Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Ölüm Ve Yaşam

@1benzen

Ölüm ve Yaşam

01.01

Aynadaki siyah yansımasına bakarken kendime ne kadar da yabancıyım diye düşündü ve ağzının içinden, "Hem insan ne diye odasına ayna koydurtur ki?" diye mırıldanırken kapının çalınmasıyla gözünü aynadan karşısındaki kapıya çevirdi. Kapı rahatsız etmek istemeksizin nazikçe çalınmıştı.

"Girebilirsiniz!" denmesiyle ellili yaşlarda, kır saçlı, yaşlı ama yüzü hâlâ gençliğini andırır gibi duran, mavi gözlü bir adam içeriye girdi. Kadının mutluluktan gözleri büyüdü.

"Ahmet Bey!"

Ahmet Bey eliyle oturmasını gösterirken, "Otur, otur; kalkma kızım." dedi.

Vücudu genç insanlara taş çıkartacak gibi olan yaşlı adam rahatlıkla kahverengi deri koltuğa sığdı.

"Nasılsın Lavin?"

"İyiyim Ahmet Bey, siz?" diye sormasıyla adamın kaşları çatıldı. Gönül koyan gözleri kadına çevrilince, Lavin suçluymuşçasına alt dudağını ısırdı. Mahcup bir ifadeyle, "Yine siz dedim galiba." deyiverdi.

"Olsun kızım, dert değil ama alışmasın ağzın. Hem ben yabancı mıyım?"

Değilsiniz der gibi başını salladı. Belki de en yakınlarından biriydi Ahmet Bey. Bu makama gelebilmesinde Lavin'e yardımcı olan tek kişiydi.

"Aslında gönülde koyuyorum sana kaç yıldır tanışıyoruz, beyi ve sizi dilinden atamadık."

"Alışkanlık, kaçıncı sözüm bilmiyorum ama düzelteceğim." diye yanıtladı daha öncekiler gibi.

Aklına birden düşen bir soruyla, "Ah unuttum, bir şeyler içer misin abi?" dedi.

"Yok kızım çok kalmayacağım. Bizim hanım hemen eve gelmemi söyledi, bilirsin emir büyük yerden."

"Bilirim!"

"Neyse dur savcı kızım, sana bir haber getirdim."

Günler önce ona çocukluğunun hikayesini anlatmıştı, Yekta’yı. Yıllardır ona ait bir iz bulmak için çırpınsa da işine yarar hiçbir şey eline geçmemişti. En sonunda Ahmet abisine danışmış, elinden bir şey gelip gelemeyeceğini öğrenmişti. Ondan araştıracağına dair sözü aldığında bir şeyler bulmuş olacağına inanıyordu. Hem bulmasa burada ne işi olabilirdi ki?

Artık yıllardır kalbinde yerleşik olan acının artık dinmesini istiyordu. Lavin, Yekta Savaş hakkında elle tutulur gözle görülür bir bilgi istiyordu. O en çok gökyüzüne değil de Yekta’nın artık hatırlayamadığı kahve gözlerine bakmak istiyordu.

"Buldun mu onu?"

İsmini hiçbir zaman öyle doğrudan doğruya söyleyememişti. Hatırlarında geçmişte dilinden düşüremediği vardı.

"Yekta Savaş." dedi adam. Dudaklarından çıkan ismi sanki kadının kalbine vura vura söylüyordu.

"Senin de dediğin gibi Samsun'daki son bilgiler 1998 senesine dayanıyor.”

Elinden tüm sevdiklerini alan sene kulaklarından geçip giderken artık nasıl bir acı verdiğine alışmıştı. Acıyı anlayabiliyordu ama artık alışmış, acıya hissizleşmişti.

"2001 yılında Hatay'da bir suça karıştığı söyleniyor ama ne hikmetse bu kayıtlara dahi geçmemiş. Bir adamdan bahsediyorlar, oralarda o zamanlar ilk defa görmüşler. İyi giyimli, varlıklı biriymiş. O olayın akşamı çocuğu, yani Yekta'yı yanında götürüyor. Ondan sonrada ondan haber alamıyorlar."

