@1benzen
|
Evett yukarıya 6 tane kapak resmi bıraktım. Sizce hangisi kitap kapağımız olsunn... Yorumlara yazmayı unutmayın. İyi okumalar. Yıldıza basın, yıldıza xbnsmfmsmd "Murat amaç hedef demek değilmiş kuzu, yaşammış. Yaşadığını hissetmekmiş..." "Gittiğim her yolu ben seçmiştim, gittiğim her yol uçurumdu." Müzik: Perdenin Ardındakiler- Alışmışız 02.13 Geniş bir otel odası, hiç istemediğim ama benim tercih ettiğim yalnızlık hissi... Yalnızlığa sarınmış ve iyileşmeye çalışmıştım, bir süre sonra yalnızlığa yenilmiş ve öylece tavanı seyretmeye başlamıştım. Gittiğim her yolu ben seçmiştim, gittiğim her yol uçurumdu. Sanki ateşe giden o yusufçuk kuşuydum, beni o ateşten kurtarmak isteyen son kişiyi de yok etmiştim! Onu terk etmiş yanmaya mahkum olmuştum. Onu terk etmiş, terk eden değil terk edilen olmuştum. Çünkü terk edilenler asla yalnız kalmazlardı. Kendin seçtin bunu Lavin, kendin istedin... Geride bıraktın, onu zaafından vurdun. Murat'ın bana zarar vermeyecek sınırları vardı ve o sınırlar aşılamayacak zaaflarıydı. Bana dokunurken 2 kez düşünüyordu, belki de bana bir cümle kurarken bile o hep düşünüyordu. O sınırları beni hep koruyup kolluyor, bana her zaman yer tanıyordu! Sevmek tamda böyle bir şeyken birde benim sınırlarıma bakın; Murat’ın yanında olmayı bırak ona zarar dahi verebiliyordu. Yine de aldığı tüm zararlara rağmen bana gitme diyebiliyordu... Onun savaşı sözcükleriyleydi, benim sevgim ya da korkularımla değildi! Savaşını yine sözcükleriyle kazanabilirdi, beni yanında tutacak onca sebebi vardı yine de Murat kendini bana karşı yine mağlup etmekten çekinmedi. Sınırları gitmeme izin verdi. Sınırlarımı ilişkimize rağmen aşmadığını bana söylemişti. Peki ya onun sınırları nereye kadardı? Ben onun sınırlarının neresinde dolanıyordum? İçimdeki ses ucunda kıyısında dolandığımı söylüyor. Yine de o sınırları taşsam dahi bana zarar vermeyeceğini adımın heyelan, çığ olduğu kadar eminim. Zarar vermeyi bırakın Murat’ın beni incitebilecek ufacık bir düşünceye dahi tahammülü yok! Bir babanın kızını dışarıdaki tüm kötülüklerden koruması gibi, bir annenin sıcaklığında, bir abi güvenirliğinde... Tüm bunlar beni hem yaralıyor hem de iyi hissettiriyordu. İyileştirmiyordu... Hastalıklı insanlar iyileşemezdi... Buna kendimi o kadar inandırdığım bir anda bana sarılarak bile iyileşebileceğimi öğretmişti. Oysa bir insan asla iyileşemezmiş, sadece iyi hissedebilirmiş. Geçmiş demir misali yakılmış, erimesi uzun zaman sürmüş ama bir daha asla eski şeklini alamamış... Bir kere yanmıştı, hiçbir şey eskisi gibi kalamamış, yürekte ağırlaşmıştı. Geçmişimin sadece yüreğimde kalmasını isterdim oysa beynime sıçramıştı. Eda hastalığımın tekrardan başlamasının sebebini geçmişi deşmeme yormuştu. Ben hiçbir zaman geçmişi deşmemiştim, altından çıkacaklardan korkmuş ve onu puslu bir şekilde kabul etmiştim. Geçmişse karşıma dikilmekten vazgeçmemişti. Geçmişimi bir kenara atamazken nasıl iyileşecektim? Zaman... Zamanda iyileştirmiyormuş. Zaman hiçbir şeye iyi gelmez demişti, haklıymış. Yine de ona zarar vermektense uzakta Bunu şu an tavana bakarak anlasam da elimden yine de bir şey gelmez. Ne kadar onun yanında olmak istesemde yapamazdım. Ne kadar yanında olmamı istese de o da yapamazdı... Size demiştim ya sınırlar, Murat onu aşamaz. Kaybetmektense yaralanmayı tercih eder. Onu anlıyorum, onu şu an tam anlamıyla anlıyorum... Her şey yerli yerine oturuyor. Aklım ne kadar bana bir oyun kursa da şu an her şey düzlüğe ulaşmıştı. Düzlüğe ulaştı Lavin, çünkü sen en başından beri Murat’ın seni nasıl bu kadar çok sevdiğine anlam veremedin... Belki de babasının, annesinin terk ettiği bir kız çocuğunu nasıl sevdiğini anlayamadın! Dinlemedim, duymadım onu. Oysa bir elimi kalbine koysaydım bana her şeyi bas bas bağrırdı. Geçmişim öyle bir kazınmıştı ki ne kadar uğraşırsam geçirememiştim. Geçmişimin bıraktığı izden su sızıp içimdeki boşluğu büyütmüştü. Ve ben, onu suçlamaya hazır bir insana dönüşmüştüm. Ben her şeyimi bir kenara bırakmıştım... Aslında gerçekler açık seçik bir şekilde ortadaymış. Ben Murat’ı hiçbir zaman hakkıyla sevememişim, onun hakkı ben değilmişim. Aşkı onun gözlerini kör etmiş... Gözleri, hayal kırıklığı... Şu an