Yeni Üyelik
18.
Bölüm

Yabancı

@1benzen

Doğru ortaya çıkana kadar yanlış diye bir şey yoktur.

"Senin için yıldızları sayardım Murat eğer şu an bu durumda olamasaydık. Sen dokunulması bile yasak bir elma olmasaydın. Ya da ben dokunabilecek bir el olsaydım."

01.14

Businis kabin... Galiba Murat'ı birinci sınıf kabinde kalma konusunda illallah getirdiğim için bu sefer businis kabinde uçmuştuk. Murat'ın belki bir haftayı bile bulabilir dediği Japonya gezimiz -ki onun işi- üç gün sürünce Boz'u gördüğümüzün gecesi eve dönmüştük. Sebebi mi ne? Beyefendinin ilhamları yerindeymiş ve projeyi tamamlayabilirmiş. Galiba Megumi'yi görünce ilham perileri yerine geliyordu. Bazıları doğadan bazıları müzikten bazıları kasvetten ilham alsa da Murat'ın ki bir kadındı. Artık nasıl unutulmaz bir gece geçirdilerse ilham perileri aklını çevrelemişti. Hoş benim yanımda o ilham perileri hep kaçıyordu... Neyse bende benden ilham alacak birini bulurdum!? Kesin bulurduk...

Dün sabaha doğru eve geldiğimizde kapıyı yaşlı bir teyze açmıştı bense ilk önce Murat'ın akrabası olduğunu düşmüştüm. Sonra Selma’nın annesi olduğunu öğrenmiş Murat ile çok konuşamadığım için kadının neden gece gece uyanık olduğunu öğrenememiştim. Hem ben vampirlere inanmıyordum zaten kadında vampir gibi görünmüyordu. Normal bir teyzeydi ama geceleri uyumuyordu sanırım. Muratlaysa tamamen iletişimi kesmiştik, sabah çıkmış ve iş yerine gitmişti. Deniz ise inşallah andezit taşlarını halletmiştir de Murat'tan azar yemezdi. Bense ikisiyle de konuşmuyordum hatta üçüyle ama mecburen Azra ile görüşecektim çünkü bu kolumdaki sargıdan da kurtulmak zorundaydım ki ona da gitmek istemiyordum çünkü malum hastane malum insan oradaydı. Neyse zaten koca hastanede beni bulması imkansızdı!

Bugün evime gidip eşyalarımı almak istiyordum. Murat ne derse desin gidecektim. Hoş bunun konusu da uçaktaki sayılı konuşmalarımızda geçmişti.

Odamdan çıkıp mutfağa doğru kahvaltı hazırlamak için gittiğimde içeriden sesler geliyordu. Murat gitmemiş miydi ya da erken mi gelmişti? Hızlı adımlarla mutfağa gittiğimde bir kadını karşımda buldum. Selma olabilir miydi, selma?

"Aaa... günaydın."

Kadın arkasını döndüğünde gözleri benim üzerimde gezinmeye başlasa da bende onu süzmeye başlamıştım. Üzerinde spor kıyafetler vardı. Siyah saçlarını tepeden toplamıştı. 35'lerindeymiş gibi duruyordu. Neden Sultan Abla yoktu? Belki akşam uyumadığı için sabah uyuyordur Lavin. Vampir değil ki bu kadın...

"Günaydın Lavin Hanım."

Etrafıma bakardım eğer ismimi demeseydi, hanım da nereden çıkmıştı?

"Ben Selma."

Zorla gülümsedim. Selma'ya Sultan abla olayını sorabilirdim, zaten Murat ile konuşmuyorduk bende kendime bilgi akışı yapabilecek birini bulmuş olurdum.

"Memnun oldum Selma ama şey Sultan Hanım nerede? Yani yanlış anlama onu dün akşam burada gördüm, seni ilk defa gördüğüm için merak ettim." dedim tatlı bir sesle.

"Sultan Hanım benik annem, arada sırada Murat Beyi görmek için buraya uğrar.”

Yani Sultan Hanım bir vampir değildi. Hem Murat ile aralarındaki bu yakınlık neredrn geliyordu. Bu işi kurcalamamaya karar verdim.

"Anladım. Şey... Murat çıktı mı?"

Bize ne Murat'tan? Akşam erken gelse iyi ederdi, kıyafetlerimi almak için onu hiç bekleyemezdim.

"Murat Bey sabah erkenden çıktılar. Bir de saat beşte geleceklerini ve sizi evden alacaklarını söylediler. Önem gerektirecek bir şey yokmuş."

