Yeni Üyelik
16.
Bölüm

Yılmaz

@1benzen

İnan bunun sonu aynı olacak,

Beni tekrar beraber olabileceğimiz düşüncesine inandırabilecek iyi bir sebep yok!

"Soyadın gibisin güçlü yıkılmaz, yılmaz!"

"Kalbini bana karıştırma Lavin!"

01.12

Hikmet Anıl Öztekin'in kitabında okumuştum; ve şu da var diyordu:

İki insan birbirinin kaderiyse er ya da geç, sonuç ne olursa olsun yine birbirlerini bulurlarmış, hiç umulmadık bir zamanda bile.

Yaşadığımız olaya değildi bu hatıralarım, öylesine düşüvermişti aklıma. Eskiden bu söz bana hep Yekta'yı hatırlatırdı! Gitmişti işte, neredeydi ölmüş müydü kalmış mıydı bilmiyordum! Günlük hayatta kötüyü düşünen bir insan değilimdir ama bazen önüme bir ölüm vakası geliyordu işte o zaman acaba diyordum o olabilir mi? Hoş olsa bile tanıyabilir miydim orası da meçhuldü. Her konu nasılda ona çıkıyordu ama? Ya da aklımızı başka bir olaya vermeye çalışıyoruzdur savcım. Belki de! Mesela kaçmıyordum, zihnimi kaçırıyordum ondan, Murat'tan! O da benden farksız sayılmazdı. Adam araba sürüyor Lavin! Ama ciddiydi. Zaten o genelde ciddiydi, belki de onun için o kadar da önemli bir olay değildi! Ama ben ona her kaçamak bakış attığımda aklıma o an geliyordu. Bak mesela kapatıyorum gözlerimi, karşıma çıkan manzara Murat'ın bana ne kadar yakın olduğuydu. Saçmaydı, aklıma gelmesi, aklıma girmesi, aklımda bir yer edinmesi bile saçmaydı. Çünkü ben o şerefsizden yeni ayrılmıştım. Tamam aşık değildim ona ama insan birlikte zaman geçirdiği insanın sevgisini bir anda silememeliydi! Belki de bu kadar kötü bir sonla bittiği, dramatize edilmediği içindi ama bilmiyorum yani Yekta hep aklımdaydı, mesela günde bir kez aklıma gelmediği olmuyordu fakat ben Burak'ı unutabiliyordum. Acısı bile yeniydi, garipti. Çok anımız geçti, uzun süredir birlikteyiz ama yine de hatırımda kalmıyordu! Murat ise Yekta'nın yolundan gidiyordu çünkü her zaman yan yanaydık istesem de unutamazdım ki onu. Araya mesafe koymayı da denedim, en fazla beş gün dayanabildim, daha fazlasını yapamadm! Uzaklaşamıyordum ondan aksine daha da yakınlaşıyordum! Bunun ismi korkuydu galiba ya da çok erken bir teşhis koyuyordum kendime.

"I wana cry, I wana learn to love!"

Ay bir de sen eksiktin Another Love! Sen de gel tam olsun. Resmen radyoya bön bön bakıyordum. Gerçekten de fazlaydı. Ah pardon Murat'ı unutmuşum o da parmağıyla şarkıya ritim tutuyordu. İkisi de üzerime üzerime geliyordu! İnsaf biraz, insaf!

"On another love, another love. Al my tears have been used up!"

Başka bir aşkta, tüm gözyaşlarım tükendi. Başımı camdan dışarıya doğru çevirdim. Yağmur damlaları cama çarpıyor ve sonra kayıp gidiyorlardı. Hiçbir şeye gücüm kalmadı gökyüzü...

♧♧♧♧

Öncelikle eve geldik. Odama çıkar çıkmaz duş alıp eşyalarımı topladım. Daha sonra Murat ile evden çıkıp hava alanına geldik. Uçağın saatine ancak yetişip direkt olarak uçağa geçtik. Koltuğa oturabilmem birkaç dakikamı aldı, birinci sınıf kabin mi yoksa business kabin mi olduğunu anlayamadım. Ama bence birinci sınıf kabindi, kendine ait bölmesi vardı. Küçük bir oda gibiydi! İki kişilik birinci kabini de ilk defa görüyordum.

