Yeni Üyelik
31.
Bölüm

Hayalini Dahi Kuramadığı Muhteşem Sevgili

@1benzen

Zülüf ve Gonca bölümünden sonra bayılacağınız bir bölüm daha geliyorrr! İyi okumalar, oy vermeyi unutmayınnn!

Sevgilerle BenZen;

 

Sen benim başıma gelen en güzel şey

Anlamı yok, anlamsız sen yoksan her şey

Beni yine sev, beni yine sev, beni yeniden sev

01.26

Kapısını tıklatıp cevap vermesini beklemeden odasına girdim. Artık biz her neysek kendimde bu hakkı görebiliyordum. Gözlerim Murat'ı bulduğunda yatağın karşısındaki deri koltuğa oturmuş ve saçlarını havlu ile kuruluyordu. Havluyu başından çekti ve gözleri beni buldu, dudakları kıvrıldı. Duşuna yetişemedim bari saç kurutmasına yardım edeyim diyerek, saç kurutma makinesini elinden alarak prize taktım. Tek kelime söylemesine fırsat vermeden kurutma makinesini çalıştırdım. Bu adam gerçekten sandallı suyla falan mı yıkanıyordu ne yapıyordu anlamıyordum ama çok farklı bir sandal kokusu etrafa yayılıyordu. Ellerimi saçlarında gezdiriyor ve özenle her bir telini kurutmaya çalışıyorum. Belki de kendi saçlarıma göstermediğim özeni, onun canının yanmaması için ona gösteriyordum... Saçlarının çok uzun ya da kısa olduğunu söyleyemem, orta boyutluydu ve şu an gece gibi simsiyahtı. Kuruttukça rengini yavaş yavaş siyah rengine bıraktı. İşim bitirdikten sonra saç kurutma makinesinin fişini prizden çekip koltuğun kenarına koydum. Gözlerim saçlarına kaydığında gülümsedim. Küçük bir çocuk gibi saçları kabarmıştı.

Gülerek, "Saçların kabardı güzelim!" dedim.

Bir yandan da elimle saçlarını düzeltmeye çalışıyordum ama tarak falan lazımdı! Tarağı neredeydi bu adamın?

"Tarağın var mı?"

Çekmecesinde olduğunu öğrendikten sonra tarağı aldım ve kabarık saçlarını düzeltmek isterken daha da kabarmasına sebebiyet verdim.

"Lavin, n'apıyorsun?" dedi kafasını geriye doğru çekip başını taraktan kurtarmaya çalışırken!

"Ya gel buraya, bak elektriklendi işte şuna bak!"

Saçları iyice havaya kalktığında gülmemek için zor duruyordum.

"Iııh!" dedi. Ellimi saçına doğru uzatsam da elleri elimi tutarak bu girişimimi de engelledi.

"Şuna bak tavus kuşu gibi kabardı saçın!"

Murat'ın kaşları yine havalandı.

"Tavus kuşu?"

"Evet baksana bir hâline, kimse beğenmez seni böyle! Yakışıklı patrondan tavus kuşluğuna terfi edersin!"

Elleri ellerimdeyken doğrulduğunda dip dibeydik...

"Demek kimse beğenmez beni böyle?"

Benim aksime gülümsemesini durdurmuyordu. Bana meydan mı okuyordu? Doğruları söylemiştim, bu saç ona hiç yakışmamıştı acilen eski formuna dönmesi gerekiyordu! Hem ben hiç kimse miydim? Aşk olsundu eğer öyleysem!

"Hem niye beğensinler ki el alemin adamını? Haa yani beğenmeleri hoşuna gidiyorsa söyle Sarper de bilelim yani!"

"El alemin adamı?"

Hiç beklemediğim bir şekilde beni kucağına doğru çekince ister istemez ağzımdan küçük bir çığlık çıktı. Bir eli sırtımda diğeriyse karnımdaydı.

"Ya, n'apıyorsun ya?!" diyerek gözlerimi onunla buluşturdum.

"Sen biraz önce bana el alemin adamı mı dedin?"

Yüzü yüzüme çok yakındı, aramızda bir iki santimetre vardı. Kalbim hiç olmadığı kadar hızlı atmaya başladı, sesini duyabiliyordum. Böyle giderse gonca kelimesine ikimiz de şahit olacaktık. Kendime geldiğimde, "Lafın gelişi. Hem sen dışarıdakiler için elin adamı değil misin? Öylesin!" dedim.

Boynundan destek alıp hafifçe doğrulurken, "Ya öff ama! Ben oyuncak bebek miyim de beni sürekli kucağına çekiyorsun? Hem pislik yapıyorsun, ayıp Sarper!" dedim. Çünkü karşımda bıyık altından gülüyordu!

Parmakları kâkülümde gezinmeye başlarken sözde sorumu cevapsız bıraktı. Tamamen saçlarımı sevmenin peşindeydi! Eline yavaşça vurdum.

"Bana bir cevap borçlusun ama!"

Şımarıklığımı umursamayarak, "Uyuyalım mı?" diye sordu.

"Birlikte mi?"