Söylemiş miş miş, bana söyleyebilirdi ya da ne bileyim 21. yüzyılda telefon denilen bir teknolojik alet yapılmıştı hatta ve hatta mesaj atma, konuşma gibi uygulamalar bile tasarlanmıştı. Bana söylemeliydi. Hem belki ben müsait değildim. İnsan olan sorardı!

"Teşekkürler."

Gülümsedi ve. "Kahvaltınızı hazırlıyorum Lavin Hanım." dedi.

Hanım kelimesi ismimle kullanılınca çok eğreti duruyordu. Hayır bu ünlüleri de anlayamıyordum, nasıl başarabiliyorlardı? Ben şimdiden ezilip büzülmüştüm. Bana genelde Savcı Hanım diyorlardı ama bununla o bambaşkaydı.

"Şey bana Lavin Hanım demesen olur mu?"

"Tabii."

Sonra dondu ve ne demem gerekiyor der gibi bana bakıyordu.

"Lavin desen yeter. Bir de sana yardım edebilir miyim çok sıkıldım?"

"Olur mu öyle şey Lavin Ha..."

Dudak büzerek ona baktım.

"Olur, olur niye olmasın?"

Selma'ya kahvaltı hazırlamasında yardım ederken ne kadar enerjik bir insan olduğunu fark ettim. Sürekli gülüyordu...

Bir kızı varmış ve eşi Murat'ın adamlarından biriymiş. Muratla Evlen Benimleye hoş geldiniz! Eğer evlilik programları kalkmasaydı bende sunmak isterdim. Ne yapayım entrika seviyordum!? Ocaktan demliği alarak masaya geçtim. Masada bir tane çay bardağı vardı, iki olması gerekmez miydi?

"Selma çay bardağı verebilir misin?"

"Masada vardı Lavin Han..." dedi ve gülümsedi. Gülümsedim.

"Eksik koymuşsun."

Anlamayarak bana bakıyordu, bir bardak eksikti işte.

"Yani kendine koymamışsın."

Zenginler birlikte kahvaltı yapmazlar mıydı ya? O dizilerde değil miydi? Bana anlamsızca bakıyordu. Eğer hizmetçi patron ayrımı yapıyorsa Murat'a da aşk olsundu.

"Hadi Selma kolum ağrıdı. Kendine de bir tabak çıkart. Darılırım sonra."

Evet Lavin ile evcilik oyunları part 1'e hoş geldiniz. Bir tane oyun arkadaşı bulan Lavin'in onu bırakmaya niyeti yoktu. Hem uzun zamandır Deniz, Murat ve Azra dışında kimseyle konuşmamıştım. Yeni birini tanımak güzeldi.

"Peki..." dedi isteksizce.

Yerime geçip tabağıma omlet, zeytin, peynir ve kızarmış ekmekten aldım. Çıtır çıtır ve sıcak olan ekmeğimi bölerken Selma karşıma geçti.

Bir yandan yerken onu sorguya çekmeye başladım.

"Murat... nasıl biri? Yani insanlara karşı."

Tabağına isteksizce biraz omlet koyarken "Murat Bey mi?" diye sordu siz bilmiyor musunuz der gibi? Eee yani bilmem mi gerekirdi? Başımı yukarıya aşağıya doğru salladım.

"Murat Bey hayatımda gördüğüm en iyi insandır. Dışarıdan sert durur ama içi çok güzeldir." dedi ve söyleyecek söz bulamadı. Gözleri parlıyordu.

"Çok şanslısınız, yani bu kadar kısa zamanda bir şeyler yaşayıp birbiriniz sevmenize çok sevindim."

Bir dakika bir dakika, sevmenize mi demişti? Biz bir şeyler mi yaşamıştık? Yani yaşamıştık da o anlamda hiç bir şey yaşamamıştık. Selma bizi çok yanlış anlamıştı. Ama suç Murat'ındı çalışanına benim arkadaşı olduğumdan bahsetmesi gerekiyordu.

"Hayır, hayır! Yanlış anlamışsın. Biz Murat ile sadece arkadaşız yani o kadar."

"Kusura bakmayın, ben sizin evde kaldığınızı görünce öyle zannettim."

"Ama anladığım kadarıyla sen ona hayransın." dedim. Biraz önceki gözlerindeki parlama bunun göstergesiydi.