göz kapaklarım göz bebeğimi kapattığında dahi gözlerimin önünde beliren iki çift hayal kırıklığıydı. Onu bu denli hayal kırıklığına uğratmak o deliği iyice genişletmiş ve ben boğulmuştum. Oysa en çok Murat’ı boğmuşum... Onun benim sınırlarıma, sırlarıma daima saygısı varken onun deyişiyle ben pervasızlığımla gelmiş o sınırı aşmış ve ona hakkı olan saygıyı verememiştim. Kim bilir belki de Murat kendini hiçbir şeye hakkının olmayacağına inandırmıştı. Çünkü onun önünde dağ gibi duran annesi vardı. Zararlardan koruyan değil de yolunu tıkayan annesi... Bende annesi gibi ona haksızlık etmiş, hayal kırıklıklarına sebep olmuştum. O gün Murat Sarper, onun sevgisine bile güvenmekten vazgeçebileceğime anlamıştı. Belki de bu yüzden gitmeme izin verebilmişti. Bana olan inancını kırmış ve onu hiçbir şey diyemeden terk etmiştim. Belki de arkamdan gelmeseydi, ona sarılmasaydım... Düşünmek dahi istemiyorum ama beynim kurulu bir saat gibi her dakika aklımı ona götürüyordu. Oysa ondan haber almamak için uğraşıyordum. Size yemin ederim çok çabalıyorum ama kendimi Akif’in yanında bulup ona Murat nerede napıyor demekten alıkoyamıyordum. Yine de ona yazacak yüzü kendimde bulamıyordum. Çünkü içimdeki karmaşa adeta gözlerimi kör ediyordu, içimdeki karmaşa asla ve asla susmuyordu. Git ona diyordu, sarıl, iyileş. Ama ben aklıma kazımıştım sevgi her şeyi iyileştiremezdi. İnsan önce kendini sevebilmeli ki içindeki yangını dindirebilsin! Ama bu da benim için imkansızdı, ben kendimi ne olursa olsun sevemiyordum. Belki de sevginin insanı iyileştirdiği insana kendisini değerli hissettirmesi ve yavaş yavaş kendisini sevmesinden geliyordu. Yani kısacası insan ancak kendini sevdiğinde kendi kendinin yarasını sarabildiğinde iyileşebiliyordu. Velhasıl ben ne kendimi ne de karşımdakini sevebilmenin hakkını verebilmiştim. Sevilmeyi de hak edememiştim. Sevginin omuzlarıma bu kadar büyük bir yük bindirebileceğini tahmin edememiştim. Bu o kadar ağırdı ki altında ezilmekten daha kötüydü, paramparçaydım... Sevginin her şeyi iyileştiremediğini anladığımda parçalanmış ve kendimi bu odaya kapatmıştım. Kendi kendimi iyileştirmeliydim, yarama merhem ruhuma tampon olabilmeliydim. Sevdiğim adamdan uzak olup onu yaralamamalıydım. Onun ruhundaki yaraları daha da derinleştirmemeliydim. Tıpkı onun yaptığı gibi, yerimde Murat olsa böyle yapardı. Bana zarar vermemek için elinden gelen her şeyi yapardı. Gerekirse yalnız kalır, acı çeker ama bir yol bulmayı başarırdı. Bana hayran olduğunu söylüyordu ama bilemezdi, asıl hayranlık duyulacak kişinin o olduğunu bilemezdi. Murat yanlışlarına rağmen benim gözümde mükemmeldi. Yanlışları vardı ama o yanlışları yapmak için her zaman bir sebebi vardı. Benimde olmalıydı, ondan ayrılmıştım bu yanlıştı. Geri döndüğümde kendimi iyileştirmiş olmalıydım. Olmalıydım ki yanlışımı doğruya çevirebileyim. Günlerin sonunda o hayal kırıklığıyla karşılaşmayayım. Onu seviyorum ve içimdeki bu sevgiyi korumak için elimden gelen her şeyi yapacaktım. 🌌🌌🌌 Otele girdiğimde önce güzel bir duş almıştım. Yatağa kendimi bıraktığımda zihnimle baş başa kaldım. Tüm düşünceleri savurmaya çalışırken daha da çok düşünceye bulandım. Defter Lavin defter. Gözlerim kırmızı deri kaplı defterle buluştu. Anıların zihnime çullanmaması gereken yerde yine peşimi bırakmıyorlardı. On bir yaşındaydım, yine bir anneler günüydü. Hocalar annelerimize hazırlamamız için birçok elişi kağıdı aldırmıştı. Uzun bir süre boyunca kağıtlarla bakışmıştım. Ve ben o gün tüm o neşenin içinde tebessüm dahi edemeyen o çocuktum... Çünkü küçük Lavin o zamanlar ölümün ne demek olduğunu çok iyi biliyordu. Annesi gitmişti ve bir daha hiçbir dilek onu geri getirmeyecekti. Göğsüme tekrardan bir ağrı çökmeye başladı. O günleri on yaşında nasıl atlattıysam otuz yaşında düşüncesi bile beni rahatsız ediyordu. Ölüm günü, ölüm anı her ayrıntısıyla aklımda. Oysa sesi yok, gülüşü yok, bakışları yok... Sadece ölü bedeni gözlerimin önünde... Ondan bundan öğrendiğim Samsun meselesi... Kimsenin beni Samsun’a annemin yanına götüremeyişi... İşte bu yüzdendir ki Samsun bana hep yasaklı bir kelimeymiş -tıpkı annem gibi- gibi gelirdi. Aylar geçse bile odasına kapılarak anneannemin hıçkırıklara