Yeni Üyelik
20.
Bölüm

Küçük Kız Çocuğu

@1benzen

Koyu-Yokluğunda

Sessizliğimiz cam kırıkları gibi

Yutkundukça kan tadı var ağzımızda...

"İnsanların büyüdükçe yanlışı doğrudan ayırt edilebileceği söylenir. Ben sağını solunu karıştıran bir insanım, doğrunun doğru yanlışın yanlış olduğuna karar vermem hiç adil değil."

O çocuğun bekleyişi yıllar önce son buldu...

01.16

Bandajım çıkarılmış ve kolum bembeyaz olmuştu. Murat ise kolumu inceliyordu. Azra ise kemiğimin kaynadığını hiçbir sıkıntım olmadığını söylemişti. Hatta bu kadar hızlı toparladığıma şaşırdığını belirtmişti. Elime ve koluma kavuşmak güzeldi. Ne kadar bembeyaz olsa da...

"Bugün Ali geldi. Odama geldiğimde içeride buldum. Odaları karıştırdım falan dedi ama inanmadım. Hemen çıktı arkasından gittim ama yetişemedim. Odaya da iyice baktım ne bir şey alınmış ne de bir şeyler yerleştirilmiş. Garipti."

Murat'ın yüzü Azra konuştuğunda şaşkınlıkla ona doğru dönmüştü.

"Ne kadar zaman geçti?"

"Dört beş saat olmuştur."

Murat birden sinirle ayağa kalktığında neler döndüğünü anlayamadım.

"Ne demek dört, beş saat oldu Azra? Niye kimseye haber vermiyorsun?"

Murat'ın ses tonu yüksek çıkarken eş zamanlı olarak Azra'nın kaşları çatıldı. Azra kızgın bir tonda, "Bana hesap mı soruyorsun Murat?" dedi.

"Azra neler yaşıyoruz farkında mısın?"

Ali de kimdi? Niye bu kadar gerilmişlerdi? Anlayamıyordum. Azra iki kolunu çiçek yaptı ve sonra sağ elini sallayarak -geç babam geç bunları der gibi- konuşmaya başladı.

"Farkındayım Murat ama senin sıklıkla kaçırdığın bir şey var, saygı."

Murat'ın yüzü sinirden gülmeye başladığında ben yerimde film izliyor gibi onları izliyordum. Allah Murat'a da Deniz'e de sabır versin! Çünkü Azra ve ben söz hakkımızın olmasına laf yetiştirmeye bayılıyorduk! Sen ne alaka Lavin? Bende başa belayım... Deniz ile Azra evli ama? Ne var canım Murat'ta benim yarı zamanlı dostum! Hoş, zaten Ali yüzünden niye kavga ediyorlarsa?

"Bana bu şekilde konuşamazsın."

"Akşam Lavin'in evine bir adam girdi hem de biz evdeyken Azra. Senin de kaçırdığın bir şey var, dinlemek."

Bu Ali kimdi ya? Nereden çıkmıştı! Bir sen eksiktin zaten Ali! Allah'ım sen sabır ver yarabbim! Murat bana doğru dönmeden, "Savcı gidelim." dedi.

Bu bir emir değil ihtiyaçtı, istekti. Bense yerimden kalmış Murat ise kapıyı açıp çıkmışken Azra'ya ayak üstü veda edip adımlarımı hızlandırıp ona yetiştim.

"Ali kim?"

"Tarık'ın adamı."

"Ne!"

"Eski adamı."

İçimdeki ses ahanda bir şeyleri yediniz diyordu! İlla Tarık'a vuracaktı ya her halt! Bir eksik kalsındı yahu! Ulan aranıyorsun, aranıyorsun! Ya adabınla yurt dışına kaç -ki bunu hiç istemiyorum- ya da adamakıllı çık karşımıza! Pislik herif alttan iş çevire çevire bir hal oldu!

"Nasıl, niye gelmiş?"

Benimki de soruydu, Murat'ta bilmiyordu. Sinirden de hızlı yürüyordu zaten, yetişemiyordum. En sonunda asansöre yaklaşırken sinirle, "Murat yavaş!" diye bağırdım. Neydi bu resmen maraton koşusu yapıyorduk! Tamam sinirliydi de bunu ayaklarımızdan çıkarmasa mıydı? Hem benim boyum kısaydı, bu yüzden de adımlarım da kısaydı!