"O... bizim kahramanımız." diye yanıtladı. Bu adam hobi olarak birini hayatını falan mı kurtarıyordu? "Nasıl yani?"

İç çekti ve çayından bir yudum aldı. Ben onu dinlerken bir yandan da kahvaltımı yapıyordum.

"Asya benim kızım... Hastaydı. Doktorlar tedavisi için yurt dışına sevk edilmesi gerekiyor dediler ama tedavisi için çok para istiyorlardı. Eşim o zamanlar esnaftı bense ev hanımıydım o parayı karşılayamadık. Zaten evi zar zor geçindirebiliyorduk. Sonra bir gün karşımıza Murat Bey çıktı, Allah onu bize gönderdi. Bana ve eşime bir iş verdi, kızımın tedavisiyle ilgilendi. Kızım eğer şu an hayattaysa ve biz hâlâ bir aileysek bu Murat Bey'in sayesindedir."

Gülümseyerek sözünü bitirdi. Bense çoktan yemeği bırakmış onu dinliyordum. Murat zengindi pek âlâ bunu yapmıştır, konuşmasakta ondan uzak durmaya çalışsamda bazen görünen köy kılavuz istemiyordu. Onunda sırasının gelmesini istediğim insan, aslında birçok insanın derdine deva oluyordu. Anlamadığım şeyse bu kadar kötülüğün ortasında neden durduğuydu? Murat Sarper en ince ayrıntısına kadar incelenmesi gereken bir dosyaydı. Peki ben bu dosyanın neresinde kalacaktım; ben bu olayın savcısı mıydım yoksa yakını mı? Bir an önce işime devam etmeliydim. İki gün içinde sargım tamamen çıkacak ve ben bu hafta içinde adliyeye geri dönecektim.

Sema ile birkaç konu hakkında konuşmuş ve ona mutfağı toplamasında -ne kadar olmaz dese de- yardım etmiştim. Ondan sonra odama çıkıp saate baktım. Saat 12'ye geliyordu. Biraz etrafa bakındım çekmeceleri falan kurcaladım ve en sonunda kütüphaneye çıktım, bir kitabı alıp okumaya başladım. Saatlerimi ya bir şeyleri kurcalamakla ya da kitap okumakla geçirebiliyordum.

4 saat kitap okuduktan sonra salona inip oraları da kurcalamaya başladım ki bunu daha önceden de yapmıştım. Burada kırmızı bir fular karşılaştım. Kırmızı fularlar bir zamanlar çok moda olmuştu, bende almıştım. O zamanlar adliyeye öyle giderdim. Bir çok kırmızı fularım ve daha başka renklerde bir sürü fularım vardı. En son ne yaptığımı hatırlamasam da galiba eskilerle geri dönüşüme atmıştım ve böylece fularlara veda etmiştim. Nedense canım fular takmayı istedi ama elim gitmedi. Belki Megumi'den falan almıştı ya da belki kız arkadaşlarından birinindir. Neyse beni de çok ilgilendirmiyordu. Onun hayatı, onun sevgilileriydi. Hayatına karışamazdım.

Çekmeceleri karıştırmaya devam ederken telefonumun çalmasıyla bu işime de ara verdim. Arayan Murat'tı. Hayret bir telefonu olduğu aklına gelebilmişti!

"Alo Savcı?"

"Efendim?"

"Beş dakikaya oradayım, hazırlan evine gidiyoruz!"

"Ta..."

"Dıt, dıt, dıt!"

Bu da ne demek oluyordu? Sarper telefonu yüzüme mi kapatmıştı? Öyle olsun Murat Bey, demek ki artık böyleyiz. Bende size Selma ile mesaj yollamasını bilirim.

Giyinmeyecektim zaten evime gidiyordum. Ne hâli varsa görebilirdi Murat Sarper! Onunla uğraşacak halim yoktu!

♧♧♧

Korna sesi etrafta yankılanıyor sabrımın sonuna gelmiş ve geçiyordum. Hızla ayakkabılarımı giydim ve arabaya doğru hızlıca yürüdüm ve önünde durdum. Etrafımızda adamlar vardı ama hiçte umurumda değildi!

Arabanın kaportasına birkaç kez sertçe vurdum. Ne yapıyordu? Varlığımı bile hissettirmem derken bunu mu kast ediyordu? Soğukluğu? Tamam uzak durmasını ben istemiştim ama bu soğukluğu hak etmiyordum! Hem sıcak davranmasını da beklemiyordum, biz çıkarı için yan yana olan iki insandık, mesafesini düzgünce korumalıydı. Aklına estiği gibi davranamazdı.