Tamam nasıllar diye daha önceden içine bakmıştım ama bu kadarını da beklemiyordum. Hem zaten bu paralı parasız ayrımı da neydi? Bana kalırsa uçaktaki sınıf ayrımı kalkmalıydı! Sonucunda otobüslerde sınıf ayrımı yoktu yani! Uçak kalkana kadar hiç konuşmadık. Bende hiçbir yeri karıştıramadım çünkü Murat'ın daha gözleri kapanmadı. Beni böyle görmesini istemiyordum! Kimsenin beni böyle görmesini istemezdim ama karıştırmam gereken her yer bana doğru bakıyordu! Gel bizi karıştır diyordu sanki! Mesela koltuğun kenarındaki çıkıntıda bulunan düğmede neyin nesiydi? Dokunmak istiyordum! Televizyon ünitesinin yanında kenarda bulunun gri çantada ne vardı? Peki ya televizyon ünitesinin altın sarılığının gözüme çarpması, üstünde de zaten bir çıkıntı görmüştüm! İçinde ne vardı acaba? Bir de ünitede çekmece vardı içinden bari sabun falan çıksındı koklardım.

İnşallah Tokyo'da kalacağımız otelin de güzel duş jelleri vardır? İnşallah otelde kalırız!

"Murat?"

"Efendim!"

"Otel de mi kalacağız?"

"Cık."

"Nasıl? Niye otelde kalmıyoruz?"

Otelde kalsaydık sabunlarını giderken alırdım hem? Çok güzel kokuyorlardı, bir kaç ay yeterdi bana!

"Niye otelde kalalım ki? Megumi bize yer ayarladı!"

Megumi de kim oluyordu ya? Her yerde ismi vardı! Hem o nasıl bir isimdi ya kadın mıydı erkek mi? Yok bu böyle olmayacak, internete girmeliydim. Telefonu elime alıp internete Megumi yazdım anında görseller girdiğimde bir sürü kadın resmi karşıma çıktı. Bir kadın ona ev mi ayarlamıştı? Ayarlamış olabilir Lavin sonucunda Murat özgür bir erkek. Ne yapıyorsa yapsın bize ne!? Benim yanımda yapamaz! Zaten aynı odada olmayacağız, ne saçmalıyorum ki ben? Ne halleri varsa görsünler! Uçak tamamen göğe yükseldiğinde bulutların üzerine çıktık. Murat ise kafasını başlığa koyup sonunda gözlerini kapattı. Biraz daha bekledikten sonra uyuduğunu var sayarak kenardaki tuşa bastım. Bölme aydınlandığında içinden bir sürü içecek ortaya çıktı.

"Hığ!" inanamıyordum. Her renkten içecek vardı! Acaba bu adam ne kadar zengindi? Bize ne Lavin? İki tane cam bardakta koymuşlardı. Rastgele gözüme ilişen turuncu şişeyi aldım, portakal suyuydu! Bari verdiği paraya değsin diyerek bardağıma portakal suyunu doldurdum. Biraz ayağa kalkarak ünitedeki altın sarısı çıkıntıyı açtığımdaysa bir şok daha yaşadım o makyaj malzemesi çantası mıydı? Yerine koydum, almamalıydım, almamalıydım. Hem daha çekmeceyi açmamıştım. Bu seferde çekmeceye yöneldiğimde içinden defter kalem çıkmış bense buna gülmüştüm. Not defterini yerinden çıkardım. Hayır bunları burada bırakamazdım. Hem o makyaj malzemelerini merak ediyordum. Çok güzel duruyorlardı. Aaa bir de gri poşet vardı. Onu da elime alıp açtığımda içinden iki tane kulaklık çıkmıştı. Vay be birinci sınıf kabin baya baya zengin işiymiş! Keşke kamera getirseydim vlog falan çekerdim. Başlığına da birinci sınıfı soydum yazardım ama bu bir savcı için etik olmazdı ama bende şu an işimi yapmıyordum kulaklığı bırakıp diğerlerini alabilirdim.

"Al alacaksan bakma öyle."

Sesi yerimden sıçramama neden olmuştu! Sanırım yakalandım, uyumuyormuş!