Murat durdu ve bana doğru döndü önce gözleri benimle buluştu sonra arkamdaki bir yere baktı ve kaşları çatıldı. Başta ne olduğunu anlayamasam da başıma korktuğum şeyin gelmesinden korkuyordum. Murat'ın gözleri gözlerime kaydı ve adımları bana doğru yaklaştığında aklıma gelen başıma geldi.

"Lavin!"

Kulağımı tırmalayan ses ne kadar bağır çağır dese de bazen kızmak bile bir insanı önemsediğinizi gösterirdi bu yüzden sadece arkamı sakince döndüm. Aynı mal aynı adam! Bir insan yaşadıklarından ders çıkarırdı ki bu sefer acımazdım da! Rezil rüsva olurdu! Yaklaştı ve yaklaştığında arkamdan hiç beklemediğim bir hareketlenme oldu.

Murat birden çıktı ve elimden tutarak beni arkasına aldı. Bir de bu sorunumuz eksikti! Gerçekten sabrım taşıyordu.

"Hop birader, nereye?"

Murat Sarper birader mi demişti?

"Çekil önümden!"

Murat'ın sinir bozucu gülüşü kulağıma ulaştığında kötü şeyler olacağını hissediyordum. Sanki içeride olan tüm şeylerin hırsını ondan çıkaracaktı. Gözlerim diğer eline kaydığında çoktan yumruğunu sıkmıştı. Yeri yanlıştı ve bu yerde Murat'ın bir doktora vurmasını asla kaldıramazdım. Hem de kimdi ki yani? Aldatılan bendim o değil! Zaten o da benim sevgilim değildi! Lanet olsun her şey bugünü mü beklemişti?

"Cık, çıkmaz sokak!"

Yüzünü yandan görsem de güldüğünü anlayabiliyordum. Sinirini bu adamdan çıkartacaktı.

"Çekilsene kardeşim, ben Lavin ile konuşacağım!"

Murat sinir bozucu bir şekilde, "Güzel kardeşim, çıkmaz sokak diyorum! Yok yani bunun ötesi yok!" dedi.

Murat'ın yumruk yaptığı eli korkudan tutarak öne doğru çıktım çünkü o el karşımdaki pisliğin yüzüne inecekti. Buna emindim

"Murat!" diye seslendiğimde yüzü bana döndü ve gözleri gözlerime çekildi. Sakın yapma der gibi bakıp, "Müsaade edebilir misin?" diye sorduğumda. Önce gözleri elindeki elime sonra afallamış suratı yüzüme çarptı. Gözleri birkaç saniye gözümde kaldıktan sonra başını salladı.

"Peki, savcı bu da dilediğin gibi olsun! Bana bir gün savcıya her gün bayram!"

Savcıya deli iması mı bindirmek istemişti anlamamıştım ama arkasını dönerek asansöre doğru ilerlemeye başladı!

Gözlerimi karşımdaki herife çevirip küfreder gibi, "Seni dinliyorum." dediğimde hiç beklemeden sinirlerimi alt üst eden bir soruyla karşılaştım.

"O adam kim?"

Sinir kat sayımın gittikçe arttığını hissediyordum. Sakin Lavin!

"Konuş çünkü birazdan senin zırvalıklarını dinlemeyeceğim." Gayet de sakindim, gayet de!

"Zırvalık? Sen el alemin adamıyla gez dolaş, bir de yetmiyormuş gibi eline yapış! Ben mi zırvalıyorum Lavin?"

Bu herif bana ne demeye çalışıyordu? Bu yaptığı pisliğin literatürde hiçbir karşılığı yoktu! Yüzü anlayamadığım bir şekilde sırıtıyordu! Ne zannediyordu ya bu kendini? Dış kapının dış mandalı.

"Hafıza ne kadar da nankör bir şey sence de öyle değil mi? Aaa ama pardon erkek yapınca alkış kadın yapınca namusuz? Yok ya! Sen. Benim. Hiç bir şeyimi. Sorgulayamazsın. Karşında bir savcı var cümlelerini tart doktor, yoksa savcıya hakaretten seni içeriye tıktırırım!"

"Sorgularım Lavin o adamın elini benim sevgilim tutarsa sorgularım!"

Ya rabbim ya sabır! Allah'ım gücüne gitmesin ama sen bu dangalakları dert olsun diye mi yolluyorsun?

"O adam dediğin kişi en azından insan Burak senin gibi pisliğin teki değil. Ve unuttun mu senin zaten başka bir sevgilin var! Umarım hiç ayrılmazsınız ve ömrünüz boyunca benim ahımı taşırsınız."

