aynı yerlerden kırılmıştı. Annemin beni terk etmediğini defalarca sayıklasam da günün birinde kabullenmiştim, beni babam gibi terk etmişti. Kalbimin içi hâlâ yaralarla doluydu dokununca acıyordu, üstünü kapatınca geçmiyordu! İçimdeki insan mezarlığı sallanıyordu sanki! Annemi özlemiştim, sesini bile unuttuğum annemi... Sayılı anı kalmıştı aklımda!

"Şşt!"

Ağlamak istemiyordum. Bir insanın gözyaşı hiç dinmez miydi? Akmasını istemiyordum artık! Çok akmıştı çok fazla! Dursun istiyordum, dursun! Gözyaşlarımı bulan eli şifalıymışçasına silmeye başladı. Gözlerimi kapattığımda kendimi bir süreliğine Murat'a bıraktım. Hiçbir yanlış bu kadar güzel olmamıştı. Hiçbir yanlış kalbimi sarmamıştı. Hiçbir acıysa yalnız kalışım kadar canımı yakmıyordu.

"Lavin..." dedi yumuşak bir sesle, gözlerimi hâlâ açamadığım için gözlerindeki ifadeyi göremiyordum.

"Seni bu kadar üzen ne?" diye sorduğundaysa irademin nerede olduğunu, neden ağladığımı, neden hâlâ burada olduğumu, neden ondan gidemediğimi sorguluyordum. Her şey bu kadar karmaşık olmak zorunda mıydı? Kalbim her defasında acı içinde kalmak zorunda mıydı? Göğsümün ortasında dinmeyen bir acı vardı, sanki tüm dünyayı yakacak kadar fazla ama etki edemeyecek kadar güçsüzdü. Çaresizlik deniliyordu buna galiba, ben çaresizdim. Her gün hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam eden, kendi ruhunun peşinden bile gidemeyen; çaresiz, aptal kadının tekiydim! Yeri geldiğinde dünyaya ahkam kesen ama kendine geldiğinde yolunu şaşıran bir insandım! Ne terzi kendi söküğünü dikebiliyordu ne de ben benliğimi koruyabiliyordum! Eli başımı bulduğunda beni göğsüne doğru çekmişti ve kolları bedenimi sımsıkı sarmıştı.

"Dinmiyor!" diyebilmiştim gözyaşlarımın arasında. Kalbimi ona açmak hatta tüm ipleri eline vermek istiyordum! İnsan niye bile bile kendini ateşe atardı? Sonuç hiç bu kadar belirgin olmamıştı, yanacaktım.

"Geçmiş geçmişte kalmıyor!"

Anılar silinmiyor anne! Bıraktığınız iz geçmiyor baba! Kalbimin en içine açtığınız yara asla kapanmıyor! Sizi asla affetmeyeceğim! Asla!

"Annemi çok özlüyorum!" diye mırıldandım acı içinde! Gözlerimin içinde olmasını bende isterdim ama onlar ruhumun ortasına izini bırakmıştı! Çok ağlamıştım, çok korkmuştum; korkarak büyümüş gözyaşı tohumlarını ruhuma ekmiştim. En azından biri yanımda olsaydı kendimi hiçe saymazdım. Mesela o gün depoya gitmezdim, Tarık'ın eline düşüp yara bere içinde kalmazdım ama hiçbiri yanımda değildi. Kızgınlığım ölüme değildi, bizzat kendilerineydi! Annemin kendini öldürmesine, babamın beni bırakıp ölmesineydi!

"Dinmeyecek Lavin, göğsünün ortasındaki o acı asla gitmeyecek!"

Yalanlara da inanırdım, defalarca inanmıştım! Şimdi de inanırdım, geçeceğini söyleseydi inanırdım!

"Ama azalır Lavin, sarılamayacak yara yoktur!"

