Yeni Üyelik
28.
Bölüm

Kalp Mezarlığı

@1benzen

Gülümse kağıt, bugün ilk defa bu kasvet dağıldı. Gülümse kağıt, ilk yalan firar etti.

Gülümse kağıt her kavuşma bir ayrılığa işarettir... Gülümse kağıt, ayrılıklar da aşktandır... Gülümse kağıt, o sevdiğini hiç bırakmayacak... Gülümse kağıt, sen onu yazacaksın...

Bölüm Müziği: Çağan Şengül~ Emre Aydın- Yansın

Bir boşluk var, yeri dolmuyor

İçimde fırtınam kopuyor Kopsun!

"Kalbinin kapılarını aralar mısın Yılmaz? Çaresizlikten artık çok yoruldum!"

"Hayaldin, gerçek oldun!"

01.24

Anlatıcı bakış açısıyla!

Kafasının içinde bir enkaz dışındaysa onu kurtarmaya çalışan sesler vardı. Sanki insanlar başının içinde koşuşturuyordu. Sürekli konuşuyorlardı, aşırı kalabalık ve her kafadan bir ses çıkıyor gibiydi. Olayları algılayamıyordu sadece sesler vardı. Çok fazla kafasını patlatırcasına ses, onu delirtmek istercesine bir ses. Dünyası başına yıkılırken o sadece durakalmıştı. Gözlerinin önündeki görüntü bulanıklaşıyor, kalbi çok hızlı atıyor ve sıcak terler döküyordu. Acı diye tanımlıyordu insanlar şu an kalbinde hissettiği şeyi. O ise anlamsızlık olarak tanımlıyordu. Kalbinde bir şeyler olduğunu hissediyordu, daha önce göğsüne hiç mermi yememişti ama şu an göğsünde bir mermi hissediyordu. İçinden on beşe kadar saymıştı, ölmemişti peki şu anki yaşadığı ölmek değildi de neydi? Dudakları birbirine yapışmış boğazından zehir akıyordu! Zorla ciğerlerine sığdırdığı hava genzini yaktı, nefes alamıyordu! Boğuluyor gibi hissediyordu ama ölmüyordu! Yanındaki insanlar birer birer yok oluyor ama o ölmüyordu! Neyi bekliyordu ki ruhu? Neyi? Kendini toparlamaya, zihnini tekrardan bir bütün haline getirmeye çalıştı. Hani notları yollayan adam Yekta'ydı? Hani başka bir seçenek yoktu!

"Hayır!" diye mırıldandı bacakları zangır zangır titrerken.

"Hayır, hayır, hayır!"

Yekta yaşıyordu! O notlar ondan başkasından gelemezdi! Yekta yaşıyordu, ölmüş olamazdı! Lavin kalbinin içinde hissediyordu! Yekta ölemezdi... Onu bırakıp gidemezdi... Ne yaptığının bilincine varamadan ayağa kalktı; yer sanki ayaklarının altından kayıyor, etrafının döndüğünü hissediyordu! Düşmek istiyordu, artık tam anlamıyla düşmek istiyordu! Bir daha kalkmamak ve o yerde öylece kalmak istiyordu.

Adam daha önce kadının bu hallerini görmüştü. Kendine ne denli zarar verebileceğini biliyordu! Kadın ayağa kalkar kalkmaz yönünü ona doğru çevirmiş ve her hangi bir duruma karşı ellerini kadına değdirmeden beline hizalamıştı. Ters giden bir şeyler vardı, kadın her an yere düşecek gibiydi! Bir oyun oynanıyordu, kendine karşı ama sevdiği kadın yara alıyordu...

Yaşlı adam kadının önündeydi! İyi olmadığını biliyordu, çünkü kaç yıldır aradığı adamın aslında aylar öncesinden bir mezara girdiğini öğrenmesine şahit oluyordu.

