Yeni Üyelik
30.
Bölüm

Zülüf Ve Gonca

@1benzen

Bu bölümü atmaya çalışırken Araf bölümünü sildim ve onu tekrar yayınlamak zorunda kaldım ama şimdi uygulama bölüm düzenlememe de izin vermiyor. Neyse bir şekilde halledeceğim. İyi okumalar oy vermeyi unutmayın :)

Bölüm Müziği: Emre Aydın~ Ve gülümse şimdi

Ve gülümse şimdi bebeğim.

 

01.25

Facia bir baş ağrısıyla uyandığımda beynim zonkladığını hissettim, sanki bulunduğu yerden çıkmak için çırpınıyor gibiydi. Sağıma soluma baktım, Murat yanımda değildi. Dün gece yanımda olduğunu hatırlıyorum. Başımı göğsüne koyup uyumuştum, ağlaya ağlaya uyumuştum. Murat, istediğim kadar ağlayabileceğimi ama bugünün hüzünden ağladığım son gün olması için benden söz istemişti. İsteğini gerçekleştiremesem de güçlü kalmaya çalışacağımın sözünü vermiştim!

Peki ya o neredeydi? Acaba uyumak için kendi yatağına mı gitmişti? Yatağımdan zorlukla kalktığımda ayağıma derin bir acı saplandı. Sağ ayağım bandajlanmıştı, çok fena ağrıyordu! Sol ayağıma yük bindirerek, topallaya topallaya yürüdüm. Parmaklarımda ayaklarımdan farksızdı; işaret ve baş parmaklarım bandajla sarılmış, acıyordu! Dün neler yaşadığımı hâlâ hatırlayamıyorum...

Dolabıma gidip kırmızı yakası olan sweati ve siyah taytı giydim. Sonra banyoya giderek elimi yüzümü yıkayıp aynaya bakmadan direkt Murat'ın odasına yöneldim. Kapıyı tıklattım, ses vermedi. Belki de uyuyordu. Odaya sessizce girdiğimde onu göremedim, yatağı bile bozulmamıştı. O zaman akşam benimle uyumuştu. İşi mi çıkmıştı, dün sekreterine tüm işlerini iptal etmesini söylemişti! Belki de salondaydı!? Aşağıya doğru indiğimde mutfaktan sesler gelmeye başladı! Selma mı gelmişti?

Mutfağa girdiğimde tam da karşımda Murat'ı buldum. Tezgah darmadağınıktı, ocağın başında bir şeyler pişiriyordu. Masayı ise bir güzel hazırlamıştı. Öylece kapıya yaslanıp bir süre onu izledim, beni fark etmedi! Zaten fark etmesini istemiyorum! Büyük borcamdaki son krep karışımını tavaya döküp borcamı tezgaha koyarken elini sıcak tavaya değdirince, "Hıh!" sesi dudaklarından döküldü. Bense gülümseyerek onu izlemeye devam ettim. Belki de yanına gitmem gerekiyordu ama çok tatlıydı zaten eli de tahminen fazla yanmamıştı! Eğer yansaydı suya koşardı. Borcamı alıp lavabonun içine koyup tavanın başına geçtiğindeyse başı kreple derde girmişti! Göremediğim bir şeyler olmuştu!

"Öff ya!" deyiverdi ağız dolusu. Daha fazla kendimi tutamayıp onun bu tatlı hallerine kıkırdadım. Sesimi duyunca birden arkasına döndü. Gülümsemem daha da arttı; üstü başı un içindeydi, alnında ve yanaklarında krep karışımı vardı!

Hafif bir sinirle, "Sorabilir miyim acaba neye gülüyorsun?" dedi. Sonra arkasına dönerek pişmiş krebi diğer kreplerin yanına ekleyip ocağın altını kapattı.

"Hiiç!" dedim gülümseyen bir tonda.

Bana döndü sinirli değildi ama sinirli olmaya çalışır gibi de bir hali vardı! Yine de Murat'ı hiç böyle görmemiştim... Nasıl? Böyle işte! Böyle ama nasıl? Tatlı...

"Savcıı!"

Ses tonu kızgın olduğunu bildirse de umursamadım. Madem rol yapıyor o zaman bende rolüne eşlik ederim.

"Öff ya Murat, gülmüyorum işte!" diyerek gülümsememi söndürdüm. Öff yayı ise bilerek kullanmıştım. Aslında gülümsemem yalandan sönmüştü!

"Uyanmışsın!" dedi krep tabağını alıp masaya koyarken. Sessiz kaldım, ne diyebilirdim ki?

