Yeni Üyelik
35.
Bölüm

Ruhumu Ölüme Sattım

@1benzen

Tepeden tırnağa ona hiç sarılmadan

Şimdi ölmek istemem kalbine dokunmadan

Hadi al götür beni, hâlâ benimmişler gibi Evime, yurduma

01.30

Ayağa doğru kalkmaya çalıştığımda bir el tarafından tekrar tutuldum.

"Bırak beni, bırak!"

"LAVİN KAÇ, GİT! BANA BİR ŞEY YAPMAZ AMA SENİ YAŞATMAZ! KAÇ LAVİN!"

Çok geç Azra, çok geç! Sana her şeyi yapabilir, asıl sana her şeyi yapabilir. Ayaklarım birbirine bağlanınca tekrardan yere düştüm kolumdaki el beni bırakınca adım sesleri uzaklaşmaya başladı ve başka sesler duyulmaya başladı.

"Lavin kapılar!" dedi Azra! Kapılar bir anda kapanmıştı, Tarık Sarper bizi içeriye kilitlemişti! Ardından elektronik bir ses geldi ve yere bir metal düştü. Etrafı göremiyordum...

"Lavin!" dedi Azra tekrardan. Sesi giderek daha da yaklaştığında önce gözlerimi açtı.

Çok şükür, çok şükür ki ona hiçbir şey olmamıştı. Sapasağlam karşımdaydı... Ellerimi çözmeye başladığında yere düşen metalin elektronik kelepçe olduğunu gördüm. Ellerim çözüldüğünde Azra'ya sımsıkı sarıldım. Elleri beni sardı.

"Azra, sakin ol! Çıkacağız!" dedim.

Geriye çekilerek ayağa kalktım ve kapıya gittim. Kapıyı zorladım ama açılmadı. Sonra etrafa bakındım kapıyı açabileceğim herhangi bir şey, bir alet aradım ama depo bomboştu!

"Azra neler oldu, hatırlıyor musun?" diye sordum Azra'ya dönerken! Azra ayağa kalkmış ve bana umutsuz bir şekilde bakıyordu.

"En son evimdeydim, odamdan çıktım ve zil çaldı. Kapıyı açtım, sonrasını hatırlamıyorum. Gözlerimi bu depoda açtım."

Her şey bir kurmacadan ibaretti! Bunun olacağını anlamalıydım. Bunun olacağını ne kadar tahmin etsem de ne olursa olsun her şeyi bir kenara bırakıp yine buraya gelirdim...

"Tarık... O sana zarar verdi mi?"

Azra sessiz kaldı bir süre ve sonra, "Vermedi!" dedi. Yalan mı söylüyordu, yoksa başka bir şey mi emin olamasam da bir şey diyemedim! En azından şimdilik sorgulamadım! Deponun merdivenlerinden üst bölmeye doğru çıktığımda aşağıdan bir telefon sesi yankılandı! Bu telefon da neyin nesiydi? Azra'nın telefonu olamazdı... Hemen alt kata indiğimde Azra telefonu açmıştı bile!

"Pislik herif, seni kendi ellerimle öldüreceğim! Duydun mu beni? Allah belanı versin!"

Hızlıca oraya doğru gittim ve telefonu elinden aldım.

"Tarık!"

"Oo Savcı!"

"Anlaşmıştık, Azra'yı hemen bırak!"

"Ahahaha savcı, ne kadar da komik bir kadınsın! Ben sana Azra'yı bırakacağımı söylemedim ki!"

Kalp ne kadar ön plandaysa akıl o kadar geride kalır.... Kalbimle hareket ederken mantığım yerle bir olmuştu. Artık tek temennim Muratların bizi bulabilmesiydi...

🌌🌌🌌

Tamı tamına 12 saat geçmişti... Hava gittikçe kararmış, depo soğumuştu. Sandalyenin yarısına ben yarısına Azra oturmuş ve sırt sırta vermiştik. O neyi düşünüyordu bilmiyorum ama ben geri zekalı gibi hissediyorum. En azından çaresizlikten köşeye sıkışmış gibi hissetmiyorum... En azından ikimizde hayattaydık, şimdilik...