"Alırım bak?" dedim gözlerine bakarken ama o gözlerime bakmıyordu, gözleri kapalıydı! Dudakları iki yana kıvrılmıştı. Pis herif neye gülüyordu?

"Al, al, çekinme!"

Hem zaten ödedi parasını bari parası boşuna gitmesindi. Defteri, kalemi ve makyaj malzemelerinin olduğu poşeti alıp çantama attım! Rahatlıkla koltuğa oturup elime portakal suyunu aldım. Bulutlara bakarak içeceğimi yudumluyordum. Vay be birinci sınıf kabin demek? Kesinlikle kapatılmalı! Kesinlikle!

"Bir şeyler içmek ister misin?" diye sordum! Madem uyumuyordu içmeliydi!

"Cık."

"Peki!" Canın isterse!

Neyse uyusun bari o, zaten çok yorgundu. Bende o zaman uykum gelene kadar tableti karıştırayım. Aklıma bir soru daha takıldı.

"Özel uçağın yok mu senin?"

Dudakları iyice yukarıya kıvrıldı.

"Lavin ben mimarım milyarder değil!"

"Uçak kiralatabilirdin, ya da jet? Yani kiralat diye değil canım ama merak ettim."

Murat iyice gülümserken tamamen koltuğa gömüldü ve bir şey söylemedi. Anladık o sadece zengindi. Neyse uyusun o ben buraları karıştırırım. Tablete yöneldim ışık, koltuk, kapı ayarları vardı. Ve bizim kapımız açıktı bence kapanmalıydı. Kapat tuşuna bastım ve kapı yavaşça kapandı. Vav demek istesem de içimde tuttum çünkü Murat yorgundu ama kapı güzeldi. Yani güzel kapandı. Işık ayaları ile oynayıp onunla zevk alamadım. Zaten yanıp yanıp sönüyordu. Koltuk ayarlarına geçtiğimde yatak modunu gördüm. Murat böyle uyursa bir yeri tutulurdu bence yatak modunda yatmalıydı ama önce kendimde denemeliydim ekrandaki tuşa basarken koltuğa iyice yaslandım. Gerçekten de harikaydı tam yatak gibi oldu. Buna da vav!

"Savcı?"

"Efendim?" diye sordum doğrulurken.

"Uyumaya çalışıyorum!"

"Aşk olsun Murat, ben senin için yatak modunu deneyeyim Gratis'teki o deneme ürünü olayım sen gel bana de ki rahatsız oluyorum! Hem suç bende niye seni düşünüyorsam ellemiyorum işte ne yaparsan yap!"

Gözlerini açıp yüzünü bana döndü ve tablete uzanarak koltuğu yatak moduna getirdi.

Bense bana cevap vermediği için ona iyice küstüm. Hem o uyurken ben ne yapsaydım? Ben ona bakıyordum o ise tavana, bana baksaydı ya? İnsan bir cevap verirdi!

"Çok konuşuyorsun Lavin! Ben sana rahatsız oluyorum demedim!"

"İma ettin?"

Kaşları iyice kalkmıştı sanki bana aynen öyle Lavin, diyordu!

"Her yere baktın Lavin ama en güzel yeri yakalayamadın?"

"Ne başka bir bölme daha mı var?" dedim heyecandan doğrularak! Belki sabun çıkardı ya da parfüm! Koklardım.

"Arkana yaslan ve tavana bak."

Anlayamadım tavanda tavan vardır ne olacak yani?

"Beni dinle!"

Yatar pozisyona geçtiğimde çocuklar gibi sevindim.

"Aaah! Yıldızlar var bir sürü!"

Tavan resmen gerçek karanlık gökyüzü gibiydi. Elimi uzatsam tutabileceğim kadar yakındı. Utanarak söylüyorum ama ben galiba sevdim bu birinci sınıf kabini. Neyse Lavin biz çok alışmayalım.

"Çocukken yıldızları saymaya çalışırdım ama hiç başarılı olamaz uyuyakalırdım. Gece nasıl olsa uyanınca tekrar sayarım derdim ama akşam hiçbiri yerinde olmazdı."

Murat belki de ilk defa benimle bu kadar açık konuşuyordu.

