Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Kurtarıcı Ya Da Kahraman

@1benzen

"Şşt, sessiz ol yoksa kendini yakalatacaksın."

Her şey nefesimi bile tutmaya başladığım o anda oldu. Depoda yakalandığım yetmezmiş gibi şimdi de başka birinin eline düşmüştüm. Çırpınmak yerine kendimi ona bırakmayı tercih etmiştim, dediği gibi kendimi yakalatacaktım. Hem kimdi ki beni aşağıya çeken bu kişi?

Elleri ağzımdan çekildiği an kolundan tutuğum anda onu yüz üstü yamaca yasladım. Acı içinde inlerken burnuma buram buram kan kokusu gelince vurduğum adamın bu adam olduğunu anladım.

"Kimsin sen?"

"Bunu yapmak istediğine emin misin?"

Daha çok toprağa doğru ittirdim onu. Biraz daha inledi. Ne zannediyordu, oyunda değildik!

"Kes!"

İçi boş silahı şakağına dayarken ne olduğunu anlayamadan kendimi karşımdaki adamı yasladığım yerde bulduğum gibi tuttuğu bileğime bir şey bağladığında kilitlenme sesi geldi. Elektronik kelepçe miydi o?

"Ne yaptığını sanıyorsun bırak beni! Kimsin sen? Ne istiyorsun benden?"

Tepinmeye başladığım sırada beni kendine çevirince koyu kahve gözleriyle karşı karşıya geldim.

"Ne işin var burada? Kimsin sen!"

İnce tiz bir gülüş sesi... Karşımdakini sinir etmek için başvurduğum en büyük silah. Boşlukta kalan elimle kar maskesini çekip çıkardığımda yüzünde hiçbir ifade okunamasa da şaşırdığını hissedebiliyordum.

"Bum ve adam şaşırır..."

"Ne halt ettiğini zannediyorsun?"

Hmm, Tarık Sarper'in suç üstü videosunu SARS'a gönderdim. Kısacası son...

"Bittiniz yardımcı Sarper!"

Ve o sinsi gülüş.

"Burada bekliyorsun, seni gelip alacağım."

"Ne, ne, ne dedin sen?"

"Bekle dedim. Kolundaki kelepçede GPS var. Gittiğin her yerde takibim altındasın."

"Nereye beni burada böyle bırakamazsın! Sana diyorum! Çabuk gel ve beni kurtar şundan! Heyy!"

Tüm çabalarıma rağmen lafımı duymadan hatta ve hatta duymazlıktan gelerek oradan hızla uzaklaştı. Bilmediği bir şey varsa o da benim derimin altındaki çipti. SARS'a bağlı ekip ortağımın herhangi bir terslik durumunda bulunduğum konuma ulaşıp oraya bir ekip göndereceğine adım gibi emindim.

🌌🌌

Dediğini yapıp olduğum yamaca yaslanıp beklemeye koyulmuştum. Kimdi bu adam? Nereden çıkmıştı? Neden beni şu an kolumdan tutup Tarık’ın önüne atmamıştı? Beni kurtarmaya çalışıyor olmazdı, o zaman planı neydi? Videoyu kendine mi saklamaya çalışıyordu. Ne kadar buna çalışsa da videoyu çoktan SARS’a yollamıştım. Hoş şu an telefonumun da nerede olduğunu bilmiyordum, düşürmüş müydüm? Düşürdüysem asıl atraksiyon o zaman başlayacaktı. Düşürmediysem de nerede olacaktı ki zaten? Çalılıklardan ses gelmeye başladığında hemen karşı taraftaki ağacın ardına gizlendim.

“Abiciğim, ben nerden bileyim bu kız nerde? Gps burada olduğunu söylüyor kız yok ortada!... Öff tamam tamam... Tamam dedim ya sana... Merak etme sağ salim getireceğim sana... Murat iyice abartmıyor musun?... Hiçbir şey yapamaz abiciğim... Ya hadi işine, hadi!”

O Murat mı demişti yoksa benim kulaklarım yanlış mı duymuştu? Bildiğimiz Murat mıydı? Yani Murat Sarper olma olasılığı yüzde kaçtı onun! Adam hakkında onca araştırma yaptın Lavin, bir yüzünü mü aklında tutamadın? Belki de öylesine bir Murat’tı. Murat X’ti soyadı! Olamaz mıydı?

“Kızım sende neredeysen çık ortaya!”