Murat Sarper muhbir olduktan sonra suç işlemiş midyi bilmiyorum, kirli işlerinin olduğuna adım gibi emindim ama bildiğim ve kendime itiraf edebildiğim bir şey vardı! Ben bu adamı seviyordum! Ona itiraf edemeyecek olsam da seviyordum. Etik olmasa da seviyordum... Lanet olsun çok çaresizdim...

"Kaç güz geçirdin elbette vurur bahar dağlarına Lavin! Sen çok güçlüsün... Ayaktasın... Zekisin... En önemlisi de çok güzel bir kalbin var. Masumluğunu korumuşsun... Sen güçlenip ayaklarının üzerinde durdukça kimse seni yıkamaz. Hiçbir acı seni yıkamaz."

Saçlarımda gezinen eli beni rahatlatıyordu. Beni saran kolları en sıcak evden bile daha sıcaktı. Soğukta kalsam da bu kollar beni hep ısıtır mıydı?

"Babandan bazı videolar kaldı..."diye mırıldandığında elimi göğsüne bastırarak doğrulmuştum. Gözyaşlarım dinmemişti belki ama azalmıştı. Anlamsızca Murat'a bakıyordum.

"Annende var o videolarda! Kütüphanedeki masanın çekmecesinin ilk gözünde. İstediğin zaman bakabilirsin Lavin!"

Annem mi vardı o videoda? Sesini mi duyacaktım? Unuttuğum sesine mi kavuşacaktım? Bana ne yaparlarsa yapsınlar onları özlemekten vazgeçemiyordum. İnsan nasıl kendini unutamıyorsa parçalarını da unutamıyordu. Ruhumdaki bu acı belki de hiç dinmeyecekti ama ben her seferinde ayağa kalkacaktım. Lavin Yılmaz her zaman bir yolunu bulurdu!

"Teşekkürler Murat... Her şey için!"

Gözlerinde kendimi görmekten çok hoşnuttum. Gözlerine hapsolmak istiyordum. En azından şimdilik. Şimdilik başımı göğsüne koymak ve orada dinlenmek istiyordum. Bu beynim için bir oyundu kalbim içinse bir ziyafet... Yıllar sonra anneme kavuşacaktım. Hoş ne zaman bakmam gerektiğini bilemiyordum. Ne zaman hazır hissedersem o zaman bakacaktım. İyice göğsüne sokuldum. Belki de yarın her şey daha kötü olacaktı. Buna rağmen buradayım ki planımın içinde de tam burada olmam gerekirdi. Belki de yarın, bugün burada olduğum için pişman olacaktım ve ben pişmanlıklarımı yarına bırakıyordum. Murat'ın hafif gelen gülümseme sesinin bana çarptığını hissediyordum. Neyi düşünüyordu ki? Ağlamıştım bunda gülünebilecek ne vardı ki?

Alıngan ama kırgın olmayan bir sesle, "Niye gülüyorsun, hiç kimse söylemedi mi sana ağlayan birine gülünmez diye?" dedim.

"Hiç!" dedi i harfini uzatarak ama o hiçte hiçbir şey yok gibi değildi.

Kalbimi kaptırdığım adama çok büyük bir oyun oynayacaktım. Bense şu an durmuş onunla konuşuyordum. Kendimden utanıyorum...

"Söylememişler! Söyleselerdi hiç demezdin!" dedim i harfini onun gibi uzatarak!

"Dünyanın en dengesiz insanı olabilirsin Savcı Lavin Yılmaz. Sanki içinde iki kişi varmış gibi. Bazen iyi mi kötü mü tarafına geldim bilemiyorum."

"İkizler burcuyum ben Mimar Murat Sarper! Hem Sarper soyadı mimara hiç uymuyor! Bence değiştirmelisin!" dediğimde bu cümleleri hiç söylememek istedim. Bize neydi adamın soyadından Lavin!

Bu sefer boğazından gelen bir sesle güldüğünden hafif doğrulmak zorunda kaldım. O gülüşü yine yüzüme yüzüme çarpmıştı.

"Hmm!" diye mırıldandı. Neye hmmdı hem ben hmm kelimesini de hiç sevmezdim, bana hmmlamasa iyi olurdu.