"Kahvaltıya çağıracaktım ama hanımefendi çoktan aşağıya inmiş benimle dalga bile geçiyor!" dedi alınmış bir tavırla. O da bilerek yapıyordu! Beni gülümsetmek için ya da kafamın içindekilerden bir süre kurtulmam için!

Şu an aramızdaki durum ne olduğunu bilemiyorum, yine de dün bana o sözleri yalandan ya da beni geçiştirmek için vermediğini biliyorum. Beni sevdiğini en az kendi kalbimin içindeki duygu kadar iyi biliyorum. Buna mı güvendim yoksa onun bu hallerinden yüz mü buldum bilemiyorum ama birkaç adımla aramızdaki mesafeyi kapatarak ellerimi boynunu sardım.

Küçük parmağımla yanağındaki krepi silerken, "Kızdın mı?" diye sordum.

Her zamanki belirsiz, sert suratıyla baksa da içinden geçenleri anlayabiliyordum.

"Cık, kızmadım!" diye mırıldandı.

Ellerimi çekip arkama dönerek ondan uzaklaştım.

Şakayla karışık, "Tüh ya, kızmadıysan kendimi de affettiremem ki!" deyiverdim.

Mutfağın peteğinin üzerindeki temiz havlu peçetelerden biri alıp suyla ıslatırken küçük parmağımı da yıkadım. Elimdeki bandajlar ıslansa da umursamadım.

Sorum cevapsız kalsa da bulunduğu yerden tek bir adım bile kıpırdamadan beni izliyordu. Tekrardan ona doğru yaklaştım. Yanağındaki ve alnındaki krep karışımını sildim, gözlerimi beni izleyen gözleriyle buluşturdum.

"Ne yapmaya çalışıyorsun?" diye sorduğunda gözlerim dudaklarına kaymış ve tekrardan gözlerine tırmanmıştı. Dudak kenarı çoktan kıvrılmıştı bile.

"Hiç!" dedim gülümseyerek. Yüzündeki un karışımını sildikten sonra elimdeki kağıt peçeteyle çöpe doğu ilerlerken belimi sımsıkıca sarıp kendine doğru çekti.

"Günaydın güzelim!" diye mırıldandı ve yanağıma bir öpücük bıraktı. Ne zamandır bana böyle seslendiğini hatırlamasam da bu sözcük hoşuma gitmeye başlamıştı! Kabul et Lavin, sana böyle seslenmesine bayılıyorsun! Tabii ki bayılıyorum, hem zaten kullandığı kelime de çok mantıklıydı; sevgilim ya da aşkım diyemezdi çünkü biz birbirimizin hiç kimsesiydik, sadece birbirini seven iki yaralıydık! Mesela Lavin diyemiyordu, güzelim diyordu! Birine farklı bir şekilde hitap etmek yakınlığınız belirtirdi... Ellerim tekrardan boynunu buldu.

"Günaydın güzelim!" diye mırıldandım. Bana dün akşamki gibi sımsıkı sarılıyordu.

"Güzelim mi?" diye sordu şaşkınlıkla. Geri çekildiğini hissettiğimde bende onun gibi geri çekilip gözlerine baktım.

"Ne var bir erkeğe güzel diyemez miyim?"

"Erkeklerin genelde yakışıklı olduğu söylenir!"

Gülümsedim; kaideler, kurallar, kalıplaşmış cümleler! Sizce de çok sıkıcı değil mi? Hem şu halde yaptığımız konuşmaya bakar mısınız? Pardon Lavin, affedersin ama ne yapmayı planlıyorsun? Her şey bilmek zorunda değilsin, o da bana kalsın!

"Öyle güzel olmuyor!"

Yakışıklım demek bana göre saçmaydı; sanki instagram da evimin direği, çocuğumun babası diye dalga geçilen yorumlar gibiydi.

"Hımm!"

"Ne hımm!"

Yanağımdan bir makas alarak elini belimden çekti.

"Hadi krepler soğuyor!" diyerek sandalyesine geçti. Parmaklarım hâlâ ıslaktı biraz havlu kağıt daha alarak ıslaklığını aldım. "Değiştirelim mi, istersen?"

"Cık, birazdan çıkartırım zaten!"

"Acıyor mu?"

Peçeteyi çöpe atarak sandalyeye oturdum.

"Çok değil."

Murat'ın tabağına bir şeyler almasını izlemeye başladım. Onu izlemek sanki tüm dertlerimden arınmak gibi, dün akşam söylediğini şimdi anlıyorum. Böyle, sen benim yanımda olduğun sürece demişti. Onu tanımlarken kendimi de tanımlıyor gibiyim.

