Yeni Üyelik
16.
Bölüm

Gelişme 15

@1benzen

YKY

15.Bölüm

-im Eki

Açılan bir ağız ve kapanırken çıkan o ses.

"İyi misin?"

Kaan'ın sorusuyla ona döndüm.

"Uykum var."

İnkılap sınavını Kaan'ın kopyası ve benim 3 saatlik çalışmam sonucunda halletmiştim...

"Sınava çok çalışmadığını söyledin."

 

"Gece 4'te yattım."

 

"Yuh manyak mısın kızım?"

 

Hayır aşığım.

 

Aşkta manyaklık değil mi?

 

"Naptın 4'e kadar. Pardon 1'e kadar."

 

"Anime izledik."

 

"Dik, sen ve Eymir?"

 

Kaan'ın suratındaki sizi gidi siziler ifadesi çok komikti. Benim suratımdaysa aptal aşık sırıtması vardı.

 

"Ben ve Eymir."

 

"Fan fin fon musunuz?"

 

"Ney ney fon?"

 

Fan fin fon...

 

"Anlarsın ya sevgili, flört."

 

Fan fin fon muyduk biz? Değiliz diyemezdik öyleyiz de diyemezdim. Bir isim koymamıştık ama birbirimizi seviyorduk.

 

Bak yine, niye bu kadar hızlı atıyorsun? Eymir burada yok bile.

 

"Sanırım."

 

Kaan, "İşte bu be!" diye sevinç bağrıntıları basarken aninden bana sarıldı. Daha doğrusu boğdu. Çünkü kemiklerimin falan kırıldığını hissediyorum.

 

"Biliyordum be, biliyordum."

 

Boğuk bir sesle ismini söyledim.

 

"Kaan boğuluyorum."

 

Kaan'a laf yetiştirirken ortalığın sessizleştiğini fark ettim. Sırtımda bir sürü göz hissediyorum. Kaan geri çekilince rahatladığımı hissettim. Başımı hafif çekerek etrafa göz attığımda birkaç kişiyle göz göze geldim. Umursamadan Kaan'a döndüm!

 

"Sülük müsün ya?" diye sordum gülerek.

 

"Sadece mutluyum!"

 

Kaan'ın anlık gözleri etrafa kayınca ister istemez benim gözlerimde o yöne kaydı. Arkadaş cennet mahallesinde miydik neydi bu dedikodu merakı?

 

"Önünüze dönün! Hiçbirinize ekmek çıkmaz buradan."

 

Bu okul gerçektende Eymir'in dediği kadar vardı. Birinin mutluluğundan onlara neydi? Ki onlar üzülen insanların ardından gülen hatta ve hatta üzüntüsünü bile merak etmeyen insanlardı. Ne zaman bu kadar acımasızlaşmışlardı? Ne zaman böyle kötü kötü bakmayı öğrenmişlerdi? Herkesin her şeyi -hatası, mutluluğu, mutsuzluğu- kendineydi ikinci ya da üçüncü bir şahısın bunları bilmesine gerek yoktu. Her şeyleri vardı ama onlar hâlâ her şeye sahip olmak istiyorlardı. Bu kadar gösteriş, bu kadar kural tanımamazlık niyeydi? Her kuralı çiğneyip sınır tanımayınca ellerine ne geçiyordu? Ön planda olmakla niye bu kadar ilgiliydiler? Neden, neden ve neden? Yıllarca sadece elimdekilerle yetinmiş ve hiçbir şeyi kaybetmemiştim. Tamam kazanmamıştım da ama kimsenin canını da yakmamıştım. Kimseyi tehdit etmemiştim.

 

Hayatım boyunca hep mobinge maruz kalan taraf olmama rağmen ayakta durmuştum. Kendimle olan bu barışıklığımın Kzıldız ismine sahip olmamala alakasıy yoktu ki benim Kızıldız namım bu okula gelmeden önce oluşmuştu. Hem klasik Kolej dizileride buralardan üremiyor muydu? Gerçekten dizilerdeki kadar vardı. Zamanında her şeyden uzak olduğum için fark etmiyormuşum ama şimdi burdan baktığımda anlıyorum...

 

"Şimdi sen benim neyim oluyorsun?"

 

Kaan'ın bu sorusu beni güldürmüştü çünkü cevap açıktı. Kaan bunu bilerek yapıyordu.

 

"Bildiğin soruların cevabını sormaya bayılıyorsun değil mi?"

 

♧♧♧

 

"Alçin konteynerların arkasına gidiyoruz. Gelecek misin?"

 

"Siz inin ben gelirim."

 

Tuvalete gitmem gerekiyordu, onların ardından gelirdim.

 

"Bir şey mi oldu?"