2001 yılında Yekta’nın bir suça karıştığından haberi yoktu. Zaten ne bekliyordu ki? Eğer adam isteseydi ona ulaşırdı. Kadın elinden gelen her şeyi yapıyordu ama bir türlü yaklaşmayı bırakın onun yaşadığına dair bir bilgi bulamıyordu. En başından beri aklı, bir iplik yumağının ipleri birbirine dolanmıştı; çözüm yoktu, bilgi sınırlıydı. Sanki adam yer yarılmıştı da içine girmişti, ne o yerden çıkası vardı ne de Lavin’i hatırlayası. En çok canını yakan Yekta’nın onu unutmuş olması mıydı yoksa hâlâ eski günleri hatırlayıp karşısına bir kere bile çıkmayışı mıydı bilemiyordu! Yine de o tüm bu ihtimallere rağmen adamı aramaya devam ediyordu. Çünkü geçmişinden geriye kalan ve bir türlü sindiği ruhundan geçmeyen tek kişi oydu.

"İşin garibi ondan sonra hiçbir kayıt yok ortalıkta, ne bir hastane ne bir suç ne de bir kayıp kaydı! Yani senin anlayacağın kızım o gün senin çocuk sırra kadem basmış."

Dik duruşları ne kadar Ahmet’te de olsa kendine yediremiyordu.

"Ailesi hakkında bir bilgiye ulaştın mı ya da ne bileyim Hatay’da kaldığı süre boyunca kimin yanında kalmış?"

Adam derin bir iç çekti.

"Ah, güzel kızım! Çocukcağızın sokakta büyüdüğü söyleniyor. Zaten tanıyan eden de kimse yokmuş. Ailesine gelirsek Annesi hakkında da son bilgi 1999 yılının ocak ayına dayanıyor. Bir sabah kalkıyorlar ve kadın ortalıkta yok. Daha sonraları bir terslik olduğunu düşünen komşuları polise haber veriyor ama oradan da bir sonuç çıkmıyor. Kardeşleri de annesi de o günden beri ortalıkta yok."

Lavin onaylarcasına başını salladı. Yine eline hiçbir şey geçmemişti. Artık bırakması gerektiğini bilse de yapamıyordu. Geçmişine, çocukluğuna nasıl ihanet ederdi? Zaten ortada ona ihanet eden yok muydu?

"Teşekkürler abi sana da zahmet verdim."

"Sıkıntı değil kızım. Üzme kendini elbet bulunur bir hâl çaresi. Bizimkiler hâlâ işinin başındalar. En küçük bir bilgide seni haberdar edeceğim."

Umutsuzca gülümsedi. Çünkü Lavin biliyordu, Yekta istese mutlaka ona ulaşırdı. Ne kadar arasa da bulamayacaktı. Bunu öyle ya da böyle kabullenecekti. Geçmişi onu yarı yolda bırakalı çok olmuştu.

"Neyse kızım bana müsaade. Biliyorsun emir büyük yerden."

"Bilirim."

"Kızıyor Ayşen teyzen. Kaç aydır gelmiyor gönül mü koydu bize diyor. Üzme teyzeni en kısa zamanda bize bekliyorum."

"Biliyorsun abi şu sıra işle çok yoğun, zaten Tarık Sarper belası hâlâ başımda. Adamın hâlâ bulamadık açığını. Ama sen yine de söyle Ayşen teyzeme merak etmesin beni, en kısa zamanda geleceğim size."

"Söz mü?"

"Söz."

Ahmet Bey ayağa kalktığında kadın da onu uğurlamak için yerinden kalktı.

"O zaman önce seni Allah'a sonra sana emanet ediyorum. Görüşürüz güzel kızım."

"Kendine iyi bak abi, Ayşe teyzeme de selamlarımı ilet. En kısa zamanda gelecek de."

🌌

"Bugün çok durgunsun, neyin var?" diye sordu yeşil gözlü genç adam. Kadın gülümsemeye çalıştı. Her zaman böyle oluyordu, adamı da sorunlarının içine çekiyordu. Kendine çeki düzen vermeye çalıştı. Gülümsemesini büyüttü.

“Yok bir şeyim, iyiyim. Kafam bir dosyaya takıldı da onu düşünüyordum. Kusura bakma!”