"Derdin ne senin?" diye konuşmaya başlarken penceresini açtı

"Arabaya bin savcı!"

Arabadan inmiyordu, pekala bende binmeyecektim.

"Binmiyorum!"

Sinirle arabadan çıktı ya da o her zamanki soğuk ifadesinden oluşuyordu. Yaklaştı yaklaştı, bense yerimden kıpırdamadım en sonunda kulağıma doğru eğildi.

"Nerede olduğunun farkına var ve şu arabaya bin Lavin!"

Sinirliydi, o günkü çıkaramadığı acısını şimdi mi çıkartıyordu! Ne münasebetti ben tek başıma da gidebilirdim. Ona muhtaç değildim.

"Hıh, efendim? Ne demek bin şu arabaya?"

"Arabada konuşalım demek!" Kolumdan tuttu.

"21. yüzyılda telefonla haber vermek yerine başka biriyle haber gönderen bir insan mı diyor bunu Sarper?"

Kolumu hızlıca elinden çektim. Beni istediği yere yönlendiremezdi. Eğer ki ben isteseydim oraya giderdim.

"Bir savcıya emir verirken önce düşünmelisin!"

Kendi isteğimle yürüyerek arabaya bindim ve yüzümü cama çevirdim. Bu adam ya nasıl davranılacağını bilmiyordu ya da benden bir şeylerin acısını çıkartıyordu. Ona suçlu dememin mi ya da başka bir şeyin mi? Kesinlikle onu suçlu bulmamın acısını benden çıkartıyordu ama dediğim gibi görünen köyde kılavuz istemiyordu.

Murat arabaya bindiğinde neredeyse hiç konuşmadan yarım saat içinde eve geldik. Hoş konuşmaya yüzü de var mı bilmiyordum?

Evimin yolunu tarif etmeden geldiğimiz yetmiyormuş gibi evimin kapısının anahtarları da bilin bakalım kimdeymiş? Onda!

Kapıyı açmasıyla evimin sıcaklığı dışarıya doğru yayılmaya başladı. Ayakkabımı çıkarıp içeriye geçtim ve lambayı açtım. Her şey yerli yerindeydi, evimdeydim ve bu bana güven duygusu aşılıyordu. Mavi koltuk takımıyla döşenmiş salonum tam da karşımdaydı. Murat kapıyı kapattı.

Hiçbir şey söylemeden kapısı salona açılan odama girdim ve kapıyı aralık bıraktım. Belki gelirde özür diler diye!

Odamda gardırop, küçük bir komodin ve yatağım vardı. Dolabımın kenarındaki bavulu aldım ve yere koyup açtım. Dolabımın sürgülü kapağını çekerek eşyalarımı bavula koymaya başladım. Bilin bakalım kimin eşyası gardırobumda? O pisliğin! Eşyalarına ona yollamak istesem de bunun içi uğraşmayacaktım, kıyafet toplama kutusuna atacaktım. En azından ihtiyacı olan birileri giyerdi! Zaten o da istememişti kıyafetlerini.

"Yardıma ihtiyacın var mı?"

"Özür dileme şeklin bu mu Sarper?" diye sordum eşyalarımı dolabımdan alıp bavuluma yerleştirirken.

"Anlamadım?"

Ona doğru döndüğümde kapı pervazına yaslanıp bana doğru bakıyordu.

"Başkalarıyla laf iletmeler, o da yetmiyormuş gibi aramak yerine kornayla çağırmak mesela? Ne yaptığını zannediyorsun?"

Kaşları yukarıya kalktı, neler yapmışım ya diyordu kendi kendine. Bilerek yapıyordu, her hareketi!

"Özür dilenecek bir şey yok savcı! Telefonla konuştuğum için seni arayamadım!"

"Telefon konuşman bittikten sonra arayabilirdin!"

"Geç kaldım diye kızardın!"

"Kızmazdım! Yapmadığın işlerin doğrusunu bilemezsin Sarper! Benim yerime karar verme!"

"Uzatmayalım savcı!"

"Tamam! Çalışma odamda dolabımın içinde kırmızı bir kutu var içindekileri dolaba koyup kutuyu getirebilirsin!"

