Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Ölüm Çiçeği

@1benzen

"Onun ismi ne çığdan ne de heyelandan geliyordu. O bir ölüm çiçeğiydi. İsmine inat toprağına tutunmalı, can suyu eksik edilmemeliydi. O ölüm için değil yaşamak için doğmuştu."

"Geçmiş geçmişte kalmalıydı..."

01.04

"Serdar Yılmaz..."

Cümlenin bitmesine bile gerek yoktu. Babamın adı kulaklarımda çınlarken Murat'ın son vuruşuyla belki de tüm gardımı indirmiştim.

"Seni bana emanet etti."

Yıllardır hafızamda yeri olmayan, düşünmeyip geçmişin tozlu raflarına bıraktığım o insan beni ona mı emanet etmişti? Kendi kızına göz kulak olmadığı gibi bir başkasını mı göndermişti? Hayır, hayır o benim babam değildi! Sağ elimi destek almak istercesine sandalyeye koydum! Hem bu adam kim oluyordu da beni ona emanet etme fikrine bile kapılabiliyordu? O benim babam bile değildi! Bu adamsa hiçbir şeyim bile değildi.

"Hıh, babam demek! O kim oluyor da beni sana emanet ediyor? Bunca yıl nasıl babasız bir şekilde başımın çaresine baktıysam yine bakarım!"

Bu evden çıkıp yürüyerek gitmeye karar vermiştim, cahil cesareti desem değildi! Bu ayakla nereye giderdim bilmiyordum ama bu adamla bu evde daha fazla kalmayacaktım! Arkamı döndüğüm gibi çıkışa giderken sendeliyordum. Midem bulanıyor sabahki gibi başım dönüyordu.

"Yağmur yağıyor."

Vestiyerden önce montumu alıp giydiğim sırada yanıma geldi.

"Delirdin mi savcı, bu havada hiçbir yere gidemezsin!"

"Ya rabbim ya sabır... Senden izin isteyen oldu mu?”

Daha fazla bu saçmalıkları dinleywmeyecektim! Babam denilecek adam buraya gelse bile ki gelse beni bulamazdı- durduramazdı beni! Ne zannediyorlardı? Ben alınıp verilen bir mal mıydım? Babam denilen adam emanet etmiş o da emanetini almış mıydı? Hayatımın içine ettiği yetmiyormuş gibi şimdide yoluma bu şekilde mi taş koyuyordu? Sakin ol Lavin!

"Savcı kendine gel, dışarıda bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyor!"

Umurumda değildi. Hem o kadar beni düşünüyorsa arabasıyla beni bırakabilirdi. Ya da bıraktırabilirdi.

"Bekle, adamlar seni bıraksın."

"Taksi kâfi!"

Ayakkabımı hızla alıp kapıya doğru döndüğümde önümdeki kapının sarsıldığını gördüm. Sarsılanın aslında bedenimdi. Kalp atış hızlarımı tüm benliğimde hissediyordum.

Sakin ol Lavin, hadi kapı önünde.

Elimi ileriye attığımda başta elim kapıya çarptıysa da sonra kapının kolunu buldum. Kapıyı açtığımda bir adım atmamla ayakkabılarımın ellerimden kayıp yere düşmesi bir oldu. Nereye açılmıştı gözlerim, zifiri karanlıktı burası? Kapı pervazına tutunduğumda yine onun sesini duydum. Gözlerimi kapattım!

"Lavin!"

Gözlerimi açamıyordum. Açmaya korkuyordum çünkü etraf dönüyordu, karanlık etraf dönüyordu...

Sol kolumu tutarken, "Yürüyebilecek misin?" diye sordu. Konuşamıyordum da. Şaka mıydı bu, şimdiye kadar hiçbir şey olmamıştı gerçekten tüm problemi bugüne mi saklamıştık?

Murat'ın ellerini vücudumda hissettiğimde ayaklarım yerden kesilmişti.

"Vücudun isyan ediyor, hâlâ farkında değil misin?"