“Benleyken kafanın için bir tek benimle dolmasını isterim bebeğim.”

Gözleri korkmadan adamın gözlerinin içine bakıyordu. Bazen kendine bile şaşırıyordu. Adamın söylediği söz kadının kalbini hızlandırması gerekiyordu yine de olmuyordu. Deniyordu karşısındakine aşık olmaya ama beceremiyordu. Aşk ona birkaç beden fazlaydı. Her şeye rağmen yine de seviyordu adama, güveniyordu. Adamın onu sevdiğini dahi bilmesi ona yetiyordu. Bu aralarındaki gizli ama asla dile getirilemeyen bir anlaşma gibiydi. Hem gözlerinin en çok yakıştığı yerin orası olduğuna inanmasına az kalmamış mıydı? Siyah saçlı adamın yeşil gözleri...

“O zaman şu andan itibaren aklıma bir tek seni düşünmesi için komut veriyorum. Bencede en çok seni düşünmeli! Cık, cık, cık çok yanlış yapıyor!”

Kadından gözlerini alamıyordu. Yüzünün her bir ayrıntısı ezberindeydi. Yanaklarından aşağıya sıralanan katlı saçları, kirpiklerinin uzunluğu, bembeyaz teni, ince dudağı, ne kadar sert baksa da gülünce dağılan bakışları, yüzünün net geçişleri... Hepsi aklına kazınmıştı adam.

“O zaman bu, geceyi birlikte mi bitireceğiz demek?”

“Hmmm, bu daha çok bakarız demek!”

Gülümsedi, ikisi de biliyordu. Akşam telefon ansızın çalmazsa geceyi birlikte söndüreceklerdi.

“Sen hep böyle gül Lavin, olur mu?”

Adamın zoraki gülümsesini okuyamamıştı kadı. Karşınızdakinin sözünün imasını anlayamamak ne kadar acıydı. Dikenleri elinize batacak bir güle dokunmak gibi...

🌌

Gecenin yorgunluğu ile evinde, çalışma masasının başındayken uyuyakalmıştı. Yine gecenin bir saati telefonu çalmıştı. Yorgundu, yorulmuştu ama hayat yorgunluğu kabul etmiyordu. Hayat zaten neyi kabul ediyordu ki? İyileri? Kötüleri? Umutluları? Umutsuzları? Hayat hiçbirini kabul etmiyordu. Kabul ettiği tek şey kirli bir kağıt parçasıydı.

Saat 01.26'ydı. Gecenin karanlığı tüm odayı ele geçirirken gölgeler içindeki adam o gece sessizce odaya girmişti. Siyahlar içindeki adamın sessizliği ona gölge lakabını yakıştırıyordu. Cebinden çıkarttığı notu kızın masasındaki kahve kupasına eldivenli elleriyle yapıştırdı. Aynı sessizlikle odadan çıktı. Son bir emir kalmıştı, o da kadına evde birinin olduğunu bildirmekti.

~~

Belirli belirsiz sesler duydu. Belirli belirsiz bir sağa bir sola koştu.

"Buradayım!" diyordu bir adam ve ardından bir ağlama sesi geliyordu.

"Neredesin?" diye bağırdı. Ağlıyordu.

Bir şimşek çaktı, bembeyaz etrafı siyah yağmur damlaları kapladı. Beyaz üstü zift gibi simsiyah oldu.

"Gelme!" diye bağırdı aynı ses.

Ve ardında gürültülü bir ses geldi dış dünyadan. İrkilerek uyandı. Kan ter içinde kalmıştı. Kapının gürültülü sesiyle eli çekmecesindeki silahına gitti. İçindeki belirsiz korku ve heyecan damarlarına yayılırken el fenerini açıp ağzına yerleştirdi ve silahının kabzasını sıkıca tuttu. Tüm evi taradı ama hiç kimse yoktu. İstemsizce rahatladı silahı indirdi ve çalışma odasına geri döndü.

"Rüya mı gördüm?" diye mırıldandı. Her şey bir rüya olabilecek kadar sahte gerçek olabilecek kadar ortadaydı.

Işığı açtığında masadaki kahve bardağının üstündeki kocaman not gözüne çarptı. Kalp atışları eski ritmine geri dönerken hızlıca notu bardağının üstünden çekti.