Kusura bakma demek bu kadar zor olmamalıydı. Başını salladı ve odadan çıktı. İçine kıyafetlerini, hediyelerini koyacaktım. Hediyelerini başka birilerine hediye ederdim! Askılıktan kıyafetlerimi alırken Murat'ın heyheyleri tekrardan üzerine geldiğinden mi bilinmez,"Lavin!" diye bağırmış ve ben ne olduğunu anlayamadan odaya bir elinde kutu diğer elinde not ile gelmişti. S***r, tabii ya not! Lanet olsun notu saklamayı unutmuştum. Hayır, hayır yok etmem gerekirdi. Salak Lavin ne diye ortaya koyuyorsun ki? Nasıl unuturdum onu orada!

"Bu ne Lavin?"

Gözlerinin içinden sanki alevler çıkıyordu.

"Not." diye mırıldandım. Nottu çünkü. Sarper kutuyu yere attığında ses seviyesi oldukça yükselmiş bana düşmanıymışım gibi bakmaya başlamıştı.

"SAVCII!"

"BANA BAĞIRMA!"

Alt tarafı bir not, manyağa bak! Hem o ne diye bana bağırıyordu. Kimdi o ya! Bana bağırma hakkını nereden buluyordu! Arabaya bin konuşalım diyen insan sanki karşımdaki adam değilmiş gibi davranıyordu!

"BU NOT KİMDEN LAVİN!"

Elinin köründen!

"BİLMİYORUM!"

"LAVİN!"

"Bağırma Sarper!"

Güçlü ayak sesleri yavaş yavaş yanıma geldi. Bana zarar vereceğini hissetseydim geriye doğru bir adım atardım!

"Sana bu notu kim verdi?"

"Bilmiyorum."

"LAVİN!"

Bilmiyorumdan anlamıyordu onu anlamıştık da dibime girmese miydi? Daha fazla gelmesini engellemek için elimi göğsüne koydum ve yavaşça ittirdim.

"Bil-mi-yor-um, anlıyor musun bilmiyorum!"

"Bilmiyorsan evine nasıl geldi?"

"Biri gece evime girip bırakmış."

Bir de o vardı. Binanın kamera kayıtlarına baktırmıştım ama her şey normaldi. Kapılarımdan hiçbiri zorlanmamıştı! Sanki anahtarımın kopyası birinde varmış gibiydi, her tehlikeye karşı gecenin köründe çilingir çağırmış ve anahtarı değiştirtmiştim. Eğer o gün masamda bir not olmasa delirdiğimi düşünürdüm ama not oradaydı. SARS'a bilerek bildirmemiştim çünkü benim o gün depoya gitmemi engellerlerdi! Daha sonra da olanlar yüzünden bildirmeyi de unutmuştum. Zaten şu sıralar çoğu şeyi unutuyordum. Aptal gibi!

"Sen..." dedi gözlerimin en derinine bakarak.

"Sen delisin Savcı. Canın hiç değeri yok mu senin? Çocuk musun sen?"

Elimi göğsüne bastırarak ittirdim onu. Bana yine çocuk diyordu! Nereden buluyordu ki bu cesareti? Karşısındaki insanı azarlayamazdı ve bir de dilinden düşmeyen çocuk lafı vardı! Canımı yakmak için bilerek söylüyor gibiydi!

"Yeter anlıyor musun yeter! Sorgulama beni. Bırak! Yaşadım işte yaşıyorum. Ve evet Murat ben deliyim. Can benim canım. Karışma!"

Onun benim hayatıma karışabileceği yeri çoktan geçmiştik! Neyimdi ki o benim ya?

Doğru düzgün arkadaşım bile değildi! Babamın yetiştirdiği çocuktu! Benden ona neydi!

Tamam kurtarmıştı ama bana çıkışma hakkı yoktu! Beni kurtardı diye hayatımı yönetme şansı yoktu!

"Peki düşündün mü Savcı Tarık Sarper'in eline düşseydin ne olurdu?"

Murat elini kaldırmış ve parmağını sallıyordu. Gözleri gözlerime sertçe bakıyordu.

"Düşmedim işte Murat anlıyor musun düşmedim! Karşındayım!"

Tek düşündüğüm şey SARS belasından kurtulabilmekti; elime yüzüme bulaştırsam da bir şekilde başarılı olmuştum tek farkla ölümden dönmüştüm. Evet bende biliyordum bunun yanlış olduğunu, yaptığımı da savunmuyordum ama onun da konuşma şekli yanlıştı. 18 yaşındaki insanlar kanunen özgür sayılır ve pekçok hakka sahip olursu. 31 yaşındaki birine bu durumda kimse hesap soramazdı!