Bedenim beni hiç yarı yolda bırakmamıştı, taa ki bugüne kadar. En olmadık güne kadar. Bu evden çıkıp SARS'a ulaşmam gerekiyordu. Böyle olmaması gerekiyordu. Hem o adamın isminin tekrardan hayatıma karışmasına da gerek yoktu ki o adam hem annemin hem de Yekta'nın babasının katiliydi. O adam hayatımızı mahvedip gitmişti. İsminin tekrardan gelip hayatımın en orta yerine konmasına gerekte yoktu.

Murat beni yumuşak bir yere bıraktığı zaman hâlâ gözlerimi açamıyordum.

"Su ister misin?"

"Iıh!"

Aslında denesem gözlerimi açabilirdim ama açmak istemiyordum...

"Ne zamandır bu devam ediyor?"

Daha bugün demek istesem de bazen arada oluyordu. Çok sık yaşamadığım için doktora gitmemiştim. Ya da hep ertelemiştim. Belki sebebi az uyumaktan ya da çok koşuşturmaktandı ama bunlar benim hayatımın kilit taşıydı.

"Ne o yoksa doktor musun?"

"İlk hastası mı olacaksın?"

Deniz'in yaptığı şakaya gülümsememe hatta kahkaha atmama sebep olabilirdi. Bana kalırsa komikti ama gülemeyecek kadar halsizdim.

"Yine mi bayıldın?"

"Hayır, başı döndü."

Telefonum geldiğine göre gidebilirdim. Ya da gitmeyebilirdim! Çok halsiz hissediyordum, mesela şuradan şuraya gitmeye bile halim yoktu! Ayağa kalkacak halim dahi yoktu!

"Ne o müneccim misin? Yoksa onu da mı o adam söyledi? Fısıldıyordur sana malum!"

"Anlattın mı?"

"Daha hepsini değil."

Deniz'de mi biliyordu? Bilinmemezlik kervanına hoş geldin Lavin ama panayır bitti, geç kaldın! Yavaş yavaş gözlerimi açarak karşımda duran adama gözlerimi diktim.

"Daha başka ne olabilir ki? Babam Tarık'ın adamı, ki babamsa tanıdığım herkesin katili."

"Baban..." diye mırıldandı.

"Öldü."

Gülmeme engel olamazken kanepenin başına tutunarak doğrulup oturur pozisyona geçtim. Üzerimdeki montu çıkartıp kanepeye koydum. Babamın öldüğünü o öldükten iki gün sonra öğrenmiştim. Siz şimdi benim güldüğüme bakmayın o gün gece yatağıma girince saatlerce gözyaşı dökmüştüm. Öldüğü için değil, bir kez olsun beni görmeye gelmediği için... Beni bir kez bile kızı yerine koymadığı için...

"O benim için yıllar önce öldü!"

"Ondan nefret mi ediyorsun?" sorusuyla Deniz'e döndüm.

Benim için o bir döngü gibiydi. Nefret etmeye çalışmıştım beceremeyinceyse de vazgeçmiştim, affetmeye her çalıştığımdaysa annemin cansız bedeni gözlerimin önüne gelmiş onu da başaramamıştım. Daha sonraları da denemiştim ama bu sürekli tekrarlanmıştı. Nefret et başaramama affet...

"Nefret çok göreceli bir kavram... Hayır ondan nefret etmiyorum."

Deniz bulunduğum kanepeye yerleşti.

"Size haberlerim var."

"Telefonum?"

Murat ise kanepenin karşısındaki büyük ahşap sehpaya oturmuştu.

"Aldım!"

Cebinden çıkartıp telefonu bana doğru uzattı.

"Tarık hâlâ Lavin'i bulamadı ama biliyorsun içeride adamı var bulması an meselesi."

Telefonu elime alıp açmaya çalıştığımda bir takım işlemsel şifreler karşıma çıktı.

"Telefon Lavin Yılmaz'a ait değil, ki bu da ifşa olmasını zorlaştırıyor ama öğrenilmesi an meselesi! Videoya gelince Lavin görüntü kalitesi çok kötü oradaki adamın Tarık olduğu bile belli değil."

"NE!" dedim şokla. Hem telefon ekranıma bakakalmış hem de görüntü kalitesini duymuştum.

"Ne demek belli değil?! Bu işlemler ne? Ne yaptınız telefonuma?"