"Ne olsa uyardı savcım, yani fikrinizi merak ediyorum!"

"Mimar Murat... ... Altın!" deyiverdim.

"Demek altın, bak Mimar Murat Gümüş'te uyuyor."

İyice kafamı kaldırarak gözlerine baktım zaten aramızda mesafe diye bir şey kalmamıştı!

"Hem babam niye sana soy ismini vermemiş ki, çok meraklıymış zaten insan bakmaya. Alsaydı seni de nüfusuna? Alt tarafı soyadını verecekti yani!"

Belki bu yakınlığımızdan belki de ona bu şekilde yakın davranmamdan yüz bulmuş ve avuç içini yanağıma koymuştu.

"Mimar Murat Yılmaz!" dedi dudağı iki kenara kıvrılırken. Lanet olsun yine dudaklarına bakmıştım! Yanlış üstüne yanlış yapmakta üstümüze yok Savcım!

Gözlerim hemen gözlerine tırmandı. Zaman durmaya devam ediyor sözcükler ağzından tane tane dökülüyordu ve ben zamanın büyüsüne daha çok kapılıyordum.

"Bak işte çokta güzel uydu! Zaten o da ne kadar cimriyse, soyadını mı esirgemiş? İsteseydi ben seve seve verirdim. Hem annemin soyadı daha güzel. Lavin Sözeri! Tam bir savcı ismi. İstersen sana verebilirim soy ismimi diyeceğim ama ölmüş zaten istesek de alamazsın ki alman için benim prenses falan olmam gerekir..."

Sus Lavin! Susmuştum, çünkü benim prenses olup onunla evlenebilmem ve ona o şekilde soyadımı vermem gerekirdi. Hoş Murat Sarper ile aramızda hiçbir şey olamayacaktı. Bende durmuş olasılık sayıyordum.

"Prenses olunca ne oluyormuş?" diye sordu aynı gülümsemesiyle!

Bu Sarper'de cevabını bildiği soruları soruyordu!

"Yani prenses olsaydım çok tanıdığım olurdu ayarlardım sana bir şekilde." diye toparladım sözümü.

"Ama ben savcıyım sana torpil geçemem, belki Yılmaz soy isimli birini bulabilirim sana ama sen evlensen de onun soy ismini almazsın! Zaten bunu biliyorsun yani hayatının sonuna kadar Mimar Murat Sarper olacaksın!"

Olasılığın olabiliritesi kadar olmama durumu da vardı ve Murat olmamaya daha yakındı. Hoş o zaten Sarper olmayı sevmiyordu, kan bağları yoktu. Bu da demek oluyordu ki aslında gerçek soyadı Sarper değildi.

"Murat seni soyadın ne?"

"Hıh, Sarper!"

"Hayır öz soyadın?"

Sadece gülümsedi, belki de gerçek soyadı daha uyumluydu. Mimar Murat Gümüş olabilirdi ki Murat yine de cevap vermedi. Tekrardan elimi göğsüne koyup doğruldum. Cevap vermeliydi benim için önemliydi!

"Sana diyorum Sarper değil madem ne?"

"Söylemeden rahat yok değil mi?"

"Cık!"

"Bir çiçek" diye mırıldandığında kahkahalarla güldüm.

"Mimar Murat Papatya! Yok yok Mimar Murat Gül!" Komikti, düşünsenize soyadının papatya olduğunu! Ben buna daha çok gülerdim. Gözlerinin içine güle güle bakıyordum ki o da gülüyordu. Belki de benim tarafımdan kendisiyle dalga geçilmesini seviyordu.

Gözlerini gözlerime işleyip gülme faslımı geride bıraktığımda belki bana atıf yaptı belki de içinden geleni söyledi bilmiyorum ama kalbimin bir yerde tekrardan atmaya başladığını hissettim. Kim bilir belki de hissettiğim onun kalbiydi?

"Sen hep gül Lavin Yılmaz!"


Loading...
0%