Sanki bu anı bekliyormuşum gibi saklandığım yerden açığa çıktığımda karşımda Bermuda Heykeli tabirine yakışacak bir adam duruyordu. Savcım Tarık Sarper’in tüm adamları yakışıklı galiba! Sarı saçlarının alnından dökülmesine izin vermeden yukarıya dikmişti, dikkat çeken diğer bir özelliğiyse kesinlikle mavi gözleriydi.

“Merhaba!” dedim, masumca.

Gülümsemesi büyürken, ben kime ne diyorum bakışları üzerimdeydi. Ben bir şey dememiştim, sadece ona el uzatmış gibu görünüyordum. Umarım yerdi, bence gülümsemesinden yediği belliydi. Selam dünyalı, sende bu kelepçenin anahtarı var mıdır?

“Sende benim kelepçemi çözecek göz var mı?”

Adam kaşlarını yukarıya kaldırıp indirirken hayali dünyamdan gerçekliğe geri dönmüştüm. Aman Lavin sen yine de masum görün...

“Düş önüme gidiyoruz!”

Gözüm daha yeni elindeki silaha kaymıştı, silahla yolu gösterdiği için onu takibe koyuldum. Acaba ona şimdi mi saldırmalıydım? Yüksek ihtimalle silah elindeyken ve ben onun arabasını getirip getirmediği ihtimali bilmezken bunu yapamazdım. O yüzden yine aynı sakinlikle önüne düştüm. Ormanlık yolda dağ taş tepe demeden beni yürütmeye yemini var gibiydi ama bilmediği bir şey vardı, biraz önce konuştuğu öküz arkadaşı bileğimi öyle bir yere çekmişti ki incinmişti.

“Biraz yavaş olabilir miyiz?”

“Bunu onca olayı çıkardıktan sonra mı söylüyorsun?”

“Onca olayı çıkaran senin arkadaşın, ayak kemiklerimi eklem yerinden ayırıyordu!”

Bu söylediğime gülmekle yetindi. Kim bilir belki de içinden az bile yapmış diyor olabilirdi. Yine de yavaşlamıştı. Birkaç dakika sonra siyah yerden yüksek bir BMV aracına geldiğimizde geçmemi söyledi. Bense yine sakince dediğini yaptım. Hoş o birazdan bu arabada bir arbede yaşanacağını bilemiyordu.

🌌🌌

"Hey, sana diyorum çöz beni."

Ah, bu adam başıma nereden çıkmıştı. Elektronik kelepçe yetmezmiş gibi arabasına bindiğim arkadaşı beni birağaca bağlamıştı. Savcım arabasının bir ağaca çarpmasına sebep olduktan sonra üzerini arayıp kelepçeyi açacak bir şey bulamadığında oradan kaçmak suretiyle koştuğun için şu an bu ağaca bağlanmış olamaz mısın? Tamam arabada istediğim arbedeyi çıkarmıştım ama yakalanabileceğimi hiç hesaplamamıştım. Ben onun hemen peşime düşeceğini nereden bilebilirdim ki? Hoş zaten diğer dağ ayısı ayağımı bacağımdan koparır gibi çekmeseydi şu an bu ağaçta da olmazdım.

"Hep böyle misindir?"

"Nasıl?"

"Her şeye maydanoz olan. Dursana kızım yerinde kim diyor sana el alemin deposunu bas diye. Hem sen manyak mısın? Ne diye yolunda giden arabayı yolundan çıkarıyorsun?"

Ay bir de durup durup bozuk plak gibi siyah BMV’sine yakınıp duruyordu. Araba çelik gibiydi, ona hiçbir şey olmamıştı, olan benim ayağıma ve alnıma olmuştu. Hoş zaten onunda kaşının kenarında bir yarık oluşmuştu.

“Sana zaradasın, ziyandasın diyen mi oldu? Teşekkür edeceğine yaptığın şeye bak!”

Bu adamın benden daha çok konuştuğuna beni buraya bağladığı ilk dakikadan şahit olmuştum. Bir de bana kızım demiyor mu? Bir kaşık suda boğmak istiyordum! Zorluk çıkartmak bir seçenekti ama bize öğretilen ilk madde can tehlikeniz yoksa ortalığı karıştırmayındı. Sende baya ortalığı karıştırmadın savcım. Ama o an vücudum bir ağaca bağlı değildi. İkinci madde ise etrafımızdaki olanları izleyip en ince ayrıntısına kadar tahkik etmekti. Bende öyle yapmaya çalışıyordum. Lanet olası Marc, hangi cehennemdeydi?