Hayır böyle bir olasılık mantık dahilinde bile değildi. İmkansızdı, attığım videonun görüntü kalitesinden emindim.

"Hayır görüntü netti!" dedim isyan ederek.

"Tarık Sarper telefonuna erişmiş, görüntü kalitesi bozulmuş! Adamlar her ihtimale karşı telefonunu koruyorlardı ama sızmışlar bir şekilde! SARS'a attığın videoyu silmişler, asıl videoyu ise adamlar kendi sistemimize sızdırdılar ama dediğim gibi hiçbir şey net değil hatta sesler bile bozulmuş."

"Deniz saçmalama telefonum herhangi bir siber suça karşı koruyorlardı. Erişemezler."

Yalan söylüyorlardı! Burada bir şey dönüyordu! İkisi de Tarık'ın adamıydı! Belki de ben uyurken her şeyi halletmişlerdi. Ayağa kalktım.

"Tabii ya aptal kafam! Telefonum sizdeydi, ne yaptınız videoya? GÖRÜNTÜ KALİTESİNİ BOZUP BENİ Mİ YİYORSUNUZ?"

Aklıma evime bırakılan o not geldi: Unutma bir çürük elma her şeyi bitirir. HAYIR,

ÇÜRÜK ELMALAR HER ZAMAN FARK EDİLİRDİ!

"SAVCIII!"

Murat'ın sert çıkışıyla sinirlerim iyice bozuldu! Kendilerine saklıyorlardı, tehdit için! Ya da kendi görüntüleride o videoda var diye görüntü kalitesini bozmuşlardı!

"Ne Savcı ne? Telefonum sizdeyken oldu her şey! Ne yaptınız görüntü kalitesini mi bozdunuz? Ya da kendinizi mi koruyorsunuz? Amacınız ne ya sizin!?"

"Kendine gel!"

"Ne ke..."

"Ne sanıyorsun ya kendini? Kendi kendini olay kuruyorsun! Aldın telefonunu git baksın SARS, bir şey yapmışsak bilirler! Kusura bakma Lavin ama biz aptal değiliz! Hatta çağır gelsinler birlikte bakalım! Hem zaten derinin altında çip yok mu? Eğer zararlı bir giriş yapsaydık, gelmezler miydi? Yerimiz yolumuz belli!"

"Güvenmiyorum sana!"

Dedikleri doğru olsa da inanmıyordum!

"İçimize karışmış bir hain var."

Deniz'in söylediği en mantıklısı olsa da çok saçma bir yerde tıkanmıştık.

"Güvenmek zorundasın Savcı!"

Yüzüne bakmadan tiksinir bir ses tonuyla, "Gölgene bile güvenmem Sarper!" dedim.

Telefonuma nasıl ulaşmış olabilirlerdi. Telefonuma ulaşılması tahminen 2 saat sonra olmalıydı! SARS'ın içinde de bir hain olmalıydı! Videoyu o silmiş olmalıydı, hakkımda bir şeyi bilmediğini tahmin etsemde eğer gerçekten SARS’ın içindeki biriyse ismimi öğrenmesi uzun sürmezdi! Peki ya bizim içimizdeki hain kimdi? Kim olabilirdi?

"Murat zaten Tarık ile yolumuzu ayırmıştık ama bu hiç iyi olmadı. Hem Lavin'in bizimle olması hem de onu şu an korumamız Tarık ile ilişkimizi tamamen bitirecek."

İşler artık iyice çığırından çıkıyordu. Bu adamlar nasıl SARS'tan daha fazla şey bilebilirdi, hem de SARS'ın içindekileri bilerek. Başka bir kuruluş muydu? Nasıl bu kadar bilgili olabilirlerdi!

"Bir dakika, bir dakika! Merak etme Deniz sizin başınıza bela falan olmam, gideceğim zaten!"

"Gitmeyeceksin savcı, Deniz o haini istiyorum. Duydun mu? Evin etrafındaki güvenliği iki katına çıkartın."

"SARS'a ulaşmam gerek, gitmeliyim!"

"Gölgeme bile güvenmezken onlara mı güveniyorsun?"