Yüzüne tükürmek istesem de tükürüğümün ondan daha değerli olduğunu fark edip arkama döndüm! Değmezdi Lavin! İçeriye attırmana bile değmez! Murat'a doğru bir adımımı atmıştım ki bir el tarafından durduruldum. Başımı çevirerek sertçe elimi çekmeye çalıştım ama daha da sıkı sardı!

"Sen bana ne demek istiyorsun?"

"Bırak kolumu!"

"Ben şerefsizim, ben basitim, ben en adi insanım peki ya sen Lavin sen nesin?"

Kolumu kırmak istercesine sıkıyordu, canımı yakmak istercesine. Elimi kolundan kurtarmaya çalışıyor ama beceremiyordum. Çırpınıyor ama çırpınışlarım çaresiz kalıyordu. Lanet olsun!

"Bıraksana!"

Arkamdan hiddetli ayak seslerini duyunca korktum. Murat geliyordu, Burak bunu anlamıştı ki bileğimdeki eli gevşemişti. Bende fırsattan istifade sağlayarak bileğini tutarak onu ters döndürüp duvara yüz üstü yasladım. Tiz bir inleme çıktığında dudaklarından, kulağına doğru eğildim.

"Biliyor musun doktor sen bu mesleğin yüz karasısın ve bir savcıyı durdurmadan önce iki kez düşünmen gerek! Bir daha sakın bana bir şeyler ima etmeye çalışma, zaten bir daha da olmayacak!"

Sırtından ittirdikten sonra onu serbest bıraktım ve arkamı döndüm. Arkama döndüğümde Murat dibimde ve ifadesizce bize bakıyordu.

"Gidelim." diye mırıldandım kafamla asansörü gösterirken.

Onun için bir şans vermiştim oysa bunu dalkavukluk yapmak için harcamıştı. Etrafta da hiç insan yoktu, en azından rezil olmamıştı -hastalarına-. Ondan nefret bile edemiyordum, kendi hâline oturup utanması gereken noktadaydı ama onu bile yapamayacak kadar acizdi. Sinirle asansöre bastığımda hemen açıldı, zaten hangi katta olduğuna bile bakmamıştım. Ahhh aptal herif! İnsanlar nasıl böyle olabiliyordu, hiç bir şey olmamış gibi nasıl davranabiliyorlardı?

İnsanların nedeniyle ilgileneceğimiz zamanları geçtik Lavin! Sakin ol, sakin ol! Derin derin nefes alıp verdim, gayet sakindim! Asansöre bindiğimde asansöre Murat'ın kasım kasım kasılarak girdiğini gördüm. Neden öyle yürüyordu ve bana neden öyle bakıyordu? Aynadan gözlerimiz buluştuğunda bana bakmaya devam ederek düğmeye bastı. Kapı kapanırken gözleri hâlâ gözlerimdeydi. Ne bakıyordu? Hiç mi insan görmemişti? Hayır hiçbir mimikte vermiyordu, anlayamıyordum. Ona doğru dönerken ıslık sesini duydum. Vav der gibiydi.

Gülümserken, "Bir yanlışımız olursa söyle Savcı." dedi. Ne yani ona zarar vermemden mi korkuyordu yoksa dalga mı geçiyordu? Dalgaydı bence çünkü ilk karşılaşmamızda beni çok iyi bir şekilde alt etmişti.

"Dalga geçme Sarper!" dedim sinirle, gülümsemesi daha da fazla arttı. Hayır bu sefer Murat'a sinirliydim! Dalga geçmesi hiç hoş değildi.

"Cık dalga geçmiyorum, hoşuma gitti."

Afalladım. Hoşuma gitti. Kalbimin teklemesi normal miydi? Hiç normal değildi. Bayram değil seyran değil hastalık hiç değil ateş beni niye bastı? Gözlerinde, şaşkınlıkla kalan gözlerimi geri çekemiyordum. Gülmemeliydim, gülmemeliydim, gülmemeliydim. Gülümsedim! İyi halt yedin Lavin! Ay bir de sen eksiktin! Zaten kendi duygularımla başa çıkamıyorum, en azından bir süre sus yani!