"Ayh yeter. Ne o öyle vır vır vır. Hem nerde o dağ ayısı. Onun yüzünden bileğimi burktum diyorum. Yukarıdan seslenseydi bana aşağıya gel diye inerdim bende. Ne gerek vardı ajanvari hareketlere. Yok ama o yetmezmiş gibi bir de şimdi sen çıktın karşıma. Anladık Allah vermiş çeneyi ama kullanma be kardeşim, bu da baş!"

"Başa gelen çekilir be kardeşim."

Gülmem mi gerekiyordu. Ben tüm olanalara bela okumak istiyordum.

"Espri seviyen ne kadar da yüksek. İmsin neydi senin?"

Hiç düşünmeden, "Deniz." dedi.

"Buzhane Deniz."

"Seninle iyi anlaşacağız Bayan Bela."

Deniz'in söylediği söze laf edecekken çimenlerin ezilme sesiyle ağzımı kapadım. O dağ ayısı geliyordu. Ayağıma baksalar iyi ederlerdi yoksa hiç susacak gibi durmuyordum.

"Abi nerede kaldın be?"

Karşımda ızbandut gibi dikilen adamın gözleri önce beni hedef almış şaşkın bakışlarının hedefiyse Deniz olmuştu.

"Hay ben seni Deniz, ne diye ağaca bağlarsın ki kızı!"

"Abi kız örümcek adam gibi, önce arabamı yolundan çıkardı sonra da her yerimi tekmeledi ya."

Ama o da ellerimi çözüp beni yolun kenarında indirseydi sonucunda ben ona beni kendinin mi indirmesini yoksa benim mi inmemi sormuştum. Güldüğü zamansa bendeki tüm şalterler atmıştı. Kendim arabadan inmeye karar vermiştim. Sonucundaysa buradaydık.

Dağ ayısı yanıma gelip ağaca bağlandığım halatı kesmeye başladığında gözümde artı bir puan almıştı. Ya yanında bıçak taşıyordu ya da daha farklı şeyler vardı. Bıçakla ipi kestiğine inandım. Sakince yerimden kalktım.

Ellerimi çırparken, "Evet, sizi dinliyorum." dedim.

Denizin kahkahaları etrafta yankılanırken, karşımdaki adam tehdit dolu bakışlarını Deniz'e çevirdi ve ortamda büyük bir sessizlik oluştu.

"Biz seni dinliyoruz. Ewakaon Lavin."

Bir, iki, üç... Üçüncü madde açığını yakalanınca heyecan yapma. Gülümse ve her şey yolundaymış gibi davran.

"Ewa ne dedin sen? Ewkon?"

"Evet, Ewakaon."

"Bir tek SARS'a bağlı adalet dağıtıcılarla burun buruna gelmediğimiz kalmıştı, e o da hayırlı olsun."

SARS adalet dağıtıcılar olarak kurulmuş bir kuruluştu. Yıllar önce içlerine dahil olduğum; avukat, polis, hakim, savcı, asker, öğretmen ve daha fazlası mesleğe yerleştirilmiş gizli ajanlar örgütüydü. Ewakaon ise avukat, hakim, savcı görünümlü ajanlara verilen isimdi. Çalışma sistemiyse merdiven sistemi gibiydi, en üstte as yöneticiler bulunurken bir alt kademesinde bizim gibi üçüncü katmadanki insanlardan bilgileri alan yöneticeler vardı. Benim anlayamadığımsa karşımdaki adamın bunu nereden biliyor oluşutdu. Çünkü bunu bilmesi imkansızdı. Ewakaonlar birbirleriyle asla bağlantılı değillerdi. İkinci sınıf bir yönetici olma ihtimali de olmadığına göre bu adam bilmemesi gereken pekçok şeyi biliyor olmalıydı.

"Deniz ya kapa çeneni abicim ya da uza buradan." dedi karşımdaki adam, ardından bana dönerek, "Ya da Savcı Lavin mi demeliydim?" dedi.

Bu bu kadar bilgiyi nereden biliyordu? Gideli bilemediğin bir buçuk, iki saat olmuştu. Marc ise hâlâ gelmemişti, bu işte bir gariplik vardı! Yine de telaşa kapanmadan kendimi sakinleştirmeye çalıştım.

"Her ikisi de doğru bay ızbandut şimdi şu elektronik kelepçede kurtar beni."

Ellerimi karşımdaki adam uzattığımda adamın elleri cebine gitti.

"Murat saçmalama! Abi kız SARS'a bağlı." diye söylenen Deniz yanımıza geldi.