"Aynen." diye yanıtladım onu. Güvenmek, güvenmemek çok ayrı bir durum ikisini de hissetmiyordum.

"Deniz ona bilgisayarı getir!"

Gözlerim Murat’la buluştu.

"Hayır SARS'a senin bilgisayarından ulaşacak kadar aptal değilim!"

"Şu an burada olduğunun bilgileri SARS'a ulaşmıştır çoktan. Akşam gitmene izin veremem!"

"Deniz bilgisayarı getir!"

Sakin ol Lavin, sakin. Murat haklı, SARS senin burada olduğunu biliyor. Eğer sıkıntı yaratacak bir durum olsaydı gelirlerdi, sakin kal! Sakin kal! Deniz salondan çıkarken Murat yanıma oturdu.

"Aramızdaki negatif enerjiyi fark etmiyor musun? Gitmem ikimiz içinde en iyisi! Bak olumlu yaklaşmaya çalışıyorum, adamların bıraksın beni!"

Başlarına bela, ayaklarına bağ olmak istemiyorum. Zaten hemen SARS'a ulaşacaktım. İki, üç saat içinde...

"Akşam felaketleri getirir savcı, sabah ola hayır ola!"

Sinirden gülmeye başladım. Ne demişti o sabah ola hayrola mı? Bu sabah pek hayır olmamıştı.

"Ne yapacaksın?"

"Başımın çaresine bakacağım. Dediğin gibi olsun Sarper, sabah olsun hayır olsun!"

İçimden bir ses bugün burada kalmamı söylüyor. Tarık Sarper’in en son bakacağı yer burası olurdu. Beni gerense bu evde onlarla kalacak olmamdı. Seni geren onlar mı yoksa Serdar Yılmaz mı? Tüm bu sinirinin, kontrolünü kaybetmenin sebebi sence de o değil mi Lavin?

"SARS'ın yanına gittiğinde açık hedef haline geleceksin!"

"Kendi başımın çaresini bakacağım dedim Murat. Seni anlıyorum, ölen birinin isteğini yerine getirmek istiyorsun ama o adamın beni sana emanet etmiş olması gram umurumda değil! Nasıl bu yaşıma kadar yalnız geldiysem bundan sonra da yalnız devam edebilirim."

Hoş hayatımın hiçbir bölümünde kendimi çoğul hisettiğim olmamıştı. İnsanın ailesi terk edince hep yalnız kalacakmış gibi hissediyor. Bu senin kimseyi aile yapamamandan kaynaklanmıyor mu savcım?

Yarın sabah direkt SARS’ın gizli bölgesine gitmem gerekiyordu. Geriye kalan her şeyi nasıl olsa onlar hallederlerdi. Hem Murat’ların başına daha fazla dert açmakta istemiyordum ki babam denilecek insan yüzünden bana katlanmalarına da gerek yoktu.

“Sen Serdar’ı nereden tanıyorsun?”

Yüzüne düşüncelerimden çekildikten sonra ilk defa bakıyordum. Gözlerinin içi parlıyordu. O parlamayı mı içime sindiremedim yoksa kıskandım mı bilemiyorum. Benim gözlerim babamın adı geçtiğinde parlamayı bırakırdı...

“Bizim hayatımızı kurtardı.”

Başkalarının hayatını kurtaran Serdar Yılmaz, kızına yıllar önce yalnızlıktan bir çukur açtırıp içine kendisini atmasını bekledi...

Deniz içeriye girdiğinde bilgisayarı elime tutuşturup, "Murat benim çıkmam gerekiyor, seni bilgilendiririm." dedi. Aralarında anlayamadığım bir mesajlaşma olduktan sonra Deniz bana veda edip evden ayrıldı.

🌌

Saat 12.30'a gelirken bana ayırılan odada tavanla bakışıyordum. SARS'a ulaşıp tüm olan biteni özetledikten sonra sabah oraya geleceğimi belirtmiş olumlu bir cevap alınca odaya çıkmıştım. Önce güzel bir duş almış sonra uyumayı denemiştim ama uyuyamıyordum. Tavana bakmaktan canım sıkıldığında ise ayaklanmış ve odadan çıkmıştım. Karşımdaki odanın ışığı yandığındaysa istemsizce oraya yönelmiştim. Gitmem gerekiyordu ki ben yapmamam gerek işlere burnumu sokmaya bayılırdım. Kendimi haklı çıkaracak bir sebep bile bulmuştum, Murat oradaydı ve benim canım sıkılmıştı. Aslında ne var ne yok ona bakıp odadan çıkacaktım. Yani sadece canım sıkılmıştı. Kapısını yavaşça tıklattım.