"Ne garip değil mi? Bakıyorsun varlar ama aslında yoklar. Bazen geçmişten gelen birine bakıyormuşsun gibi hissettiriyor, geçmiş ama geçmemiş."

Bakın gökyüzündeki yıldızlara ve şunu hatırlayın aslında onlar orada yok. Yıllar önce gelmişler, yıllar önce gelen ışık parçalarını görüyorsunuz. Hoş bu da zaten tartışmalı. Işık dalga modeline mi yoksa tanecik modeline mi uyuyor? Fizik hocamızın bir sözü vardı çok iyi hatırlıyorum. Biz ona baktığımızda tanecik modeli bakmadığımızdaysa dalga modeli oluşuyormuş. Yok daha neler demiştim ama Stephen Hawking'in kitabını okuduğumda gerçekten de öyle olduğunu öğrenmiştim. Evren gerçekten çok garipti. Bizse bu evrendeki küçücük bir noktanın görünmeyen parçacıklarıydık.

"Daldın yine." diye mırıldandı. Gözlerimin parladığını hissederken iki elimi birleştirip yanağıma koyarak ona doğru döndüm.

"Sence Yong mı Newton mı?"

"Anlamadım."

"Yani hangisini savunurdun?"

"Fizikten hep çok düşük alırdım." dedi gülerek.

Kafasını bana doğru çevirdi! Bir MF öğrencisi olarak ve o zamanlar mimarlığın puanının yüksekliğini de var sayarak inanmayan gözlerimi ona diktim.

"MF okudun ama?!"

"Sende TM okudun?!"

"TM'ciler fizik bilemez diye bir kural mı var Bay Murat?"

"MF'cilerin fiziği iyidir diye bir kural var mı Savcı?"

Kalbine hafifçe vurarak -ki bu istemsiz refleksif bir hareketi- doğruldum.

"Bunun için tartışmaya girmiyorum."

Portakal suyumdan bir yudum daha aldım. Ve koltukta bağdaş kurup tablete döndüm. Çift kişilik yatak oluştur da vardı. Galiba aramızdaki kolçakları indirip yatak kısımlarını birbirine itiyordu. Deniz'e bunu söylemeliydim. Azra ile gelirlerse birlikte uyusunlar. Hem Deniz uyumamıştır ki. Telefonu açtım ve uygulamaya girdim.

Sen:

Siz hep birinci sınıf kabinde mi uçuyorsunuz?

Deniz zaten çevrim içiydi bakmasıysa kısa sürmüş hemen yazmaya başlamıştı

Deniz:

Hayır, business class. Firstte mi uçuyorsunuz?

Sen:

Ayıp ayıp bir savcıya first class mı yazılırdı?

"Murat hep birinci sınıf kabinde mi uçuyorsunuz? Yani siz zenginler?"

Adama da pat diye de söylenmezdi Lavin! Paraya hep mi kıyıyorsun gibi oluyordu. Adam zengin Lavin!

"Bilmem değişiyor, hem bileti ben almıyorum."

"Kim alıyor?"

"Sekreterim alıyor genelde!"

"Sekreterin mi var?"

Kesin güzel bir kadındır hem bilgilidir de. Zaten dizilerde plazada patron olan zengin erkeğin mutlaka güzel bir kadın sekreteri oluyordu. Yani n'apalım Murat'ta güzel sekreter seviyor, ay istiyor galiba.!

"Hıhı!"

Hem benimde kalemimde vardı ki onu ben seçmemiştim. Yani çalışırken vardı şu an nerede başka birine mi verildi hiç haberim de yok. Bir an önce işime başlamalıydım!

Sen:

Evet! Uçağa saray yerleştirmişler.

Sen:

Haa bu arada siz de Azra ile denk gelirseniz bu yatak aman koltuklar çift kişilik yatak oluyor öyle yatın.

Deniz:

Oha inanmıyorum!

Sizi gidi siziler!

Sen:

Yuh Deniz! Daha neler?

Gerçekten de daha nelerdi, Deniz'in içi fesatsa ben ne yapabilirdim? Ayh yapmıyorum iyilik falan, al birini vur ötekine. İkisi de yanlış anlıyor tencere kapak misali bulmuşlar birbirlerini!