Yaşadıklarımız çok saçmaydı ama bir şekilde aramızdaki ilişki için düzlüğe ulaşmıştık. Benim içinse durum düne göre daha iyi ama hâlâ kötüydü. Yekta aklımdan çıkmıyordu, aklıma yatmayan noktalar vardı! Ahmet Abi, kardeşinin gelip teşhis ettiğini söylemişti, hangisiydi Hakan mıydı yoksa Leyla mı? Belki de bugün onların yanına gidebilirim! Hoş gitsem bile ne diyebilirdim ki; selam ben Lavin, hani babamın babanızı öldürdüğü sonrada tüm paraları alıp kaçtığı Lavin, Yekta ölünce bir geleyim dedim! Tabii ki de bunları söyleyemezdim ama belki uzaktan onları izleyebilirim! Gerçekten onları bulabileceğini mi sanıyorsun Lavin! Bilmiyorum, eğer kardeşi Yekta'yı teşhis edebilmişse onlara ulaşabilirim!

"Nereye daldı yine o güzel gözlerin?" diye sorduğunda zoraki bir şekilde gülümsedim.

"Seni izliyordum, dalmışım!" diye yanıtladım. Eskiye sözcüğünü atlayarak!

"Hadi bir şeyler ye!"

"Sen yesen ben seni izlesem olmaz mı?" diye sordum. Canım istemiyordu hem zaten midem yediklerimi alabilecek gibi değildi.

"Sevmiyor musun? Başka bir şeyler yapabilirim istersen?"

Gülümseyerek, tekdüze bir tonla "Teşekkürler Murat ama canım istemiyor!" dedim

"Güzelim senin için hazırladım her şeyi, bak o kadar da uğraştım! Elimi yaktım senin için, yemezsen darılırım!"

Benim için hâlâ endişeleniyordu, anlıyordum onu ama o da beni anlayamaz mıydı?

"Murat gerçekten canım hiçbir şey istemiyor!"

Krepin birini tabağına aldı ve içine çokokrem koyarak sarmaya başladı. Daha sonra bıçağıyla ikiye böldü ve elleriyle bana doğru uzattı.

"Lavin biz seninle dün ne konuştuk? Hatırla, güçlü kalmaya çalışacağını söyledin. Hem dün akşamda bir şeyler yemedin, sabahından da şüpheliyim ondan önceki akşamda yemedin!"

Güçlü kalmaya çalışmakla canı istememek aynı şey değil Sarper!

"İçimden gelmiyor, Yekta..." diye mırıldandım ve sustum.

Oysa cümlemi nasıl tamamlayacağımı biliyordu!

"Yekta ne Lavin? Yekta hayatta değilken öyle yemek yiyebileceğini mi zannediyorum!"

"Hayır öyle değil içimden gelmiyor Murat! Gerçekten."

"Lavin bari bunu ye, hatırım için!"

Gözleriyle hadi der gibi bakıyordu. Öyle bakmaması için elinden aldım ve elimde kaldı.

"Hadi Lavin!" dedi elime almam yetmiyormuş gibi zorla ucundan küçük bir ısırık aldığımda aklıma adliye gelmiş aniden gözlerimi saate çevirmiştim. Saat 12 olmuştu. Aniden yerimden kalmışken Murat, "Ne oldu?" diye sordu.

"Adliyeye gitmem gerekiyordu!" dedim mutfaktan çıkarken.

"Dur Lavin hallettim o işi ben!"

Mutfağa geri girdim. Ne demekti hallettim?

"Nasıl?"

"Hallettim işte!"

"Nasıl hallettin!"

"Savcı, üzümünü ye bağını sorma gel buraya!"

Yanına gelip masaya oturdum.

"Nasıl hallettin anlat!"

"İzin gününü kullanıyorsun Lavin!"

🌌🌌🌌

Zorlukla yediğim parçadan sonra dağıttığı mutfağı topladık. Telefonu çalınca açmak zorunda kalmış, konuşmaya başlamıştı. Bense odama geçmiş bandajlarımı çözmeye çalışıyordum. Nasıl yapıştırmışlardı bunu? Bandajı söktüğümde parmağımın bir kısmının buruştuğunu bir kısmının derin yara izleriyle kaplandığını görmüştüm. Tekrar sarmam gerekiyordu! Teker teker diğer bandajları açtım. Geri bandajlamadan önce ayağımdakini de çıkardım. Sağ ayağımda derin bir yara oluşmuştu ki dikiş atma gereği duymuşlardı.

Hâlâ çok fena acıyor...

Komodinden bandajı aldığım sırada kapım çaldı ve ardından Murat içeriye girdi.

"N'olmuş?" diye sordum.

"Deniz aradı, toplantı hakkında!" dese de suratı düşmüştü. Belli ki araları hâlâ limoniydi. Benim yüzümden... En yakın sürede ondan da özür dilemem gerekiyor.