"Birlikte!"

Gülümsedim.

"O zaman benim odamda uyuyalım!"

"Dünde orada uyumuştuk!"

Eli hâlâ kâkülümde dolanırken biraz daha bedenine sokuldum. Kollarının arasında mayışıyordum...

"Cık, benim odamda!"

"Peki" dedi başını aşağı yukarı sallarken! Biraz doğrulup beni kucağına aldı.

"Dur!"

Elimdeki tarağı kanepeye attığımda ilerlemeye devam etti! Diğer elimi de boynuna sardım! Yeni çıkmaya başlayan sakallarını sol elimle sevmeye başladığımda içimdeki gülümseme hissine yenildim. Kimsede görmediğim saf bir güzelliği vardı... Her şeyden, herkesten farklıydı. Ona çekiliyorum; hiç düşünmeden, hesap kitap yapmadan ona çekiliyorum. Her şey o kadar hızlı, biz o kadar hızlıyız ki... Durduramıyorum kendimi, artık bazı şeyleri umursamıyorum. Kaybetmenin anlamını öğrendiğinizde yaşanması değer her anı yaşamak istiyorsunuz; bir tren hızında. Bu benim tercihim; onun kollarında olmak, onunla uyumak, onu öpmek...

"Baştan anlaşalım sol taraf benim!"

"Ama bugünlük!"

Kapının kolunu indirerek elimle kapıyı ittirip içeriye girdiğimizde Murat ayağıyla kapıyı kapattı. Yatağa ulaştığında beni sağ tarafa indirdi! Kendisiyse üzerimden sol tarafa geçti. Murat'ın da arada gösterdiği bir çocuk yanı vardı. Kim olduğunu gerçekten tanımıyorum; ona hiç sormadım. Mesela beni ne kadar sevdiğini biliyorum ama nasıl bir hayat geçirdiğini bilmiyorum. Hayatını bırakın en sevdiği rengi bile bilmiyorum! Onu tanımak istiyorum, her parçasını tanımak istediğim gibi!

Üzerimizi örtünce beni göğsüne çekmeden başımı göğsüne koydum. Elleri saçımı yavaş yavaş sevmeye başladı.

Mesela bir ailesi var mıydı? Sema vardı, bir diğer kardeşiyse ölmüştü! Peki ya annesiyle babası, onlar neredeydi? Nasıl büyümüştü, nasıl bu kadar güçlü kalabilmişti, nasıl bir çocukluk dönemi yaşamıştı ya da bir çocukluk yaşayabilmiş miydi? Benim çocukluğum hatıralarımda varla yok arası gibiydi! Annem ve babamın en yakın arkadaşlarının çocuğuyla büyümüştüm! Benden birkaç yaş büyüktü, kendimi bildim bileli o hep benden büyüktü! İlk ismimi yazmayı öğrendiğimde bende yazıyorum diye hava atmıştım oysa hikayeler yazdığından bahsediyordu! Kaç yaş büyüktü benden, hatırlayamıyorum! Hatırlayamadığım şeyler onun yaşından ibaret değildi. Murat'taki o video olmasaydı annemin sesini hatırlayamazdım! Sadece gülüşünü hatırladığımı zannediyordum ama o da hatırladığım gibi değilmiş. Zaman geçtikçe hatıralarımdaki her şey kararmıştı, ruhum gibi.

“Sarper...” diye mırıldandım. “O gün videolar demiştin, devamı nerede?”

Elleri saçlarımda durakaldı.

"Bu evde değil ama istersen ulaşabilirim.." diye mırıldandığında çenemi ellerimin üzerine koyarken yüzümü ona doğru çevirdim.

"Gerçekten mi?"

"Gerçekten!"

"Peki ya senden bir şey daha istesem yapar mısın?”

"Çalışırım."

"Ne olduğunu söyleyince kızma bana ama!"

Gözleri gözlerime bunun imkansızlığını vurguluyordu.

"Kızmayacağım."

Cesaretimi toplayarak sabahtan beri aklımda olan cümleleri kurdum.

"Bugün Ahmet Abi'den Yekta'nın dosyasını aldım. Dosyayı inceledim, planlanmış bir ölüm... Her milimine kadar planlamışlar!"

"Lavin!" dedi kızmayan ama kızmasının gerektiğini belli eden bir sesle.

"Kızmayacağını söylemiştin. Zaten Yekta hakkında bir şey istemeyeceğim! Hakan'ı biliyorsundur!"

Gözleri gözlerimden çekildiğinde başını salladı.

"Hakan o ifadeden sonra kayıplara karışmış, senden onu bulmanı istiyorum. Yapabilir misin bunu?"

"Denerim!" dedi sıkıntılı bir sesle.

"Bak eğer istemiyorsan bende halledebilirim, zorunda değilsin!"

"Deneyeceğim dedim güzelim!" dedi zoraki bir şekilde gülümseyerek...

Başımı tekrardan göğsüne koyarak aklıma gelen şeyle tekrardan ona doğru döndüm.

"Yekta'yı tanıdığını söylemiştin, bana onu anlatabilir misin?"