Oluşan sessizliği kadının ayak sesleri kapladı. Bilinçsizdi, aklını yitirmişti, ne yaptığını bile bilmiyordu. Sadece aklında geçen tek bir cümle vardı, Yekta öldü... Hızlıca kapıya doğru gittiğinde adam arkasından ismini söylese de kadın durmadı. Koşarcasına kapıya ulaştı ve hızlıca kapıyı açarak dışarıya çıktı. Önce derin bir nefes almaya çalıştı ama nefesi boğazından geçemedi. Elleri boğazına gitti, soluk alıp vermeleri bir astım hastasını krizine dönüştü. Aldığı nefes boğazını kesiyordu! Gözlerinden acı içinde bir yaş aktı ve ardından onu diğer yaşlar izledi. Biraz daha ilerledi. Rüzgar estikçe dalları birbirine çarpan ve sürekli alıp veremedikleri olan iki ağaca doğru ilerledi. Kendini bile taşıyamayan dizlerinin üzerine bıraktı bedenini! Gökyüzüne baktı, nefes aldı ve gözlerinden yaşlar aktı. İçindeki acı dinmiyordu! İçindeki acı hiçbir zaman dinmeyecek gibiydi... Elleri üşüyordu ve biliyordu ki o eller bir daha ısınmayacaktı, yıllardır ısınmıyordu! Gökyüzünde gözleri bir daha buluşamayacaktı çünkü adam toprağın altındaydı, gözlerini tüm dünyaya kapatmıştı. Kadının gökyüzü de karanlıktı ama adamınki kadar karanlık olmaması haksızlıktı. Elini bir kalbe koyar gibi ağaca koydu ve tırnaklarıyla ağacın sert kabuk kısmını soymaya başladı. Çok sertti ve eli acıyordu ama kalbi kadar değil! Elinin kalbinden daha fazla acımasını istedi; acısın istedi, kalbindeki acıyı hissetmemek için! Ama o kadar acımıyordu, daha fazla acımalıydı! Bedenindeki acının artmasını diledi, ruhunu kaybetmemek için... Öbür eliyle de diğer eline yardım etti. Delirmiş gibi ağacın kabuğunu soyuyordu! Elleri, ağaç hep kan olmuştu ama o hâlâ parmaklarında acı hissedemiyordu. Kalbindeki sancı dinmiyordu, dinmiyordu! En son fayda vermeyeceğini anladığında ellerini kucağına indirdi ve gözlerini ellerine dikti. Hayatımdaki herkes gitti dedi kendi kendine. Son umudum sendin Yekta dedi! Bir tek sen kalmıştın!

"Anne!" diye bağırdı acı içinde.

"Mutlu musun şimdi?"

Canı acıyordu ve kimsenin canı yanmıyordu! Tek sızı kendi kalbindeydi. Ölen insanların canı yanar mıydı, yansın istedi! Hayatını ondan alan insanların canının yanmasını istedi!

"Beni böyle bırakıp gittin! MUTLU MUSUN SÖYLE!" dedi gözyaşları daha da şiddetlenirken. Herkes gitmişti, bilindik yoldan gitmek istedi... Kanayan parmakları saç diplerine yapıştı, beynindeki acı çığlıklar sussun istedi!

"BABA!" diye bağırdı, acıdan sesi çıkamıyordu...

"Sen benim ellerimi tutmayı bıraktın ya tüm dünya bana sırtını döndü! Öldüm, ben öldüm ve sen yoktun!"

O sırada Murat çıkıverdi kapıdan dışarıya! Kadını yere düşmüş bir şekilde ağladığını ve kendi kendine konuştuğunu gördü. Düşünmedi, içindeki acı düşünmesine izin vermedi... Hızlıca kadının yanına gitti. Dizlerinin üzerine çöktü ve kadının bedenini sardı. Kalbi acıyan tek kişi Lavin değildi! Artık tek başına ölmeyecekti...

"Çünkü sen kendini benden çaldın! Sen beni hiç sevmedin anne!"

Adamın kollarının arasında tir tir titriyordu. Alıp gitmek istedi adam kadını, her şeyden uzaklaştırmak istedi!

"Ama sen beni hiçbir zaman sevemedin ANNE!"

Göz yaşları sicim gibi akıyordu. Ölü bir ruh göz yaşı dökebilir miydi?

"ANNE!" diye acı içinde inledi!

"Anne neredesin sana çok ihtiyacım var!"

Kadın adamın farkına dahi varamıyordu. Hissizleşmiş, yoğun hislerle dolmuştu!

Uyuşmuştu... Adam varlığını hissettirmek istercesine kadını kucağına doğru çekerek daha da sıkı sarıldı. Ruhu kendi varlığıyla kendine acı çektirdi, ruhu varlığıyla kadının acısı oldu... Sevmek yalana batmak mı demekti?

"Anne ben şimdi ne yapacağım?"

