Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Gelişme 1

@1benzen

Selam dostlar, YKY'nin ilk bölümü ile karşınızdayım. İyi okumalar, oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım.

Haa bu arada ilk bölüme koymayı unutmuşum;

Buraya başladığınız günü ve saati bırakır mısınız?

YKY

1.Bölüm

Dönersen Islık Çal

Bazen bir koku, bir ses, bir görüntü sizi anılarınıza götürür. O anılarda sadece yüzeysel bir görüntü ortaya çıkar ama benim aklımda net bir görüntü var. Gece siyahı ıslanmış saçları, ıslak kirpikleri, kıvrılmış dudakları, ıslık sesi... Daha dün gibi aklımda. Her sahile inip yağmuru beklediğimde o ıslık sesini duyacakmışım gibi hissediyorum, duyamayınca aklımdaki o ıslık sesi bana eşlik ediyor. O yağmurlu günden sonra ona bir daha buralarda rastlamadım. 7/24 evde olan biriyim, ona rastlama ihtimalim milyonda bir ama yine de sokağa öylesine çıktığım bir gün karşı karşıya gelmek, yüzünü görmek isterdim. Gözleri, evet gözlerinin rengi o net görüntüde yok. Gözlerine tekrar bakmak, gözlerinin kahvenin hangi rengi olduğunu öğrenmek isterdim; acı kahve mi yoksa bitter kahvesi mi, kim bilir belki de badem kahvesidir... Merak ediyorum, hem de olağanüstü bir şekilde ama neden?

O günden sonra tamı tamına beş ay geçti. Sonbahar gelip geçmiş, kış ise bitmek üzereydi. Gördüğüm o çocuk yüksek ihtimalle buraya tatil için gelmişti. İşte o gün öylesine bir anı olarak kaldı aklımda.

Ben Alçin, kızıl saçlı Alçin. Nam-ı diğer Kızıldız. Hayatım keman tellerinden ibaret. Beş yaşındayken tanıştım her bir teliyle. Önce yumuşak bir dokunuş, kısık bir ses sonra sert bir dokunuş güçlü bir ses. Bu yüzdendir ki hayatımı keman tellerine benzetirim; ne zaman hangi sesi çıkaracağını tam anlamıyla bilemeyeceğimiz tellere...

Daha bir hafta önce reşit oldum. Bilmiyorum 18 olmak o kadar da garip bir his değildi, bir hafta önce yaşım 17 iken eve tıkılıp kalıyordum, 18 olunca da eve tıkılıp kalıyorum. Kısacası hayatımda vav ben ON SEKİZ OLDUMluk bir şey yoktu. Dizilerdeki gibi BEN ON SEKİZ OLDUM, her isteğimi yapabilirim gibi bir şeyde yoktu. Ailem hayatıma hâlâ karışıyor, hayatım ise ailemin istekleri ve benim isteklerim üzerinde gidip geliyordu. Ben başarılı bir keman virtüözü olmak istiyorum, ailem ise arkamı sanata yaslamamı hayatım boyunca sürdürebileceğim bir mesleğimin olmasını istiyordu. Şu hayatı istediğimiz gibi yaşayamadıktan sonra günlerin gelip geçesinin ne anlamı vardı ki? Ama yine de onlar için günde üç saatimi ders çalışmaya ayırıyor, geri kalan zamanımı ise keman çalarak geçiriyordum. Keman tellerinin üzerindeki parmaklarımla tüm zamanımı geçirebilirdim, müzik ruhuma iyi gelen tek şey. İnsanlar onların yarattığı gürültü, onların çevirdiği planlar, kirli düşünceleri... Hepsinden uzakta evimdeyim. Evet belki dışarıya dönük değilim içime dönüğüm ama bu sandığımız kadar kötü bir şey değil. Mesela şu zamana kadar hiçbir insandan yara almadım, yaralayamadılar beni çünkü benden ruhen fersahlarca uzaktaydılar. Bilmiyorum, hiçbirine güvenemiyorum, belki de bu artık benim fıtratım olmuştu. Halbuki o hiçbirilerine göreyse asosyal kemancı kızın tekiydim.