"Birinci madde can tehliken yoksa ortalığı karıştırma."

Gözlerimin kat kat büyümesiyle isminin Murat olduğunu öğrendiğim adama çevirdim gözlerimi.

"Ben arabaya geçiyorum, daha canıma susamadım."

Deniz oradan giderken Murat ellerimden kelepçeyi çıkarttı. Bileklerimi ovuşturmaya başlamamla zar zor ondan bir adım uzaklaştım. Gözlerim istemsizce koluna vardığında kanın belli olduğu bir bez parçasıyla sardığını gördüm.

"Depoda ne işin vardı?"

"Ewakaon olduğumu bildiğine göre onu da bilirsin diye düşünüyorum. Hem sen tüm bunları nerden biliyorsun?"

Depodaki bir gizli görev değildi. Benim başıma buyruk takıldığım görevlerden bir diğeriydi ama olan şuydu ki bu sefer hem başarılı olmuş hem de yakalanmıştım.

"Akşama kadar beklemek istemiyorum."

"Bırak beni o zaman, ben de hiç yaşanmamış gibi gideyim?"

İlk defa tanımaya çalışan gözlerle hızlıca yüzünü taradım. Beyaz tenliydi, gece kadar koyu siyah saçları alnından aşağıya dökülüyordu, gözleri kahvenin koyu tonlarını ele geçirmişti, yüz hatları oldukça belirgin elmacık kemikleri hafif çıkıktı. Kirpiklerine doğru düşen saçlar isyan etmiş gibi birbirine karışmıştı.

"Bak amacım sana zarar vermek değil. Ki istesem yapardım bunu. Seni korumak yerine Tarık Sarper'in önüne atardım. Şimdi anlat depoda ne haltlar yedin!"

"Koşu yaparken öylesine bir uğrayayım dedim."

Tamam Lavin, napıyorduk insanların sinir kat sayıları ile oynamıyorduk. Şimdi önümde üç seçenek vardı birincisi kaçmak ikincisi hızlı bir yalan türetmek ve üçüncüsü her şeyi ortaya dökmek.

"Savcı!"

Sesindeki uyarıcı tonu duysam da onu hiç dinlemiyormuş gibi cevap verdim. Bu kadar özgüvenin nereden geldiğini bilemesem de şu ana kadar bana zarar vermediyse bundan sonra da bana zarar vermeyeceğini düşünüyordum. İnşallahta kader beni yanıltmazdı yoksa sonum hiç hayra alamet olmayabilirdi.

"Önce sen benim bir savcı ve aynı zamanda Ewakaon olduğumu nereden bildiğini söyle!”

Sinirli bir şekilde gülümserken onda da ben kime neyi anlatıyorum bakışı vardı. Ben neyi kaçırıyordum? Kim bana neyi anlatıyordu da anlamıyordum? Eli koluma ulaştığında ayak hareketlerini ulaşmamam için sanki büyük adımlar atıyordu.

“Sen ne yaptığını sanıyorsun? Bu yaptığın suç! Bir savcıya nasıl böyle davranırsın! Bırak diyorum!”

Diyordum demesine ama söylediklerim Murat denilen adamın bir kulağından girip diğerinden çıkıyor olmalıydı, tamam anldık can çekişen ayağıma kastı vardı da kolumu neden öylr sertçe çekiyordu! Yürüyordum ya peşinden? Yürüyor muydun gerçekten savcım, daha çok direniyor gibisin! Kolumu elinden kurtarmaya çalışırken giderek tükendiğimi hissediyordum! Her şeye rağmen kolumu elinden kurtaramayacağımı anladığımda isyan bayraklarını kaldırarak kendimi yere bırakmıştım, zira ne benim o kadar mesafeyi yürüyecek takaatim ne de ayağımın dayanacak gücü kalmıştı. Sendeleyen ayağımın üzerine düştüğümde acıdan yerde kıvranıyordum.

"Lavin, iyi misin?"

Benimle birlikte endişe ile yere çömelen Murat'ın eli ayağıma varırken ne olduğunu anlayamasam da gözlerimin önündeki yüzü yavaş yavaş bir karaltıya dönüşmeye başlamıştı. Gözlerimi açıp kapatsam da bir türlü oni net bir şekilde göremiyordum. Zorlukla son gücümle, “Bırak beni!” diyebilmiştim. Dış dünyadan ismimi sayıklayan sözler dökülürken net olduğunu haykıran beynimden, son bir cümle geçti.