Sevgisizlik ruhunu bir köşeye sıkıştırmış; çaresizliği benliğine ekmişti...

"Peki ya sen mutlu musun baba?"

İçinde o kadar çok birikmiş vardı ki... Bunu asla o kişinin yüzüne söyleyemeyecek olması onu tekrar ve tekrar kahrediyordu İçindeki zehri hiçbir zaman dökemeyecek olmak, yaralarını deşiyordu...

"SÖYLESENİZE MUTLU MUSUNUZ?!"

Canı yanıyordu onların da yanmalıydı! Her daim yanmalıydı!

"Bakın bir başıma kaldım! Artık hiç kimsem kalmadı!"

Ailesinden yana hiç kimse kalmamıştı! Artık kalbindeki mezarlıkta yer kalmamıştı! Yekta'yı gömemezdi oraya! Kalp mezarlığına artık kimseyi gömemezdi...

"Hiç kimsem kalmadı..." dedi acı içinde.

Ağzından çıkan kelimeleri ruhu bile duymuyordu. O yaptığı hiçbir şeyin farkında dahi değildi. Konuştukları ruhundan gelirken nasıl da kendini duyamıyordu? Yerden destek alarak ayağa kalkmaya çalıştığında adam ellerini kadının üzerinden çekmek zorunda kaldı.

Önce ayağa kalktı ve birkaç adım attıktan sonra düşecek gibi oldu. Sanki sarhoş gibiydi acı sarhoşu... Birkaç adım sonra ve birkaç adım sonrada aynısı oldu. Adam arkasından ismini söylese de kadın duymuyordu bile. Aşina olduğu ezberlediği yoldan giderek kapıdan içeriye girdi. Ahmet Bey koltuğa oturmuş kara kara düşünürken kadının içeriye girmesiyle ismini söyledi ama kadın onu da duymadı. Evin duvarlarından yardım ala ala merdivenlere gitti. Merdivenler ayaklarının altından kaysa da fark edemedi. Ayağı kaydı zorlukla tırabzana tutundu... En sonunda ayağa kalkarak kendini odasına attı. Kapıyı üzerine kilitledi.

Ruhundaki acı dudaklarından firar ettiğinde bir çığlığa dönüştü. Komodinin üzerindeki aksesuarların hepsini yere fırlattı. İçi acıyordu, her şeyi kırıp dökmek istiyordu!

"Herkes gitti!" diye bağırdı.

"LANET OLASI HERKES GİTTİ!"

Yalpalaya yalpalaya yatağının kenarındaki komodine gitti ve içinde su olan sürahiyi nereye fırlattığını bilemeden ayağının biraz daha ötesine attı! Cam parçaları suyla birlikte etrafa saçıldı! Pandufları ıslandı! Cam parçalarının üzerine bastı ve büyük bir cam parçası ayağına battı umursamadı üzerine bastı. Cam kırıkları ayağının içinde ezildi. Kalbi kadar acımıyordu! Kalbinden daha fazla acımalıydı!

"Beni neden sevmediniz?" diye mırıldandı. Göz yaşları sicim gibi boşalırken, "Ben size ne yaptım?" dedi hıçkırıklar içinde.

Bir adım daha attı ve yere düştü, dizlerinin üzerine! Cam kırıkları dizine battı, hayır kalbi kadar acımıyordu!

"Hiç kimsem kalmadı!" diye inledi...

Çığlıkları ve cam kırılma sesini duyan iki adam koşarak merdivenleri çıktı Murat kapıyı açmayı çalıştı ama kapı kilitliydi! Çaresizce birbirlerine baktılar. Daha şiddetli bir cam kırılma sesi daha duyuldu! Ardından kadının hıçkırıkları...

"Lavin!" diye bağırdı Murat! Kadın duymadı!

"Lavin kızım hadi kapıyı aç!"

Kadının beynindeki uğultu sesleri dinmiyordu.

"LAVİN!" diye bağırdı tekrar Murat!

LAVİN, adı beyninde sessizce yankılandı.

"Lavin güzelim hadi aç kapıyı!" dedi acı içinde. Ağladığını bilmesi bile yüreğinin parçalıyordu! Kadına bir şey olmasına dayanamazdı... Biliyordu, bedenine bir şey olmasa bile ruhu bir enkaza dönüşmüştü...