"Ne olmuş ki toplantıda?"

Yanıma gelip uzattığım ayağımı kaldırıp dizinin üzerine koydu.

"Alınan kararlar hakkında bilgilendirme geçti, hem sen boş versene bunları!" dedi zoraki bir gülümsemeyle.

Elime uzanarak bandajı, çekmeceyi açarak tentürdiyotu ve pamuğu aldı. Tentürdiyotu pamuğa dökerek dikiş atılan yere sürmeye başladı.

"Dejavu gibi, ilk geldiğimde yaralarını sarmıştım hatırlıyor musun?"

Hoş sonra da o benimkileri sarmıştı...

"Hem yara hem de yarmışsın!" dedi daha çok gülümseyerek.

"Kim demiş ki yar olduğumu?" dedim tatlı bir sesle.

Dudak büktü, şaka yaptığımı biliyordu, o yüzden çok takılmadı.

"Murat o gün bana ne oldu?" diye sordum. Gerçekten hâlâ bir şeyleri hatırlamıyorum!

"Boş ver güzelim!"

"Hafızam yarım gibi Murat!"

"Her şeyi bileceksin değil mi savcı?"

"Allah Allah o nasıl güzelimden savcıya geçiş ya?"

Bandajla ayağımı sarmaya başladı ve son olarak yapıştırıcı bandajla bantladı. Elindeki bandajı çekiştirdim.

"Yaa cevap versene bana!" dedim ona biraz daha yaklaşarak!

"Güzelim..." diye mırıldandı.

"Bazı şeyler hatırlanmamalı, boş ver sen!" dedi ve elimdeki bandajı aldı.

Baş ve işaret parmağımı yavaşça sardı ve her birini bantladı.

"Çok acıyor mu?"

"Biraz."

🌌🌌🌌

"Ne kadar?"

"80 lira!"

Cüzdanımdan kartımı çıkartıp temassız okuttum! Ve dışarıya çıktım. Buraya gelmeden önce Ahmet Abi'nin yanına gitmiştim! Yekta'nın nasıl öldüğünü, Hakan'ın şu an nerede olduğunu ve Yekta'nın mezarının nerede olduğunu sormuştum! Hakan ortalarda yoktu, ne hikmetse kameralarda da o gün bir sıkıntı yaşanmış ve video kayıtları da ortadan kalkmıştı, olayın birkaç tanığı dışında elimizde hiçbir şey yoktu. Ahmet Abi arşivden baktığı belgeleri bana vermişti. Tüm olay Ahmet Abi'nin söylediği gibi kayıtlara geçirilmişti. Peki ya Hakan şu an neredeydi? Tek ve net bir bilgi vardı elimde o da Yekta'nın mezarı; Ankara'daydı. Ankara'ya taşınmadan bir iki gün önce Yekta gidip birkaç işini halledeceğini, sonrasında ise birkaç ay şehir dışında olacağını söylemişti ve bu süreç içinde ailesine sürekli mesajlar yollamıştı ama aslında o bu süreç boyunca bir mezarın altındaydı! Daha sonraları mesaj gelmemeye başlamış ve ailesi onu merak etmişti. Devamıysa bildiğimiz gibiydi! Davayı kendi üzerime almak istesem de bunun imkansızlığının farkındayım! Bu durumda bir savcı olarak uzaktan gelişmeleri takip edecektim!

Ahmet Abi'nin yanından ayrılarak bir kuaföre gelip kâkül kestirdim! İlk defa denesem de çok hoşuma gitmişti, farklı duruyordu! Şimdiyse Murat'ın iş yerine gidiyorum! Deniz'e de uğramalıyım, ona bir çift sözüm vardı...

🌌🌌🌌

"Deniz Bey odasında mı?" diye sordum sekreterine. Bu kadını ilk defa görüyorum, yüksek ihtimalle o da beni ilk defa görüyor!

"Randevunuz var mıydı?"

"Yok!"

"Randevusuz kimseyi içeriye alamam!"

Yine başlıyorduk... Cüzdanımdan savcı kimliğimi çıkarıp kadına gösterdiğimde kadının suratı beş karış olmuştu! Savcılığın bu yanına bayılıyorum, istediğiniz yere -ki tabii her yere değil- girebiliyorsunuz.

"Buyurun geçebilirsiniz Deniz Bey'in toplantısı birazdan biter!"

Ey meslek sen nelere kadirsin! Odasına geçip masasının karşısındaki koltuğa oturdum. İnstagram'ı açıp hikaye kısmına girerek fotoğraf çekinmeye başladım. Beğendiğim bir fotoğrafı hikayeye attım!