"Gelebilirsin."

Kapıyı açtığımda Murat'ın üzeri tamamen çıplaktı. Ve o ana kadar unuttuğum bir şeyle yüzleştim, ki gerçekten aklımdan silinmişti. Ben onu vurmuştum. Elinde sargıyla omzunu sarmaya çalışıyor ama bir yanını tutmaya çalışırken öbür yanı düşüyordu. Bıkkınlıkla sargıyı yatağının kenarına attı. Gözleri bana çevrildi.

"Bir şey mi oldu? Neden uyumadın."

Sorusuna ise kendisi cevap verdi.

"Bendeki de soru çok uyudun."

Başımı salladım ve kapıyı kapatarak odaya sokuldum. Belki de açık bırakmalıydım ama bu da benim huyumdu bir yere nasıl girdiysem öyle bırakırdım.

"Yardım edebilirim."

Histerik bir şekilde güldü.

"Yarayı açandan derman olana mı? Hem yara hem derman ha?"

Murat bunu ne kadar gülerek söylese de minnet borcundan mı bilemiyorum ama içim acımıştı. Onunla ilk tanışmamız hoş olmasa da benim hayatımı kurtarmıştı. Bunu yadsımak imkansızdı.

"Olur."

Bıkkınlıkla fırlattığı sargıyı eline alıp bana uzattı. Sargıyı elinden aldığımda yarasıyla göz göz geldim, sadece kurşunu çıkartmışlar dikiş bile atılmamıştı. Yaranın kenarları koyu kırmızıydı.

"Dikiş atılması gerekiyor!"

Ve hâlâ kanaması vardı. Sararak geçiremezdi, en kötüsü de enfeksiyon kapardı! O zaman kolu için her şey daha kötüye giderdi.

"Kanaman var! Hastaneye gitmemiz gerekiyor!"

"Savcı, bir şey yok."

Düz bir sesle söylese de savcı kısmı hep dudakladından sabrının sonundaymış gibi çıkıyordu.

"Nasıl bir şey yok Murat, kolunun haline bakar mısın? Enfeksiyon kapabilir farkında mısın?"

Bende kendimden şaşırılacak bir sakinlik ve endişeyle söylemiştim.

Umursamayarak, "Pansuman yapacak mısın yoksa ben halledeyim mi?" diye sordu!

Ki bendeki sorular da hoş, niye umursuyorsam! Önce etrafını tentürdiyotla temizledim. Acıya dair tek bir tepki bile vermedi! Bu kolla mı beni taşımıştı? Sargının kenarını koluna sabitledikten sonra sarmaya başladım.

"Sıkı olmuyor değil mi?"

"Iıh!"

Zaten çokta sıkı sarmıyordum, aslında gevşek olmaması için sormuştum. Sarma işlemi bitince son olarak sargıyı bandıyla yapıştırıp çekildim.

"Eyvallah!"

Eyvallah mı? İstemsizce güldüm.

"Adama enfeksiyon diyorum bana eyvallah diyor!" diye mırıldandım kendi kendime.

Onu belki de ilk defa gülerken -ki gülmek çok doğru olmaz, dudaklarının kenarı kıvrılmıştı sadece- görüyordum. İlk defa gözleri soğuk değilde gerçekten sıcacık bakıyordu.

İkimizde sessizleştik. Gözlerim yarasına yöneldiğinde, onu vurduğumda pişman olmuştum. Yine olsa o zaman yine vururdum ama ilk defa vicdanım bu kadar rahatsızdı. Tamam güvenmiyordum, güvenmediğim için onca sözü ona sarf etmiştim ama söylediklerimin doğru olmadığını biliyordum. Bilmiyorum, içimdeki bir his öyle söylüyordu. İçinde onun olduğunu bildiğimden dolayı mı bilmiyordum ama güvenmezken güvenebiliyordum. Tam tersi güvenmemem gerekirdi.