Kadın dışarıdan gelen seslere kulak verse de umursamadı.

"Gidin!" dedi. Sert bir şekilde.

"Lavin!" dedi Murat tekrardan.

"Aç şu kapıyı hadi!"

"Git, git, git! GİT MURAT!"

Onu da seviyordu ve sevdiği herkesi kaybetmişti, onu da kaybedemezdi! Onuda kaybedişini izleyemezdi. O yüzden kendisinden uzaklaşmalıydı! Herkes gibi onu bırakmalıydı.

"Lavin açmazsan kapıyı kırmak zorunda kalacağım!"

"Yalnız bırak beni!"

Zaten yalnızım diye düşündü! Daha ne kadar yalnız olunabilirdi ki! Beni sevseydi bu dünya, diye fısıldadı ruhu. Beni sevseydi bu dünya, yok olmama izin vermezdi... "Lavin kapının arkasındaysan çekil!" dedi. Kapıyı kıracaktı, kadına bir zarar gelsin istemiyordu! Umursamadı zaten nerede olduğunu bile bilemiyordu!

Adam sertçe kapıya tekme attı açılmadı. Yaşlı adamın yardımıyla tekrar denediler olmadı bir kez daha denediler kapı biraz yerinden oynadı ve son bir kez daha vurdular kapı menteşesinden kırıldı, bir tarafı yere doğru düştü!

Lavin Yılmaz

Git kelimesini anlayamıyordu, bunda anlaşılmayacak ne vardı! En azından onu iyice sahiplenmemişken gitmeliydi çünkü biliyordum, onu tüm benliğimle seversem gitmek istediği zaman bırakamazdım. Biliyordum o da Yekta gibi giderse bir ölümü daha kaldıramazdım. Ölümcül bir hastalık gibiydim tedavisi olmayan... Sevmek ölümle eş değerdi; kimseyi sevememeyi diledim ama onu seviyorum! Herkes gitmeliydi benden, herkes ama herkes! Çünkü ben Murat'ın da dediği gibi severken öldürüyorum! Annem beni hiç sevmemişti, bu yüzden bırakması da kolay olmuştu! Zaten seven insan sevdiğini bırakamazdı ki!? Babamsa ne beni ne de annemi sevmişti, o da bırakmıştı bizi! İkisi de hayatımdan sonsuz dek çıkmıştı! Gidenler geri gelmiyordu. Gidenler böyle çaresiz kalmıyordu.. Beni hiç sevmeden, sevilmenin nasıl bir şey olduğunu bilmeden gitmişlerdi. Onlar hakkında en derin bilgim sevilmediğimdi. Gerisi sadece birkaç çocukluk anısıydı!

Arada aklıma gelen, bir bıçağın ruhumu etimde kıvırması gibi gelen bir histi... Peki ya o? Her yerde aradığım Yekta, bir kere bile bana ulaşmak için çabalamamıştı! Belki de benden kaçmıştı, o da beni sevmemişti! Ya da bir süre sonra yüzümü bile unutan bir insandan ibaretti! Sevseydi en azından ölmeden önce onu bir kere daha görürdüm!

"Yalnız bırak beni!" diye bağırdım. Sanki daha fazla yalnız kalamazmışım gibi! Yapayalnız ve kayboldum. Kendimi bile bulamıyorum! Hakkımda aşina olduğum tek bir şey vardı; sevilmediğim, sevilmeye değer olmadığım! Sorun bendeydi! Herkes beni bırakıp gidiyordu; beni, beni! Terk edilmesi kolay biriyim, ben kimsenin önceliği değilim... Kimse önceliği yapmadığı insanın canının acımasını önemsemezdi ama bilmiyorlardı, ben kalbimde kırık can parçalarıyla geziyorum.

Kendimi sevmiyorum! Yaşamaya, yaşanmaya değer görmüyorum! Neden yaşamıştım bu zamana kadar? Neden yaşamak için bu kadar çabalamıştım! Koca bir hiç, hiçbir şey için! Dışarıdaki adam dünyanın başıma yıkılması gibi kapıyı da üzerime yıkacaktı! Az kalmıştı hissediyorum ama artık onu da umursamıyorum! Kırılan tek şey kapı olsaydı keşke! Ben artık hiçbir şeyi istemediğim noktadayım! Şu hayatın bana verebileceği hiçbir şeyi istemiyorum, ne iyi bir yaşamı ne de kötü bir yaşamı...