Bir kaç dakika sonra ise sekreterinin sesi tekrar duyuldu.

"Deniz Bey odanızda bir savcı var?"

"Ne?"

Deniz'inde tepkisi çok saçmaydı. Bu hayatta benden başka savcıları mı vardı? Ona da aşk olsundu yani! Bence hiç aşk olsun falan deme Lavin, Deniz birazdan seni çiğ çiğ yiyecek!

"Kimmiş?"

"Bilmiyorum, kâkülü bir bayandı!"

Eyvah, şimdi Deniz başka biriyle karşılaşacağını umuyordu! Ayak sesleri odaya yaklaşmaya başladı. Açık kapıdan içeriye girdiğinde karşımda donakaldı. Normal bir zamanda, aramız bozuk değilken bu tepkisine deli gibi gülerdim ama şu an hiçbir tepki veremiyorum.

"Selam Deniz!"

"Ne işin var burada?" diye sordu sert bir şekilde.

"Konuşmak için geldim!"

"O gün bana cevabını verdiğini hatırlıyorum, lütfen şimdi çıkar mısın odamdan?"

Ayağa kalkarak karşısına dikildim.

"Çıkmıyorum Deniz, sen beni dinleyene kadar da çıkmayacağım!"

"Peki çıkma!" dedi. Arkasını dönerek dışarıya çıktı! Donakaldım! Odayı terk etmekte ne demekti? Benden böylece kurtulacağını zannediyorsa yanılıyordu. Açık olan kapıdan çıkıp peşinden gittim.

"Deniz!"

Durmadı!

"Deniz, dursana!" dedim daha yüksek bir sesle! Merdivenlerden aşağıya inmeye başladı, merdivenlerden son adımımı attığım gibi ona yetiştim. Durması için kolundan sıkıca tuttum.

"Deniz!"

Bana doğru döndü.

"Lütfen, konuşalım!" dedim yalvarır gibi...

"Konuşacak bir şey kalmadı! Sen bizi pardon beni sattın Lavin, unuttun mu dediklerimi bile dinlemeden gittin aradın polisi!! Şimdi de öyle yap beni görmemezlikten gel! Çünkü ben öyle yapacağım!"

Kolunu sertçe çekti ve kapıdan dışarıya sinirle çıktı! Haklıydı ama yine de şu an bu tartışmaya girmesi bile beni önemsediğini gösteriyordu! Eninde sonunda affedecekti! Arkamı döndüğümde iş yerindeki herkesin gözü benim üzerimdeydi! Hiç mi konuşmaya çalışan iki insan görmemişlerdi?!

Onlara tepki vermem gerekmiyordu. Bende doğrudan merdivenlerden yukarıya doğru çıkıp Murat'ın odasına yöneldim! Bilin bakalım onun da kapısında kim vardı? Sekreteri!

Ve kadın baya baya vardı yani! Sarı saçlı mavi gözlü, fıstık gibi bir kadın vardı karşımda! İçimdeki kaynayan deniz kırgınlıktan mıydı yoksa kıskançlıktan mıydı anlayamadım! Kadının üzerinde gayet sade siyah şık bir tulum vardı, açık saçının önlerini arkadan toplamıştı! Güzel kadın, çok çok güzel kadın! Murat Sarper gerçekten de güzel sekreter seviyormuş! Bize neydi ki canım? Bize ne mi? Hayır yani biz onun nesi oluyorduk ki? Sevgilisi mi? Hiçbir şeyi! Ee yuh yani savcım!

Odasına doğru yöneldiğimde sekreter, "Hanımefendi nereye?" diye sordu. Ne diyebilirdim ki güzelimin yanına gidiyorum mu? Tövbe yarabbim ya sabır! Sevgilim de diyemezdim ki!

Kadına bir cevap vermeden savcı kimliğimi çıkartarak ona doğru çevirdim, bunlar niye beni tanımıyordu ya? Aşk olsun Murat'a, insan sekreterine savcıya öncelik verilmesi gerektiğini söylerdi!

"Savcı Lavin Yılmaz!"

Kadın kaşlarını havaya kaldırıp, ayağa kalktı.

"Buyurun, beni takip edin!"

Oda karşımdaydı, nereye takip edecektim? Savcı kartını gösterirsen böyle olur Lavin. Eee ama Deniz'inkinde işe yaramıştı! Ee ama her sekreter de aynı değil! Bir şey söylememiş ve onu iki adımlık mesafe için takip etmiştim! Önce kapısını çalmış ve Murat'ın gelebilirsin demesiyle içeriye girmişti! Hayır yani neden telefondan arayıp da savcı hanım sizinle görüşmek istiyor demiyordu? Bu bu kadar zor olmamalıydı.

