@1mielepazzoo
|
En arkadan ikinci sırada yürüyordum. Benim arkamda Yüzbaşı vardı. Umurumda değildi. Öndekiler kendi aralarında karı kız muhabbeti yapıyordu. Telsizim kapalıydı ama duyuyordum. "Bakmayın bunun Şeker suratına Komutanım ne şerefsiz ne şerefsiz bu." Gülme sesleri gelirken Şeker sinirle homurdandı. "Lan Burç şerefsizi kendini ben diye tanıtma lan ibiş!" dudaklarımın iki yana gerilediğini hissedince hemen toparladım kendimi. Kendine gel Atlas yasına yas acına acı eklemeyeceksin kendine gel! "İhtiyaç molası Zehir." Yüzbaşı'nın komutu ile kayaların arasına konuşlandık. İhtiyacım yoktu bu yüzden gözümü dürbünden ayırmıyordum. Diğerlerinden de uzaktaydım biraz. "Demir ihtiyaç gider." Telsizimi açtım. "Böyle iyi." Geri kapattım telsizimi. Yanıma gelen adımları işitmiştim yine de dürbünden çekmedim gözlerimi. "Bana bak Demir." Yandan bir bakış attım ona. "Bir şeyler ye bu bir emirdir." Ya sabır ya selamet. "Aç değilim Komutanım aç olsam yerim zaten." Dürbünüme dönüyordum ki silahımı elimden çekip aldı. Hemen ayağa kalktım. "Yüzbaşı!" "Ses tonuna dikkat et Üsteğmen. Timin yanına git ve yemek ye ve bir daha beni ikiletme!" deyip silahı göğsüme çarptı. Sinirle kayanın dibine oturdum ve çantamdan su çıkardım. Büyük bir yudum alıp geri çantama koydum mataramı. Bir tane çikolata alıp açtım. Sabır ya Allah sabır. İlk kamp alanına gelmiştik. "Direk Salkım Burç arka tarafı dolanın. Demir Şeker diğer taraf sizde. Geri kalanlar benimle. Benden emir bekleyin." Şeker ile sağdan yürümeye başladık. "Komutanım yanlış anlamazsanız bir şey sorabilir miyim?" konuşlanacak yer arıyordum. "Sor Şeker?" "İstihbaratta Börülce diye bilinen subay siz misiniz?" Dudaklarım iki yana kıvrıldı. "Hayır." Başını salladığını hissettim. Börülce'yi bilenler Atlas Demir'i bilmezdi. Atlas Demir'i bilenler Börülce'yi. Mevzu buydu. Tek kimliğimi bilen ikinci kimliğimi bilemezdi. Prensiplerim vardı ne yapabilirim... "Zehir 2 Zehir 1 yerimizi aldık." Herkes tek tek durumunu bildirmişti. Şeker yanımdaydı. İkimizde hedeflere kitlenmiştik. "Otuz üç kişi saydım evin dışında. İçeride de on bir kişi var. Diğer evler boş duruyor. Net görüşüm var." Balkan'ın sesi ile diğer evlerde gezdirdim görüşümü. "Saat dört yönünde gri bina içi dolu olabilir. Dikkatli olun perdesinde hareketlilik var." İkazımla onayladılar beni "Zehir atışımla kamp liderini canlı istiyorum." Atışıyla yoğun bir çatışma başladı. Attığımı indiriyordum. Yavaş yavaş azalmış tek tük kalmışlardı. Temkinli bir şekilde kamp alanına giriş yaptık. "Ayrılalım sen sola ben sağa Şeker." Başını salladı ve ilerledi. Karşıma çıkan kamp lideri ile kısa süre durduk. Elinde silah vardı. Bana doğru tutuyordu. Benim de tüfeğim ona doğruydu. "Silahı bırak ellerini başının üstüne koy ve diz çök." Güldü. Silahı ateşleme için hamle yapacağını anladığım an eline tekme attım. Silahtan çıkan kurşun arkamda kalan eve saplanırken silahı düşürdü. Üstüme hamle yaptığında gövdemi geri çekip ayağına çelme taktım. Bana on saniye kazandırmıştı bu hamle. O on saniyede tüfeğimi ve çantamı duvara dayadım. Yumruk savurduğunda kolunu kilitleyip omzundan hiç düşünmeden çıkardım ve yere savurdum. Yavaş yavaş herkes koşarak buraya geliyordu. Muhtemelen silah sesinden dolayı. O yerde acıyla kıvranıp ayağa kalkmaya çalışırken kaskımı çıkarıp kamuflaj boyunluğumu indirdim. Yerden