 

Selin'in sorusuna karşılık gülümsedim.

 

"Yok ya tuvalete gideceğim."

 

"İstersen geleyim."

 

"Selin hadi in daha kantine gideceksin, tüm kurmurları bitirler şimdi."

 

Selin'i zar zor ikna ederek yolladım. Tuvalete birbirimizle gitmemize gerek yoktu. Hem hemen aşağıya inecektim.

 

Tuvaletteki işimi bitirdikten sonra aşağıya inmeden sınıfa uğradım. Hava şu sıralar iyice saçmalamıştı. Bir sıcak bir soğuk oluyordu. Bugünki kısmetimizdeyse sıcak vardı. Üzerimden hırkayı çıkarıp sıranın üzerine koydum ve sınıftan çıkarak merdivenlerden aşağıya indim. Konteynerlara gitmek için en alt kata inip arka kapıya ulaşmam gerekiyordu. En alt kata indiğimde etrafın bu kadat karanlık olacağını hesaba katmamıştım. Sadece küçük pencereden gelen hafif loşluk etrafı sarmıştı. Önümü kısmen görebiliyordum. Burası Allah'ın unuttuğu dağ misaliydi. Belki de buranın ışıkları vardı. Sonucunda burası zenginlerin okuluydu.

 

Kapıya doğru yürümeye başladığımda birkaç ayak sesi duydum. Hayır bu benim ayak seslerim değildi. Başka biri daha vardı.

 

"Selin sen misin?"

 

Ve ardından gülüşler. Neler dönüyordu burada? Şimdi arkama bakmadan dönüp gitmenin tam vaktiydi ama ben yerime çivilenmişim gibi kıpırdamıyordum.

 

Her şey şimşmek hızıyla gerçekleşti önce kollarımdan tuttular.

 

"KİMSİN? BIRAK BENİİİ!"

 

"Şşşt kemancı kız. Telaşlanma."

 

Tabii ya Toprak belası. Bir bu kalmıştı, şimdiki derdi neydi? Kaan'dan uzak dur mu?

 

"NE İSTİYORSUN?"

 

"Ahahaha!"

 

Elleri saçlarıma değdiğinde uzaklaşmak istesemde kolumdaki eller gerçekten çok güçlüydü. Debelensemde kurtulamayacağımı anladım. Yine de bu sefer boyun eğen ben olmayacaktım.

 

"Canım ya balık hafızalı mısın?"

 

Kafamı ittirdiğinde sakinleşmeye çalıştım. Derdinin ne olduğunu merak edip içimden kendime telkinler verirken birden saçımın dibinde hissettiğim sızlamayla kafam Toprak'a doğru çekildiğinde içimde garip bir ateş belirmişti. Öfke duygusu muydu bu? Şu an bana yaptığı bu şeyi ona ödetmek istiyorum. Sadece bunu değil daha fazlasını.

 

Kafamı dikleştirince koyu gözleri gözlerime battı.

 

"Sevgilimden uzak duracaksın!"

 

Sevgilsi mi? Kaan mı? Kaan'ın sevgilisi miydi o? Olsa bile ne fark ederdi Kaan benim arkadaşımdı. Komikti ve bende Toprak'ın bur lafına kahkaha attım.

 

"Seni sevmeyen biri sevgilin değil platoniğin oluyor canım."

 

Saçlarımın dibi yanıyordu. Bunu yapmasının sebebi gerçekten sadece Kaan mıydı? Eğer sebebi Kaan ise Toprak'ın psikolojisi gerçekten çok farklı bir boyuttaydı. Hastanın tekiydi, takıntılı şizofren!

 

"Kemancı bana bulaşmak istemezsin."

 

"Sen kimsin ki?"

 

Karanlıkta görebildiğim tek şey havaya kalkan bir eldi. Gözlerimi kapatmıştım. Niye bilmiyorum ama kapanmışlardı. Yüzüme ineceğini sandığım tokat hâlâ inmemişti.

 

"Bırak! Bıraksana!"

 

Toprağın bağrıntısıyla gözlerimi açtım. Bir el bileğini tutuyordu.

 

"Kaan bunları duyduğunda neyi düşünecek Toprak?"

 

Tolga buradaydı. Eli Toprak'ın bileğine sabitlenmişti.

 

"Söyle bıraksınlar Alçin'i!"

 

"Defol git Tolga!"

 

"TOPRAK!"

 

Tolga'nın bağrışı beni bile yerimden sıçratmıştı.

 

"Bırakın."

 

"Şimdi de gitmelerini söyle!"

 

"Gidin!"

 

Bir filmin tam ortasında onları izliyordum. Nasıl bir arkadaşlıktı bu? Robot gibiydiler sanki karşısındakinin arkadaşı değilde kölesi gibiydiler. Bu sadece dağın görünen kısmıydı, kim bilir altında daha neler neler vardı!