Her dakika Muratların gelmesini beklemiş ve bir süre sonra da bunun gerçekleşmeyeceğini anlayıp ümidimi kesmiştim. Gelselerdi zaten şimdiye kadar gelirlerdi. Kahrolası telefondan arama yapılmıyor, dışarıdan kontrol ediliyordu. Ne kadar çaresizlikten köşeye sıkışmamış olduğumu söylesem de şimdi hepimizin çaresiz olduğuna adım gibi emindim! Ben herkesin elinin kolunun bağlanmasına neden olmuştum! Aptallık mı dersiniz yoksa başka bir şey mi bilemem ama olan olmuştu.

"Üşüdün mü?" diye soru Azra.

"Cık!"

"Bacakların titriyor!"

"Sıkıntıdan!" dedim yorgunlukla.

"Acıktın mı?" diye sordum, Azra hamileydi ve beslenmesi gerekiyordu.

"Cık!" dedi.

Ne kadar sarılmış olsak da, ne kadar buraya gelmiş olsam da aramızdaki soğukluk elli metre öteden anlaşılıyordu! Bana yardım falan etme, demişti Azra, bunun üzerine kavga etmiştik ama ben gelip yine yardım etmiştim! Azra ise aklında yaptıklarını tartıyordu, belki de Deniz'i düşünüyordu. Mesela bende Murat'ı düşünüyordum. İki dostun, iki çocuğun iki kaybı vardı! Daha dün gece o çocuklardan birinin kollarının arasındaydım ve bana bir şey olmayacağını söylemişti. Onun elini kolunu bizzat ben bağlamıştım... Bağladığım ellerin kolların arasında olmak için her şeyimi verirdim...

Ne olduğunu Azra'dan tekrardan anlatmasını istemiştim! Kusarak uyandığını ve ardından zil çalınca -ki saatte de bakmamıştı- Deniz'in geldiğini düşünmüş ve kapıyı açmıştı. İçeriye biri girmiş ve Azra tam o anda gelenin kim olduğunu göremeden bayıltılmıştı! İlk önce bir odada kalmıştı ve bu sabah buradaki depoya getirilmişti! Onları bu yanlışlığa sürükleyen de bendim...

"Lavin..." diye mırıldandı.

"Sence gelecekler mi?"

"Bilmem, arkamızda iz kalmadı Azra. Tarık iti eve bir olay mahalli kurmuş, lanet olsun ki tek çıkış yolumuz yine o it herif!"

"Off. OFF! LANET OLSUN!"

Tarık Sarper'e binlerce kez lanet olsun! Adam resmen biz evcilik oynarken plan program kurmuş! Hayır ben anlamıyorum SARS'ta evcilik oyunundan başka plan yapamamış mıydı? Devlet'in kurduğu gizli istihbarat teşkilatlarından biri nasıl olurda bu kadar kör olabilirdi?! SARS'ı geçtim, Murat niye bir plan kurmamıştı? Kurmadığını nereden biliyorsun savcım? Seni olayların dışında bırakalı çok oluyor... Bunu da ben istemiştim...

"Lavin..." diye mırıldandı tekrar.

"Özür dilerim. O gün çok ileriye git..."

"Azra özre gerek yok, seni anlıyorum bende senin yerinde olsam çokta farklı bir şey yapamazdım."

Kendimi onun yerine koyduğumda ortada bir suç göremiyordum...

"Seni kırdım, çok ağır laflar söyledim!"

"Geçmiş geçmişte kaldı Azra! (Geçmiş hiçbir zaman geçmişte kalmaz Azra!) Boş ver!"

Geçmiş geçmişte kalınca kırgınlıklarında bir değeri kalmaz Azra!

"O TARIK'IN VAR YA O TARIK'IN teker teker iç organlarını sökmek istiyorum, teker teker! Hem de açık ameliyatla! En çokta o beynini merak ediyorum, gerçekte var mı yok mu? Ah bir sedyeme düşseydi var ya!"

Azra'nın gerçek hislerinden emin olmak için ona döndüğümde sinirden deliye dönmüş suratıyla karşılaştım ve kendimi tutamayarak gülmeye başladım.

"Sizin Hipokrat yemininiz yok mu ya?"

Aklına daha yeni gelmiş gibi kaşları çatıldı.

"Tabii ya, Hipokrat..."

Neden bunun ardından bu kadar saçma ve yanlış bir konuyu açtım bilmiyorum, Hipokrat'la mafya arasında ne gibi bir bağlantı yaptım onu da bilemiyorum ama bu kasvetten kurtulmak için gülerek, "Peki ya bizim savcı ve doktor olarak iki mafya bozuntusuna kapılmamız!" deyiverdim. Hoş Muratlar da mafya değildi, iyi muhbirlerdendi...