boğulduğunu yan odadan duyardım. Yine de elimden bir şey gelmezdi. Ölümün geri gelinemeyecek bir yol olduğunu bilsem de ben başka bir odada hep annemi bekledim. Babam bir gün karşıma çıkacak ve beni anneme kavuşturacak diye bekledim ama babam hiçbir düşüncemi düzlüğe çıkaramadı... On yaşımdayken beni avutan olmamıştı. Yeri geldiğinde ben anneanneme destek olmuştum. Çocuğunu kaybetmenin ne demek olduğunu bilemiyordum. Annemi kaybetmemden daha da zor olduğuna karar kılmıştım oysa yanılmışım. Onun dayanağı kızına benzeyen, onun parçası olan ben olmalıydım... Olamamıştım... Anneannem ne kadar elinde avcunda ne varsa verse de bana sevgisini verememişti. Belki de onun sevgisini verme tarzı her akşam bana güzel yemekler, her sabah güzel kahvaltılar hazırlamasından geçiyordu. Yine de bu da uzun sürmemişti. Çünkü anneannem ikinci bir darbeyi dedemden yemişti. Dedem bid gün evden markete diye çıkıp gitmiş ve bir daha dönmemişti. Yani ben öyle biliyordum. O gün ölüsü mü bulundu yoksa gerçekten bizi terk mi etti benim için hâlâ araştırmaya bile yeltenmediğim bir sırdan ibaretti. Dedemin yokluğu annemin ölümü ve benim varlığım zaman ilerledikçe anneannem için bir kabusa dönmüştü. O kabusu kendiyle birlikte bana da yaşatmıştı. Katı kuralcı birine dönüşmüş; bardak tutmamdan, saçımın uzunluğuna kadar karışmaya başlamıştı. Küçücüktüm, hiçbir şeyi anlayamıyor yaşamaya çalışıyordum ama olmuyordu. Bende annemi kaybetmiştim, babam beni terk etmişti... Günlerden bir gün tüm bunlara dayanamayıp sinir krizi geçirmiştim. Saçlarımı kulağımın hemen altında yamuk yumuk kestiğimi hatırlıyorum. Kim bilir o an anneannem çığlıklarımı duyup yanıma gelmeseydi o makasın ucu banada dönebilirdi. Anneannem o gün beni ne hâle getirdiğini anlasa da anlaması bana sevgisini vermesine yetememişti. Bana neredeyse bir aylık bir toleransı daha olduktan sonra yeniden eski anneannem olmaya devam etmişti. Bazı haftalar dışarıya çıkmamı yasaklar, kendisi dışarıya çıksa dahi kapıyı üzerime kilitlerdi. Ona göre kadın hep kadınlığını bilmeliydi. Oysa ben daha çocuktum. Hiçbir zaman içimdeki kan ağlayan çocuğu anlayamamıştı. Eve geç kaldığım zamanlar peşime düşüp yaka paça beni eve çektiği günleri hatırlıyorum, kızının emanetini dövdüğünü şu yaşımda yanağımdaki acıyla hatırlarım. Zamanla evimiz bana bir hapishane olmuş ve tek kurtuluşum üniversiteyi kazanmaktan başka bir yol olamamıştı. Babamın hiçbir zaman gelmeyeceğini yediğim onca tokattan sonra anlamıştım. Zamanla anneannemin derdinin benimle değil de ölememesiyle olduğuna karar vermiştim. Çünkü ben vardım ve onun ölme gibi bir lüksü yoktu. Beni sevdi mi sevemedi mi on beş yaşımdan sonra bunu hiç anlayamadım. On altı yaşımda her şeyi toparlayacağıma karar vermiştim. Bu evden gitmenin planlarını kuruyordum oysa yine aynı yerden vurulmuştum... Sınıfımıza yeni biri gelmişti, ismini şu gün hâlâ hatırlarım. Nasıl unutabilirim ki? O çocuğunda ismi Yekta’ydı. Beni alıp geçmişin güzel günlerine iteklemişti. Yanıma oturmuştu, bana gülümsemişti. O bana bir kere gülümsemişti ve ben ilk defa yaşayacağımı hissetmiştim. Oysa Yekta’ları birbirine karıştırmıştım, tüm hayatımda karışmıştı. Dudaklarım tekrardan sızlamaya başladı. Geçmişine ne kadar çok şey örtmüşsün sen Lavin? Sen gerçekten bugüne kadar hiç sevilmemişsin ki sevilmeyi kabul edesin. Gözlerimden damla damla yaşlar akmaya başladı. Yekta ile yavaş yavaş yakınlaştığımız zamanlardı. Bazen bizim mahallede onu görüp yanına gitmeye çalışsam da mahallede beni görmezden gelirdi ama yan yana oturduğumuzda sadece ben varmışım gibi davranırdı. Yıllar sonra yanağımdan ilk öpen insan o olmuştu. Ben sevgiyi o kadar çok başka kollarda aramışım ki bunu bugün dana yeni fark edebiliyorum... Bir gün beni dışarıya çağırmıştı, anneannemi ne yapıp ne edip ikna etmiştim. Kız arkadaşlarımla kütüphaneye gideceğime dair bir yalan uydurmuştum. Evden en sade şeklimde çıktığımda sokağın çıkışında Yekta ile buluştuk. Ankara kalesine, Anıtkabir’e gittik. Sonrasında beni başka bir yere götürdü. Issız diyemezdim o yere, koskoca büyük bir mahalleydi. Nereye diye sorduğumda bana çocukluğunu göstereceğini söyledi. İçimdeki mutluluk şu an yine tüylerimi ürpertti. Dakikalar