Sandalyemin üzerinde bilgisayarın karşısındayım. Uzun süre sonra spotify listemden çıkıp youtube uygulamasına girdim. Beethoven 9. senfonisini açtım. Bir yandan elimle ritim tutturuyorum bir yandan trigonometri sorularını çözmeye çalışıyorum. Sinx'ler cosx'lerin havada uçuştuğu yetmiyormuş gibi şimdi de başıma sin2x cos2x'ler çıkmıştı. Yine de tüm bu kafa karıştırıcı sayılara, harflere rağmen matematiği seviyorum. Bulmaca çözmek gibiydi. Her soruyu çözdüğümde istemsiz olarak kalemimi saçlarımın arasında gezdiriyor, hafif bir şekilde kulak arkamı kalemimin ucu ile kaşırken gülümsüyordum. Masamın kenarında duran siyah tokamı alıp turuncu saçlarımdan dağınık bir topuz yaptım. Artık odaklanmalıydım. O anda çalan şarkıyla daha da emin oldum kesinlikle trigonometriye odaklanamayacaktım.

Islık sesiyle başladı müzik. Emir Can İğrek Müzik Kutusu...

İstemsizce aklıma yağmurdan sonraki o an geldi. Dudaklarım kendiliğinden gerildi. İnsanlardan hoşlanmayan ben bir ıslık sesine kanmıştım, belki de bir çift kahve göze!? Karar vermiştim, 2 saat 35 dakika yeterliydi. Matematikle cebelleşmeyecektim. Bilgisayarıma yöneldim. Ekranı aşağıya doğru kaydırıp yorumları okumaya başladım.

Bir insan: "Yıllar sonra burası ölü insanların günlükleri olacak..." yazmış. Gerçekten de öyle olacak bizden sonraki nesiller bu şarkılar ile büyüyemeyecek. Burası bizim ölüler mezarlığımız olacak. Her ne kadar yanıt veremesem de da yorumu beğenip aşağıya doğru indim. O an anladım ki cidden yorumlardan bir mezarlık oluşmuştu.

"Sevgilimle dinlerdik, kansere yenildi."

"En yakın arkadaşım çığ altında kalarak hayatını kaybetti, birlikte dinlerdik."

"5. sınıftayken kızıl saçlı göbekli bir çocuk söylerdi, vefat etmiş."

Gözlerim güzel bir mesaj arıyor, hayat dolu bir mesaj. O kadar çok acı var ki... İşte o an belki de bana en çok dokunan o yoruma geldim.

"Bazen huzuru böyle geçmişte buluyoruz."

Herkesin anısının olduğu geçmişte. Huzurunu bulduğum o ıslık sesinde. Belki de güzel olan şeyler hayallerimiz değildi. Hayallerimiz güzelleştiren bizlerin taa kendisiydi.

Bu yorumu da beğenip aşağıdaki yorumu okumaya başladığımda ellerim farenin üzerinde donup kaldı. Kalbim delirmiş gibi çarpmaya başladı. Beş ay önce gönderilen bir mesaj.

Gönderen DönersenIslıkÇal:

"Yalova sahilde yağmurun altındaki kızıl saçlı kadın... Yağmurda sırılsıklam ıslanırken bu şarkıyı mırıldanıyordu, ıslığımla ona eşlik etmiştim. Belki gözlerin bu satırdan geçer, seni nereden bulabilirim?"

Yağmurda... sırılsıklam... kızıl saçlı... ıslık... Emir Can İğrek... Müzik kutusu... Siyah saçlı adamın o net görüntüsü gözlerimin önüne düştüğü an elim hızla çarpan kalbime gitti. Yorumu tamı tamına üç bin beğeni almıştı. Gözlerim inanamıyormuş gibi her bir kelimeyi tekrar tekrar okuyordu... Dudaklarım kendiliğinden iyice gerildi. Hızlı hareketlerle gelen 351 yoruma bakmaya başladım. Kocaman bir BURADAYIM yazmak istiyor, kalbimle bunun uğraşını veriyorum. VALLAHİ DE BİLLAHİ DE BURADAYIM demek istiyorum.