Azra sonunda gülmeye başlayınca içim rahatlamaya başladı. Öylece oturup Tarık bize ne yapacak diye kara kara düşünmemeliydik! Murat'lar gelecek ve bizi kurtaracaklardı.

"Off babam off geç orayı geçç!"

Sonra birden bana şokla döndü.

"Oha, bir dakika! Sen ve Murat!" dedi bıyık altından sırıtarak!

"Yuh!" dedim. Biz düşündüğü her neyse o değildik! Değildiniz öyle mi Lavin? Köşe kapmaca oynamalar, öptü öpmedi oynamalar, birlikte yatmalar... Siz gerçekten düşünülen o şey değil misiniz?

Azra'nın yüzü ciddileşti ve kaşlarını çattı, limon yemiş gibi bir hali vardı!

"Biz şimdi elti mi olduk? Hayır ya daha hazır değilim buna!"

Azra sanki 35 yaşında olduğunu zanneden ama 50 yaşında olan ve daha toruna hazır olmadığını söyleyen babaanneler gibiydi... Asıl ben hazır değilim, ben! Hem biz sevgili bile değiliz, tamam öpüşmek için yer arıyor olabiliriz ama biz sevgili falan değiliz!

Samimiyetle gülümserken yavaşça bacağıma vurarak, "Madem kader ortağıyız savcı hanım anlatacaksınız!" dedi.

"Neresini?" diye sordum gülmemi engellemeye çalışırken!

"Her yerini işte ne bileyim, nasıl oldu sen mi ona açıldın o mu sana? Öptü mü seni, ne bileyim anlat ya! Bende tavsiye veririm!"

Gülümsemem iyice büyüdü! Dedikodu yaptığımız yere bakar mısınız? Tarık'ın deposu, ses kayıtlarımız alınıp ona iletilme olasılığı %100 ama ne yapabilirdim ki bize de bir gün bayramdı...

"Biz öyle sandığın gibi bir şey değiliz!" dedim.

"Yani birden aramızda bir şey oldu!"

Aynen Lavin; uçağı, otel odasını, balkonu asla ve asla unutmuyoruz! Haa bir de Murat'ın odası vardı...

"Ama ben anlamıştım, sizi o gün balkonda sarmaş dolaş gördüğümde!"

Ahh, bir de o vardı! Pis kocası en güzel anımızı mahvetmişti...

"Bunu nerden çıkarttın?" diye sordum. Çünkü o zamanlar Murat'ın bana arkadaşça ya da babamın isteğiyle yaklaştığını düşünüyordum.

"Murat düz adamdır, ona kimleri kimleri ayarlamaya çalıştım ama hepsini elinin tersiyle

itti!"

Demek ki Murat Sarper de güzelliği sekreter de seviyordu! Sence de bu kıskançlık krizleri çok sıkmadı mı? Aynen iç ses, aynen! Senin de Murat gibi bir sevgilin olsun anla o zaman! Adam resmen taş!

"Onu geçtim hayatında bir tane bile kadın olmuş mu sor bi ona?"

Şokla ona döndüm, "Hiç mi olmadı?" diye sordum. Şok içerisindeydim çünkü o yakışıklılıkla kız tavlamaması imkansızdı. Benim listem kabarıkken Murat'ınki sıfır olamazdı. Hem ben onun kadar iyi değildim! Güzellik olarak beni ona katlar geçerdi! Hem bir de o kokusu yok mu, herkesi kendisine aşık eder! Keşke kokusu üzerime sinmiş olsaydı...

"Hiç! Olsaydı Deniz mutlaka bana söylerdi!"

Hayret bir şey! Tamam aşık olmamış olabilirdi, tamam 16 yıldır beni de tanıyor olabilirdi ama 16 yıldır beni seviyor olamazdı değil mi? Hem beni sevse bile hayatına birine almaması imkansız gibi bir şeydi!

Bu konuyu çokta düşünmek istemedim, bizzat Murat'a soracaktım! O an aklıma gelen bir soru dudaklarımdan firar etti.

"Azra Deniz daha önce biriyle mi evlenmiş?"

"Hayır, neden sordun ki?

"Bu sefer ne karımı ne de bebeğimi kaybedebilirim dedi!" dedim. Şimdi ne yapıyorlardı?

Azra'nın yüzü düştü ve başını öbür tarafa doğru çevirdi.

"Daha önce çok fazla düşük yaptım." diye mırıldandı çatlamış bir sesle.