Biliyor musunuz bazen yok olmak istiyorum! Silinip gitmek!? Belki Yekta gibi belki annem gibi belki de babam gibi... Biliyor musunuz ben en çokta kendimden gitmek istiyorum. Bir insan nasıl kendinden gidebilirdi? Ben benden gitsem bile, ben yine benle gelmez miydi? Hiç var olmamış olmayı dilerdim, hiç sevilmediğim gibi...

Kapının gümbürtüsüyle odaya ayak sesleri doluştu, dediğini yapmıştı kapıyı kırmıştı.

Belki biz o depoda karşılaşmadan önce benim bu dünyadan silinip gitmem gerekirdi. Keşke o gün hiç kaçmasaydım, işte o zaman bugün burada olmazdım!

"Lavin!"

Endişeyle çıkan sesi beni daha da mahvediyordu. Artık kimse benim için bir şey hissetmemeliydi! Ben kendi hayatına seyirci olan bir kadınım, neye dokunursam mahv ediyorum...

"Abi ilk yardım seti, mutfakta!"

Gözlerimin önünü seçemiyorum, o neredeydi? Elimle yüzümü kapattım. Kan kokuyordu her taraf o günkü gibi, her taraf kan kokuyordu! Annemin öldüğü gün gibi...

"Lavin, güzelim bana bak!"

Gaipten sesler duyuyor gibiyim, sesler var etrafımda ama hiçbir şeyi göremiyorum; etrafın döndüğünü hissediyorum, kendimde bile ne olduğunu algılayamıyorum; ağlıyor muyum, bağırıyor muyum? Hiçbir şeyi algılayamıyorum!

"Lavin!"

Ne kadar çok ismimi sayıklasa da bir süre sonra onu bile duyamadım; gözlerim kapanıp açıldı, kapanıp açıldı ve sonrası hiç bitmeyecek derin bir karanlığa boğuldu!

🌌🌌

Hastane kokusu, kolumda bir ağırlık, ağrıyan bir baş... Neredeyim ben? Hastane kokusu, hastanedeyim... En son Murat ile konuştuğumuzu hatırlıyorum! Ahmet abi gelecekti! Gelmiş miydi? Gelmişse bile benim bu hastanede ne işim vardı? Hiçbir şeyi hatırlayamıyorum, gözlerimi bile açamıyorum, çok yorgun hissediyorum, parmağımı bile kıpırdatamayacak kadar...

Boğazımın kuruduğunu, yutkunmadığımı da hissediyorum; boğazım çok fena acıyor! Ne olmuştu böyle? En son Murat'laydım! Peki o, o şimdi neredeydi! En son Murat'ın telefonu çalmıştı; bir kadın, evet bir kadınla konuşuyordu! Deniz'e kızıyordu, o kadına sinir olduğumu hatırlıyorum kimdi o kadın? Hah hatırladım Şule, Deniz'in sekreteri! Peki ya sonra n'olmuştu? Telefonu kapattı. Evet evet telefonu kapatarak koltuğa oturdu. Neden doğru düzgün hatırlayamıyorum? Muratla atıştığımız da hatırlıyorum, baklavalar! Sonra tekrar Murat'ın telefonu çalmıştı. Ahmet Abi gelecekti, sesi kötü geliyordu! Gelmiş miydi acaba?

Boğazım çok fena yanıyordu, dudaklarımın birbirine yapıştığını hissediyorum. Zorlukla mırıldandım.

"Su!"

Her taraf suydu, cam sesi vardı. Bir şeyler kırılmıştı, ayaklarımın ıslandığını hatırlıyordum. "Lavin?"

Murat'ın endişeli sesi de hâlâ kulaklarımdaydı Lavin diye bağırdığı hatırıma düşmüştü!

Bardağın sürahiye değince çıkan cam sesi ve su sesi! Bir şey olmuş olmalıydı!

Başımın hafif kaldırılmasıyla kana kana suyu içtim. Sandal kokusu tekrardan ciğerlerime doldu!

"Neredeyim ben?"

Gözlerimi yavaş yavaş aralamaya çalıştım. Murat tam da karşımdaydı. Diğer eli saçımı okşuyordu.

"Hastanedeyiz Lavin!"

Murat iyi görünüyordu! Ona bir şey olmamıştı, sevindim!

"N'oldu bana?"