"Murat Bey, savcı hanım sizinle görüşmek istiyor!"

Murat'ın adımlarını duyduğumda, kadını geçip öne atılmak istesem de arkasında durdum! Kızacaktım, niye Lavin'e ayrıcalık var demiyordu?

"Tamam Aslı sen çıkabilirsin!"

Aslı'nın önümden gitmesiyle kapıdan içeriye girdim. Murat Sarper tam karşımda duruyor ve o akıl alan gülümsemesini sunuyordu. Bense onun aksine pek gülemiyordum! Çünkü bu yenu gelen sekreteri beni tanımıyordu!

"Hoş geldin!" dedi.

"Hiç hoş bulmadım!" dedim kızgınlıkla. Gülümsemesi soldu.

"Bir şey mi oldu?"

"Oldu!" dedim Murat'ı es geçip masasının karşısındaki koltuklardan birine otururken! Bacak bacak üstüne atarak sinirden ayağımı sallamaya başladım! Bu kadar alınmamalıydım! Kim olsa alınırdı!

"N'oldu?"

Ayak sesleri yanım yaklaşınca diğer koltukla aramdaki sehpaya oturdu!

"Senin sekreterin niye beni tanımıyor? Hayır her geldiğimde iki adımlık yolu benimle yürüyecekse ne anlamı var ki buraya gelmemin? Bak Deniz'in sekreterine hemen beni içeriye aldı! Ama seninki tanımıyor bile beni! Savcı kimliğimi gösterdim ya, savcı kimliğimi! Niye benimle geliyor ki, sanki odandan eşyanı çalacağım! Hem çalmak istesem şimdiye kadar evini soymuş olurdum! Hem de iz bırakma..."

"Lavin!" dedi yüzü tekrardan gülmeye başlarken. Niye gülüyordu, ben gayet ciddi bir şeyi konuşuyordum! Gülecekse gidebilirim! Hiçte komik değildi!

"Gülme!"

Eli yanağıma ulaştığında elinden uzaklaştırdım yanağımı!

Bıyık altından gülümserken, "Kızdın mı?" diye sordu.

"Yok Murat, kızmadım! Canım sıkıntısından böyle davranıyorum! Kaşınıyorum belki de, ne yapacaksın kaşıyacak mısın?"

Karşımda sinir bozucu bir şekilde gülümsüyordu buysa benim sinirlerimi daha çok bozuyordu. Pis herif bilerek yapıyordu!

"Neden gülüyorsun ya? Ben hiç gülmüyorum! Elin insanlarının, hiç kimse olduğumu bilmemeleri seni güldürmemeli! Başına gelirde nasıl bir..."

"Laviin! Lavin, yine coştun gidiyorsun! Tamam benim hatam söylemeliydim, özür dilerim güzelim! Şimdi bana surat asmayı bırakabilir misin?"

Sinirlenmem kaç saniyemi aldıysa onu affetmemde o kadar saniyemi almıştı!

"Kâkül kestirmişsin?" dedi soru sorar gibi. Yüzü biraz önceki belirsizliği taşıyordu! Ne yani beğenmemiş miydi? Halbuki ben çok sevmiştim!

"Evet!"

"Niye?"

Sağ eliyle çenemi tutarak hafifçe sağa sola yatırdı.

"Beğenmedin mi?"

"Farklı!" dedi baş parmağıyla kakülümü düzeltemeye çalışırken. Düzeltmeye mi çalışıyordu yoksa bozuyor muydu bilmiyordum ama dudak ucu yine kıvrılmıştı! Yine içimden tam da orayı öpme hissi uyanıyordu. Hayır, dudağını değil tam o kıvrım yerini! "Çok garip!" diye mırıldandı, gözleri daha da çok parlamaya başlayıp dudak ucu daha da gerilirken!

"Saçım mı?"

Erkeklerin ne olursa olsun çok güzel olmuşsun güzelim demeleri gerekmiyor muydu?

"Cık, normalde sevmem! Hatta şiirlerde zülüf lafı çok geçer, ne var ki bu zülüfte de..."

Daha fazla kendimi tutamayıp hâlâ kıvrık olan beni öp diye bakan dudak kenarına bir öpücük bıraktığımda lafını kestim! Birkaç saniye o şekilde kalakaldı dudaklarım. Ruhum bedenimden çıkacak gibi olsa da ayırmadım dudağımı! Beni nasılda karşısında erimeye mahkum bırakabiliyordu? Dudakları çok güzeldi, bir de o belli belirsiz sadece sağ yanağında çıkan gamzesi yok muydu? Hepsi resmen kalbime oynuyordu! Her bir ifadesi her bir hareketi kalbime oynuyordu! Hafifçe geri çekildiğimde gözlerimi gözlerine diktim, gözlerinde yanan parlak ateşi izleyebiliyordum! Hep kendi yansımamı gördüğüm ve belki de kendimi beğenebildiğim en güzel aynamdı gözleri!