"Lavin, yaranı mı kanatmaya çalışıyorsun?"

"Hayır, bu öyle bir şey değil! Yekta benim arkadaşımdı, Deniz gibi düşün!"

Ciğerlerine derin bir nefes çekti ve bir süre sessiz kaldı. Bense kafamı ondan çevirip tekrardan göğsüne koydum. Düşündüğüm gibi araları bozuktu; anlatır mıydı, anlatamaz mıydı bilmiyordum ama öğrenmek istiyordum!

"Bilmiyorum ama bence Yekta senin tanıdığın sevdiğin adam gibi değildi Lavin!"

Başımı çevirmekten sıkılmış ve en sonunda onun yastığına kafamı koymuştum.

"Her insan değişir Murat."

"Bilmem, belki de... Bizim yıldızımız onunla hiç barışmadı, senin aksine ben onu hiçbir zaman sevemedim!"

Gözleri bana bakmıyordu, aksine düşünüyor gibiydi.

"Sevmemek için bir sebebin olmalı."

Gerçekten Yekta'dan nefret mi ediyordu? Ben onu çok severken Murat'ın nefretini anlayamıyordum. Yine de ona karşı gelemezdim, aralarında ne yaşadıklarını daha öğrenememiştim.

"Bazen sebebe gerek olmaz Lavin, hissiyat! Bilmiyorum, farklı bir insandı! Soğuk, sert,

hırslı..."

Neden onun hakkında hep iyi şeyler duyacağıma kendimi inandırmıştım ki? Onu tanımıyordum, zamanında yanımdan geçip gitmiş olsa bile onu tanıyamazdım. O benim zihnimde çocukluğuyla kalmıştı ve ben, benden sonra ne yaşadığını bilmiyordum! Ne onu daha fazla yermesine izin verebilir ne de buna daha fazla dayanabilirdim. Hem eskiden bir söz vardı evli çiftler için, yatağa soğukluk getirilmez diye... Zaten biz evli de değildik ama yine de kötü şeyler konuşmak istemiyordum. Aklımı biraz daha Yekta'dan uzaklaştırmalıydım aksi takdirde sabaha kadar ağlardım... "Bunu seninle detaylı konuşmak istiyorum ama burada değil!"

"Yatakta mı?" diye soruverdi.

"Yatakta!"

Göğsüne geri indiğimde eli yeni kestirdiğim kâküllerimi buldu ve oynamaya başladı. Hoş bu da hoşuma gidiyordu. Bunun için sürekli kâkül kestirebilirdim.

"Yatakta konuşulmaz diye bir kaide yok ki!"

"Seninle yatakta bunları konuşmak istemiyorumdur belki?"

Göğsü gülmenin etkisiyle havalanıp indi.

"Bak sen! Yatakta neler konuşulurmuş savcım?"

Bendeki bu özgüven nereden geliyor bilmiyorum ama patavatsızlığında açık sözlülüğünde dibine vuruyorum.

"Seninle yatakta sadece seni konuşmak isterim Sarper!" diye mırıldandım.

Saçlarımdaki eli donakaldı, bence o da yatakta beni konuşmak istemeliydi. Saçıma varla yok arası bir öpücük kondurdu.

"Kalbimi yerinden çıkarmaya yeminin mi var?"

Kulağımın yakınından gelen kısık sesi, içimdeki o duyguyu uyandırıyordu; aşk ya da şehvet duygusu. Sözleriyle kasıldığımı hissediyorum... Ona doğru gözlerimi çevirdim. Yavaştan yavaştan üstümü başımı ateş basmaya başlamıştı.

"Kalbin yerinden çoktan çıktı..."

İçimdeki hisse direnerek başımı göğsüne yasladım. Ne Murat tek bir kelime etti ne de ben. Konuşursak sonumuzun çokta iyi olacağını zannetmiyordum. Hem biz daha sevgili bile değildik, n'oluyordu bana? Sakinleş Lavin!

Parmakları tekrardan saçımın dibine masaj yapmaya başladı, bir süre sonra beni iyice mayıştırmıştı.. Karnının üzerindeki eline yavaş yavaş yerleşen parmaklarım avuç dışından parmaklarına doğru sokuldu. Avuç içini dudağıma götürdüm. Ellerimizi ayırmadan göğsünün altına yerleştirdim. Diğer elini saçımdan ayırarak beni iyice kendine doğru çekti. Kokusunda boğulup uzaktan kalp ritmini duyarken kendimi uykuya teslim etmek işten bile değildi!

🌌🌌

"Lavin!"

Beş harf bir sözcükten oluşan ismimi birkaç kez duysam da aldırmayıp kendimi uykunun kollarına bıraktım. O sesin sahibi beni uykuya bırakmamaya kararlıydı. Şimdi de beni hafifçe sarsmaya başlamıştı. Hiç hoş değildi, ben uyumak istiyordum!

"Lavin geç kalacaksın, hadi kalk!"

Geç mi kalıyorum? Nereye geç kalıyorum? İşe... Aniden kendimi doğrultup gözlerimi zar zor açtım. Hemen telefona uzanıp saate baktım. 6.55. Benim buradan adliyeye gitmem 8.30'u bulurdu!