Tarık Sarper'in açığını yakalamak istiyorsan bugün saat 06.00'da Ren'deki eski depoya tek başına gel.

Hatırlıyor musun onu her seferinde nasıl elinden kaçırdığını? Sence hepsi tesadüf müydü? Unutma çürük elmalar elindeki her şeyi mahveder.

🌌

Saat 6'ya gelirken adam hâlâ yoldaydı. Arada sıra kahve gözleri dikiz aynasından arkasını izleyerek takip edilmediğini kesinleştirmek istiyordu. Depoya varmasına on dakika kadar kalmışken telefonu titreşti. Telefonunu, yanında duran siyah şişme montunun üzerinden alıp açtı.

"Murat neredesin?"

"10 dakikaya oradayım.", dedi. Sesinin sertliği insanlara kızarcasına çıkıyordu. Bu özelliği onun mizacında vardı. Telefonu kapatıp koltuğa fırlattı.

Normalde buraya gelme düşüncesi dahi yoktu, taa ki birkaç dakika önce telefonuna bir mesaj gelene kadar. O mesaj hayatının ortasına bomba gibi düşmüş, oraya gitmekten başka çaresi kalmamıştı. Mesajda yazılanların gerçekleşmemesini umarak yoluna devam ettiği her bir saniye içi içini kemiriyordu. Bir taraftanda içindeki çocuğun heyecanını susturamıyor olsa da endişesi daha ağır basıyordu. Bir süre sonra arabasını deponun önüne park ettiğinde etrafını gözlemliyordu, her şey olması gerektiği gibi gidiyordu. Montunu üstüne giyerek siyah düz saçlarını kapüşonuyla kapattı. Dışarıda çiseleyen yağmur damlaları her zaman yere sert basan ayaklarının üzerine düşüverdi. Kendinden emin adımlarla ağaçların arasına gizlenmiş depoya doğru ilerlerdi. Depo eski yarısı yıkılmış üç katlı bir binanın arkasına gizlenmişti. Önce binanın içine girip arka kapısından çıktı, sonra dikkat çekmeyen eski bir depoya girdi. İçerisi bir labirenti andırıyordu. Başta dümdüz gitti, ardından yükselen sesler onu olayın olduğu bölüme sürükledi.

"Yalan söyleme!" diye bağırıyordu siyahlar içindeki adam. İçerisi sabahın ilk ışıklarıyla hafif loştu. Murat’ın gözleri buraya geldiğinden beri etrafı tarıyordu.

"Ne o dayı ben gelmeden hesap mı kesiyorsun?"

Ağzından çıkan dayı kelimesinin alayı kulakları tırmaladı. İçeriye sert adımlarıyla girdiğinde etraftaki gözler üzerine çekildi. Yine de o doğrudan masadaki elleri bağlı adama bakıyordu. Hızlıca masaya ulaştığı anda adamın yakasını elleriyle tutarak yukarıya doğru kaldırarak gözlerinin hizasına getirdi. Adam adeta titriyordu.

"Ulan şerefsiz!" deyip adama kafa attığında adam yere yığılırken bağlı ağzından belli belirsiz bir inilti çıktı.

Dayı diye bahsettiği kır saçlı mavi gözlü yaşlı adam Murat'ı kolundan tuttu.

"Sakin!"

Murat çevik bir hareketle kolunu adamdan kurtardı.

“Ne işin var burada?”

Gülümsedi, normalde alaycı olmazdı ama bugün diğeri tüm günlerden farklıydı.

“Geçerken hesap kestiğini duydum, bir uğrayayım dedim!”

Yere yığılmış acı içinde kıvrılan adama doğru ilerleyip yere doğru çöktü.

"Bana bak, bana!" dedi korkutucu ve sakin bir sesle.

Yerdeki adamın gözü Murat'a değdi. Adamın yüzüne baktıkça Murat'ın midesini bulanıyordu. Belinden çıkarttığı silahı sertçe adamın şakağına dayadı.

Arkasındaki yaşlı ses, "Murat kendine gel!" dedi.

"Yaşam, ölüm?"