Aptal Lavin, niye aklıma gelmediyse!

"İlk öğrendiğimde Deniz'e bile söyleyemedim! Korktum çok korktum, ya bu sefer de yaşayamazsa, ya bu sefer de giderse diye çok korktum Lavin! O gün senin Murat'ı ihbar ettiğin gün size geldiğimizde bebeğim üç aylıktı. Bunu Deniz'e de o gün söylemiştim. Hani beni içeriye almamıştı ya tamamen korkudandı!"

Bana doğru dönerek gülümsedi.

"Bir kızı olmasını çok istiyor!"

Gözlerinden bir damla yaş aktı ve elinin tersiyle sildi.

"Kız mı olur erkek mi olur bilemem!" dedi bana doğru dönerken. "Ama sağlıklı olsun o bana yeter..." diye mırıldandı ve gülümsemeye çalıştı.

"Amin..." diye mırıldandım.

"Lavin..." diye mırıldandı tekrardan!

"Efendim!"

Koluyla hafif beni itekledi.

"Anlatsana biraz başka neler oldu?"

Aklındaki kötü anıları silmek istiyordu, tıpkı benim yaptığım gibi düşüncelerini halının altına süpürüyordu!

"Öpmedi beni!" dedim sinirle. Gerçekten beni öpmemesine o kadar çok sinirliydim ki, acısını öyle bir çıkartacaktım ki...

"Öpmek mi? Acaba daha birini öpmüş mü ki o?"

Birini de öpmemiş olamaz, yani bunun olasılığı o kadar düşük ki... Kesinlikle bir kadını öpmüştü belki de onlarcasını! Konuyu tekrardan değiştirdim.

"Hamilelik nasıl gidiyor?"

"Kusuyorum sürekli, yediğim ne varsa tuvalete gidiyor!"

"Aç mısın?" diye sordum tekrardan. Sanki yapabileceğim bir şey varmış gibi.

"Çok değil!"

Sırt sırta verdik ve aynı anda iç çektik! Acıkmıştım, dünden beri hiçbir şey yememiştim!

"Deniz nasıldı?" diye sordu. Saatlerce içinde tuttuğu soruyu gün yüzüne çıkardı.

"Güçlü durmaya çalışıyor!" Başını salladı ve tekrardan derin düşüncelere daldı.

Murat ne yapıyordu acaba şimdi? Bir iz bulmuşlar mıydı? Yoldalar mıydı? Yoksa elleri kolları bağlı bekliyorlar mıydı? Bizi bulduklarında bana çok fena kızacaktı hissediyorum! Bende olsam onun yerinde bende kızardım ama kendimce bende haklıydım! Murat'ta benim yerimde olsa aynısını yapardı. Keşke kaçabilecek bir yol olsaydı, keşke kapı kilidi içte olsaydı o zaman icabına bakardım ama lanet olsun ki dıştan kilitlenmiştik. Peki ya Tarık'ın şimdi ki planı neydi? Anlık bir korku mu yaratmak istemişti yoksa kendini mi göstermek? Amacı bize zarar vermek değildi, aynı evimde yaptığı gibi. O konudaysa benim oyum hâlâ Tarık'aydı. Ara ara kendini gösteriyordu. Neden bize zarar vermediğini bilmiyordum, bu savaşı kendince kökünden bitirmeyi istemesi gerekiyordu!

Bitirmiyordu! Çünkü daha hiçbirimizin canı o kadar yanmamıştı ve o zihinsel acının ne kadar ağır olduğunu çok iyi biliyordu...

🌌🌌🌌

Bir rüya gördüm, çok güzel bir rüya! Ne ironiktir ki en kötü anımda güzel bir rüya görüyorum. İçinde Murat'ın olduğu ve birlikte bir gölün kenarında olduğumuz bir rüya!

Detaylı hatırlamıyorum ama çok güzel olduğunu hatırlıyorum.

Şimdi yanımda olsa ellerini belime sarsa ve biraz göğsünde dinlensem... İstediği kadar kızabilir, gıkım çıkmaz. İstediğini diyebilir yeter ki yanımda olsun... Hep derdi ya pervasızlığınla geliyorsun diye, yine gitsem ona pervasızlığımla!

Hayatımın hiçbir köşesinde anlayamadığım bir duygu bu, aşk... Yanındayken bile onu özlerken uzakta nasıl katlanabilirdi insan?