Gözlerindeki ışıltı kalbimin gümbürtüsüne yaraşır şekildeydi! Niye bu duyguya karşı gelip ağzının payını veremiyordum? Niye başaramıyordum bunu? Neden herkese karşı olan açık sözlülüğüm ona gelince kalbini kırma dürtüsüyle geriye çekiliyordu? Suç işlememiştim ama neden kendimi ayıplıyordum? Bir şeyler hissedebilirdim bu suçlanacak bir şey değildi? Yanlıştı evet ama suç değildi. Ona yakınlaşmadığım sürece sorun değildi. Bu duyguyu saklayabilirdim.

"Nedie hoşuna giden?" diye sordum, ki gülmeseydim. Bu yüzden sorum biraz sert kaçtığı düşünülse de benim yüzüm gülüyordu.

"Bu hâlin."

"Hâlimde ne varmış?"

Gülüp geçseydin ya Lavin, hâlini neden soruyorsun?

"Zemin kat!"

Kapı açılıp sorum cevapsız kalırken Murat gülümseyerek asansörden çıktı. Lanet olası adam bana göz kırpmayı da unutmamıştı. Neydi bu bilinmezlik tavrı? Altı üstü bir cevap verecekti. Asansörde biraz beklesem de hemen çıkıp hızlı bir şekilde ona yetiştim.

"Sorular cevap ararlar Sarper!"

"Sözde sorular cevaplarını bilir Savcı!"

"Ama onlarda cevap arar Sarper?"

Sarper bana cevap vermiyordu, öyle olsundu aynısını en kısa zamanda kendisine yapacaktım. Ve yüzüne baka baka, sözde sorular cevaplarını bilir diyecektim. Hem de en merak ettiği zamanda.

🌌🌌

"Abi bak yeni andezit taşları alalım binayı çevreleyen duvarları andezitten yapmalıyız!

Hem bina hangi renk, gri-beyaz. Andezit ne renk gri!"

"Denizciğim canım kardeşim. Almıştık ya hani andezit!"

Yarım saattir Deniz'in andezit feryadını dinlemekten içim dışım taş olmuştu. Bir ara andezit olmazsa bazalt olsun demişti. Lav taşlarına merakının nereden geldiğini o zaman sorgulamaya başlamıştım. Murat ise ısrarla bu taşları istemiyordu. Ne yani kemik tozundan mı yapacaktı? Fikri neydi yani?

"Bak bazaltta bir renk aman bir taş?"

Azra acil gelseydi de Deniz'i götürseydi. Çünkü eşi buralarda rezil rüsva oluyordu.

"Tamam andezit, bazalt olmasın. Söyle bana ne taşı kullanacaksın?"

"Bizmut."

Biz mutluyuz diye tamamlamak istesem de susmuş ve bizmutun ne olduğunu merak etmiştim. Bazalt olmasın diye mi bizmut demişti onu da anlamamıştım. Deniz ise hemen telefonunu açmış ve büyük ihtimalle bizmut diye arattırdı. Ve sonrasında, "Vay anasını taş gibi taş." dedi. Bizmut bir ünlü müydü yoksa taş mıydı merakımdan hemen Deniz'in yanına eğildim. Rengarenk değişik bir taştı ama aşırı ilgi çekiyordu. Tüm siteyi bu taşla mı kaplayacaktı? Hem bu taştan dünyada o kadar çok var mıydı? Değerli gibi duruyordu. Gerçekten taş gibi taştı. Ya da Murat Deniz ile dalga geçiyor bunu yaparken de hiç belli etmiyordu.

"Yok ama abi bu çok cafcaflı. Gökkuşağı gibi hiç olmaz. Çocuk parkı mı yapıyoruz yani anlamadım."

Murat ise yine bir soruyu cevapsız bırakarak telefonunu eline alıp birine bir şey yazmaya başladı. Ben onun yerinde olsam WhatsApp uygulamasından Azra'ya gel sevgilini buradan al yazardım. İçimiz dışımız andezit oldu yahu diye de eklerdim!

"Yok Murat ya bundan adam da olmaz. Baksana kırılır hemen bu!"

Aa ama sabah Azra ile tartıştıkları için o yazamazdı. Belki de ben yazmalıydım. Günlük Deniz dozumu almıştım.

Telefonumu açtığımda Murat'tan bir mesaj almıştım.

Sarperlerin Murat:

Savcı Azra'yı ara eşini buralarda unutmuş ayıp!

Bu mesajına gülümsemiş hemen mesaj yazmaya koyulmuştum.

Sen:

Sen yaz Sarper! Karı koca arasına girmek günahtır, günah!