Adam bir şeyler mırıldandı ama ağzındaki bant oldukça iyi yapıştırılmıştı, ne demek istediği anlaşılmıyordu.

Murat yerden kalkıp sert bakışlarını adama çevirdi.

"Ölüm mü?"

Adam şiddetle kafasını sallayıp bağırınmaya başladı. Yerdekinin gözü yaşlı adamla buluştuğunda yalvarırcasına ona baktı. Ölümden kaçıp zulmedene sığınmak ne kadar da mide bulandırıcıydı. Yaşlı adam sabırla beklese de olacakları biliyordu, Murat'ın gözleri karardığında hiçbir şeyin onu alıkoyamazdı. Tekrar yere çömelerek adamın kafasına silahı dayadı ve silah sesi tüm depoda yankılandı.

Murat'ın gözleri etrafı taradı, nereden gelmişti o silah sesi? Daha tetiği bile çekmemişti. O an aklına tekrardan telefonuna düşen mesaj geldi. Yanılmıştı, mesajının gerçekliğinin kanıtı tüm depoda duyulan kurşun sesiydi.

"N'oluyor?" dedi yaşlı adam.

Murat hızlı adımlarla deponun çıkış yoluna doğru ilerledi. Gözleri etrafı tarıyorken yerde yatan adamı gördü. Adamın önünde durarak nabzını kontrol ettiğinde yaşadığını anladı. Kafasına vurularak bayıltıldığını düşündü. Arkasına döndü ve "Biri depoya sızmış... Dağılın her kimse onu canlı istiyorum!" emrini verdikten sonra yerden kalkarak bu sefer emin adımlarla çıkışa yöneldi. Kapıdan çıktıktan sonra uçsuz bucaksız ormanda depodan hızla uzaklaşan bir karaltı gördü. Hızını daha da arttırarak önündekinin peşine düştü. Önündekini durdurmak için onu vurmayacak şekilde silahını ateşledi. Bu önündekini bir ağacın arkasına sığınmaya ittiğinde hızlıca bir ağacın arkasına gizlenmeye yeltenirken yabancının silahından çıkan kurşun Murat'ın sol omzuna saplandı. Acıyla inlerken ağacın arkasına sığındığında yabancı hızla koşmaya başladı. Sesi duyan adamların çoğu depodan çıkmaya başlarken Murat tüm bu olanların içinden nasıl sıyrılacağını düşünüyordu.

Yabancı hızla uzaklaşırken son bir talimat verip adamlarından ayrıldı. Adamlar yabancının arkasından giderken Murat etraftan dolanarak koşmaya devam ediyordu. Adamlar yabancının ilerlemesini durduracak o ise yabancıyı yakalayacaktı, eğer Murat adamlarını doğru yöne yönledirseydi plan kesin sonuç verebilirdi!

Etraftan silah sesleri yükselmeye devam ediyordu. Kurşun sesinden başka hiçbir ses duyulmazken Murat nehire doğru akan dik yamaçtan aşağıya doğru kaydı. Yabancının az kurşunu kaldığını sıktığı kurşunların sayısından tahmin edebiliyordu. Kurşunu bitince tekrardan koşmaya başlayacaktı. Talimatı duymuştu, onu öldürmeyeceklerdi. Bunun rahatlığıyla ardına bakmadan kaçmayı göze alabilecekti. Silahında tek kurşun kalan yabancıysa

saklanmayı bırakarak koştu. Planlayamadığı tek şeyse kör noktada bulunan adamın varlığıydı. Ciğerleri patlarcasına koştu ve en sonunda güçlü bir el ayak bileklerinden yabancıyı aşağıya çekti ve Murat'ın elleri yabancını ağzına sımsıkı kapandı. Kendini geriye doğru sürüklerken yabancıyı daha çok kendine çekti. Yabancı elinde çırpınmaya ve ses çıkarmaya başlarken hareketlerini vücudunda sabitlemeye çalışıyor, yabancıysa tüm gücüyle kolların arasına sığmıyordu.

"Şşt, sessiz ol yoksa kendini yakalatacaksın."

Kadın verdiği nefesi bile tutarken dakikalar sonra silahlı adamlar o bölgeden çekip gittiler.


Loading...
0%