Profil fotoğrafı kızıl saçlı olan bir kadın yorum yazmış 'benim' diye. Aklımda ne kadar kötü söz varsa söylemek istedim ama buna vakit kaybetmeden biraz daha alta indim. Herkes 'buldun mu' yazmış. Gece saçlı çocuk ise 'bulamadım' demiş. Her hafta düzenli olarak merak etmişler. Sormuşlar o da istikrar ile cevap vermiş. Başka bir kızıl saçlı cevap vermiş 'yağmurdaki kız benim' diye.

"Herkeste ne meraklıymış yağmurdaki kızıl saçlı kız olmaya..." diye söylendim.

Biraz daha aşağıya indim, tamı tamına 2 aydır ondan bir cevap gelmemiş. İki hafta önce gelen başka bir cevaba gözüm takıldı:

"Kızıl saçlı kız olarak onunla konuştum, son bir hafta hayatımın en zor günleriydi. Onu kaybettik..."

O an öyle bir kahkaha attım ki kahkaham kulaklarımın içinde yankılandı. Ne kadar da komikti, benim hakkımda yazılan kelimeler. Sekiz ay ben bekletmiştim, ben! Herkesse benim üzerimden prim kasmaya çalışmıştı ama şimdi ben buradaydım! Artık kızıl saçlı kadının ortaya çıkma zamanı gelmişti. Kızıldız adlı hesabımla okkalı bir cümle yazmaya karar verdim.

"Kızıldız döndü, ıslık sesini bekliyor..."

Bu mu okkalıydı? Aklımdan bin tane cümle geçiyor ama hepsi yok olup gidiyordu. Hadi Kızıldız başarabilirsin!!

"Yalova'da yağmurlar eskisi gibi değil, aklımda kalan son ıslık sesi de siliniyor..."

Ah bu da olmazdı. Daha güzel Kızıldız, daha güzel!

"Utanarak çaldığın ıslık sesi belirli belirsiz kulaklarımda. Bir portre var ama o portrede gözlerin yok. Bana gülümsemen, kirpiklerinin ıslaklığı var. Kızıl saçlı kız burada..." yazıyı tekrar tekrar okudum.

O an içimden gelen sesle elim farenin üzerinde durakaldı; içimdeki ses yazılan o yorumlara kapıldığımı, iki aydır o çocuğunda buralarda olmadığını söyledi. Aslında haklıydı da, onun aklında sadece 3 ay yer edebilmiştim ki Allah'ın hakkı da 3'tü. Beni 3 ay merak eden birini 5 ay merak edip yorumuna cevap vermem kendimi küçük düşürmem demekti. Boşuna cevap yazmak istemiyordum. Omuz silkip yazdığım bütün kelimeleri sildim ve bilgisayarı kapattım. Düşündükçe ona sinirleniyordum her ne kadar o an içimde bir hareketlenme olsa da. Ne diye gitmişti de bunu yazmıştı? Youtube uygulamasında yazan o yoruma sinirleniyordum. Bu bizim özelimizdi, ne diye binlerce insanı bu işin içine sokmuştu? Hızlıca telefonumu açtım ve şarkıya girerek o yorumu buldum. Ona okkalı bir cevap şimdi verecektim. Ellerim yapacağım işe büyük bir istek duyuyordu. Yorumun kenarında duran üç noktaya tıkladım ve alta oluşan bayrak işaretli bildire tıkladım karşıma seçenekler çıktı.