Tatlı bir sesle, "Artık Divan şiirlerindeki gonca kelimesine de aşinasın Sarper!" deyiverdim. Ellerim yakalarını tuttu.

Dudaklarını ne kadar öpmek istesem de hâlâ cesaret edemiyorum. Gün gelecek onu dudağından da öpecektim ama şu an ne yeriydi ne de zamanı...

"Cık, daha aşina değilim!"

Sessizce, "Hmm, çok beklersin onu Sarper!" deyiverdim dudaklarım kulağına ulaşırken. Sonra yanından ayağa kalktım. Kaşları meydan okur gibi havaya kalktı!

"Çıkalım mı?"

Ellerini yavaşça bacaklarına vurarak ayağa kalktı.

"Çıkalım!"

Masadaki eşyalarını toplamasını beklerken bende odasını incelemeye koyuldum. Her şey yine yerli yerindeydi, bir insan hiç mi sıkılmazdı düzeninden? Mesela ben odamdaki bütün aksesuarların yerini değiştirirdim! Çok klasikti odası, sevememiştim!

Masadaki çantasını da eline aldığında, "Gidelim mi?" diye sordu. Başımla onayladığımda kapıya doğru yürüdüm, kapıyı açık bırakarak koridora çıktım. Arkamı dönüp Murat'a baktığımda birkaç saniye sonra yanıma gelmiş ve kalbimi hızlandıran o hareketi yapmıştı: elimi tutmuştu! Sanki onu pervasızca dudak kenarından öpen ben değilmişim gibi kalbim yerinden çıkacak gibi atmaya başladı. Murat Sarper umursamıyor gibi önüne bakmaya devam etti. Bana doğru başını çevirdi ve kulağıma, "Bekletmezsin!" dedi! Kıpkırmızı olduğumu hissettim...

🌌🌌🌌

Ayrı ayrı arabalarla evimize dönerken yolda yine tüm muzipliklerimi yapıp Murat'ın yüreğini ağzına getirdim! Ara sıra arkasındayken kornaya basmış ve arabaların aynı hizaya gelmesini sağladım. Camı açarak, "Eve son gelen yemeği hazırlar!" dedim.

Murat'ı sollayarak gaza bastım. Bilerek mi hız yapmamıştı yoksa yenmeme izin mi verdiğini anlayamasam da eve ilk giden ben oldum. Mızıkçılık yaptığı için ona tatlı tatlı kızdım.

Murat yemeği hazırlarken sıcak bir duş alıp yemeğe indim. Yemek bittikten sonra Murat bir stadyum çizimi üzerinde çalışacağını söyleyerek çalışma odasına geçti. Bense bir kahve yaparak odama çıktım ve birkaç davayı incelemek üzere belgeleri karıştırmaya başladım. Hepsine bir göz geçirdikten sonra Yekta'nın dosyasını izlemeye koyuldum.

Telefonun sinyali Ankara-Kırıkkale sınırında kesilmiş, telefonu bulunamamıştı. Hakan

Savaş'ın verdiği ifadeyi de defalarca okumuştum! Abisiyle sürekli mesajlaştığını, üstüne üstlük ara sıra sesli mesajlar attığını söylüyordu! Mesajları incelenmiş ve hiçbir şeye ulaşılamamıştı. Yektayı öldüren adam her kimse ya daha önceki mesajları kullanıyor ya da Yekta ölmeden önce aldığı ses kayıtlarını teker teker Hakan'a atıyordu! Bu sırada Yekta çoktan öldürülmüş ve bir göle atılmıştı. Ahmet Abi cesetin görüntülerine bakarak vücudunun her yerinin şiştiğini, tanınmaz hâle geldiğini söylemişti. Resimler şu an bu dosyanın içinde olsa da bende ne onu açabilecek cesaret ne de resmine bakabilecek yürek vardı. Bilmiyorum içim dayanmazdı! Onu son bir kere kanlı canlı karşımda görmek isterdim, cesetini değil.

Ne garipti, ölümü hiç hesaba katmamış sürekli onunla karşılaştığımın hayallerini kurmuştum. Hayallerimde onu gördüğüm ilk anda önce donup kalıyor sonra koşarak ona sımsıkı sarılıyordum! Artık hepsi birer hayalden ibaretti, asla gerçek olamayacak hayallerden!

Gözlerimden yavaş yavaş akan yaşları sildim! Güçlü olmalıyım, Murat'a söz verdim!