Deniz:

Ne bileyim kızım sen öyle deyince çift kişilik yatak oluyormuş diye bende birleştirdiniz de uyuyorsunuz zannettim!

Sen:

Fesatsın Deniz! Seni karına şikayet edeceğim. Zaten andezit taşlarında kırılmış! Hem ne alaka yani Murat yanımda uyuyor.

Gerçekten de uyuyor gibiydi. Ya da yine numara yapıyordu. İnşallah horlamıyordur.

Deniz:

Karım yanımda Laliciğim. Utanmasınlar birleştirsinler diyor.

Sen:

Şakanın şeyini çıkarmayalım Denizciğim. İyi geceler!

Eğer Azracığım da böyle düşünüyorsa bir yuh da ona! Ne halleri varsa görsünler. Yaşları başları kaç olmuş bir de evlenmişler yani!

"Murat!" diye fısıldadım.

"Efendim?"

"Deniz'i işten kovalım bence? Ya da vazgeçtim evli barklı adam. Kalsın kalsın."

Gözleri hafifçe ve yorgunca açıldı. Resmen adama huzur vermedin Lavin! Yorgun bir gülümseme vardı suratında, ben olsam kızardım bir uyutmadın kardeşim be diye?

"Sana da rahat vermedim! Uyu sen ben sustum."

Ağzımı fermuar gibi çekip ona doğru dönerek yatağa uzandım. O da yönünü bana doğru çevirdi.

"İyi geceler Savcı..." gözlerini kapattı ve yüzümü gülümseten o sözcükleri sıraladı:

"Rüyanda beni gör!"

♧♧♧♧

Yine o garip sesler vardı yine yağmur yağıyordu, etraf karanlıktı. Ne işim vardı benim burada neyi arıyordum sokağın ortasında? Koştum koştum ve sonunda ışığı yanan bir ev buldum. Birden yere çakıldım, düştüm. Başımı kaldırdığımda karşımdaki ev bizim evimizdi. İçinde annem, babam ve Yekta'nın ailesi vardı. Tüm kaybettiklerim o evin içindeydi. Ben de vardım, çok küçük başına geleceklerden habersizdim.

"Gidin buradan!" diye bağırdım, kalkmaya çalışırken ama bir güç beni yere çekiyordu. Kalkamıyor debelenip duruyordum. İçerideki herkesse gülüyor beni duymuyorlardı.

"Gidin bu şehirden başınıza çok kötü işler gelecek!"

Beni duymuyorlar ve daha fazla gülüyorlardı. Buradaydım beni görmeliydiler.

"Gitmeniz gerekiyor eviniz başınıza yıkılacak!"

"Gidin nolur gidin sizi de kaybetmek istemiyorum!"

Avazım çıktığı kadar bağırıyor ve yüzümü ıslatan gözyaşlarıma yağmurlar karışıyordu. Yerden kalkamıyor artık çabalayamıyordum.

"Nolur gidin bu diyardan, nolur öleceksiniz! Sizi tekrar kaybedemem."

"Boşuna uğraşma Lavin duyamazlar!"

Arkamdan gelen o sese başımı çevirdim. Karşımda uzun boylu bir adam vardı yüzünü göremiyordum.

"Sen bağır duymuyorlar beni!" dedim!

"Hepsi gitti!" dediğinde adam ayağımın altındaki yer sarsıldı ve ev birden çökmeye başladı. Sadece bizim evimiz çöküyordu, sadece bizimki!

"Hayır! Hayır! Olamaz!"

Adama doğru döndüm.

"Ne yaptın evime?! Geri getir onları!"

Yerden kalkıp adamın yakasına yapışmak istiyordum ama sanki ellerim ayaklarım yere prangalanmış gibiydi.

"Bir tek ben kaldım Lavin! Senden geriye!"

Bana doğru eğildi, hâlâ yüzü seçilmiyordu. Kimin nesiydi bu adam?

"Kimsin sen? Bırak beni!"

Elini bana doğru uzattı geri çekilmeye çalıştım ama olmuyordu kımıldayamıyordum. Eli doğrudan kalbime ulaştığında göğüs kafesimde korku uyandı.

"Sen bırak beni Lavin, geçmişini geleceğine karıştırma yoksa geleceğinde geçmişin gibi olur. Ben tam buradayım. Gökyüzünde değil!"