Başım çok fena ağrıyordu! O gün uyuyamamıştım zaten; belki de yorgunluktan bayılmıştım, bayılırken de sürahiyi yere düşürmüştüm.

"Bayıldın..." diye mırıldandı sesi hüzünlü geliyordu. Gülümsedim. Elimi kaldırdım ve yanağıyla buluşturdum. Sanki biri elimi aşağıya çekiyordu.

"Uykusuzluktandır, endişelenme!" deyiverdim. Daha önce de bayılmıştım. Bazıları uykusuzluktan, bazıları da açlıktandı!

"Lavin..." diye mırıldandı, "Nasıl hissediyorsun?"

"İyiyim. Sadece birazcık başım ağrıyor!"

Elleriyle belimi sarıp kafasını göğsüme yatırdığında hiçbir şeye anlam veremedim. Neden bu kadar endişelenmişti ki? Oluyordu zaten arada!

"Murat bir şey mi oldu?" diye sordum korkarak!

"Cık, sadece seni çok özledim!" dedi. Gülümseyerek saçlarıyla oynamaya başladım.

Ama saçını doğru düzgün hissedemedim, sanki parmaklarımda bir şey varmış gibiydi. Diğer elimi kaldırdım ve görüş alanıma soktum, gözlerim zaten sürekli açılıp kapanıyordu. Parmaklarımsa beyaz bandajlarla sarılmıştı. Ne olmuştu parmaklarıma?

"Murat bunlar ne?"

Deli gibi merak edip kendimi ayık tutmaya çalıştım ama gözlerim sürekli kapandı, bir şeyler olmuştu! Havadaki elimin dudaklarına değdiğini hissettim! Gözlerim kapandı. Tamamen karanlığa gömülmeden önce son bir şey duydum:

"İyileşecekler güzelim, her şey iyileşecek! Ruhunda, kapanmayan yaralarında!"

🌌🌌🌌

Odanın kapısını açtım, her şey yerli yerindeydi ama bir gariplik vardı odada. Anlayamadığım bir gariplik! Bir adım atıp odaya girdiğim an yere bir şeyler düştü ama ortada hiçbir şey yoktu. Kırılma sesi geldi ama hiçbir şey kırılmamıştı. Birden fazla kahkaha sesi duyulmaya, birileri bir şeyler fısıldamaya başladı! Çok fazla kişilerdi, delirtecek kadar fazla! Delirtecek ve korkutacak kadar fazla! Bir şeyler düşüyor kırılma sesi geliyor ve insanlar konuşup gülüşüyordu. Yere çöktüğüm an sanki her şey ayaklarımın altından kaydı etraf birden karanlıklaştı. Sesleri daha da fazla arttı, kulak zarımı patlatacak kadar...

"Sussun!" diye bağırdım defalarca ama onlar devam ettiler en sonunda çığlık atarcasına bağırdım sesler kesildi. Gözlerimden yaşlar akıyordu. Neden ağlıyordum? Sonra ayak sesi gelmeye başladı, kafamı kaldırdım. Küçük bir çocuk bana doğru koşuyordu, Yekta. Yanıma gelerek küçücük ellerini yanaklarıma koydu.

"Ağlama, ben buradayım!" dedi.

Kalakaldım!

"Gökyüzüne bak Lavin, elbet buluşmaz mı gözlerimiz?"

Tekrardan yaşlar akmaya başladı.

"Buluşmaz, buluşmaz, öldün sen! Sende gittin herkes gibi, herkes gibi! Bıraktın gökyüzüme bakmayı, bak işte her taraf böyle kapkaranlık!"

Çocuk çığlık atmaya başladı! Kafamı kaldırdığımda biri onu çekiyordu.

"Bırak beni, bırak!"

Koyu siyah bir duman!

"Yekta!"

Yerimden kalkmaya çalıştım sanki o kadar ağırlaşmıştım ki yerimden kalkamıyordum.

"YEKTA!"

"Lavin yardım et!"

"YEKTA!"

"Lavin!"

"YEKTA!"

"Lavin!"

"GİTME!"

"LAVİN!"

Sıçrayarak uyandığımda yerimden doğruldum. Nefes nefese kalmış, terlemiş ve başım şişmişti!

"Lavin?"

Gözlerimi diktim kahve ama siyah gibi görünen gözlerine! Bir eli omzumda bir eli yüzümdeydi!