"Ölmek kolaydır savcı kendini yaşat yaşatabiliyorsan!" dedi ve öfkesiyle birlikte odayı terk etti. Bense ardından bakakaldım.

"OFF! OFF!"

Niye her şey sarpa sarmak zorundaydı! Sarper diye diye evrene sinyaller yollamıştım herhalde! Belki de bir ileri bir geri hareketlerinle adamı delirttin Lavin! Yine suçlu ben mi olmuştum?

🌌🌌

Murat odadan çıktıktan sonra tüm eşyalarımı topladım. Odamdan çıktıktan sonra bir daha da gelmemişti zaten. Ne hali varsa görsündü! O pisliğin de eşyalarını toplayıp Murat'ın getirdiği kutuya doldurdum.

Kendi eşyalarımı bir büyük bavul bir de valize ancak sığdırabildim. Birkaç tane de elbise kılıfında kıyafetlerim vardı. Daha buzdolabım boşaltılacaktı ki buzlukta kışlıklar vardı ve bir sene boyunca dolapta kalırsa hem elektrik hem gıda masrafı yapardım. Çalışma odamdaki eşyaları da almam gerekiyordu. Yani kısacası evimi kapatıyordum. Hatta kiraya verip oradan da para kazanabilirdim. Bu da aklımın bir köşesinde bulunsa iyi olur.

Valizi yerden kaldırıp sürükleyerek koridora götürdüğümde Murat'ın kanepede uyuyakaldığını gördüm. Valizi koridorun ortasına bıraktım. Kendimi istemsizce ona doğru yürürken buldum. Gerçekten uyuyordu. Cenin pozisyonunda iyice montuna sarılmıtı. Üşüyor olmalıydı. Çalışma odamdaki battaniyeyi alıp geldim ve üzerine yavaşça örttüm. Dizlerimin üzerine çöktüm. Dün sabaha doğru gelmiştik ve Selma'nın dediğine göre bu sabah erkenden evden çıkmıştı. Ondan önceki günlerde uyumadığını varsayıyordum; gerçekten yorulmuş olmalıydı. Kaç gündür ayakta ve uykusuzdu. Bir de bugün dinlenmek yerine benimle gelmişti. Aslında gelmesine gerek yoktu ama o her seferinde ben istemesem de geliyordu. Yorgunluğu yüzünden okunsa da yüzündeki huzur gizleyememişti. Huzur... Gün boyunca aklım geçirdiğimiz üç gündeydi. Genelikle uçakta yaşananlardaydı. Kabuslarımdan sıyrılıp göğsünde huzuru bulduğum andaydı. Ne kadar kabul edemesemde bana sarıldığında kendimi babamın kolları arasında hissetmiştim. Hayır, bu daha sıcak bir histi. Kalp atışları kulağıma usul usul sakinliği fısıldıyordu. Huzuru daha önce bulduğumu sanırdım, Burak’layken. Onu sevdiğimi düşünürdüm bu bana huzur verirdi. Murat ise bambaşkaydı. O sadece bana sarılarak ruhumu rahatlatabilmişti. Neden böyle olmuştu, neden hâlâ onun yüzüne baktığımda huzur buluyordum? Beni ona iten bu kör duyguda neydi? Meslea onu ilk gördüğümde içimde saf nefret vardı, günler geçse de bu duygu değişmemişti. İkinci kez bu eve geldiğimde kafam karışıktı, düşünmem gereken onca şey vardı, en önemliside bedenimde çok fazla yara vardı. Beni her şeyin içinden çekip çıkardığında uzun zamandır tatmadığım ama tanıdık olduğum bir duyguya çarpmıştım. Babamdan kaynaklı mıydı bilmiyorum ama Murat bana önem veriyordu, bu üçüncü gelişimde dahi değişmemişti. Beni görmeden, tanımadan bana önem veriyordu. Bu hiçbir minnet duygusu barındırmayan yüzünden anlaşılıyordu. Uçağa binmeden önce kalbimin ritmini değiştirmişti, bunu o an anlasam da kulak vermek istememiştim. Çünkü kulak verkmek o kadar da kolay değildi. Bana kalırsa bu kadar kolay olmamalıydı. Tek bir dokunuşuyla her şeyin ritmini değiştiremezdi. Değiştirmişti... Belki de her şey uçakta kopmuştu. Beni ona iten hislerim hep birlikte ayağa kalkmıştı ve ben başka bir duyguyla daha karşılaşmıştım. Sevgi... Saçlarımı nazikliğiyle okşayan ellerden, kalbinden sevgi akıyordu. Gözlerinde de aynı duyguyu görmüştüm. Murat Sarper tanıdığım kadarıyla söz insanı değildi, duygularını hareketleriyle gösteriyordu.