"Yekta!" diye mırıldandım acı içinde. Kalbime korkuyu dolduran kişi o muydu? Geri alsın!

"Kalbini bana karıştırma Lavin, sen bana benzeme!"

Kalbimden uzaklaşan elini şimdiyse geri yakalamaya çalışıyordum. Tutmak istiyor, gitmesini istemiyordum!

"Yekta geri dön bana!"

"Ne olursun geri dön! Canım yanıyor!"

"Nolur!"

Etraf sarsılıyor sanki dünyam başıma yıkılıyor gibiydi. Geri gelmesi gereken herkes hızla benden uzaklaşıyordu.

"Lavin!"

"Lavin!"

Sıçrayarak yerimden kalktığımda tam da karşımda Murat'ı buldum.

"Şşşt, sakin ol sadece bir rüyaydı."

Ona doğru baktım.

"Hayır rüya değildi." diye mırıldanabildim nefes nefese! Gerçek gibiydi, Yekta'nın göğsüme yerleştirdiği korkuyu hâlâ hissediyordum.

"Sakin ol."

Ben tam buradayım demişti eli kalbimdeyken, şimdi eli de gitmişti acıyla yanıyordu yüreğim. Niye beni bırakmışlardı geride? Beni de alsalardı! Ben istenilmeyecek biri miydim? Beni de alsalardı ya yanlarına? Hem bir aile çocuğunu nasıl bırakırdı? Kediler bile yavrusuna sahip çıkıyorlardı, onlar niye beni bırakmışlardı? Kalbim acıyordu, yaşları gözlerimde tutamıyordum. Ben nereye aittim? Sanki hiçbir yere ait değilmişim gibi hissediyordum. Hiçbir şeyi hak etmiyormuş gibi. Silinip gitmek istiyordum, unutulmak ve hatırlanmamak! O ev benimde üstüme yıkılmıştı ve o ev bana da mezar olmuştu ama hâlâ nefes almaya devam ediyordum.

"Şşt, tamam gel buraya!"

Bir el tarafından sarmalandım. Murat... O peki o acıyor muydu bana? Ben babası, annesi, ailesi onu terk etmiş bir kızdım. O da bana acıyor muydu?

Beni iyice kendine çektiğinde kolları tüm bedenimi sarmıştı. Yıllarca tek başıma sarmaya çalıştığım benliğimi sarıyordu.

"Anlatmak ister misin bana? Ne gördün?"

Yavaşça doğrulup gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim. Doğrudan korumacı bir şekilde kahve gözlerinin derinlerine baktım.

"Acıyor musun bana?"

Korkarak sorduğum sorunun cevabı beni daha da korkutuyordu. Sakin ol, sakin ol! "Neden?"

Evet ya da hayır demesi yeterliydi. Evet derse kendimi toparlardım, hep toparladım. O zaman beni böyle görmesine bir daha izin vermezdim ama hayır da derse ne yapacağımı bilemezdim. Ne eveti ne de hayırı kabul edemiyordum. Sadece sakinleşmem gerekiyordu!

"Böyle olduğum için."

Gülümsedi ve başımı kendi göğsüne doğru çekti. Cevap vermesi gerekiyordu.

"Nasıl?"

"Böyle işte; güçsüz, yalnız." diye mırıldandım!

Yalnızlık, hayatımın tanımı gibi olmuştu. Tek başına geçirilmiş bir ömür.

"Cık, yanılıyorsun Lavin Yılmaz. Soyadın gibisin güçlü yıkılmaz, yılmaz."

Bir çocuğa söyler gibi söylüyordu bunları. İyice anlamasını ister gibi tane tane.

"Ayaktasın ve çok güçlüsün Lavin. Yalnız değilsin, kabul edemesen de hâlâ bir ailen var. Deniz, Azra, ben varım."

Yüzüne baktım inanmaz gözlerle. Gözleri bana inanmamı söylüyordu. Ama inanırsam güvenirdim, inanırsam düşerdim ve ben düşmek istemiyordum çünkü bu sefer kaldırmaya çalışanım bile olmazdı.