içinde çocukluğunun geçtiği eve gelmiştik. Bana yol boyunca en güzel anılarını anlattı. Büyülenmiştim. Eve girdiğimizde her şey tam tersine döndü. Size söylemiştim ben sevgiyi hep başka insanlarda aramıştım. Beni kenara sıkıştırmıştı. Sevgisinden olduğunu sanmıştım, çünkü saçlarımı öpmüştü, yanağımı öpmüştü... Ellerini vücudumda hissediyordum. Rahatsız değildim, çünkü güya ikimizde birbirimizi seviyorduk. Üstümdeki çoğu şeyden arındığımı bugün dahi hatırlarım. Öpücüklerini kollarımın üzerine göğsümün üzerine bırakmıştı. Sonra bir telefon sesi duydum, ikimizin de değildi. Odadan geliyordu. İşte o zaman tüm gerçeklerle yüzleştim. Sınıfımızdan başka bir kişi daha evdeydi ve o an her şeyi izlediğini anlamıştım. Yekta’nın benim üzerimden iddiaya girdiğini ve o gün benimle birlikte olursa kazanacağını öğrenmiştim. Evden eşyalarımı alıp çıktığımda peşimden gelse de düşünecek bir şeyi bulamamıştım. Sevgi diye bir şey yoktu. On yedi ve on sekizinci yaşım anneannemin esaretinde geçtiğinde ben sonunda İstanbul’da hukuk kazanmıştım. Anneannem büyümemin verdiği huzurla kendine ölüme teslim etmiş ve ben her şeyimi Ankara’da bırakarak yeni bir yola çıkmıştım. Tüm bu zamanlar boyunca ne zaman çaresizliğe düşsem annemin bana sekizinci yaş günüm için alıp veremediği kırmızı kaplı o deftere yazardım. Yataktan titreyerek kalktığımda masaya doğru ilerledim. Sandalyeyi çekerek ona oturdum ve günlüğüm olacak defterin ilk sayfasını açarak, tüm düşüncelerimi ona boşaltmaya başladım. 03.08.2022 Merhaba kuzu; Küçüklüğümden beri günlüğüme hep böyle başlardım. Niye kuzu diye yazdığımı bilmiyorum, aklımdan uçup gitmiş. 24 yıl sonra yine senin sularında gezinmeye başladım. Beni sularına atansa yine acılarımı sana katmak. Daha doğrusu psikoloğum böyle olmasının benim için daha iyi olacağını söyledi. Psikoloğun ne olduğunu anlayamıyorsun değil mi? Karadeniz’i bile kare deniz zannederdik, hatırlıyor musun? İşte ben o denizde boğuldum... Neyse bu kadar edebiyat yapmayacağım sana. Psikoloğum dedi ki, acılarını kiminle ne derdin varsa bir mektup gibi yaz ve sonrada yak. Bunu daha öncede yapmıştım; anneme, babama, Yekta'ya... Hatta onun ailesine bile yazmıştım. Yani kısacası daha önce herkese mektup yazdığım için bu kez mektup yazmayacağım. Bu sefer çocukluğuma sığınıp ona yazacağım. Çünkü hayatım geçmişteki kadar kötüye gitse de hayatımı güzelliklerin kıyısına çekebilecek biri var artık. Biriyle tanıştım, bakışlarının derinliği kalbi gibi olan biriyle. Bakışları beni korudu, beni derinliklerinde korudu. Bu duyguları sana daha öncede yazmıştım kuzu ama hepsi yalanmış. On altı yaşımda ne kadar toysam otuz bir yaşımda da o kadar olgunum. Artık bu kelimenin ne olduğunu adım gibi biliyorum ve artık eminim. Biliyor musun kuzu, biri beni ilk defa sevdi. Biri beni ilk defa gerçekten sevdi. Nasıl bir his olduğunu sana anlatamam, zaten anlatılabilecek bir şeyde değilmiş. Bu kelimenin ne dünyada tanımı ne de tasvirî varmış. Anlamıyorsun değil mi? Bende anlayamıyorum, kimse anlayamıyor. Mucizevi bir şey... Gökyüzüne dokunmak gibi. Dokunulmazı dokunulur kılarmış. Öpülebilirmiş gökyüzü... Ama kuzu ondan uzaktayım... Sen sevipte uzak kalmaya aşinasın, beni anlarsın. Beni en çok sen anlarsın. En değer verdiği adamı benimle yolladı. Beni korumaktan daha çok Murat’la iletişime geçmemi sağlamak görevi. Mesela beş gün önce Murat bana dedi ki eve gidince haber ver. Bende Akif ile haberi ilettim. Her gün Murat’ın ne yaptığını ona soruyorum. Akif'i yolladığına kesinlikle pişman oldu. Yaz diyeceksin, yazamam. Ben beni seven tek kişiye zarar veremem, vermemeliyim. Onu o kadar çok seviyorum ki küçükken anlam veremediğim uzak durma eylemini kendim gerçekleştiriyorum. Kim bilir belki babamın da kendince sebepleri vardı. Yine de ben annemsiz geçen her günümü bir esaretle yaşasam da onun umurunda olmamıştım. Bunları artık geçmişe hapsetmeye çalışıyorum. Onları orada bırakmaya çalışıyorum. Tıpkı Murat’ın yaptığı gibi. Tamamen ona benzemek istiyorum, onun gibi dürüst, onun gibi güçlü, onun gibi sevgi dolu olmak istiyorum. Biliyor musun kuzu, o gülünce yanağında tek gamzesi oluşuyor ve ben o tek gamzesinin görebilmek için bile yaşamak istiyorum. Murat amaç