"Ağlıyorsun?"

Ağlıyor muyum? Yekta gitmişti! Yanımdayken bile koruyamamıştım onu! Çekip almışlardı benden! Yekta ölmüştü ve bir daha gelmeyecekti!

Bir el tarafından sımsıkı sarıldı vücudum! Sandalın çok sevdiğim, ona has olan kokusu burnumun direğini sızlattı.

"Bırak beni!" diyerek Murat'ı ittirdim. Ama o yerinden bir adım bile kıpırdamadı.

"Bırak beni, bırak!"

Daha fazla ittirdim onu, tüm gücümle ittirdim ama oralı bile olmadı, o kadar sıkı sarmıştı ki beni!

"Uzak dur benden, dokunma bana!"

Ellerimle kollarını itip göğsüne güçsüz bir yumruk attım!

"SEV. ME BENİ! BENİ SEVMEYİN! BEN SEVİLMEYİ HAK. ETMİYORUM!"

Hıçkırıklarımın arasında göğsüne indirdiğim darbeler bile onu benden uzaklaştıramıyordu!

"BEN HİÇKİMSEYE İYİ GELMİYORUM!"

Ben asla kurumayan bir bataklığın içindeyim! Dibe çekildikçe çekiliyor asla ölmüyorum! Bu bataklığın içinde herkes batıyordu ama bir ben asılı kalıyorum! Yüreğimdeki ağrıdan, göstermemeye çalıştığım bu yaralardan, içimdeki ölü mezarlığımdan artık çok yorulmuştum!

"Geçecek!" dedi sakin hüzünlü bir sesle. Yumruk yaptığım elim kalbinin üzerinde durdu!

"Yüreğinin üzerinde hissettiğin o dinmeyen acı geçecek Lavin!"

Dinmeyecek Lavin, göğsünün ortasındaki o acı asla gitmeyecek!

Kendisi söylemişti, geçmeyecekti. Hiçbir zaman geçmemişti... Babamın yokluğuna alışmam beklenirken annemin yarattığı acı geçmemişti, babamın yaratığı acı kapanmıyordu, Yekta'nın acısı da geçmeyecekti. Ben onu son bir kez göremeden o, bu dünyadan gitmişti! Son bir kere...

"Yeter ki sen kendini bırakma! Yeter ki kaybolma!"

Ben kendimi tanıyamıyorum artık Sarper...

"Ben... kendimi kaybettim! Bbben kim olduğumu bilemiyorum! Her şeyimi kaybettim, her şeyimi! Hiç kimsem kalmadı, benden geriye hiçbir şey kalmadı..."

Titriyorum, içim titriyor..! Nerede olduğumu bile anlayamıyorum! Ben hangi taraftayım? Bedenimin içindeki ruhumun nesi var? Neden beni bırakmıştı da gitmişti?

"Ben mi unutulmaya yosun tuttum, yoksa onlar mı derin deniz?"

"Bulalım güzelim, birlikte bulalım ruhunun her bir parçasını! Kahır mı oluyorsun bırak kahramanın olayım! Ruhunun kahramanı olayım Lavin!"

Küçükken babam bana hep masal anlatırdı. Masallardaki kahramanları, prensesi kurtaran kahramanları...

"Yine gel o pervasızlığınla sız kalbime! Bu kalp senin Lavin Yılmaz! Hiç kimsen mi kalmadı, ben varım artık bırak yüklerini sığın bana..."

Güzelliği fısıldayan bir şiir gibiydi sözleri...

"Dokunmaya kıymazken kalbine zarar veremem ki Lavin! Ben her şeyden herkesten gitsem bile bir senden gitmem, gidemem!"

Ama ne bu bir masaldı ne de ben bir prenses! Herkes kendi masalını yaşar ama benim bu hayattaki hiçbir şeyim masal gibi olamaz! Çünkü masallar mutlu sonla biter. Ben adım gibi biliyorum; benim masalımın mutsuz sonla biteceğini!

"Kalbinin kapılarını aralar mısın Yılmaz? Çaresizlikten artık çok yoruldum!"