Aile kelimesini tekrar kurmayı denediğimde altında kalan yine ben olmuştum. Bilmiyorum, kafam karman çorman bir haldeydi. Belki de bazen düşünmemek akışına bırakmak gerekiyordu. Ne olursa olsun, zaten her şey olacağına varıyordu. Gardımı tekrardan kaldırır mıydım bilmiyordum ama şu an inikti. Zaten Murat'ın yanında gardımı korumaya çalışırken saçmalıyordum. Beni görmemesine uğraşmak içinse çok yorgundum. Sağ elimi beline sararken göğsüne iyice sığındım. Adamın kucağındasın Lavin, ne gardından bahsediyorsun? Ne saçmalıyorsun koltuktayım ben! Gözlerimi aşağıya kaydırdığımda utancımdan ölmek üzereydim. Ne ara gelmiştim kucağına, ben mi gelmiştim? Tamam sakin ol! Sakin! Demek ki o çekmiş kucağına. O versin hesabı bana.

"Su ister misin?"

"Cık."

"Başka bir şey ister misin?"

"Cık. İyi böyle."

Kıkırdaması resmen suratıma çarptı. Yani bir şeye gerek yok demek istedim. Kucağında keyfim rahat demedim ki! Değil mi? Yalan desem yukarıda Allah var, her an çarpabilir beni! Hem çokta güzel kokuyordu. Parfümünün markası neydi acaba?

"Murat?"

"Efendim!"

"Ben sıkıcı bir insan mıyım?"

İkinci bir gülüş daha suratıma çarptığında kendini koltuğa bırakmıştı. Demek ki çift kişilik yatağa gerek yoktu. Ellerini saçlarıma yerleştirdi ve oynamaya başladı.

"Pardon." dedi ve elleri geri çekildi.

"Böyle olmamızda bir sakınca var mı?" diye sorduğunda bu sefer kıkırdayan bendim. Nasıl olmamızda diyebilirdim. Hem elinin saçımda olmasından böyle dediyse zaten kucağındaydım. Kucağına çekmişti beni!

"Oynayabilirsin sıkıntı yok." dediğimdeyse üçüncü bir gülüş suratıma çarptı.

Elleri tekrardan saçlarımla buluştu ve oynamaya devam etti. Her şeyi alıp götürüyordu, sanki parmakları şifalıydı.

Soru sormak istiyor ama soru sormaya da çekiniyordum. Üzerinde bulunuyor olmamın düşüncesi beni çok utandırıyordu hem uçaktaydık. İnsanın ayakları yerden kesilince uçuyorum sanıyormuş demek ki.

Gözlerimi kapattığımda duyduğum tek şey kalbinin sesi ya da kalbimin sesimdi. Saçlarımla oynayan eli ise beni mayıştırıyordu.

Sen bırak beni Lavin.

Kalbini bana karıştırma.

Eğer karşımda olsaydı onu kalbim karmakarışık diye yanıtlardım. Murat'a kalbim karıştırıyorsun diyemezdim. İçimin ona nasıl kaynadığını nazik dokunuşların sahibi olan adama söyleyemezdim. Bunun ne olduğunu zaten kendime de söyleyemiyordum ki bunu bende unutmalıydım.

Gözlerimi açtım ve gökyüzüne -tavana- baktım. İster istemez onun için saymaya başladım. En kenardan başladım saymaya, belki bir gün ona gerçek yıldızları sayardım. Ona içimdeki bu duygulardan bahsedemezdim ama onun için tüm yıldızları sayacağımı söyleyebilirdim. Sayamaya başladım.

"Murat?"

"Efendim?"

"Yıldızları saymayı bırakalı ne kadar oldu?"

İç çekti ve biraz bekledi.

"Çok oldu Lavin, hesaplayamayacağım kadar çok."

"Bir gün hepsini senin için saymak isterim Murat. Ve o gün geldiğinde senden bir şey isteyeceğim."

Durdu, durdu ve ağzını açtı.

"Peki ya isteğini kabul etmezsem?"

"Unuttun mu iddiayı ben kazandım?"

Sesini kalbime karıştıran bir gülüş daha geldiğinde gülüşlerini hesapladığımı fark ettim.

Onun için bu yıldızları sayan ben bir gün kalbimdeki yıldızından vazgeçebilecek miydim?


Loading...
0%