Sarperlerin Murat:

Kalkıp gidersem kalırsın Deniz ile!

^^

Sen:

Tehdit mi ediliyorum ben şu an?

Sarperlerin Murat:

Ne haddime Savcı! Çok ayıp.

Kafamı kaldırdığımda Murat telefonuna gülümsüyordu. Kesin başka biriyle daha konuşuyordu. Bari kaçamak cevap vermeseydi! Hayır yani başka birine yazarken bana yazması başka birine ayıptı onu da bekletiyordu. Deniz'de bir şeyler diyordu ama kafam tam da Sarper'e takılmıştı.

Sen:

Asıl sana ayıp, konuştuğun kişiye de yani! Bekletme o insanı malum önemlidir.

Megumi ile mi konuşuyordu acaba? Nasıl bir kadındı merak ediyordum. Keşke WhatsApp hikayelerinden paylaşsaydı da görseydim. Güzeldir de Allah bilir. Çekik gözlü zaten, Türklere de hafif benziyor. Zaten Murat kadın seviyor! Adam gey değil Lavin! Hayır o anlamda söylemedim, yani cinsiyet olarak değil!

Sarperlerin Murat:

O insan?

Bilmiyor numarasına yatmasındı bir zahmet, onu sırıtırken görmüştüm. "Size diyorum ya! Telefonlarınıza gömülmüşsünüz, hem ne yapıyorsunuz?"

Deniz ani hareket edince telefonumu kapattım. Ayıp denilen bir şey vardı.

"Deniz sorması ayıptır ama sen ne yapıyorsun?"

Murat'ın sorusuyla kafası ona doğru döndü.

"Size bir şeyler söylüyorum Murat! Neyse!"

Ayağa kalktı galiba gidiyordu! Andezit Deniz diye kaydedecektim onu. Çünkü içim dışım andezit taşı olmuştu.

"Karım bekler beni, gidiyorum ben."

Karısı olduğu çok şükür aklına gelmişti. Gitseydi de darlasaydım arkadaşını.

"Yine bekleriz bay, bay!"

Murat'ın telefona bakarak söylediği şey beni sinirlendirmişti. İnsan bir arkadaşını uğurlardı. Tamam anladık önemli biriyle konuşuyordu da bari bu kadar belli etmeseydi!

"Ben seni geçireyim!" diyerek ayağa kalktığımda Deniz ile hole doğru yürüyorduk ki Murat'ın dedikodusunu yapmak için yer arıyordum.

"Lavin, andezit andezit diye başınızın etini yedim ama bak benim için çok önemli."

"Tamam Deniz ben halledeceğim!"

"Valla mı?"

"Valla?"

Gülerek söylediğim şey aslında bir soruydu ama Deniz onu anlamamış, "Sen çok yaşa Lali!" demişti. Bende bunun karşısında bir şey istemeliydim. Bazı şeyler karşılıklıydı tabii ki ben andezit diye yalvarmayacaktım.

"Deniz, Murat kiminle konuşuyor?"

"Bilmem."

"Megumi ile konuşuyor olabilir mi?"

Bize neydi Megumi'den. Hem neden konu dönüp dolaşıp Megumi'ye geliyordu? Gerçekten kendime kocaman bir PES diyordum.

"Olabilir, onlar sürekli konuşur!"

-r olan geniş zaman eki hiç hoşuma gitmiyordu, sürekli kelimesi de! Vay anasını Murat'a da bak, yalancılık diline pelesenk olmuş. Kendime bir not düşüyordum Murat'a kadın konusunda güvenme!

"Sürekli mi?"

"Evet yani şaşırılcak bir şey yok!"

Güzel mi diye sormak gelse de içimden Deniz'in arkasını arayıp kıskandığımı düşünmemesi için susmuştum.

"Anladım. Neyse Azra'ya selam söyle, görüşürüz!"

"Görüşürüz Lali!"

Deniz'i yolcu ettikten sonra Murat'ın yanına döndüğümde hâlâ telefonda birine yazıyordu. Ne konuşmaymış arkadaş yaz yaz bitmiyor?! Ne hâli varsa görsün, Megumi ile Allah yollarını açık etsin!