Murat'a döndüğümde üzerini giyinmiş ve beni kaldırmamıştı bile! Ellerimi saçıma götürerek ofladım, neden bu kadar uykulu oluyordum ki? Yıllardır uykusu gelmeyen ben resmen bu evde uyku manyağı olmuştum, bu hiç iyi değildi! Yatağımdan kalktığımda karnıma bir ağrı saplandı! Hayır, umarım düşündüğüm şey değildi! Hem daha bir hafta vardı! Dolabıma doğru yöneldiğimde Murat'ın sesiyle ona doğru döndüm. O da çıksa odamdan iyi olurdu!

"Lavin..."

Göz kırptım, ne var demek yerine.

"Arkan..." diye mırıldanıp sonucunu duymak istemediğim o yere bağladı, "Kan olmuş..."

Güne bir sıfır eksik başlamıştım. Bugün insanlar benden uzak dursa iyi ederler, dünya onlar için daha güzel bir yer olur. Murat'a da sinirliydim kaldırmamıştı beni, bakın iki sıfır eksik başlamıştım hayata! Yetişmem gereken bir işim yıkanması gereken pijamalarım vardı!

"Aşağıdayım ben!"

"Tamam!"

Murat odadan çıktığında hemen dolaptan eşyalarımı alıp üzerimi değiştirdim! Altıma siyah kalem etek üstüne kırmızı gömlek ve siyah kolları bol bir ceket giydim. Dünkü çantamı da alıp aşağıya indim! Pijamalarımı ise öylece bıraktım, çarşafa Allah'tan kan bulaşmamıştı! Bir de onunla uğraşamazdım.

Aşağıya indiğimde mutfaktan Murat ve Akif'in sesleri geliyordu! Oraya doğru yöneldiğimde Murat Akif'e teşekkür etmiş Akif'te bana günaydınlar dileyip mutfaktan çıkmıştı.

"Günaydın..." diye mırıldandı, "Günaydın!" diye yanıtladım.

"Bugün birlikte çıkalım mı?"

"Nereye?" diye sordum algılayamayarak.

"Seni bırakayım?"

"Giderim ben!"

"Akşam da alırım, birlikte dışarıya çıkarız! Olmaz mı?" Dün akşam toplantısını iptal ettirmişti. Şimdi de benimle yemek mi yemek istiyordu? Ona doğru yaklaştım ve kollarımı boynuna doladım. Elleri bu anı bekliyormuşçasına belime yerleşti.

"Bu gidişle batacaksınız Mimar Bey!" dedim sevecenlikle...

"Bu gidişle işe geç kalacaksınız Savcı Hanım!" diye düzeltti beni ve yanağımdan makas alarak benden ayrıldı.

Doğruydu o kendi işinin patronuydu, benim patronumsa baş savcıydı!

🌌🌌🌌

Herkesin hakkımda kötü şeyler söylediğine emindim! Bence kalemimde benim hakkımda kötü şeyler düşünüyordu, hatta ve hatta bıkmıştı benden! Sürekli kızıyordum ona da. Ne yapsaydım ki yani elimde değildi! Burası da yol geçen hanı değildi yani elini kolunu kaptıran dan diye de odama dalamazdı! Semih kapıyı tıklatıp içeriye girdi.

"Bir isteğiniz var mı savcım?" diye sordu.

"Yok Semih, teşekkürler!"

Birkaç dakika sonra Engin beni aramış ve yeni bir vaka olduğunu olay yerine intikal etmem gerektiğini söylemişti bense attığı konuma gitmiştim! Olay yerine intikal ettiğimde başımdan kaynar suların boşalmasına yol açan o olayla karşılaştım! Karşımda mosmor bir bebek vardı! Yüzü havasızlıktan morarmış ve kaskatı kesilmişti! Bir yandan da ağlayan bir kadının feryatlarını duyuyordum!

Olayın şokunu atlattığımda Engin bana olayın detaylarını anlatmaya koyuldu. Annesi dört aylık bebeğini öğlen uykusuna yatırdıktan bir saat sonra oğlunun yanına gittiğini nefes alamadığını ve mosmor olduğu söylemiş! Anne hemen bebeğe suni teneffüs yapmış acili aramıştı ama ambulans geldiğinde bebek çoktan hayata gözlerini yummuştu...

Hiç bir hayali ya da anısı olamayan küçücük bir canlı... Daha gözlerini hayata yeni açmış, sesleri bile ayırt edemezken sessizliğin içine karışmış küçücük bir bebek! Ayın neden gökyüzüne yerleştiğini, sabahı yerini neden güneşe bıraktığını öğrenemeden can vermişti...

Olay yeri incelenmesi tamamlanmıştı. Tutanağa imzamı attıktan sonra adliyeye geri döndüğümde tüylerim hâlâ diken dikendi.