🌌🌌🌌

Telefon sesini duymamla irkilerek uyandım! Azra ise çoktan uyanmış ve benden erken davranarak hızlıca kalkıp telefonu elin almıştı.

"Hoparlöre al!" dedim.

"Günaydın Bayanlar, pardon size hiçte gün aymış gibi durmuyor!"

Yine mi bir yerlerde kamera vardı. Bizi mi izliyordu psikopat herif? Kamera ya da ses kaydı olduğunu çok iyi biliyorsun...

"Kısa kes Tarık!" dedim. Sesini duymaya tahammülüm yoktu. Ne olacaksa olmalıydı, artık daha fazla dayanamıyordum...

"İyiyle mi başlasam kötüyle mi bilemiyorum..."

Azra'nın gözleri korkuyla anlık olarak bana çevrildi! İkimizin de aklına gelen tek bir senaryo vardı! Başka türlüsü olamazdı...

"Drama gerek yok hanımlar! İyi haber akşama kadar vaktiniz var!" dedi gülerek! Peki ya karşılığı neydi? Sıra kimdeydi Deniz mi Murat mı?

"Aa ama olmuyor böyle, vallahi söylemem!"

Vallahi! Vallahi kelimesini bilerek kullandığı o kadar belliydi ki.

"İt herif, zevk alıyorsun değil mi? Bok konuşabilirsin!" dedi Azra ve yüzüne kapattı.

"AZRA NE YAPTIN?" dedim sinirle!

"Zevk alıyor şerefsiz, hem ne malum söyleyeceği şeyin doğru olup olmadığı? Ha ne malum! Sanki hiç itlik yapmamış gibi bir de güvenecek miyiz bu adama?"

Alnımı sıvazlayarak etrafta dönmeye başladım, çıkmamız gerekiyordu şu lanet depodan!

Hoş çıksak bile çıkabilir miydik bilmiyordum! Kapıda adamlarının olması gerekiyordu!

Adamlar olmasa bile buradan sürünerek mi gidecektik?

Telefondan tekrardan ses geldiğinde Azra telefonu al bak dercesine bana uzattı! Mesajın üzerine tıkladım.

"Kötü haberse akşama üç ölünüz olacak!"

Üç ölü!? İkisi kadın birisi daha doğmamış olan bir bebek... Üçümüzden kastı bu muydu? Şerefsiz p** kurusu!

"Allah'ın belası!"

🌌🌌🌌

Arada sırada Azra kendi kendine bir şeyler fısıldıyordu, hoş bence karnındaki bebeğine fısıldıyordu. Çünkü genelde eli karnındaydı! Birine şahit olmuştum, baban kurtaracak bizi demişti mesela!

Baba... Gülümsedim, beni hiçbir zaman hiçbir bataklıktan kurtaran bir babam olmamıştı! Anılarımın hepsi babama mı dayanıyordu? Hiç geçmeyecek miydi bu baba sevgisizliği? Sadece babam için değildi bu söylediklerim annem içinde geçerliydi! Azra şu an bile bebeğini içgüdüleriyle korumaya çalışıyordu çünkü o kaybetmenin ne demek olduğunu biliyordu! Annem de kaybetmişti, hemde babamı. Peki neden sahip çıkmamıştı kızına? Neden cansız bedeniyle beni baş başa bırakmıştı? O daha üç aylık hissettiği, fasulye kadar olan bebeğine bu kadar titrerken bir insan 10 yıl hayatında yer edinmiş bir insanı nasıl bu kadar rahat bırakabiliyordu? Aklım almıyordu!

Kendi kendime gülümsedim, bazılarımız bu hayata şanslı olarak doğmuyordu! Hayatı kötü başlayanların yaşamları genelde hep kötü gidiyordu. Kendime de kızıyorum, siz kızmadığımı mı sanıyorsunuz? Beni ben kurtaramamıştım, ben beni bir adamın sevgisinin kurtarabileceğine inanmıştım! Çabaladım, gerçekten çok çabaladım ama kendimi sevemedim; o yüzden biri beni çok sevsin istedim! Keşke Murat'ın yerine kendi yaralarımı kendim iyileştirebilseydim! Herkese karşı güçlü ama kendime karşı güçsüz, korkak bir kadındım...

Telefonu elime aldım ve saate baktım, akşama iki saatimiz kaldı. Neredesin sevgilim?