Murat'a bir şey söylemeden mutfağa girdim ve kendime papatya çayı yapmaya koyuldum. Keşke Murat'a papatya çayı yapmasaydım da Megumi ile zamanlarını çalmasaydım. Demek ki herkese başka başka gülüyormuş. Papatya çayım demlenene kadar kafamda Murat aşağı Megumi yukarı dönüp durunca çayımı alıp kışlık balkona çıktım. Soğuktu ama bazen sıcağı hissetmek kadar soğuğu hissetmekte gerekiyordu. Kupama ellerimi sardım ve gökyüzüne baktım. Aklımı onlardan kurtarmaya çalışırken en alakasız yere uzaya daldım. Çok garip değil miydi, büsbüyük bir evrenin orta boyutlu bir galaksisindeki küçük gezegeninin minik bir parçasıydık. Üstelik yaşam olan! Bazen ne kadar şanslı olduğumuzu unutuyorduk! Nefes alabiliyorduk, su içebiliyor, karnımızı doyurabiliyorduk -ki bu herkes için doğru değildi-. Aslında bunu ben biraz dine bağlıyordum ki ben dine o kadar bağlı bir insan değildim ama bazen bazı şeylerin geliş amacı vardır. Ya da bazen içimizdeki bazı duyguların, boşlukların dolduğu anlar vardı. Bu konuya nereden geldiğimi hiç bilmiyordum ama sadede varmak üzereydim galiba. İnsanlar dinilerini çok iyi yaşayamıyorlardı bu devirde. Herkesin bilmediği konularda bile bir bildiği, diline pelesenk olmuş tenkitleri vardı. İnsanlar da zaten birbirlerine bakarak bir şeyleri öğreniyorlardı ve içlerinde din sevgisi olmayanlar insanları dininden soğutuyorlardı. Bu yüzdendir ki fakirlerin bu kadar fakir, zenginlerin bu kadar zengin olması. İnsanlar bölüşmenin bolluğunu kendine saklamanın kıtlığını fark edemiyorlardı. Bu konuya nereden geldiğimi bilmiyordum ama Murat sayesinde geri kendi dünyama dönmüştüm.

"Bu sefer bana yok mu Savcı?"

"Telefonda önemli işlerin vardı!"

Doğru vardı, insanlarla konuşuyordu mesela! Güzel güzel insanlarla! Yanıma geliyordu adımlarından hissediyordum. Neden yörüngeme giriyordu?

"Neyi sorguluyorsun?"

"Dünyayı, evreni!"

Yanım ulaştığını camdan izleyebiliyordum. O da dışarıyı izliyor gibiydi.

"Sence de garip değil mi?" diye sordum belki de susmam gerekiyordu ama mizacıma aykırıydı.

"Ne?"

"Evren, galaksimiz, sistemimiz!"

Yüzü bana doğru döndü bunda bu kadar düşünülecek ne var der gibi bakıyordu. Aynadan bunlar mı belli oluyor Lavin!

"Yani düşünsene sadece Dünyada hayat var. Mesela ben Venüs'ü çok fantastik olarak hayal ederdim. Bataklıktan denizleri olan, belki de ağaçları yerin altın bakan! Tabii bunları küçükken öyle sanırdım. Bulutlarla kaplı içi görülmeyen bir evren. Belki de eskiden içindre yaşamın olduğu. Daha sonra bir de öğrendim ki içinde lav denizleri var. Isısı çok yüksek, nefes bile alınmıyor. Bir zamanlar belki de etrafında denizleri gölleri olan Venüs güneşin sıcaklığını arttırmasıyla ısınmaya başladı ve tek bir damla su bulunmayıncaya kadar hepsi buhar oldu. Bulutların sebebi de bu. Yağmur aslında yağıyor ama yere düşmeden buharlaşıyor. Çok garip çok ilginç ama bir o kadar da mantıklı. Biz insanlar ise sanki sonumuzun hiçbir zaman Venüs gibi olmayacağını düşünüyoruz ama bu en bariz son. Güneş gittikçe ısınıyor ve bizim gezegenimiz de gittikçe Venüs'leşecek. Ve biz asla dünyamızın değerini bilemeyeceğiz. Zaten bir şeyin değeri kaybedilmedikçe bilinmiyor Sarper. Dünyanın sonu geldiğinde de artık değerini bileceğimiz bir şey kalmayacak ki sen bunu gel de insanlara anlat. Her tarafta çöp denizleri, cam ormanları, yanan ormanlar, katledilmiş hayvanlar, denek hayvanları, aç susuz insanlar ve daha fazlası var. Bilmiyoruz ki değerini! Sadece tek derdimiz kendimiziz, dünyanını kendi etrafımızda döndüğünü var sayıyoruz ama insan bile kendine yapılanı affetmiyor onlarca canlı sence affedebilir mi? Cık, affetmezler. Acıdan geçmeyen insan zorluğu bilmez Sarper!"