Öğleden sonra A... E... dosyasına bakıyordum! Dosyada bir şeyler eksikti olay mahallinden alınan bütün eşyalarda hiçbir ize rastlanmamıştı. Beyza'nın raporuna göre uzak bir yerden atış yapılmıştı, evin içinde ve uzakta! Hızlıca telefonumu açıp Engin'i aradım.

"Alo Engin, A... E... davasında olay mahallini gören her yerin araştırılmasını istiyorum! Binayı sorguladınız zaten pek bir şey çıkmadı çevre binalara da bir ekip yolla! Her şeyi eksiksiz bir şekilde önümde istiyorum!"

🌌🌌🌌

Semih elindeki kahveyle odaya girmiş ve kahveyi masaya bırakmıştı! Bense içmeyeceğimi söylemiş ve Hakime Ezgi ile görüşeceğimi belirtmiştim! Eğer dışarıdan biri gelirse ki o kişi Murat oluyor odaya almamasını da iletmiştim! Hayır, kısasa kısas yapmıyorum! Masam evraklarla doluydu, zaten evraklarıma da bakmazdı ama yine de bakmasını istemiyordum! Aynen Lavin aynen, dünün acısını çıkartacaksın adamdan!

Yarım saat sonra Murat beni aradığında açmamış ardından ondan bir mesaj almış onu da bir kısmını üstten okumuştum.

"Odanın önündeyim, kalemin midir nedir beni..."

Bu cümle beni gülümsetmişti. Hani kısasa kısas yapmıyorduk savcım?

Ezgi'ye bana ait olan bir dava hakkında ek bilgilendirme vermiş ve ortak bir şekilde karara vardıktan sonra tuvalete gitmiştim. Oradan da odama doğru gittiğimde Murat'ın odamın önündeki sandalyede oturduğunu gördüm. Ayak seslerimi duyunca bana doğru döndü ve sevimsiz bir gülümsemeyle ayağa doğru kalktı.

"Hoş geldin savcım!"

"Niye geçmedin ki içeriye?" diye sordum anlamayarak!

Aynı gülümsemeyle, "Kaleminiz beni odanıza almadı, yol geçen hanı mıymış burası? Öyle elini kolunu sallayan giremezmiş! Savcısı kızıyormuş!" dedi... Kalemim haklıydı elini kolunu sallayan giremezdi.

"Gelsene..." diye mırıldandım içeriye girerken.

İçeriye girdiğimizde Semih vaka dosyalarını düzenliyordu.

"Savcım, beyefendi ısrarla sizinle görüşmek istediğini..."

"Tamam Semih sen çıkabilirsin, devamını ben hallederim!"

Semih beni onaylayıp iyi günler dileyip odadan çıktığında Sarper ile baş başa kalmıştık! Arkamda duran adama döndüğümde yüzündeki tatlı kızgınlıkla üstüme doğru gelmeye başladı.

"Savcım ama ayıp oluyor..."

"Anlamadım." dedim gülmemek için kendimi zor tutarken.

"Hmm, elini kolunu sallayan öyle giremez?" dedi soru sorar gibi. Adımları beni köşeye sıkıştırmaya başladığında aramızda bir mesafe kalmadı.

"Yani doğrudur." dedim hafiften gülümserken. Murat ise elini kollunu sallaya sallaya belime sarmıştı.

"Ama savcım sizin bu yaptığınıza kısasa kısas derler..."

Kısık sesle yavaş yavaş söylediği cümleler kalbimin sesini arşa çıkarıyordu. Kolları arasında duran elim yolunu bularak gömleğinin yakalarına yapıştı.

"Hmm, bilemedim ki şimdi!"

"Kısasında bir karşılığı olmalı Savcım!" dedi yüzü iyice bana yaklaşırken!

"Ne gibi bayım?"

Artık dudaklarım arşa çıktığında Murat'ın yüzü yavaş yavaş kavurucu sıcaklarıma yaklaşıyordu. Buhar olup uçsun istedim her şey, bir sıcak demire dökülen su misali olalım istedim ve biraz daha yaklaştım. Gözlerim gözlerinde, gözlerim dudaklarında gidip geliyordu.

"Bayım, beni benden alıyorsunuz..." diye mırıldandım...

"Nasıl?" diye sordu nefesi dudaklarıma çarparken, artık ramak kalmıştı!

"Dudaklarınız bayım, duda..."

Cümlemi bile kuramadan odamın kapısı açıldığında hemen kenara çekildim.

"Lavin Savcı..."

Hiçbir şey olmamış gibi, "Başsavcım?" diye mırıldandım. Rezilliğin de daniskasını kendi odamda yaşamasaydım hiçbir şey utanç verici olmazdı!

"Buyurun gelin!"

Murat'ın içinden geçen kelimeleri tahmin etmek zor değildi! Sonucunda bu bir değil iki değildi!

"Ben aşağıdayım!" diye mırıldanan Murat başıyla Başsavcıya selam verip odadan ayrıldı.

"Lavin..." diye mırıldandı.

"Kısa kesmek istiyorum, A... E... davasını senden alıp Derin Savcıma devredeceğim!"

Şaşkınlıkla ayakta kaldığımda ne dediğini anlayamadım? Neyi anlatıyordu bu adam?