Bu hislere ne kadar sağır olmaya çalışsam da olmamıştı, kalbim ona daha fazla karıştırmıştı. İlk anda yok etmem gererken hisler içimde büyümüştü. Bana ne olduğunu bilemiyordum. Zaten hayatımın ritmini değiştiren bu şeye aşinda bile değildim. Onun kollarında değilde sabah uçak koltuğunda uyandığımdaysa tüm duygular sesliliği oynamıştı, hayatımı adadığım ilke baskın çıksa da bana değen kalp sesi hâlâ ruhumu çalkalıyordu. Hoş ben iyi ve kötü arasında bir ayrım yapamayınca ondan her yönüyle vazgeçmiştim. Çünkü Murat benim için dokunulması bile yasak bir elmaydı. Ama bu bana haksızlık gibi geliyordu! O bana her şeyiyle yardım ederken ben ondan kendimce bir şeyleri esirgiyordum!

Biraz önce ne kadar tartışsakta şu an onu anlayabiliyordum. Benim için endişelenmişti. Daha önce biri benim için endişelenmediğinden onu anlayamamıştım. Aslında en başından bakılınca da hep benim için endişeliydi. Bir yanım hâlâ bana acıdığını ve babama gönül borcu olduğu için iyi davrandığını söylüyordu.

'Benim için yıldızları sayacağını söyleyip öylece git diyemezsin.'

Bunun ismi gönül borcu ya da acıma mıydı Lavin? Murat benim için bulunamaz x gibiydi belki de x'in hatırını sorarsam çözebilirdim onu ama y'ye haksızlık olmaz mıydı bu da? Bu kadarı fazlaydı, aklımın içini onunla bu kadar doldurmamalıydım ama karşımdayken aklımın içini doldurmamalıyım demekte kolay değildi. X ile Y aynı anda bulunabilir miydi? Bulunurdu.

"Teşekkür ederim." diye mırıldandım çünkü uyanık olsa bunu onun yüzüne karşı diyemezdim.

"Senin için yıldızları sayardım Murat eğer şu an bu durumda olamasaydık. Sen dokunulması bile yasak bir elma olmasaydın. Ya da ben dokunabilecek bir el olsaydım."

Murat tüm söylediklerinde haklıydı. Eğer o gün orada olmasaydı kim bilir ne hâlde olurdum veya bir hâlde olabilir miydim? O gün beni saklamasaydı belki de bugün bunları yaşayamazdım. Montunu üzerinden alıp battaniyeyi üzerine örttüğümde biraz mızmızlansa da uykusu dağılmamış battaniyeye sarılmıştı.

"Ben aslında bu kadar inişleri çıkışları olan bir insan değilim Murat. Sana yük olmak istemiyorum, kendimi ezdirmek istemiyorum, yenilmek istemiyorum. Ama sen her seferinde sözcüklerine beni alt ediyorsun. Bende seni alt etmek istiyorum ve galiba seni hiç düşünmüyorum. Bunun için senden özür dilerim."

Yanından kalkıp banyoya girdim. Bu konu hakkında daha fazla düşünmek istemiyordum. Elimi yüzümü yıkadım. Yüzümü peçeteyle silip peçeteyi çöpe attım ve çalışma odama girdim. Her şeyimi topladım bilgisayarımı, kitaplarımı, dosyalarımı her şeyimi... Sanki bu eve bir daha giremeyecek gibi, gidecektim. Burası benim evimdi. En son olarak kilitli çekmecemi açıp silahımı aldım ve belime yerleştirdim. Gitmeden önce son bir kez odamın kokusunu içime çektim.

Topladığım eşyaları alıp içeriye geçerken Murat'ın çoktan kalkıp telefonla konuştuğunu gördüm.

"Anladım... Teşekkürler... Tamam o zaman sonra görüşürüz." dedi ve telefonu kapattı.

Uyku sersemi hâliyle gülümsemeye çalışarak, "Savcı tüm evi toplamışsın." dedi.

Yüzüne yüzüne az önce biz kavga ettik farkında mısın demek istemiş ama diyememiştim.