Yine çok konuşmuştum ama bilmiyorum birilerinin susmaması gerekiyordu, birilerinin bölüşmesi gerekiyordu! Bizim küçük gördüğümüz kelimeler ne olacak dediğimiz şeyler birikince kocaman oluyordu ve biz o kadar kördük ki... Çok uzun konuşabilirdim bu konu hakkında, sabaha kadar ama yanlış kişiydi Murat! İçimden bir sesin demesine gerek kalmadan hissedebiliyordum o da yardım ediyordu. Merhametliydi! Murat'ın yüzü hâlâ bana dönüktü, bakmalı mıydım? Bakmadım! Ona her baktığımda içime sevgi tohumları ekiyordu. Ve benim de bahçemin bir kapasitesi vardı. Nasıl belirli bir arsaya ekilebilecek bir miktar varsa benim yüreğimde de o kadar alan vardı. Yüreğimi tamamen doldurmaması gerekiyordu. Hâlâ bana bakıyordu sanki gözlerimiz buluşana kadar bakacak gibiydi. Ve ben bir kez daha yüreğime tohumlarını ekmesine izin verdim.

Gözlerimi ona doğru çevirdim. Dikkatlice bana bakıyordu, gözlerim ayarlanmış gibi gözlerine çekiliyordu. Kalbime dokunuyordu nefesi. Nasıl da acımıyordu yüreği yüreğime? Kararsız gibiydi, ne yapacağını bilemiyor! Ya da biliyor ama yapamıyor gibiydi. Tamam işte cevap vermiyor Lavin, şimdi çevir kafanı!

"Lavin, nasıl yapabiliyorsun bunu?"

"Neyi?"

Kalbim yerinde miydi? Çünkü bu kadar hızlı atarken yerinden çıkmış olması büyük bir olasılıktı! Anlamıyordum da zaten Murat'ı, kaçıp gitmek istiyordum. Uzaklaşmak istiyordum mesela ama hemen yanında olmakta istiyordum! Sarılmak ama ona değmemek. Nasıl bir şeydi bu? Nasıl insanın beyninin önüne kalbi geçebilirdi? Her ikisi de hayatiydi. İkisi de eşit olmasaydı insan yaşayamazdı!

"Senin yanında her seferinde şaşakalıyorum. Bir Savcısın ama uzayla ilgilisin fiziği seviyorsun her konuda bilgilisin, her seferinde hayran kalıyorum sana! Bu kadar hayranlığa rağmen yerimi de biliyorum."

"Yerin?" diye sordum anlamayarak. İnsan bir insandaki yerini kendi tayin edebilir miydi?

Bir yere atanmak için bile devletin sizi onaylaması gerekiyordu.

"Sen diyorsun ya hani karşın ama yanın! Çok düşündüm bunu haklısın Lavin!

Yanındayım ama karşı tarafındayım."

Bu konuşmadan artık gına gelmişti! O uzak durmak istiyor ben uzak durmak istiyorum ama yine de en sonunda yerimiz birbirinin yanı oluyordu. Yine de ona haksızsın, yerin göğsümün altında hızla atıyor diyemezdim.

Yıl 1999 Mart ayı...

"Lavin! Kızım hadi gidiyoruz."

Annesinin sesini duyan küçük kız arkadan örülü olan iki örgüsü sallanarak annesinin yanına koştu.

"Aah Lavin!" dedi annesi.

Kız kış ayına rağmen geçen seneki pembe bayramlıklarını giymişti. İnceydi ama en güzel, en sevdiği kıyafetiydi. Neden bu kadar çok seviyorsun deseler, babam bana en son bunu aldı diyecekti. Ama kimse sormadı. Babasını çok özlüyordu. Biri ismini geçirsin istiyordu. Birisinin ona babasına ne olduğunu söylemesini istiyordu. Onu tam 8 ay 10 gündür görmüyordu. Giderken geri geleceğim demişti ama gelmemişti. Küçük kız o zaman anladı insanlar hep yalan söyler, güvenme onlara. O zaman anlamıştı insanların şu devirde babana bile güvenmeyeceksin demesini ama birisi ona baban sana yalan söyledi dese diyeceği ilk şey benim babam gelecek olurdu..