"Düşündüğümden daha fazla dayandın savcı..."

🌌

"Gel!" dedi belli belirsiz bir ses.

"Neredesin?" diye sordum.

"Buradayım." diye yanıtladı.

Bembeyaz etrafta bir sağa bir sola koşturuyordum.

"Bak!" dedi ardımdan bir ses. Arkamı dönmemle arka tarafım bir bahçeye dönüşmüştü. Daha sonra solumdan gelen ses, "Ne kadar da garip!" dedi.

Soluma döndüğümde yüzüne sis inmiş birini gördüm, bir adamı. Üzeri etrafın beyazlığına o kadar tezattı ki...

"Bak, orası donmuş!" dedi.

Yüzümü karşımdaki bahçeye çevirdiğimde, bahçenin bir kısmına güneşin ışıkları ulaşmış diğer kısım ise gölgede kalmıştı.

"Bak orada hayat devam ediyor! Ne yapacaksın Lavin? Hayatına devam mı edeceksin yoksa donmuş toprağa göz mü yumacaksın?"

"Anlamadım." "Biliyorum!"

"Sana kızgınım!" dedi aynı ses. Kafamı soluma çevirdiğimde adam çoktan gitmişti.

"Neredesin?" diye bağırdım. Cevap gelmedi. Etrafta koşturmaya devam ettim ve bir anda etraf yine bembeyaz oldu. Ve birkaç adım öteme bir şimşek düştü. O an beyazın rengi akmaya başladı üstüme ve her şey siyaha döndü. Siyah yağmurlar tüm vücudumu ele geçirdi.

"Lavin, Lavin, Lavin!"

Sıçrayarak yerimden kalktığımda. Karşımda o yabancıyı görmeyi beklemiyordum.

"Şşşt, sakin ol. Geçti."

Soluk alıp verme seslerim beni bile boğarken nefesimi kontrol edemiyordum. Üstüne üstlük kan ter içinde kalmışken sırtımı okşayan el bana hiç iyi hissettirmiyordu. Ellerinden geri çekildim. Bu gördüğüm bir rüya gibi değildi. Daha öncede rüyamda aynı adamı, defalarca görmüştüm. Her defasında bir ayrıntı daha ekleniyordu. Her seferinde bin kat daha canıma okuyordu. Hiç geçebilecek gibi de durmuyordu. Sürekli beynimin içinde dönen bir korku filmi gibiydi. Bittiği yerden değil de hep en başından başlıyordu. Hep en başından...

Yataktan bacaklarımı çıkartıp oturmaya devam ederken ellerimi saçlarımdan geçirdim. Ve onun yüzüne baktım.

"Su ister misin?"

Bir insan nasıl böyle olabiliyordu? Hem yakın hem mesafeli. Mesela ben mesafemi asla koruyamaz, hep sınırları aşardım ki şu an belki de beni kullanacak olan bir adam için bunları düşünmem ne kadar doğruydu?

"Neredeyiz?"

"....İstanbul."

Sinir içinde güldüm ve yorganı üzerimden hızlıca atıp yataktan ayağa kalktığımda garip bir şekilde başım dönmeye başladı ve sendeledim. Elim istemsizce başıma gitti. Çatlayacak gibi ağrıyordu. O yetmezmiş gibi burkulduğunu zannettiğim ayağımın acısıyla inledim.

"Lavin, iyi misin?"

Gözlerimi açmaya çalıştım ama üstümde o kadar baskı vardı ki sanki biri göz kapaklarımı zorla birbirine bastırıyor gibiydi.

Onun elini kolumda hissettiğimde geri çekmek istedim ama bu başımı kat ve kat daha fazla döndürdü. Beni yatağa geri oturtturtuğundq hiçbir şeyi algılayamıyor, gözlerimi hâlâ açamıyordum. Camların birbirine değdiğini duyduğumda elime bir bardak sıkıştırdı.

"Al iç."

Birkaç dakika öylece kendime gelmeyi bekledikten sonra yavaşça gözlerimi açtım. Yere çömelmiş bir şekilde bana bakıyordu. Bardaktaki sudan birkaç yudum aldım.

Bardağı elimden alıp komodinin üzerine bıraktı.

"Ne yapmaya çalışıyorsun?" dedim.

"Anlamıyorum?"

Anlamamak değildi bu anlamamazlıktan gelmekti.

"İkimizde Tarık Sarper'i içeriye tıktıracak videoları SARS'a benim ulaştırdığımı biliyoruz."


Loading...
0%