"Anladım galiba daha haberiniz yok! Derin Savcı otopsi raporunu benden rica etti. Kadının sırtında bir kelebek dövmesi var. A... E...'nin olay mahalli ona gelen iki davayla da uyuşuyor. Bilirsiniz ki aynı vaka sayısı üç olunca iş seri katil cinayetine giriyor. Bu yüzden olayın Derin savcıya verilmesini daha doğru buldum!"

"Ama Baş Savcım, ben de o dosya için o kadar emek harcadım! Derin savcıya verdim diyerek elimden davayı alamazsınız!"

"Lavin Savcım ben söyleyeceğimi söyledim kaleminizle Derin savcıya belgeleri

ulaştırırsınız!"

🌌🌌🌌

Hayatın şakası yüzüme yüzüme vurmaya devam ediyordu, dava elimden alınmamış gibi bir de karşımda ikisi vardı! Derin ve Murat! Hayır bir de el sıkışıyorlardı! Koskoca bir şaka olmalıydı!

Hızlı adımlarla onlara doğru ilerlediğimde Murat kafasını bana doğru çevirmiş ve göz göze gelmiştik. Gülümsedi, gülümseyemedim bile! Yanlarına vardığımdı Derin Savcının merhabasını dinlemeden elimi Murat'ın kolunu koydum.

"Beni aşağıda bekler misin?"

Kaşları çatılmış ve garip bir şekilde bana bakarken gözlerimi kırptım, sorun yok lütfen der gibi! Murat ise neyi anladı bilmiyorum ama beni başıyla onaylayıp Derin'e iyi günler dileyerek aşağıya indi.

"Savcım bir şey mi oldu?"

"Bir şey?" dedim soru sorar gibi.

"Arkadaş nutuklarınızdan sonra ben gerçekten yakın olduğumuzu düşünmüştüm!"

"Anlayamadım?"

Kaşlarını çatıp elini koluma doğru uzattığında kolumu çektim.

"Bana gelip davayı almak istediğinizi söyleseydiniz zaten size verirdim! Başsavcıya gidip otopsi raporunu istemekte ne demek oluyor? Bende aptal gibi gelip sana A... E... hakkında bilgi verdim! Aptal gibi..."

"Lavin, yanlış an..."

"Lavin değil Lavin Savcı! Davayı yarın Semih ile ulaştırırım, iyi günler!"

Derin Savcı'yı arkamda bırakıp yoluma devam ettim. Bu olayın yanlış anlaşılacak bir durumu yoktu. Hayatımın en kötü en berbat gününü yaşıyorum! En berbat!

🌌🌌

"Seni bulamamışken ben kayboluyorum, şimdi gökyüzünde..." diyordu radyoda çalan şarkıcı! Neden bilmiyorum ama onca karışıklık içinde aklıma Yekta gelmişti. Onu bulamamışken kendimi kaybedişim... Ne kadar çok kaybolmuştum ben? Ölümü hissedecek kadar mı? Yoksa Ruhumu bile hissedemeyecek kadar mı?

"Lavin, bir şey olmuş!" diye mırıldandı soru sorar gibi.

"Önemli bir şey yok..." diye mırıldandım. Kalbimin kırılması dışında önemli bir şeyim yok.

"Bahsettiğim gibi davayla alakalı." diye mırıldandım gülümseyerek.

"Ee nereye gidiyoruz?" diye sordum, daha fazla bu konu hakkında bir şey konuşmak istemiyordum!

"Yemek?" diye sordu gözleri beni bulup yola dönerken.

"Uyar!"

🌌🌌🌌

"Dedi ki..." hep burada kalıyor gülmekten anlatamıyordum. Murat ise neye güldüğünü bilmeden gülüyordu. Bense hâlâ gülüyor role giremiyordum en sonunda ciddileştim ve "Bilmiyoruz patlamamışta olabilir!" dediğim sırada ikimizde gülmeye başladık!

"Ee geri mi yolladılar kızı?"

"Asıl komik olan da burası, öğren de bize de söyle demişler!"

"Güler misin ağlar mısın?"

"Ama daha intörnler!"

Karın ağrısıyla bardağa doldurduğum sudan bir yudum aldığım sırada yemek siparişlerimiz gelmeye başladı. Gözlerim hemen yemeği bulduğunda enfes fesleğen kokusunu aldım. Mantarlı fesleğenli penne ve yanına kızarmış tavuk almıştım! Murat ise tamamen etten gidip portakal soslu biftek almıştı.

"Sana kargo anımı anlatmadım değil mi?"

Başını sağa sola salladı.

"Benim üniversitede geri zekalı bir oda arkadaşım vardı."

"Geri zekalı?"

Çok fazla küfür kullanan biri değildim ama geri zekalı onun için az bile kalırdı.

"Dur şimdi anlayacaksın. Kargoyla ne aldı tahmin et!"

"Yiyecek?"

"Canlı bir şey ya!"

"Çiçek falan mı?"

"Hayır balık aldı!" derken ben tekrardan gülmeye başladım, Murat'ın sabrının sınanmaya başladığı da belliydi!