hedef demek değilmiş kuzu, yaşammış. Yaşadığını hissetmekmiş. Sana acılarımı yazacaktım değil mi? Ama konu ondan açılınca acıdan eser kalmıyor, konu benim yaptıklarım olunca o acıda boğuluyorum. Sana her şeyi teker teker anlatacağım, 24 sene nasıl yaşadığımı sana anlatacağım. Çünkü iyileşmem gerek, hastalıklı bir ruh çürük bir elma misaliymiş yanındakilere de zarar verirmiş... Bu yüzden ruhumu sana dökeceğim, hepsini iyileştireceğim... Günlüğümü kapatarak kalemimi üzerine koydum. Murat Sarper aklımın her köşesinde gezindi, kim bilir şimdi ne yapıyordu acaba? Belki de Akif'e sordurmalıydım ama bunu da artık bırakmalıydım. Böyle bir durumda dengesizlik yapmaya hakkım yoktu! Murat Sarper'i dengesizliklerimle boğmaya hakkım yoktu. Hem onun da zaman ihtiyacı vardı. Onun da sindirmeye ihtiyacı vardı ve ben bu sefer onu rahat bırakacaktım. Sandalyeden kalkarak yatağa geçtim ve telefonumu elime alarak instagrama girdim. Küçük harflerle ismini yazdım ve sayfasına girdim. İlk fotoğrafımıza baktım. Nasıl her şeyin yalan olabileceğini zannetmiştim? Kalbimin sesini dinle o sana yalan söylemez demişti... Dinleyememişim. ~28 Eylül 2022 "Hâlâ halüsinasyonlar görüyor musun?" Psikoloğum her geldiğimde bu soruyu soruyordu. İki hafta olmuştu, ilk defa iki hafta önce yakamı bırakmıştı. İki haftadır onların halüsinasyonlarını görmüyordum ama ruhum hâlâ iyileşebilmiş değildi. Sanki biri durmadan yaralarımı kanatıp duruyordu. "2 haftadır görmüyorum... Ama..." Aması vardı dediğim gibi halüsinasyonlar peşimi bıraksa da diğerleri benimle geliyordu. Hastaneye yatırılmamıştım çünkü içimden intihar düşüncesi geçmiyordu. Yaşamak istiyordum. Uzun, sağlıklı ve onlu bir yaşam. "Ama?" "Ama manik ve depresif dönemlerim devam ediyor. Bazen sanki her ikisini de yaşıyormuşum gibi geliyor. Aşırı enerjik hissediyorum ama hiçbir şey yapasım gelmiyor." "Normal Lavin, zaten 2 ayda hemen iyileşebilmeyi bekleyemezsin ki senin geçmiş hikayende var. Biliyorsun genelde iyileşme süreci 6 aya yakın sürüyor." "Biliyorum ama çok uzadı." dedim boğazım düğümlenirken. İyileşmem gerekiyordu artık. Kendimi iyi hissediyordum, kendi yaralarımı sarmaya çalışıyordum hatta o lanet olası halüsinasyonlardan bile kurtulmuştum ama bu ruh karmaşası bitmiyordu. "Konu Murat mı?" Diye sorduğunda gülümsedim. Konu her zaman oydu, gündemin ilk basamağında hep o vardı ve benim canıma artık tak etmişti. Başımı salladım. "O benden haftalar beklerken aylar geçti Eda, aylar geçti. Ve ben artık dayanamıyorum, sevdiğim adama dokunamıyorum. Çünkü lanet olsun hastayım. Bu halüsinasyonlardan kurtuldum ama ya geri dönerse. Ya geri dönerse ve ben onu tekrardan incitirsem. Onu incitme düşüncesi bile beni yerden yere vuruyor. Kimse anlamıyor, o yokken kimse sormuyor. Ben iyi değilim Eda, Muratsız yapamıyorum. O da artık yoruldu biliyorum. Evliliğimizin daha 3. haftasına varmadan terk ettim onu ya terk ettim. Her şey üzerime üzerime geliyor! Yoruldum." "Tamam sakin ol." dedi bana, olamazdım. Ne kadar bir psikolog olsa da beni anlamıyordu. "Halüsinasyonların geri geleceğini zannetmiyorum Lavin. Ve inan bana iyileşiyorsun. Hem de ilk seferkinden daha hızlı. Bu sefer her şeyin farkındasın, her hareketini önceden düşünüyorsun. Emin ol istesen bile ona zarar veremeyeceksin." Halüsinasyonlar beni terk ettiği için belki de bu kadar dayanamıyordum. Çünkü halüsinasyonlarımın hepsi ondan ibaretti. Yanımdaydı ve zaman zaman benimle konuşuyordu. Birlikte uyuyorduk, beni izliyordu, onu izleyebiliyordum. Şimdiyse tamı tamına iki haftadır ne onu ne de halüsinasyonlarını görebiliyordum. Ona dokunmak istiyordum, kokusunu içime çekebilmek istiyordum. 