Lavin Yılmaz'ın sonu mutsuz bitiyordu. Peki ya Murat Sarper'in sonu? Onun da mı sonu benimki gibiydi? O kadar çok kişiyi gömmüştüm ki bu kalbime, o kaç kişiyi gömmüştü kalbine? Kaç kişiyi kaybetmişti mesela? Nasıl ayağa kalkmıştı, nasıl bu kadar sert basabilmişti ayakları yere? Nasıl sevebiliyordu beni? Yakmaz mıydım onun da canını? Yakıyorum! Onun da canı yanıyor. Benim kalbim yanıyorken onun canının yanmamasının imkanı yok! Onun kalbi yansaydı, benimde canım yanardı! Bahsettiği sevgi böyle bir şeydi! Peki ya babam hiç mi sevmemişti annemi? Nasıl yanmıştı annemin canı? Nasıl yanmıştı da beni bırakabilmişti? Görememişti gözyaşlarımı, silememişti! Canı o kadar çok yanmıştı ki kalamamıştı yanımda! Tıpkı kollarının arasında bulunduğum adamı çok seviyorken silinmek istemem gibi bir şeydi bu! Aradıkça kayboluyorum! Kaybettiğim herkesi aradıkça kayboluyorum! Birlikte bulalım demişti! Bulur muydu?

"Bulabilir misin beni Sarper, canım çok yanıyor!"

Bulurdu, hep bulmuştu!

"Bulurum Yılmaz!"

Gözyaşları içinde sığındım ona, kollarımı sardım! Bir tırtılın kozasına sarılması gibiydi koza her zaman tırtıla iyi gelirdi! Onu korurdu; korunmak değildi amacım, sevilmekti! Sevgisizlikten oluşan bu yaralarımın ilacı yine sevgiydi! Nasıl karadut lekesi karadut yaprağıyla geçiyorsa, dert nerden geliyorsa deva da onun içindeydi!

İnsana iyi gelende kötü gelen de insandı...

Bu hayatta eksile eksile yaşadım. Her zaman bir şeyleri kaybeden yine ben olmuştum! Kazanmak için her yolu denemiştim! Savaşta her yol mübahtı ama kazanmanın yolunun ondan geçeceğini bile bile reddetmiştim! Hiçbir savaşın kazananı olmaz demiştim hatırlıyor musunuz? Ben içimdeki savaşların çoğunu kaybetmiştim, çok kayıp vermiştim! Benim içimdeki sınav bir gün bitse ve ben kazanmış olsam bile kaybedecektim!

O kadar çok yaram vardı ki dokunduğu her yer acıyor! Dinmez sızlayan bir acı... Acıyı yenmenin yolu da acıyı hissetmekten geçiyor! Şimdiye kadar üzerini örttüğüm ne varsa yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyordu! Kıyım gibi... Kaybolmuş bir kadını bulabileceğini söylüyor, bu bana o kadar imkansız ve o kadar umut verici geliyor ki... Zaman gösterecek her şeyi... Ruhumun kayıp parçalarını bulabilecek miydi?

Peki ya ben savcım, benim yaralarım ne olacak, demişti bana. Belki de onun da ruhu kayıptı ama benim ruhumu bulmaya çalışıyordu! Çok güçsüzdüm; Murat, o kadar güçlüydü ki utanıyordum kendimden! Yüklerimi alabileceğini söylüyor, peki onun hiçbir yükü yok mu? Var! O yükleri nasıl taşıyor? Hiç yıkılmaz mıydı Murat Sarper?

"Peki ya senin yaraların Sarper, onlara ne olacak?"

Benim en büyük zayıflığım sevgiydi, peki ya onun zayıflığı neydi?

Saçlarımın arasına küçücük bir öpücük bıraktı.

"Onlar da iyileşecek Lavin Yılmaz!"

Biri sarmayınca yaraları nasıl iyileşebilir ki? Bende sarmak isterim yaralarını! İyileştirmek isterim onu! Ama yapamam, bilmiyorum ki yaralar nasıl sarılır?

"Nasıl?"

"Böyle!" dedi kollarıyla beni daha sıkı sararken!

"Sen benim yanımda olduğun sürece iyileşmeyecek yaram yok Lavin!"

Göz yaşlarım tekrardan akmaya başladı. Tükenmişti tüm umutlarım, gözlerimdeki bulutlar yağmuru olsa da o ıslanmayı seçti, çiçeklerinin açacağına inanarak!

"Hayaldin, gerçek oldun!" diye fısıldadı.

Belki benimde inanmam gerekiyor, içimde tekrardan çiçeklerin açacağına!

 

 

 

Loading...
0%