"Ne oldu, çok güzel vurmuşum mu diyorsun?" diye sordu dalga geçmek amacıyla. Gülümseyebildim sadece.

O ise cümlesini tamamlar tamamlamaz yatağının kenarındaki siyah badiyi alıp üzerine geçirdi.

"Lavin kızma..." deyiverdi.

Analamak isteyen gözlerle ona bakıyordum.

"Serdar abi hep senden bahsederdi."

Dinlemeye tahammülüm olmaması daha ağır basınca, "Murat dinlemek istemiyorum." dedim.

"Tamam açmayacağım ama şunu bil! Bana güvenmesen bile ne olursa olsun buraya

gelebilirsin."

"Teşekkürler..." dedim uzatmadan. Babam yüzünden kimseye ayak bağı olmak istemezdim. Hem yıllarca kendi başımın çaresine yine kendim bakmıştım. Başını salladı.

"Yarın sabah erkenden çıkarım. Beni göremezsen adamlardan birine söyle seni istediğin yere kadar bıraksınlar."

İtiraz etmeye kalkışacağımı anlayınca tekrardan konuşmaya başladı.

"Buna itiraz istemiyorum savcı."

“O zaman ben yine teşekkür edeyim.” Dedim mahçup bir tavırla.

“Sana soracağım o kadar soru var ki Lavin ama ben sadece uyuyabilecek misi onu soracağım?”

Ona doğru döndüğümde en sakin anının içinde olduğumuzu fark ettim. Murat Sarper gergin değildi aksine sakindi.

“İstesen sorabilirdin, neden sormuyorsun?”

Bu adam gözlerinin içiyle mi gülümsüyordu yoksa bana mı öyle geliyordu. Zira ben bu bakışa ne bir isim koyabiliyordum ne de anlayabiliyor...

“Soracağım sorular seni darlar, malum darlayınca da ağzına geleni söylüyorsun. Merak ettiğim diğer şeyse bu hırçınlıkla nasıl hata yapmadığın.”

“Normal hayatta hırçın değilim sadece seninle normal şartlarda tanışmadık. Tanışsaydık büyük ihtimalle ben Lavin Yılmaz derdim. Ama artık diyemem çünkü biz öyle tanışmadık Murat. Belki ben orada olmasam sen oradaki adamı öldürecektin. Ben bir savcıyım, yani bu dediğimiz hiçbir zaman olmazdı. Bizim seninle yan yana duracağımız bir tanışmada olamazdı.”

Normalde insanların gözlerini okuyabilirdim ama karşımdaki adam çözülemeyen bir cinayet vakası gibi duruyordu. Onu okuyamıyordum.

“Haklısın.”

“Bu arada odamdaki uyku ilacından aldım, muhtemelen birazdan uyurum.”

Başını önüne çevirdiğinde bir kağıt parçasıyla oynuyordu.

“Arada bende kullanıyorum, hemen uyku yapıyor.”

"Tamam. O zaman ben kalkayım geç oldu zaten. İyi geceler."

Görüşürüz diyemedim, çünkü bir daha karşılaşamayacağımızı bilsemde ona bir can borcum olmuştu...

“Muhtemelen bir daha karşılaşamayız, umarım bir daha burnunu alengirli işlere bulaştırmazsın. İyi geceler!”

Gülümseyerek odasından çıktım.