•İstenmeyen ticari içerik veya spam

•Müstehcenlik içeren içerik

•Çocuk istismarı

•Nefret söylemi

•Zorbalık

Büyük bir zevkle sesli bir şekilde: "Hanginizi seçsem?" diye mırıldandım. Gözlerim seçeneklerde dolaşırken bir yandan da kendi kendime yorum yapıyordum. 18 yaşında olduğum için çocuk istismarını en başta eledim. Spam olabilirdi. Ahh, karar veremiyordum! O piti piti yapmanın zamanı gelmişti. Tekerlem bittiğinde çıkan spam olmuştu. Büyük bir gönül rahatlığıyla spam yazan kutunun üzerine bastım. Topluluk kurallarımız dışında olursa bu mesajı kaldıracağız gibisinden bir yazı çıktı. Elimi masadan çekerek sandalyemle birlikte döndüm. Kendimi ruh hastası gibi hissediyordum. Bir an cevap verecek gibi olamam ama sonra spamlamam... Kendime diyebilecek bir laf bulamıyordum.

İçimdeki ses yeniden canlandı.

Peki ya cevap verseydin?

Pişman değildim, önünü göremediğim hiçbir şey içinde pişman olmayacaktım. Çünkü artık öyle bir seçenek yoktu, kendi ellerimle silmiştim o seçeneği.

Senin spamlaman o mesajın hâlâ orada olduğu gerçeğini değiştirmiyor!

Evet ama benim açımdan bakılınca bir mesaj görünmüyor Kaderr!

Sizi tanıştırmak isterdim ama ortalıkta sizi tanıştırabileceğim biri yok; o ses iç sesim. Onunla çok fazla konuşmaya başladığımda bebeklerime verdiğim onlarca isim gibi ona da bir isim vermiştim: Kader. Genelde tartışıyorduk ama onunla eğleniyordum çünkü etrafımdaki tek şey oydu. Tanımlayamıyordum bile onu ama yani Kaderdi o. Şizofren falan değilim, yalnız kalan insanlar anlar beni. O kadar çok kendimle kaldım ki bir süre sonra içimden gelen o sese yanıt vermeye başladım ve böylece onunla tanıştık.

Ama hâlâ orada!

Kes sesini!

Şu hayatta bildiğim tek bir şey varsa o da iç sesinize güvenmemenizdir. Çünkü başta içinize kurtçukları bırakıverir sonra da geri çekilirdi. Hadi bakalım kemirsin içini o kurtçuklar! Aynen bu şekilde der ve sessizliğe bürünürdü. Bense o kurtçukları onun içinde bırakmıştım ve ruhumu sessize almıştım. Daha doğrusu almaya çalışıyordum.

Bilgisayarımın kapağını kapatarak odamda dönmeye başladım. Kızıl saçlı kadın... Islık... Beni aramıştı... X kişisi beni aramıştı... Neden tüm bu olanları düşündüğümde içimden anlamsız bir his yükseliyordu! Tanımıyordum bile bu hissi! Cevap mı verseydim acaba? Belki de hâlâ bakıyordu, sadece yalanlara cevap vermek istemiyordu! Lanet olsun, başarmıştı işte, içime o kurtçuklar dolmuştu. Hayır yani düşünmeyeyim düşünmeyeyim diyorum da düşünmemekte elde değil. O da beni unutamamıştı işte, bende bana düşen görevi yapıp ona cevap vermeliydim. Derin düşüncelerimden irkilerek ayrıldım. Telefonuma bir bildirim gelmişti, vodofonedan başka bana kim mesah atardı ki zaten? Telefonuma doğru yönelip elime alıp açtığımda gözlerim şaşkınlıkla büyüdü. Whatsapp'tan iki mesaj vardı. Sınıf grubu ve ailem sessizdeydi! Şaka mıydı bu? Hem de iki mesaj vardı! Numarayı tekrar tekrar okudum ama tanımıyordum.

Heyecanla mesaja girip baktığımdaysa ikinci bir şok dalgasıtla karşılaştım.

0505 664 ....

Merhaba...

Yağmurdaki kızıl saçlı kız!

 

 

 

 

 

Loading...
0%