🌌🌌🌌

Dışarıdan sesler gelmeye başladığında Azra ile dışarıya kulak kesildik. Bir arabanın sesiydi. Murat'lar mı gelmişti? Gelseler bu kadar sessiz mi olurlardı? Birkaç ayak sesini duydum ama anlam veremedim! Gelenler kimdi? İçeriye girecekler miydi, Sarper'in adamları mıydı? Bizi almaya mı gelmişlerdi? Hayır Lavin, kötü haber... Üç ölü!

Birkaç ses daha duyuldu... Azra "Ne zırvalıyor bunlar?" diye fısıldadı. Daha sonra dışarıdan bir su sesi gelmeye başladı, her taraftan! Sanki binanın etrafına bir sıvı döküyorlardı... Dizilerdeki felaket senaryolarından birini yaşamamayı umuyordum. İnşallah düşündüğüm madde değildir.

"Azra depo duvarlarında uzak dur!"

İçimden bir ses etrafa benzin döktüklerini söylüyordu... Üç ölü şimdi daha netti; Azra, ben ve bebeği! Sarper'in amacı bizi gerçekten de öldürmekti!

"Lavin ne oluyor?" diye sordu Azra korkuyla!

"Sakin ol Azra!"

Deponun üst duvarındaki cama bir şeyler çarptı ve cam bir anda tuzla buz olurken yere birkaç benzin şişesi düştü, içlerinden yerlere benzin akmaya başlayınca Azra'nın dudaklarında bir anda bir çığlık koptu.

"Azra uzaklaş!" dedim kendimi de sıvıdan uzağa çekerken! Amaçları burada diri diri bizi yakmaktı! Sol tarafımdan vücuduma yayılan korku parmak uçlarıma yayıldı. Azra koşarak yanıma geldi, kırılan cam bölmesinden yere bir kıvılcım düşüp saçıldığında Azra'nın dudaklarından tekrardan bir çığlık firar etti! Kıvılcım bir kan misali her yere dağıldığında etraf cayır cayır yanmaya başladı. Kulaklarım uğulduyordu, ayaklarım yerden kesilecek gibi olsa da Azra'nın "Lavin yukarıya çıkalım!" demesiyle kendime geldim. Eliyle kolumdan tuttuğunda hızlıca merdivenleri çıkmaya başladık. Tam merdivenlerin bitimine geldiğimizde birkaç adım önümüze bir tane daha benzin dolu şişe atıldı, ardından bir ateş parçası etrafa yayıldığında ortada kalakaldık...

"Azra aşağıya!" dedim korkuyla! Aşağıya doğru hızla koşarken bir cam sesi daha geldi ve yukarısı alevlerle doldu! Her taraf cayır cayır yanıyordu! Aşağısı tam bir cehennemi andırıyordu! Cehennemin kapıları sonuna kadar açılmıştı.

Bu bizim için bir son muydu? Hikayem buraya kadar mıydı? Ben ölecek miydim? Şu zamana kadar ölümden hep korkmayacağımı zannetmiştim, omurgamda hissettiğim bu acı da neydi?

Azra'nın gözleri gözlerimi buldu! Korkuyla dolu gözleri! Bizi gerçekten öldürecekler miydi?

"Lavin..." diye mırıldandı çaresizce! Etraf cayır cayır yanıyor ve alevler her tarafa sıçramaya başlıyordu! Yukarıdaki ateş aşağıya doğru inmeye başlamıştı.

"İleriye doğru Azra!" dedim koşarken. Azra'ysa yerinde mıhlanıp kalmış, korku dolu gözlerle yangının etrafı sarışını izliyordu! Aldığım soluk yavaş yavaş genzimi yakmaya başlarken hızla Azra'nın yanına gittim ve onu kolundan sertçe ileriye doğru çektim. Beş saniye sonra o yerin biraz ilerisine büyük yanan odun parçası devrildi ve yangın iyice artmaya başladı.

"Kurtulamayacağız, kurtulamayacağız..."

Azra'nın ağzından durmadan bu kelimeler çıkıyordu. Aldığım her nefes boğazıma takılıyor, ciğerimi yakıyordu. Öksürüklerim boğazımı yırtmaya başlamıştı...

"Hepimiz öleceğiz, kurtulamayacağız..."

Azra'da bir yandan öksürüyor bir yandan da aynı şeyleri mırıldanıyordu. Azra'yı omuzlarından tutarak sarstım! Kendine gelmesi gerekiyordu!

"Azra kendine gel! Ölmeyeceğiz, duydun mu beni? ÖLMEYECEĞİZ!"