🌌

Sabah Murat'ı görememiştim. Dediği gibi adamlarından birine beni evime bırakmasını söylemiştim. Oradan çıkıp gizli bölgeye geçerken gizli geçide açılan bir eve girip kılık değiştirmiş ve oradan da çıkmıştım. SARS'ın toplanma bölgesine ulaştığımda Marc ile konuşmak üzere toplantı odasına geçtim. Marc geldiğinde ise ona tekrardan her şeyi anlatmış ve birlikte bir plan kurmuştuk. Aslında bu beklenen bir şeydi. Adliyeye yerleşmiş diğer güvenilir ajanların da daha sonradan dahil olduğu planımız beni gizlemekti. İlk önce beni SARS'a bağlı bir otele yerleştireceklerdi. Daha sonra ise yine SARS'a ait olan Ankara'daki bir eve. Murat Sarper olayını açmış, hakkında gizli dosya olsada bilgi istemiş ve ağzımın payını almıştım! Kimdi ki bu adam? Niye SARS için bu kadar önemliydi? Telefon olayında ise Murat'ın haklı olduğu ortaya çıkmıştı! Telefonuma ulaşan Tarık Sarper'den başkası değildi! Toplantı bittiğinde Burak'ı aramış, yurt dışında bir görev aldığımı ve oraya gitmemin gerektiğini söylemiştim. Başta gitmemi istemediğini söylese de sonunda ikna olmuştu.

🌌

"Şıp, şıp..."

Yağmur damlalarının bir bütün olup sonra akan küçük nehre karışmasını izliyor bir taraftan da kahvemi yudumluyordum. İlkbaharın son yağmurları yağıyordu. Hayatım boyunca yazı sevemesemde sıcağı sevmiştim. Çünkü vücudum bir türlü ısınmazdı ama çok sıcak olduğunda burnuma derin bir kan kokusu gelirdi. Ölümün kokusu.

Yalnız kalmayı işte bu yüzden sevmiyordum, düşünmek istemiyor ama en sonunda da geçmişe gidip orada takılı kalıyordum. Zaten bir türlü geçmişten gelemiyordum. Belki oturup durumumu sorgular sonra da onun üzerine bir güzel kafayı yiyebilirdim ama olmuyordu. Geçmişin raflarının tozları üzerime yağıyordu ve ben altında kalıyordum...

"Şıp, şıp..."

Keşke yağmur olabilsem, önce yağsam sonra gökyüzüne kavuşsam. Ya da kar olabilirdim. Peki ya siz kardan adamın gökyüzüne aşkını bilir misiniz? Bana hep küçüklüğümdeki o çocuk -Yekta- anlatırdı.

Onların aşkı o kadar imkansızmış ki asla kavuşamazlarmış. Kardan adam erimeye başlayınca üzülmezmiş, sevinirmiş. -Ki ben çok üzülürdüm, eriyip yok olurdu çünkü. Meğerse öyle değilmiş.- Önce erir sonrada gökyüzüne doğru buharlaşırmış. Her defasında göğün en yükseğine erişeceğini güneşine kavuşacağını sanırmış ama tek yapabildiği şey yer yüzüne geri dönebilmekmiş. Aşkı için yanar, donar ve buz kesermiş...

Kardan adamı her yaptığımızda Allah'a dua ederdim güneşine kavuşsun diye. Ama belki de marifet güneşe kavuşmakta değildi, marifet güneşini unutmamaktı. Bana göre sevginin sırrı onu göğsünde bir madalya gibi taşımaktaydı. Bitmeyen bir sevgiyle taşımakta...

Şimdi nerede olmak isterdin deseler koşa koşa çocukluğuma gitmek isterdim. Kreşimizin uyuma saatinde uyuyamayıp onun yer yatağına gitmek ve ona sarılıp uyumak isterdim. Ya da ne bileyim her sabah beni yatağımın üzerinde zıplayarak uyandırsın sonra annem gelip ikimize de kızsın isterdim. Bazı şeylerin değeri elinizden kayıp gitmeyince anlaşılmaz, bazen yerli yerinde duran bir vazo kırılmayınca değeri anlaşılmaz. Bizden gidenler olmasaydı elimizde kalanların değerini belki de anlayamazdık.

Lavin bence Sarper'i düşünmeliyiz...

Geçmiş geçmişte kalmalıydı. Kendimi yaşatmanın yolunu bulmalıydım. Özgür bir şekilde yaşatmanın.

🌌

Etrafı kaplayan ekşi salça kokusu beni daha da heyecanlandırıyordu. Bu sefer ki daha güzel olacaktı. Çatalımı fokurdayan tenceredeki bir sarmaya batırdım ve onu yerinden çıkartıp ucundan küçücük ısırdım. Çok sıcaktı ve pişmişti. Tencerenin altını kapatıp soğuduğunu düşündüğüm sarmayı ağzıma attım. Tezgahtan alıp üzerini güzelce sardım.