Kendimi toparlamalıyım. Akan göz yaşlarımı silip evraklarımı toplamaya koyulduğumda kapım tılatılarak açıldı. "Müsait misin?"

"Hı hı gelebilirsin!"

Evrakları üst üste dizerek yağa kalktım ve göz göze gelmemeye çalıştım. Evrakları elime alıp yatağımdaki çantaya doğru giderken Murat kolumu tuttu!

"Ağladın mı?"

"Hayır!"

Kolumu elinden yavaşça çekip evraklarımı çantaya doldurdum.

"Gözlerinin altı kızarmış."

"Uzun süre yazı okuyunca odak problemi yaşıyorum bu yüzden sürekli gözlerimi ovuşturuyorum..."

Çantayı masaya bıraktığım sırada Murat yatağıma oturmuştu!

"Bitirdin mi çizimlerini?"

"Hayır!"

Önünden geçerek yanına oturdum. Parmaklarımdaki bandajları da yenilemeliyim. Çekmecemi açtım ve yara bandını aldım.

"Yardım eder misin?"

Önce elimdeki bandajları çözdü ve sonra yara bantlarını yapıştırdı.

"Onu da değiştirecek misin?" diye sordu ayağımı göstererek!

"Banyodan çıkınca değiştirdim!" diye mırıldandım.

Elleri ellerimi avuç içine alarak okşamaya başladı. Başımı hafifçe göğsüne yasladım. Onun kokusuyla gelen sessizlik bile aşık olunasıydı! Ben bu adama ne ara bu kadar çok kapılmıştım? Bu kadar kısa sürede her şeyim olur hâle gelmişti...

"Benimde duş almam gerekiyor."

"Hmm..."

Gülümseyerek başımı göğsünden çektim.

"Belki bende gelirim!"

Kaşları çatıldı. Anlamayarak ya da anlamamazlıktan gelerek, "Nereye gelirsin?" dedi!

Gülümsemem daha da arttı...

"Duşa!"

Yine o hoş gülümsemesini tüm netliğiyle ortaya sermiş, sağ yanağındaki gamzesi ortaya çıkmıştı.

"Olabilir!"

Biraz daha yaklaşarak kulağıma doğru eğildi.

"Ama sen zaten duş almamış mıydın savcım?"

Sakallarına yapışan saçlarım, kafasını benden uzaklaştırdığında onunla gitmekte kararlıydılar. Tabii ki duşa değil!

Saçlarımı sakallarından kurtardım. Kulağımdan uzaklaşan sesi boşluğa düşmüşüm gibi hissettiriyordu.

"Bende sonrasında gelirim!" dedim ona göz kırparken! Sanki neyi oluyorsam?

Üniversiteliler buna flört mü diyordu? Biz flört mü oluyorduk yani? Çok saçmaydı! Evlenme teklifi mi bekliyorsun Lavin? Yuh, o kadar da değil! En azından şimdilik...

Yanımdan kalkarak, "Peki Savcım teklif var ısrar yok! Kapım size her zaman açık!" dedi.

"Hmm!" dedim ayağa kalkarken!

"Bak ama ne kötü talih ısrar etseydin belki gelirdim?"

Boyuna yetişmek için parmak uçlarıma çıkarak elimi boynuna dolayıp ona sımsıkı sarıldım.

Herkes bir şekilde gitmişti benden, nedenli nedensiz! Geriye dönüp baktığımda kimsemin kalmadığını fark etmiştim oysaki yanıma hiç bakmamıştım. İçime çektiğim nefese kadar bana iyi gelebileceğini fark edememiştim. Ruhumu geçmişin karanlık, silik dünyasından koparıp bugüne getiriyor, bu anı yaşadığımı hissettiriyordu! Sevgi, bataklığa saplanan insanların tek kurtuluş yoluydu!

Zamanında belimi sımsıkı saran o adama çokça direndim! Elimden geleni ardıma koymadım, direnişimi devam ettirdim ama o, ne yaparsam yapayım beni sevmeye devam etti! Hoş, ben benim gibi gelgitleri olan birini sevemezdim. Çünkü kendime bile zordum! Bu hayatta herkesin birine yenildiği bir nokta vardır, Murat benim en güzel yenilgimin adıydı. Sevgide yenilse bile yaralanmazmış insan. Hani derdim ya bir savaş çıktıysa kazanan taraf olamaz diye sevgi için geçersizmiş bu! Yenilsen bile sen hep içindeki sevgiyi kazanıyormuşsun! Sevmekten sevilmekten korkmayın, yeryüzü aşkın yüzü oluncaya kadar sevin çünkü yaralarınızı iyileştirebileceğiniz tek ilaç sevgidir....

 

Loading...
0%