Sonumuz belliydi, yangın bu hızla giderse beş dakika içinde tüm etrafımızı sarmış olacaktı. Ateş bizi yakmak için kaynıyordu...

Etrafa yukarıdan demir, odun parçaları devriliyordu! Deponun solu, sağı, orta tarafı arka tarafı yanıyordu! Kapının orayaysa yaklaşılamıyordu bile! Ateşin ortasında kalakalmıştık! Kurtulmanın bir yolu olmalıydı! Buraya kadar değildi, hikayemiz buraya kadar değildi! Dışarıdaki ateş miydi beni yakan yoksa korku mu? Allah'ım biz nasıl bir oyunun içine düşmüştük! N'olur bize yardım et, n'olur!

Birkaç adım ötemize tavandan bir parçanın düşmesinin ardından dışarıdan bir silah sesi duyuldu, aynı zamanlı metale çarpma sesi duyuldu ve Azra'nın dudaklarından büyük bir çığlık daha çıktı.

"AZRA!"

Hemen ona doğru döndüğümde eliyle kolunu tutuyor, tir tir titriyordu! Kan kolundan aşağıya doğru akmaya başladı, Azra vurulmuştu... Hemen omzundan ağırlık yapıp yere çökmesini sağladım ve başını yere doğru eğdim.

Üstümdeki tişörtü yırtmaya çalıştığımda, başarısızlığa uğradım! Tişörtü üzerimden tamamen çıkartıp Azra'nın koluna sıkıca sarıp bağladım! Etraftaki silah sesleri gittikçe yükseliyordu! Depoya isabet eden mermi sesleri etrafımızı kapladı! Diri diri mi yanacaktık yoksa her kurşun bizi acıya mı hapis edecekti?

"Azra iyi misin?"

"Lavin o daha çok küçük!" dedi elleri karnını sararken!

"O daha çok küçük, ona bir şey olmasın!"

Titriyordu, dudakları titriyordu... Korku onun ruhunu ele geçirmişti, korku ve ölüm düşüncesi ruhumuzu satın almıştı...

"Korkma Azra bir şey olma..." yakından gelen bir silah sesiyle başımı eğdim! İkimizide yere kapaklandık, öksürükler içindeydik! Korkuyordum, üçümüz içinde! Nefes alamamaktan korkuyordum çünkü bir el boğazımı sıkıyor gibiydi! Yanmaktan korkuyordum çünkü yanık kokusunu yanmış insanlardan tanıyordum! En çokta ardımda bırakacaklarım için korkuyordum! Ölmek istemiyordum! Nefes almak ve yaşamak istiyordum! Yaşayamadığım her günün acısını alabilecek kadar yaşamak istiyordum! Çok mu şey istiyordum? Sadece yaşamak!

Silah sesleri kesilmek bilmiyordu, bense artık yavaş yavaş kendimi bırakmaya başlamıştım sesleri algılayamıyordum! Başımızın üzerinden kurşunlar geçiyordu am ben ne olduğunu hâlâ algılayamıyordum! Bir süre sonra silah seslerini duymamaya başladım. Kesilmiş miydi yoksa aklım benimle oyun mu oynuyordu? Ölmüş müydüm? Yoksa hepsi bir rüya mıydı? Eğer bu bir kabussa beni uyandırmalıydı... Etrafın yandığını görebiliyorum, peki ya Azra, o yerdeydi? Kulakları sağır eden bir patlama sesi geldiğinde altımdaki yer titredi, etraf sarsıldı! Etrafa saçılan metal parçaları bana doğru savrulduğunda gözlerimi zorlukla kapattım! Nefesimi içime çekemiyorum, etrafta gölgeler geziniyor, aklım ölürken bile bana oyun oynuyor! Hani denir ya insan ölüme giderken hep en sevdiğini görür diye, ben şimdi karşımda Murat Sarper'i görüyorum. Gerçek olamayacak kadar hayaldi! Aklım benimle oyun oynuyordu, onun olduğu oyun ölüm bile olsa en güzel sobelenmemdi... Gözlerimi kapattım ve gözlerimi açtım hayali artık bana daha yakındı! Gözlerimi açtım ve gözlerimi kapattım bana benden daha yakındı! Gözlerimi kapattım, açmak istedim, açılmıyordu! Bilincim yerindeydi ama gözlerim açılmıyor, uyku beni kendine çekiyordu! Uyku mu ölüm mü? Sonsuzluğumda onun hayali vardı, canımdan can giderken o karşımdaydı, onun hayali karşımdaydı, son bir kez daha Murat Sarper'in yüzünü görmek istedim! Şimdi ölemezdim, Sarper'i sevemeden ölmezdim! Şimdi ölmezdim, yaşanmamış onca anımız varken ben ölemezdim...! Şimdi ölmezdim, ben daha sevginin tadına varamamışken ölmek istemezdim! Beni çeken uykuya yenilemezdim, onun kalbine ellerim dokunmadan yenilemezdim! Uyuyamazdım, daha onun ruhunu sevememişken uyuyamazdım! Gözlerimi aralamak istedim, onu son bir kez daha görmek istedim! Ölmeden önce onu son bir kez daha görmek istedim... Gözlerimi aralamalıydım, daha varmamıştı dudaklarım dudaklarının tadına... Gözlerimi aralamalıydım kazanılacak davalarım vardı! Gözlerimi aralamalıydım, umut bekleyen onlarca insan vardı! Şimdi uyuyamaz, ölemezdim kurtarılacak onca bedenin hakkı varken!