"4 tane balık aldı, ikisi de ölü geldi! Bir de balıkları geri iade etmek istemesin mi? İkisi öldü ben toptan hepsini iade edeceğim diye tutturdu! Kargo yerindeki kadın da hanım efendi biz ölmüş balığı ne yapacağız diye tutturmaz mı? Sonra benim salak arkadaşım yersiniz demesin mi?"

Aklıma geldikçe güler ve yerin dibine geçerdim!

"Utançtan yerin dibine girdim, kargo benim için hâlâ travma gibi bir şeydir!"

Makarnamdan biraz aldığımda yediğim en iyi makarna olduğuna karar verdim. Senin için her makarna zaten en iyisi Lavin!

"Oha çok güzel! Tadına baksana!"

Genellikle ağız takıntısı olan bir insandım, mesela birinin içtiği bardaktan içemez birinin yediği tabaktan bir şey yiyemezdim! Hoş çatal batırılmasını bile sevemezdim ki tezatlıkta buradaydı, bunlardan bile iğrenirken nasıl da bir adamın dudaklarında nefes almak istiyor olabilirdim ki? Çok saçma değil miydi? Etini keserken kaşlarını yukarıya kaldırıp başını salladı!

"Senin de mi takıntın var?"

"Ne takıntısı?"

"İşte birini yediği yerden yiyememe falan filan!"

Hoş benim bu özelliğimi de sağ olsun Yekta'dan kapmıştım yıllar önce içtiğim bardak için annesi öbür tarafından içersin deyince Lavin'in nefesi bardağa değdi demişti! O günden sonra bende huylanır olmuştum! İnsanlar birbirlerinin suyundan bile içiyorlardı şu devirde!

"Yok! Başka kimin varmış ki?"

"Benim!"

"İki etti bu!" dedi. Neyin ikisiydi bu, yediği bir şeyi yememem mi?

"Anlamadım?"

"Yani ikinci bildiğim takıntın, biri eşya karıştırmak diğeri de işte bu!"

"Yani, takıntı gibi..."

Aslında ben eşya karıştırmaya takıntı diyemezdim! O daha çok can sıkıntısı gibi bir şey olsa da karıştırmayınca aklım eşyalarda kalıyordu, hobi diyebilirdim!

"Aslında bilinçli olan bir şey değil bu. Mesela senin banyonu da karıştırdım pardon karıştırmak istedim!" diye toparladığımda Murat'ın elindeki çatal ve bıçak durakaldı. "Yani ama yapmadım bakma bana öyle!"

Her zaman da yalana başvurmazsın. Bunlar yalan değil...

"Lavin o kadar rahat yalan söylüyorsun ki!" dedi. Kabak gibi ortadaydım.

Kendime güvenerek, "Ay tamam karıştırdım ama bir sor niye karıştırdım!" dedim.

Sormasan daha iyi olur Sarper!

"Niye?"

Cevap arıyor ama bulamıyordum. Çok güzel kokuyordun bende bu adam sandal suyuyla mı yıkanıyor diye merak ettim de diyemezdim!

"Tatlı yer miyiz?"

Atlama sitiline hayranım Lavin. Canım tatlı çekmiş olabilirdi hem tatlı çekmesinin tam da zamanıydı bence!

Murat neye uğradığını şaşıran bir suratla, "Tatlı mı?" diye sordu.

"Hıhı tatlı!"

"Odama karıştırmaktan ne de güzel tatlıya atlıyorsun!"

"Acaba şerbetli mi çikolatalı mı alsam! Ay belki de kek tarzı bir şey alırım. İnşallah çokta çeşit yoktur! Şimdi karar veremem, iki saat burada dururuz!"

Muratsa bu dediklerime gülmüştü çünkü biliyordu, anlatamazdım!

"En sevdiğin tatlı ne?"

"Gerçekten bu işte ustalaşmışsınız Savcım!"

"Mesela..." dedim tavuktan bir çatal alıp çatalı elimde sallarken.

"Sen benim hakkımda takıntılarıma kadar her şeyi biliyorsun, bense senin hakkında hiçbir şeyi bilmiyorum! Neyi seversin, korkuların ya da fobilerin var mı? Koleksiyon yapmayı sever misin? Aslında kütüphanendeki kitaplarının içinde papatyalar gördüm! Mesela onun koleksiyon olup olmadığını bilmiyorum!"

"Öğrenirsin zamanla..." diye mırıldandı.

"Yavaş yavaş..."

Ne kadar zamanla?

"Ben sana diyor muyum Sarper, yürütürsün yavaş yavaş diye!"

"Neyi yürütürüm?"

"Hem niye zamanla öğrenen ben oluyorum ki? Seninle ilgili çoğu şeyi bilmek benim de hakkım! O zaman bende sana hangi tatlıyı sevdiğimi söylemem!"

"Böğürtlenli çikolatalı pasta!" diye beni yanıtladığında ağzım açık kaldı.