 

O an Tolga Toprağ'ın boğazına sarıldı.

 

"Tolga bırak!"

 

Bu sesin Toprak'a ait olması gerekirken bana aitti.

 

Ne kadar Tolga'nın eline yapışsamda Tolga durmuyordu. Gözü beni de görmüyordu.

 

"Bana bak Çamur, bir daha ne Kaan'a ne Selin'e ne de Alçin'e yaklaştığını göreyim, sonu senin için çok kötü olur! Bu sana ilk ve son uyarım!"

 

Tolga ellerini çektiğinde rahatladığımı hissettim

 

"Seni dışarıda bekliyorum."

 

Gözleri gözüme iki saniye kadar değmiş ve gitmişti. Bense tüm salaklığımla Toprak'a yardım etmek isterken Toprak elinin tersiyle elimi ittirmişti. Sabırımın sonuna gelirken belkide o bu hareketi yapmamalıydı.

 

"Senin sorunun ne biliyor musun Toprak? Sen kontrol manyağı bir delisin. Her şeyin istediği gibi olmasını isteyen bir ahmaksın. Biliyor musun Toprak sen o içine hapsolduğun sosyal mecralarda kadına şiddete hayır diyen kadınların hakları için paylaşım yapan o kadınlardansın ama senin o adamlardan hiçbir farkın yok! Sizin gibilerden tiksiniyorum."

 

Eğildiğim yerden kalkıp kapıya yöneldim. Şimdiyse Tolga ile görülecek bir hesabım vardı. Kapıdan çıktığımda karşımdaydı.

 

"Teşekkürler Tolga ama sen kimsin?"

 

Tolga yüzüme anlamsız bakışlarını atarken sesim iyice yükseliyordu.

 

"Bir kadına bunları yapmaya hakkın yok! KİMSİN SEN YA? KİMSİNİZ SİZ? ZORBA MISINIZ?"

 

Tolga'nın gözlerindeki sertlik ve sinirden kızaran suratı sinirden köpürdüğünün göstergesiydi.

 

"SAKIN, sakın bir daha böyle bir şey yapma!"

 

Tolga'nın verdiği cevap ise gayet kısaydı.

 

"Aptalsın."

 

Ve önüne bakmadan konteynerlara doğru yürüdü.

 

Çok okkalıydı Alçin!

 

Bense orada verdiği cevabı idrak etmeye çalışıyordum...

 

♧♧♧

 

Eve vardığımda üzerimden tır geçmiş gibi hissediyordum.

 

Daha çok Toprak gibi...

 

Toprak'tan korkmuyor ona acıyordum.

 

Ben de sana acıyorum...

 

Sen bensin zaten.

 

Sen ben ne fark eder?

 

Dudaklarımın kenarları kendiliğinden kıvrıldığında telefonumu çantamdan çıkartarak internetimi açtım.

 

Eymir'den 3 mesaj...

 

Eymir:

 

Günaydın!!

 

Umarım sınavın iyi geçmiştir.

 

Hiç günün aymış gibi durmuyorsun.

 

 

 

Günüm aydı da kararıyor bile Eymir...

 

Sen:

 

Günümün kulakları mı var?

 

Çevrimiçi ve yazıyor...

 

Eymir:

 

Benim kulaklarım var

 

Sen:

 

Kaan'ın kulakları mı °○°?

 

Attığım panda surat çok tatlıydı. Belki de Eymir'e atmamalıydım.

 

Allah aşkına başka kime atacaksın Alçin! Yine saçmalıyorsun! Bir haller oldu sana!

 

Eymir:

 

Kaan bir panda değil.

 

Sen:

 

Bende bir bambu değilim.

 

Eymir:

 

Bende bir göl olabilirim.

 

Sen:

 

Bende bir taş olabilirim.

 

Eymir:

 

Taşa ne derler bilir misin?

 

Ne biçim bir soruydu bu , taşa tabiki taş derlerdi, belkide meteorit falan?

 

Sen:

 

Taş derler.

 

Eymir:

 

^^

 

Maaşallah derler

 

Geç düşen jetonumla aydınlandım. Ben kendime taş demiştim o ise bana maşallah demişti. Bu çocuk tüm tuşlara basıyordu.

 

Sen:

 

Kayaya da yarabbi şükür denilir bilir misin?

 

Eymir:

 

Ben bir kaya olabilirim.

 

Odamda kendi kendime gülüyorum, aptal gibi. Bu çocuk bana ne yapıyordu böyle?

 

Eymir:

 

Hadi bekliyorum...

 

Gerçekten aptal aptal gülüyorum. Ahh Eymir ahh!