2 aydır onun için çabalıyordum. "Bilmiyorum." diye yanıtladım onu. Ona gitmek istiyorum ama korkuyorum. Onun gibi olmak için çabalıyorum, bencil olmak istemiyorum. Ona karşı artık bencil olmak istemiyorum. "Manik dönemdeki cinsel artışların hâlâ devam ediyor mu?" "Murat varken daha yoğun hissediyordum." dedim açık sözlülükle. "Hâlâ hissediyorum ama sandığın gibi değil bu. Kendimi tatmin etmek istemek gibi değil." Eda normal bir şey anlatıyormuşum gibi beni dinliyordu. Ama bu benim özel hayatımın en içiydi. Sadece benim hissedebileceğim bir şeydi. "Başka birini arzulamak gibi değil." dedim en doğru kelimeyi bularak. Çünkü ben ondan başka kimseyi arzulayamıyordum. Hastalıklı bir ruhum vardı. Lanet olsun hâlâ devam ediyordu. "Takıntı gibi mi?" Başımı iki yana salladım. Hayır takıntı gibi değildi. Murat benim için hiçbir zaman takıntı gibi bir şey olmamıştı. "Bağlılık mı hissediyorsun?" diye sordu cevaplarımı kendince bir yere not alırken. "Hayır! Onu istiyorum, onunla olmak istiyorum çünkü içimde dinmek bilmeyen bir özlem var. Cinsel bir istek gibi değil. Ruhumu tekrar hissetmek istiyorum." Bundan da kendince bir pay çıkarttı ve not aldı. Hayır, yanılmıştı. Ruhumun bir parçası ondaydı ve ben yarım kalmıştım. Zihnim iyileşiyor olabilirdi ama ruhum hâlâ kanıyordu. "Kafan hâlâ karışık." diye mırıldandı. "Benim en başından beri ne düşündüğümü biliyorsun Lavin." Murat'ın yanında olmamı istiyordu çünkü yalnızken kendime neler yapabileceğimi biliyordu. Yine de bu kadar dayanmama şaşırıyordu çünkü aklıma bir kere bile intihar düşüncesi gelmemişti. İlkinde istiyordum çünkü ruhum can çekişiyordu, kimsem kalmamıştı... Ruhum hâlâ can çekişiyordu ama artık diğer yarısını bulmuştu. Öyle kolay kolay bedenimden vazgeçebileceğini zannetmiyordum. "Zamanımız doldu." diye mırıldandım. "Sana her zaman zamanım var." dedi göz kırparak. "Tabii canım tabii." dedim onu tiye alarak. "Nişanıma bile gelmedin." "Sebebim vardı." dedi kendi kendine. Ayağa kalktım ve elimle iki kez omzuna vurdum. "Sebepler hiç bitmez psikoloğum!" Göz kırpmayı da unutmamıştım. "Bir kere daha sen gelmeden sana gelirsem vallahi darılacağım." dedim gülümseyerek. Sinyalimi anlamıştı. Belki de ne yapacağımı anlamıştı. Onu evime davet etmiştim. "Kocamı da alırım." dedi kahkaha atarak. "Karıyla kocayı ayırmak olmaz!" Son bir kez daha şakalaştıktan sonra vedalaşarak odasından çıktım. Bu bizim aramızda üniversiteden kalma bir anıydı. Eda her zaman birine aşık olurdu. Ve hepsine kocam kocam diye gezen tiplerdendi. Eşiyle tanışmıştım, onun şu zaman kadar sevdiği erkeklerle alakası yoktu. Eda her zaman sert erkekleri severdi, hani şu yeni terimlerle bigboy denilen tiplerden. Ama bulduğu çocuk tamamen bir hanım evladıydı. Bu tabiri çok sevmiyordum ama ancak böyle tabirleyebilirdim. Yine de çok yakıştırıyordum... Derin bir nefes sığdırdım içime. Doğru gün bugündü. Artık Murat’ın yanına gitmeliydim... 🌌🌌🌌 ~1 ay önce Yalnızlığı sevdiğim söylenemezdi, hoş zaten yalnızlığı kim severdi ki? Ama bazen olur ya hani, o yalnızlıktaki huzur size göz kırpar. Hah, işte bazen de öyle hissediyorum! Halimi hatırımı soran olmadığı gibi, burnunu işlerime karıştıranlarda yoktu. Yalnızlık çekilemezdi ama bir süre boyun eğilebilir gibi duruyordu. Gaddarmışım gibi bakmayın bana! Sadece doğruları söylüyorum. Gördüklerim ya da görmediklerim değil mesele, ben sadece aklımı toparlamak istiyorum. Ben artık görünür olmak için çabalamak istemiyordum. Belki de bu her şeyden vazgeçişimin ilk adımıydı. Ki ben her şeyden vazgeçsem bile bir kişiden asla vazgeçemezdim! Vazgeçemediğim her şey yüzünden de acı çekmeye mahkumdum. Belki de aileme teşekkür etmeliydim! Benim yerime onlar benden vazgeçmişlerdi ve beni büyük bir acıdan kurtarmışlardı!? Hoş geldiğim bu yerde de kimse yalnız değildi! Mesela arkamda bir çift, tam karşımda biri kız biri erkek iki çocuğa sahip olan bir aile, yanımda iki kız arkadaş vardı. Hayat bana bir kez daha gülümsedi. Ne kadar görünmek için çabalasam da bir o kadarda silikleşmişim gibi. Ben Lavin Yılmaz, şu zamana kadar görünür olmak için her şeyi yaptım. Kendimden, duygularımdan, hissettiklerimden vazgeçtim ama yine de vazgeçtiklerim beni görünür kılamadı. Eski bir rafta toz tutmaya yüz buldum. Acılarım beni görünür kılamadı çünkü ben acılarımı hep gizledim, ruhumu uzun bir süre -taşana kadar- susturdum. Dimdik ayakta durmak istedim, yeri geldi yıkıldım ve her şeyi mahvettim. Aman sende canım diyeceksiniz, seni seven bir adam var daha ne istiyorsun? İş işte o kadar kolay olmuyor! Hayat yoluma her defasında taş koyuyor ve ben o taşlara takılmamak üzerinden atlamak geri kalmamak için her defasında çırpınıyorum. Çırpınmaktan yoruldum. Düştüğümde benimle düşen biri daha oldu ama ben onu düşürmek istemedim. Ben