"En sevdiğin yemek bamya, en sevdiğin rengin pembe olmasına rağmen ısrarla siyah olduğunu söylüyorsun, en sevdiğin kitap fahrenheit 451 çünkü bu tarz distopya kitaplarına bayılıyorsun, en sevdiği sayı gibi saçma huyların var. 7'nin sana uğur getirdiğine inanıyorsun ama yedi sana bu hayatta hep uğursuzluk getirdi, kitapların özellikle 7, 77, 777. sayfalarına bakıyorsun! Aşk kitaplarından nefret ediyorsun çünkü hepsi sana göre iflah olmaz aptalların teki! Bir sözün altında kalmak istemiyorsun bundan dolayı saçmalıyorsun, iltifat almaktan çok utanıyor ama çok mutlu oluyorsun ve Savcım hayatınız boyunca aşık olmaktan çok korkuyordunuz! Çünkü size göre olasılıksızdı ve siz her olasılığı bilmek istiyorsunuz!"

Tüm bu sözler karşısında donakaldım. Murat benim hakkımda nasıl bu kadar çok şey bilebiliyordu? Hiçbirini ona söylememiştim ne uğurlu sayımın 7 olduğunu ne de sevdiğim rengin siyah olduğunu.

"Bakma bana öyle Lavin! Bunları senin yanındayken bile fark edebiliyorum ki ben senin aksine seni üç buçuk aydır değil de 16 yıldır tanıyorum! Düştüğün her yeri ezbere, ağladığın her sokağı gözüm kapalı biliyorum ve bunları bilmem için sana sormama gerek yok! İnsan yavaş yavaş her şeyi tam da buraya kazıyor!" dedi hafızasını gösterirken!

Kaç yıl olduğunu bilemiyorum ama Murat 16 yılı aşkın bir süredir babamın yanındaydı ve beni tanımaması, görmemesi mümkün değildi! Peki ya Murat'ın ağladığım her sokağı bilirken ve babamın da bundan haberi varken nasıl benden uzak kalabilmişti? Ben kalamazdım! Ben ondan uzak kalamazdım, çıksa şimdi karşım af dilese bağırır çağırır en sonunda affederdim onu! Belki de babam beni de hiç sevmemişti!

"Oğuz Atay'ın çok sevdiğim bir sözü var. Kiminle konuştuğunun farkında mısın? Beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum, ben Van Gogh'un resmi değilim, öldükten sonra beni müzeye koyamazsınız der! Bende kalem değilim Sarper seni satır satır yazamam, çünkü ne sen ne de ben bir kitap karakteriyiz. 16 yıl beni

anlayabileceğin bir zaman dilimi olmuştur senin için ama benim seni tanımaya belki de o kadar yılım olmayacak Sarper! Belki de benim seni günler içinde 16 yıl kadar anlamam gerekir!"

Hayır Murat'ı tüm bunlar yüzünden suçlamıyorum, beni tanımadığını söylemesi bir yalan olurdu. Murat Sarper şu zamana kadar bana hep dürüst davranmıştı...

İç geçirip dirseklerini masaya koyarak ellerini birleştirirken, "Biliyor musun?" diye sordu. "Ölüm tasniflemesi dudaklarına hiç yakışmıyor!... Hoşlanmıyorum!" Gülümsedim...

"Ama sen her seferinde bana ölüm diye sesleniyorsun Sarper!"

Cevap veremedi, ne cevap vereceğini bilemiyordu çünkü ben oydum, ölüm! Lavinya koyamamışlardı belki ismimi ama ismimin ölüm çiçeğinden geldiğini ben biliyordum! Duymuştum! Ben çocuğuma ölüm çiçeği ismini koyamazdım, aklımdan bile geçiremezdim ama, ama, ama... Herkes bana ölüm diye seslenirken bunu düşünmemek imkansızdı!

"Yanılıyorsun Lavin!" dedi ismimin üzerine bastıra bastıra.

"İsmin ölüm çiçeğinden gelmiyor. Sen..." diye mırıldandı, söylemek ile söylememek arasında gidip geliyordu.

"Sen benim hayalini dahi kuramadığım muhteşem sevgilisin! İsmin aslında sana bahşedilmiş bir cezadan ibaret değil! Hem senin ismin ne kadar Lavinya'dan da gelse Lavin'sin sen! Heyelan ya da çığ senin için daha uygun!"

Kendi kendine gülümsedi! O Murat'tı, benim hakkımdaki tüm kötülükleri güzele çeviren kişi... Nasıl da bana kendimi sevdiriyordu? Anlayamıyorum, bir insanı sevince nasıl kendini sevebiliyordun? Murat Sarper bana bahşedilen bir mucizeydi...

"Hem hayatıma düşüşüne baksana, bir çığdan ne farkın var?"

Gülümsedim. Onun hayatına mı pata küte düştüm ya da o mu benim hayatıma düştü bilemiyorum! Üç buçuk aya baktığımda birlikte neler yaşamıştık?

"Sufle..." diye mırıldandı ardından.

"En sevdiğim tatlı sufle..." diye devam etti.

"Anlatsana Murat... Bana biraz seni anlatsana..."

 

Loading...
0%