zorlukla kalkan herife baktım ifadesiz bakışlarımla. "Vaaayh eylenek mi?" Tehlikeli bir gülümseme doğdu yüzüme. Başımı salladım ve bana doğru gelen adamın kafasına kaskımı sol kolumda dışarıya doğru savurarak geçirdim. Yere düşmeden bayılmıştı. "Şahsen çok eğlendim." Çantamı omzuma takıp tüfeğimi aldım. Bayılan malı Aydın ve Direk paketlemiş dönüş yolundaydık. "Ben konuşmayacam dövseniz de sikseniz de konuşmayacam!" uyandığından beri zırvalıyordu ve ben dayanamıyordum. Arkama dönüp hızlı adımlarla gidip Direk ve Aydın'ın sürükleyerek getirdiği herifin saçlarını kavrayıp başını kaldırdım. Benim hareketimle herkes durmuş bize bakıyordu. "Bana bak orusbu çocuğu senin ağzının tavanına salıncak kurar sallana sallana sıçarım ağzına. Ya kapa o sikik çeneni ya da ben kapatırım. Sen kaparsan tekrar konuşma şansın olur. Ben kaparsam değil konuşmak birilerine ağız muamelesi yapma işlevi bile kalmaz o siktiğimin ağzının. Duydun mu lan?!" başını salladı sadece. Başını savururcasına bıraktım saçlarını ve yerime geçtim. Helikoptere bindiğimizde dahi nefes sesi bile gelmiyordu kulağıma. Diğerleri kendi arasında konuşuyordu. Helikopter inişe geçtiğinde gözlerimi açtım. Güneş doğuyordu. Helikopter inince indik ve sıraya geçtik. Albay gururla baktı bize. En son malın halini görünce çatılan Kaşlarının altındaki bir çift göz direkt bana döndü. Umursamadım. "Yuvana hoş geldin Zehir!" "SAĞ OL!" "Bir sonraki emre kadar istirahattesiniz." "SAĞ OL!" Albay giderken malı iki er teslim aldı. Herkes binaya ilerlerken bende en arkadan ilerliyordum. Silah odasına girdiğimde herkes buradaydı. Kimseye bakmadan tüm teçhizatımı bıraktım ve çantamı da yerine koydum. Boyunluğumu indirip odadan çıktım. Kendi odama girdiğimde üniformamı alıp duş aldım ve giyindim. Yemekhaneye girdiğimde Tim yemeğe başlamıştı. Bende yemek alıp geçen gün oturduğum sandalyeye geçtim. "Atlas Komutanım?" "Efendim Şeker?" "Yanlış anlamayın lütfen ama söylemezsem içimde kalır. O salıncaklı küfrünüzün telifi sizde mi?" gülme Atlas gülme... "Bende kullandığını duyarsam üç yüz şınav garanti." Yutkundu. "Anlıyorum Komutanım. Sadece çok yaratıcı geldi de bana ondan şey ettim." "Şey etme yemeğini ye Şeker." Koşarak gelen Er ile kaşlarımı çattım. "Sözleşmeli Er Cihat Dargelir Komutanım telefonunuz var. Sinem Öztürk adında bir hanımefendi." Duyduğum isimle yerimden fırladım ve koştum. Telefonu aldığım gibi kulağıma dayadım. "Sinem Hanım deme sakın deme." "Başımız sağ olsun Atlas Hanım. Turan Paşa'yı bu sabah kaybettik. Cenazesi bugün öğlen kalkacak." Yutkundum. "Orada olacağım..." ahizeyi güçlükle kulağımdan indirip kapattım. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. (Beş Saat Sonra) Elimi sıkan Paşaların elini sıktım. Turan Korkmaz. Emekli Tuğgeneral. Bordo Bereli. Akıl hocam... Manevi babam... Bütün askerleri çocuğu ama tek kızıyım... "Turan Paşa seni dilinden düşüremezdi Üsteğmen Demir. Yüz yüze tanışmak bugüne nasip oldu. Keşke böyle olmasaydı." Karşımda duran yaşlı Amirale baktım. "Keşke Komutanım." Elimi patpatladı ve o da gitti. Geriye bir ben kalmıştım. Başımdaki üniformama ait kepi aldım ve yeni sulanmış toprağın yanına çöktüm. "Bugünün gelmesinden hep korktum. Keşke son günlerinde yanında olsaydım. Keşke gelseydim yanına..." derin bir nefes aldım. "Ağlamıyorum be Turan Paşa. Bana ağlamamayı kan kussam kızılcık şerbeti içtim demeyi sen öğrettin. Sadece..." sustum. Ne diyecektim ki... ayağa kalkıp selam çaktım ve arkamı dönüp şahitliğin çıkışına ilerledim. Akşam geri Hakkari'de olmam gerekiyordu Hüseyin Albay kal demişti ama kalmak istememiştim. Burada Kübra ablalar vardı. Sivil kıyafetlerim ondaydı. Onun evine geldiğimde kapıyı tıkladım ufaklık belki uyuyordur diye. Kapıyı açtı. Ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdim. Uçak üç saat sonraydı. Üstümü değiştirip eşyalarımı topladım. Gitmeden Kübra abla ile kahve içelim demiştik. Daha doğrusu Kübra abla ısrar etmişti. Küçük Atlas uyuyordu. Kübra abla kahveleri yaparken gözüm büyük fotoğrafa değdi. Tüm tim hepimiz otuz iki diş gülerken çekilmişti. Hayri abinin elinde ultrason fotoğrafı vardı. Hepimizde vardı bu fotoğraf. Bende de vardı. Karargâhta dolabımda asılıydı. "Hamile olduğumu öğrendiğiniz gün." Gülümsedim. "Hayri abiyi tokatlayarak ayıltmıştım. O da baba oluyorum diyerek kaburgamı kırmaya çalışmıştı." Kahkaha attı. "Atlas aynı babası." "Bana hiç kızgın değil misiniz? Onları koruması gereken bendim. Yapamadım." Kaşlarını çattı. "Neden kızgın olalım Atlas? O gün orada sende yaralandın bir ay yoğun bakımda kaldın. Biz sen yaşıyorsun diye sevinirken bir de sana kızgın mı olacağız?" Yutkundum. Kahveyi başıma dikip ayaklandım. Karargâha geldiğimde saat yediye geliyordu. Evde duramamış karargâha gelmiştim. Dinlenme odasına geçip koltuğa uzandım. Telefonumdan klasik müzik açıp gözlerimi kapattım. Sol kolumu da gözlerimin üstüne kapattım. Bomba... Tim... Hayır... Hayır çıkın... Bomba patlayacak çıkın... "Çıkın... Bomba... Patlayacak... Çıkın..." omzumun dürtülmesi ile gözlerimi açıp omzumdaki eli tutup kıvrak bir hareketle tuttuğum kolun sahibini yere serip kucağına oturdum ve yumruğumu kaldırdım. Nefes nefeseydim ve ter içinde kalmıştım. "Atlas sakin ol benim Fatih." Fatih... Yüzbaşı... yutkunup titreyen yumruğumu indirdim. Nerde olduğumu saati tarihi kaybetmiştim. Vücudum titriyordu ama kendime engel olamıyordum. Havaya kalktığımı hissettim. Hayır ayağa kalkmamıştım beni kollarımın altından tutup kaldırmış ve koltuğa oturtmuştu. Önüme bir bardak su uzattı. Bardağı alıp başıma diktim. "Saat kaç?" kol saatine baktı. "Beş buçuk." Başımı salladım. Bilincim yerine gelmişti. Yanıma oturdu. Sessizdik. "Dün telefon gelmiş izin alıp gitmişsin bir mevzu mu vardı?" ellerime çevirdim bakışlarımı. "Bir cenazeye katılmam gerekti." "Başın sağ olsun." "Vatan sağ olsun." Sessizlik oldu yine. "Askerdi galiba." Başımı salladım ağır ağır. "Yakın mıydınız?" Yine başımı ağır ağır salladım. Oda üstüme üstüme gelince ayağa kalkıp hızla önce odadan sonra da binadan çıkıp arka bahçeye ilerledim. İlerledim ilerledim ve tel örgülere gelene kadar durmadım. Ellerimi belimin iki yanına koyup başımı göğe kaldırdım ve derince soludum sert havayı. İyi gelmişti. Tekrar tekrar sert havaya derin derin soludum. Rahatlıyordum. Daha iyi hissetmeye başladığımda binaya ilerledim ve odama girip duş aldım. Üniformamı giyip saçlarımı ensemde topuz yaptım ve beremi taktım. Kahvaltı için yemekhaneye geçtim. Tepsiyi alıp masadaki yerime geçtim. "Günaydın Atlas Komutanım." Hepsi hep bir ağızdan anlaşmış gibi aynı cümleyi kurdu. "Senkronize çok çalıştınız mı bunun için?" gülmemek için zor tutuyorlardı kendilerini. Ufacık sırıtmam ile koyverdiler