o hep dimdik ayakta dursun istedim. Mesele asla ben değildim, mesele tamamen oydu! Ben ona zarar vermemek için ondan vazgeçtim. Onu daha fazla kırmamak için onu kırdım. Anlamıyorsunuz değil mi? Kapalı bir odadayım lamba tam da karşımda, koşup aydınlatamıyorum içeriyi; kapı tamda yanımda uzanıp kapıyı açıp çıkamıyorum. Çaresiz hissediyorum çünkü o kapının ardında beni bekleyenler var ve ben korkuyorum. Şu zamana kadar yanımda yakınımda kimse olmadı! Ve ben şu hayatta kimseyi bu denli kıramadım. Kırmaktan korkuyorum ve korkularım beni esas bitirebilecek anahtar. Korkularım beni o odanın içine kilitliyor! Işığı üzerime kapatıyor ve ben içinden çıkamadığım o karanlığa hapis oluyorum. Yine ve yine onları bir kenara bırakıp garsondan bir kahve istiyorum, dışarıda yağmur hafif hafif çiseleyip beni biraz daha silikleştiriyor. Gözlerim yavaş yavaş kapıdan içeriye dolan insanlara takılıyor, hepsi yağmurdan kaçıyor ve kendilerince mekanda bir yer arıyor. Kimi kahkahalarla giriyor kimi endişelerle ama asla kimse diğerini önemsemiyor! Bu da bana hayatı hatırlatıyor, bazılarımızın sadece göz göze gelebilmek için her şeyini verebileceği insanları, biz yanımızdan geçseler bile önemsemiyoruz. Bizi değerli kılan yanımızdakiler. Onları değerli kılan bizleriz ama ne yazık ki insanoğlu şu devirde tüm güzellikleri kendine yoruyor. İçeriye iki adam daha giriyor, hoş bu da bana beynimin oyunlarından biri! Halüsinasyonlarımın bakışları benimle buluşuyor ve ben her zamanki gibi onlara bir gülümseme sunuyorum. Onlarınsa bakışları bu sefer şaşkın, aklım yeni bir karmaşayla karşımda. Hayır bu sefer beni kandıramayacaksın diye dudaklarımın arasından mırıldandım. Bir de inandırmak için yanında Deniz ile gelmişti. Tamam akşam yatağa yattığımda yanıma gelmesi kabulümdü ama insanların içinde neden görünür oluyorlardı ki? Hayır bu sefer kanıp rezil olmayacaktım. Geçen günkü gibi karşıma oturup benimle konuşamazdı. Hoş bende onu gerçek zannederek konuştum, sonuç ne mi? Garson bana deli muamelesi çekmişti. Bense resmen kaçar gibi orayı terk etmiştim. Bir daha oranın kapısından dahi geçmezdim. Beynim kes şunu! Şimdi de Deniz arkasında Murat ile gülümseyerek bana doğru yaklaşıyordu. Kafamı çevirdim, şu an olmazdı! Şimdi değildi bir de burada rezil olamazdım. Nerede olduğuna bakmak için kafamı tekrardan onlara çevirdiğimde,"Lavin!" diye mırıldandı Deniz. Lanet olsun, çok gerçekçiydi. Bana sımsıkı sarıldığında, şakanı yesinler Deniz demek istedim ama bir şey diyemedim. Ellerimi boynuna da dolayamazdım. "Yapma!" diye mırıldandım zoraki bir şekilde. Şimdi olmazdı! Lanet olası halüsinasyonları şimdi göremezdim. Üzerimden resmen kaynar sular boşalırken, beynimin gerçekliğine lanet ediyordum. Dün akşam gelmemişti mesela? Neden şu an şimdi karşımda dikiliyordu? Deniz bir an duraksayarak benden ayrıldığında, "Anlayamadım!" dedi. Hayır konuşmayacaktım, konuşamazdım da zaten. Bundan sonra dışarıya tek başıma çıkmama kararı almıştım. Kendimi dedelerin yanında duran Boncuk gibi hissediyordum ama benimkilerin sayısı 3 değil 2 idi! Bir tanesi beni deli etmeye yetiyordu. "Lavin... Bir şey mi oldu?" diye sorduğunda Murat, ona samimiyetsiz bir gülümseme sundum. Aslında bu beynime uyarı niteliğindeydi. Gitseniz mi artık dedim içimden içimden. Hayır artık kanmıyorum da diye devam ettim. Halüsinasyonlar hâlâ ayaktaydılar, bana doğru bakıyorlardı. Bense kapıyı izlermişim gibi bakıyor onlara pas vermiyordum çünkü insanlar deli olduğumu zannedecekti! Hoş zaten delirmiştim! Tamam hasta olabilirdim ama delirdiğimi de hiçbir şey değiştiremezdi! "Abi kız bizi görünce şoka girdi!" diyen Deniz'e ağzının payını vermek istesemde sustum. Hem normalde bu kadar gürültücü olmuyorlardı. "Beyefendi oturun isterseniz!" diye mırıldandı halüsinasyonumun üçüncüsü! İşte Boncuk ve dedeleri! Keşke başka bir şey isteseymişsin Lavin! O sırada yuh dememe sebebiyet verecek bir şey oldu! Garson da mı bipolardı bilmiyordum ama Muratlara döndü ve, "Beyler yerlerimiz dolu!" diye mırıldandı. Beyin sen anlarsın adam da mı bipolar? Adama sen ne ayaksın der gibi döndüğümde Deniz halüsinasyonu, "Arkadaşımız burada!" deyiverdi. Garson bana baktı ve yüzümde ne gördü bilmiyorum