"Elektronik eşyalarımı da yanıma aldım, güvenlik açısından bir sıkıntı olur mu?"

"Olmaz sav..."

Kelimesini tamamlayamadan etrafımız kapkaranlık olmuştu.

"Şalter attı galiba ya!" deyiverdim. Arada atıyordu zaten.

Murat camdan bakarak şalterin attığını onayladı çünkü diğer evlerin ışıkları yanıyordu.

"Şalter kutusu nerede, bakayım bi!"

"Hemen dolabın üzerinde." derken parmağımla yukarıyı gösterdim ama bu karanlıkta görememiş olsa gerekti. "Sandalye getireyim."

Mutfağa gittiğimde içerisinin buz gibi olduğunu fark ettim. Balkon kapısı açıktı.

"Murat balkonun kapısını mı açtın?"

Pencereyi kapatmaya giderken, "Hayır, ben açmadım!" cevabı gelmişti ve bu benim irkilmeme sebep olmuştu. Geldiğimizde kapı kapalıydı, hava da rüzgar falan da yoktu. Yani kendiliğinden açılma ihtimali çok düşüktü.

Elim istemsizce silahımın kabzasına giderken telefonumu elime aldım ve feneri açarak cebime ışığını görüleceği bir şekilde yerleştirdim. Etrafta bir şey yoktu ama ben yine de tedirgin olmuştum.

"Savcı, nerede kaldın?"

Murat'ı umursamadan kapıya doğru yöneldim. Silahın kabzasını sıkıca tuttum ve balkonun açık kapısına doğru yürüdüm. Başta görünmeyen kısıma geçtim ve birden balkona çıktım ama hiç kimse yoktu. Peki ya kapı nasıl açılmıştı?

Arkama döndüğümdeyse bir karaltıyla karşılaştım ve istemsizce silahı kafasına geçirmeye çalıştım ama bir el tarafından durduruldum

"Lavin n'apıyorsun?"

"İnsan geldiğini söyler, asıl sen ne yapıyorsun?"

"Sandalye getireceğini söyledin sonra da ses vermedin bana!"

Acaba kapıyı daha önce açık falan mı bırakmıştım ama bu imkansızdı. Biraz önce kapalıydı!

"Kapı açılmış."

Belki de kapatmayı unutmuştum ve birden açılmıştı! Kapının kolunu tutup çektiğimde kolu elimde kaldığında sırtımdan sırtımdan ince bir soğuk hava akımı geçti.

"Evde biri var." diye fısıldadığımda silahımı tekrardan çıkartmıştım.

Başka bir açıklaması olamazdı, evime biri girmişti. Belki de biz geldiğimizde evdeydi ve Murat uyurken gitmişti ya da hâlâ evdeydi.

Murat'tan bir hareketlilik geldi, sanırım o da silahını çıkartmış olmalıydı.

"Arkamda kal!"

Telefonunun fenerini açtığında silahının üzerine yerleştirdi, bense feneri açık telefonumu düzgünce yerine yerleştirip silahı sıkıca tek elimle tuttum. Ne kadar onun arkasında kalmayacak olsam da onunla birlikte ilerledim. Flashı yüzüme doğru dönünce kaş işaretiyle odamı gösterdiğimde o da çalışma odama yöneldi. Sakince odama girdim etrafa baktım ve sonra da kapı arkama. Zaten saatlerce evime giren biriyle aynı odayı paylaşmış olamazdım. Geri çıktım ve Murat gelene kadar yavaşça salonu taradım ama kimse yoktu. Hayır, banyo da da kimse olamazdı daha yeni girmiştim.

"Temiz."

"Burası da!"

Gözümle ileriyi işaret ettim. Ya tuvalet ya da banyodaydı ama ikisi de çok az bir ihtimaldi. Belki de o kimse gitmişti! Birlikte banyoya doğru yöneldik ben kapının soluna Murat ise sağına geçti. Kapıyı açıp sertçe ittim ve aynı anda içeriye daldığımızda koca bir boşlukla karşılaştık.

"Temiz!"

Bu kişi tuvalete saklanamazdı değil mi? Tuvalet çok küçüktü ve saklanmak için çok riskliydi!

"Tek bir yer kaldı." diye fısıldadım ve arkamı döndüğümde yere metal bir şeylerin düşüş sesi duyuldu ve karanlığı toz bulutu kapladı. Kalbim hızla atarken evime gelen kişinin hâlâ burada olması korkunç bir kabus gibi yüzüme vurdu...


Loading...
0%