 

Sen:

 

Yarabbi şükür Eymir, ya rabbi şükür.

 

Eymir:

 

Ama kayada bir taştır.

 

Yine başlıyorduk. Eymir ve Alçin'in oyunları...

 

Sen:

 

Yani sen bensin.

 

Eymir:

 

Ben senim, sende bizsin.

 

"Alçin yemek hazır!"

 

Annemde tam zamanında çağrıyordu. Nasıl başarıyordu böyle zamanları denk getirmeyi.

 

"Geliyorum!"

 

Ama beş dakika sonra falan.

 

Sen:

 

Biz yemek mi yesek?

 

Eymir:

 

Bizi randevuya mı çağrıyorsun?

 

"Alçin!"

 

"Geliyoruz!"

 

Ne diyorum ya ben, neye geliyoruz? Kim geliyor benle?

 

Sen:

 

Benden değil senden bahsediyorum.

 

Eymir:

 

Ben ne diyorum sana?

 

Sen:

 

Bazı şeyler şarkıya sığmıyor sevgilim.

 

Şimdi birkaç saniye bekle ve ona süreyi at Alçin.

 

Sen:

 

1.21-1.24

 

Ne mi diyor? Sessizce sesleniyorum sana sesim çıkmadan...

 

Eymir:

 

Bazı sözler şarkıya sığmıyor sevgilim.

 

Mesela aşk sığmıyordu bunu en derinimde hissetmistim. Zaten aşk ne kitaplara ne dizilere ne de şarkılara sığabiliyordu.

 

Eymir:

 

Alçin ne dersin?

 

Yalovada deprem mi vardı bilmiyorum ama kalbim yıkılıyordu. Neye ne derdim? İçimi belirsizlik doldurmuş ve kalbim öylece dikiliyordu. Ellerim titriyordu. Neye ne derdim Eymir?

 

Sen:

 

Neye?

 

Eymir:

 

Sevgilim olmaya?

 

Sevgilim. Sevgilisi, Eymir'in sevdiği kadın. Benim sevdiğim adam. Yıkılan duvarlarım niye birden dopdolu olmuştu? Halbuki yıkılmıştı. Aslında bazı şeylerin şarkıya sığmaması nasılda sığdırmıştı aşka anlamını.

 

Eymir'in Kader'i de sever mi beni?

 

Sen:

 

Seve seve Eymir, Seve seve...

 

Yaşadığın ilk gün hangi gün derlerse düşünmden bugünü söylerdim. Bazen yaşamak için doğmak gerkemez, bazense yaşamak için nefes almak. Eymir'den önce ölü bir ruhum vardı. Çok gülümsemeyen, donuk, insanlardan uzak, sevgisiz, sadece müzik dolu bir hayat. Kendimi sevmiyordum çünkü insanlar benden uzaktılar, kendimi sevmiyordum çünkü insanlar beni değersizleştirmişlerdi. Bu çocukluğumda da böyleydi büyüdüğümde de. Kızıl saçlarımın kana benzemesi benim suçum değildi. Bana vebalı gibi bakmalarıda benim suçum değildi. Bu travmaları ben yaratmamıştım ama tüm suçlar hep üzerime yıkılmıştı.

 

Tüm insanlar bana göre aynıydı Ahmet, Mehmet, Ayşe, Aslı... Hepsi aynı insandı. Beni yaralayan Ayşe beni küçük düşüren Ahmet'ti. İnsanlar farklı olanı dışlarlardı. Bu onların kuralıydı. Meraklıya aa bu ne kadar saçma soru, erkeklerle arası iyi olan kadına herkese yürüyor, asosyale aptal damgası yapıştırmakta üstlerine yoktu. Hepsi aynıydı, hepsi. Bu böyle sürüp geldi, ona kadar: Eymir'e. Önce heyecan kırıntıları ekti içime sonra onlar yavaş yavaş büyüdü. Gülebilmenin bu kadar anlamlı, sevebilmenin bu kadar sıradışı olduğu ondan öğrendim. Sevmeyi, uçsuz bucaksız bu denize kör kütük atlamayı da ondan öğrendim. Ve bugün yaşadığımı hissediyorum. Seve seve yaşadığımı hissediyorum, seve seve... Sevgi her şeyi iyileştiriyordu. Sevgi reçetesi olmayan, kayıplara karışan, belki de dehlizlerde bulunmayı bekleyendi.

 

Sevgi kötü bir ruhu iyileştirmek için bu dünyaya gelendi...

 

Eymir:

 

Seve seve sevgilim, çok seve seve...

 

Sevgil'im, kim bilir belki de tüm iyilikler kelimenin sonundaki -im ekindedir...

 

 

 

 

Loading...
0%