ama, "Hanımefendi bu adamları tanıyor musunuz?" diye sordu. Lavin gerçek olabilirler mi? Ya değillerse! Lanet olası beyin, burası kapkalabalık bir rezil olursam Adliye deli savcı diye inler bak! Yapma bana bunu! Bunu da kaldıramam! Hoş artık deliyimdir ne yapsam yeridir diye dolaşsam da bu kadarı olmaz! Bu ultra delilik olurdu. "Deniz!" diye mırıldandı halüsinasyon 1. "Bırak istemiyor işte!" diye devam ettiğinde gözlerimi ona çevirdim. Gözlerindeki ifade bana o günkü gibi hayal kırıklığına uğratmışım gibi bakıyordu. "Hanımefendi iyi misiniz?" diye sorduğunda garson başımı salladım. "Abi saçmalama!" dedi Deniz. "Lavin sende artık bir şey der misin? Kovulmak istemiyorum!" "Kalsınlar." diye mırıldandım garsona! O kadar kısık mırıldandım ki insanlar anlamasın diye! Beynimin içinde bu halüsinasyonun kavgası bitsin istedim. Hoş ilk defa tartıştıklarını da görüyordum! Lavin ya gerçeklerse? Sandalyeye oturduklarında aynı kısık sesle, "Siz gerçek misiniz?" diye sordum. Deniz'in yapma der gibi bakışları üzerime çullandı. Gözlerim halüsinasyon 1'e kaydığında gözlerine çökmüş bir hüzünle bakıyordu bana. Yeterdi ama! "Bana her yerde şu gözlerle bakmayı bırakabilir misin?" dedim sinirle. Lanet olsun çok sesli konuşmuştum. İnsanlar bana bakıyor mu diye onlara döndüğümde bana bakmadıklarını gördüm! Gerçek olabilirler miydi? "Lanet olsun!" Deniz anlamayarak bakışlarını üzerimizde geçirirken bir aydınlanma yaşadı. "Oha!" dedi şokla. Anlamıştı sonunda! Bense gözlerimi ondan kaçırarak Sarper'e çevirdim. O ise çoktan anlamıştı bile. Gözlerindeki ifadeler dinmişti. Deniz'in gözlerindeki o bakışa da artık alışmıştım, umursamıyordum! Çünkü bende öyle bakardım! Her zamanki gibi ortalığı toparlamaya çalışan Murat, "Nasılsın?" diye sordu. "Sence?" diye sordum sinirle gülerek. Halimden belli olmuyor muydu? Ondan ayrılsam bile halüsinasyonlarıyla yaşıyordum! Hoş onlara istediğimi diyebiliyordum, içimden gelen her şeyi söylüyordum. Sonra pişman olup o halüsinasyonlara sarılıyordum gözlerimi açtığımdaysa yok oluyorlardı ve ben elimde kalan hiçlikle yere düşüyordum. Murat Sarper'in halüsinasyonu bile bana dayanamıyordu! "Siz nasılsınız?" Deniz cevap vermiyordu Murat ise direkt, "İyi değilim!" dedi. Niye diye sormadım! Biliyordum cevabını, benim yüzümdendi! Onu terk etmiştim ve geri döneceğimi söylemiştim! Bir ay geçmişti ve ben o günden sonra ne onu aramış ne de mesaj atmıştım. Oysa benden gelecek bir mesajı bile kim bilir nasıl beklemişti! "Üff, lütfen şurada da tartışmayın!" Deniz'in isyanı o kadar derinden gelmişti ki... Her zamanki Deniz'di. "Abicim sizin birbirinizi görür görmez boynunuza atlamanız gerekmiyor muydu? İç savaş başlatacak gibi duruyorsunuz." Deniz haklıydı ama ben Murat'a hiçbir zaman öyle bir seçenek sunmamıştım. "Bakın ben tuvalete gidiyorum sizde lütfen iki üç kelime edin! Hatta mümkünse öpüşün falan! Çünkü şu haliniz hiç çekilmiyor!" dediğinde konuşmama fırsat vermeden masayı terk edip Murat ile beni baş başa bıraktı. Gözlerimi Murat'a çevirdiğimde bakışlarımız birleşti. İstemsizce dudaklarım yukarıya kıvrıldı. Bana gelir zannetmiştim, bana gelir ve beni o otel odasından çekip alır evimize götürür zannetmiştim. Yanılmıştım Murat Sarper yine ve yeniden benden daha çok bana sadık kalmıştı. Bir kere bile gelmemiş bir kere bile aramamıştı. Benim halüsinasyonlarım varken o bensiz kalmıştı. Ben her gece onun hayaletiyle uyurken o her gece bensiz uyumuştu! Ben en büyük haksızlığı Murat Sarper'e yapmıştım. Bana kırgın olmalıydı ama ben yine de onu gördüğüme o kadar sevinmiştim ki... Deniz haklıydı bu ikimizin de elinde olmayan bir karşılaşma olmuştu. Buna karşı gelemezdik. Biz birbirimizi alışkın gözlerle sanki tanımıyormuş gibi incelerken garson masaya iki fincanı bırakmıştı. Yüksek ihtimalle Deniz ikisine söylemişti. Garsonun aramıza girmesi bile bakışmamızı kesememişti. Murat Sarper'i çok özlemiştim... Gözlerimi ne gözbebeğinden nede koyu kahve irislerinden alabiliyordum. Oysa yine bana okunmak istemiyordu. Ama ben anlıyordum. Kırgın, kızgın hatta hayal kırıklığıyla doluydu. Özür dilesem dahi geçiremezdim. Ben sadece kayıp bir ay daha yaratmıştım. "Her yerde görsende anlayamamışsın Lavin Yılmaz."
|
0% |