"Kızım ince giyinmişsin. Ne yapacağız biz seninle?"

"Hayır anne kalın bu, bak ben üşümüyorum."

Annesi zorla gülümsemeye çalıştı...

2022 Günümüz

"Küçükken pembe ince bir elbisem vardı. Tam göğsünde bulut simgesi olan bir elbise. Sürekli onu giyerdim. Onu giyerdim ki biri bana neden onu giydiğimi sorsun diye. Çünkü birisi artık bana babama ne olduğunu söylemeliydi Sarper! Ama biliyor musun bu soruyu kimse sormadı!"

Babama karşı nefret doluydum ama onu ne kadar özlediğimi kimseye anlatamıyordum. Sınırını ben bile bilmiyordum! Ona karşı küçük bir kızın özlemiyle bir yetişkinin öfkesini taşıyordum ama bir yanım hâlâ onu çok seviyor o günlerim gözlerimin önünden geçtikçe gözlerim doluyor ve taşma raddesine geliyordu. Bunca zaman bunların hiçbirini düşünmemeye çalışmıştı. Şimdi hayatımda yeni bir gerçek vardı, Murat Sarped kalbime tohumlarını ekerken ruhuma babamı fısılsıyordu...

"Ben ilk kez yalanı babamdan öğrendim Murat. O bana geleceğini söyledi ama gelmedi. Ben onu günler aylara, aylar yıllara varana kadar bekledim."

Taşan göz yaşlarımı yine kendim sildim. Yavaş yavaş.

"Bana yalan söyleme Murat, yanımda değil karşımda olduğunu belirtirken bile beni düşünüyorsun. Benim düşüncelerimi düşünüyorsun. Ama ben senin bu inceliğinin karşısında eziliyorum. Diyorum ki kendime dur Lavin!"

Göz yaşlarımı kendim silmeye devam ettim, durmuyorlardı da zaten.

"Ama olmuyor, senden nefret etmeye çalışıyorum; beceremiyorum. Çünkü sen bir şekilde kalbimi ısıtıyorsun ve bu beni çok korkutuyor. Uzak dur diyorum sana Murat ama ben sınırlarını koruyabilen bir insan da değilim ki! Gökyüzünü öpemezsin Sarper, imkansızdır ve bazı imkansızlıklara bu dünyada ihtimal yoktur."

Nereye gittiğimi, neden bu konuşmayı yaptığımı bilmiyordum. Ağzıma ne geldiyse söylüyordum.

"İnsanların büyüdükçe yanlışı doğrudan ayırt edilebileceği söylenir. Ben sağını solunu karıştıran bir insanım, doğrunun doğru yanlışın yanlış olduğuna karar vermem hiç adil değil."

Sustum... Saçmalamamın bilmem kaçıncı dakikasında sustum. Aslında benden uzak durmamasını söylerken yakınımda ol demek istemiştim. Bunu da becerememiş içimdeki denklemleri dışıma dökmüştüm. İçim babamdan girip sağım solumdan çıkmıştı. İçim anlamını bilmediğim ama her zaman yüreğimin ortasına kurulmuş belirsiz bir acıyla can çekişiyordu. Güçlü durmak ayakta kalmak pekala çok güzeldi ama bir insanın ayakları yere basana kadar hayatının alt üst olması gerekiyordu. Hayatımın altını üst üstününse tavan olduğunu sandığım yaşlarda alt üst olmuş ama hiçbir şey yaşamamış gibi büyümüştüm. Belki de karışık bir ruh halimin olmasının sebebi de buydu; alt üst olmuş bir çocuğun sessizliği ve onu alt üst eden babasının ona hiç bir zaman ulaşmadığını öğrenen savcı kızı.

"İmkansız diye bir şey yoktur Savcı. Küçük bir çocuğun bekleyişinden anlayabilirsin bunu."

Küçükken insan her şeyi yapabileceğini sanıyordu çünkü çocuklar dünyanın kendi etrafında döndüğüne inanırlar. Lavin'in dünyası annesi onu bırakıp gittiğinde kendisi için dönmeyi bırakmıştı.

"O çocuğun bekleyişi yıllar önce son buldu Sarper!"

Arkamı döndüm ve kapıya doğru yürüdüm; üşümüş, ağlamış ve uykusu gelmiş biri olarak.

"O çocuğun hâlâ Yekta'yı beklediğini göremeyecek kadar kör değilim Lavin!"


Loading...
0%