Yaşamak istiyorum, ben daha kendimi kurtaramadım! İyileştirmek istediğim ruhumun parçalarını kurtarmalıydım! Yollarını bulamamışken kaybolan parçalarımı kurtarmalıydım!

Bir de bana seslenen bir ses vardı, ismimi sayıklayan bir ses! Lavin, Lavin diyordu... Ölüm, ölüm diye sesleniyordu... Bak yine duyuyorum...

"Lavin!"

Hayır; sevgilim, sevgilim diye fısıldıyordu...

Heyelan ya da çığ diye fısıldıyordu, sen kendinin heyelanı olamazsın diyordu.... Belki de en güzel sevgili diye fısıldıyordu ama asla ölüm diye fısıldamıyordu! Uyan der gibiydi, art arda duyuyordum! Uyan sevgilim...

"Lavin!"

Gözlerimi aralamalıydım! Sıcaklığına güvendiğim evim, hissettiğim sıcaklık yanımdaydı! Yoksa gerçekten vücudum yanıyor muydu? O gerçek miydi yoksa hayal mi? Bilmiyorum ama kulağıma yaşa diye fısıldıyordu!

"Lavin!"

Gözlerimi aralamalıydım! Belki bu onu son görüşümdü, belki bu bizim sonumuzdu, ben sonumun onun kollarında olmasına razıyım! Gözlerimi aralamalıyım, ismimi zikreden adamı görmek için...

Kendimi zorladım, belirli belirsiz olan karaltıyı görüyorum! Göz kapaklarım kendiliğinden kapandı, tekrardan denedim! Görüntüsü netleşmiyordu! Ben gerçekten hayal mi görüyordum? Yanıyor muyum?

"Lavin, dayan!"

Gözlerimi tekrardan açmaya çalıştım! Buradaydı işte tam da karşımda! Görüntü biraz daha netleşti!

"Gözlerini açtı!" diye bağırdı!

Bedenimi bir titreme aldı, ölümümü onun gözlerinde görebileceğimi tahmin edemezdim... Bas bas bağırıyordu! Hayal miydi bu? Şu an kollarım kalksa yanağına varırdı, işte o zaman gerçek miydi hayal miydi anlardım...

"Lavin!" dedi!

"M...mm..mu..."

İsmi dudaklarımdan dökülemiyordu, ben gerçekten ölecek miydim?

"Buradayım güzelim!"

Gerçekten gelmiş miydi? Burada mıydı? Murat Sarper her zaman gelir Lavin Yılmaz, Murat Sarper ne olursa olsun Lavin Yılmaz'ı bulur! Murat Sarper seni gözü kapalı bulabilir Lavin Yılmaz... Kalbim mi hızlanıyordu, yoksa vücudum mu titriyordu? Aklımı mı kaybediyordum? Gözlerim kapandı, görüntüsü silikleşti... Ben gerçekten ölüyor muydum? Ben daha onun kalbini saramamışken ölecek miydim? Ruhum kendini ölüme mi satıyordu, neydi bu vücudumdaki acı çığlın nedeni? Koca bir karaltı, beni içine çekiyor, o kadar cazip, o kadar nahoş geliyordu ki... Beni çağırıyor; ismim, ailem, dostlarım beni ismimle çağırıyor... Annemi çok özledim, kollarımı karanlığa sardım, ruhumu ölüme sattım...

 

 

Loading...
0%