Yarım saat sonra elimdeki sarmaların yarısından çoğunu bir tabağa doldurup kapıya doğru yöneldim.

"Lavin Hanım."

"Caner bunu size getirdim."

Elimdeki tabağı ona doğru uzattım.

"Gereği yoktu Lavin Hanım."

"Caner ben sana Caner Bey diyor muyum? Hem benim canım çok çeker böyle şeyleri şimdi al şunu git diğerleriyle güzel bir ziyafet çek."

Sabahtan beri kapımın önünde bekliyordu, biraz gidip soluklanması gerekiyordu.

"Ama olmaz. Biliyorsunuz emir demiri keser."

"Al işte bende Savcı Lavin olarak sana emir veriyorum. Hadi al şunu ya elim acıdı."

Mahcup bir gülümsemeyle elimdekileri alıp, "Hemen geleceğim savcım." dedi. Ne kadar gereği yok desem de ikna edememiştim. O an telefonu çalınca sarma tabağını bana vermek zorunda kalmıştı.

"Peki amirim iletiyorum... Evet, evet şu an yanımda... İyi geceler..."

Artık gitme vakti gelseydi çünkü çok sıkılmıştım. Her sabah temizlik yapmaktan sonra saat tam 16.00'da kahve içmekten her şeyden çok sıkılmıştım.

"Lavin Hanım yarın sabah Ankara'ya geçiş yapıyoruz."

🌌

Siyah karşılıklı konulmuş deri koltuklardan birine oturmuş karşısındaki kıvırcık siyah saçlarının arasında beyaz teller karışmış olan uzun boylu yeşil gözlü adama bakıyordu.

"Lafı fazla uzatmayacağım Marc. Lavin'i bana getireceksiniz."

"Emirlerin kimden alındığını unuttun galiba?" diye karşılık verdi Marc. Ketum tavrından ödün vermiyordu!

"Bu konuda. Emir. Almam!" dedi üstüne bastıra bastıra.

"Lavin Yılmaz üst düzey güvenlikle korunuyor, onu o evden çıkarmayı bırak yanına dahi yaklaşamazsın."

Murat bu sefer dayanamayıp sevimsiz bir şekilde güldü. Normalde gülmeyi sevmezdi; onun dudaklarının sadece yukarıya kıvrıldığını görebilirdiniz, dudakları birbirinden ayrılmazdı.

"Açık konuşalım mı?"

Adam onu onaylarcasına kafasını salladı.

"Yıllar öncesine gidelim mesela, ailemi korumak için onları nasıl kaybettiğimi hatırlıyor musun? Benim aklımdan bir saniye bile çıkmıyor mesela? Hani onları koruduğunuzu da söylemiştin? Sonucunda ne oldu?"

Karşısındaki adam her noktasını hatırlıyordu böyle bir plan nasıl unutulurdu ki?

"Mesela şeyden de mi bahsetsem? Lavin’i de koruyacağınıza söz vermiştiniz? Ama ne oldu bak? Koruyamadınız. O yine bildiğini okudu. Peki düşündün mü ben o gün oraya zamanında gidemeseydim ne olurdu? Cesedini bile bulamazdık... Lavin'i kaybetmeyeceğim duydun mu beni Marc!”

Serdar Murat'a çok şey katmıştı. Onu babası gibi sevmiş, korumuştu.

"O yüzden bana onu koruduğunuzun bahsini bile etme! Bana ihtiyacınız var ama benim ihtiyacımı da biliyorsun. Lafı uzatmak istemiyorum. Onu bana siz getireceksiniz. Gerekirse kendi ellerinizle teslim edeceksiniz. Lavin yoksa ben de yokum, ben yoksam gerisini de sen düşün..."

Serdar'dan geriye kalan tek hayat Lavin'di. Onun ismi ne çığdan ne de heyelandan geliyordu. O bir ölüm çiçeğiydi. İsmine inat toprağına tutunmalı, can suyu eksik edilmemeliydi. O ölüm için değil yaşamak için doğmuştu.


Loading...
0%