kahkahalarını. Kahvaltıdan sonra Fatih Yüzbaşı hepimizi antrenman için bahçede toplamıştı. Üstümde kamuflaj pantolonum palaskam ve Hâkî yeşil tişörtüm vardı. Künyem boynumdan sarkarken saçlarımı sıkıca balık sırtı örmüştüm. Koşuyorduk. En önde ben ve Balkan vardık. Yüzbaşı yanımızdan koşuyordu. Aklıma gelen ile sırıttım. "Ay akşamdan ışığdır yaylalar yaylalar!" benden sonra tekrar ettiler. Yüzbaşı'nın da sesi gelmişti. Devam ettim. "Yüküm şimşir kaşığıdır dilo dilo yaylalar!" "Komşu kızını zapteyle yaylalar yaylalar!" son turları atıyorduk. Biliyordum. "Bizim oğlan aşıktır dilo dilo yaylalar!" tekrar ettiler. "Mekik pozisyonu al!" hemen durup mekik pozisyonu aldık. İki yüz mekikten sonra iki yüz de şınav çekmiş barfikse geçmiştik. Time iki yüzde izin vermişti. Ben dışında herkes çimlere çökmüş dinleniyorlardı. Bense çekmeye devam ediyordum. Rekorum üç yüz on dokuzdu. Hepsinin bakışını üstümde hissediyordum. Umurumda değildi. "Yemin ederim hidrolik sistem abi başka açıklaması olamaz yani." Direk Direk... "O değil de o pazılar ne öyle abi?" Aydın hiç mi pazı görmedin oğlum... Demiri bırakıp üstümdeki tişörtü çıkarıp yere attım ve tekrar demire tutundum. Sporcu atleti vardı üstümde. Karın kaslarımın bir kısmı görünüyordu. "Vay babanın şarap çanağı!" Oha Aydın oha... Üç yüz on sekizde demirleri bırakmıştım. "Hay anasını iki tane daha çeksem yetiyordu be." İstemsizce sesli söylemiştim. "Öğle yemeğine kadar serbestsiniz Zehir." Yerden tişörtümü alıp giydim. Herkes odasına giderken ben dövüş salonuna girdim. Tişörtümü geri çıkarıp kum torbasına ilerledim. "Demir?" Yüzbaşı'nın sesi ile arkama döndüm. "Bozkurt?" güldü. "Var mısın?" Tek kaşım havaya kalktı. "Emin misiniz?" başını salladı. Ortada karşılıklı duruyorduk. İlk hamleyi yüzüne yaptım eğilerek kaçtı. Karın boşluğuma yolladığı yumruğu engelledim. Ama kolumu tuttu. Bende kolumu tutan kolunu tutup bedenimi havaya kaldırıp kollarından destek alarak havada parande attım ve tutuşundan kurtuldum. Beklemediği için savruldu. Bunu fırsat bilip üstüne koştum ve bacaklarımı üst gövdesine dolayıp yere savurdum. Kendisini toparlaması izin vermeden üstüne atladığımda işler bir anda boka sarmış altta kalan ben olmuştum. İkimiz de nefes nefese yüz yüzeydik. "Neden sana Yenilmez dediklerini anladım. Ama sanırım bir il-" cümlesini tamamlanmasına izin vermeden bacaklarımı boynuna dolayıp üstümden savurdum ve üstüne çıkıp yumruğumu sert bastırdığım takdirde bayılacağı kasın üstüne yerleştirdim. "Bayıldın ve paket edildin." Ayağa kalktığımda elimi uzatmadım ona. Bana neydi... İlerleyip tişörtümü aldım ve giydim. Odama girdiğimde duş alıp üstüme üniformamı giydim. Saçlarımı topuz yapıp beremi apoletimin altına sıkıştırdım. Masamın üstünden dün uçakta başladığım Ahmet Ümit İstanbul Rapsodisi kitabını alıp odamdan çıktım ve dinlenme odasına geçtim. Tim de buradaydı. Beni görünce ayağa kalktılar elimle oturmalarını işaret ettim. Oturdular. Odadaki kahve makinesinden kendime bir kahve doldurup oturdum. Bacaklarımı orta sehpaya uzatıp üst üste attım. Bir elimde kahvem bir elimde kitabım okuyordum. "Rahatsız etmeyelim oğlum kadını." "Ya tamam bizi sevmedi tamam genellikle sikecekmiş gibi bakıyor ama o da timden ayıp olur lan." Ne diyordu bunlar? "Oğlum kitap okuyor kadın sonra şey ed-" Başımı kaldırmadan kahveden bir yudum alıp son satırı da okudum. "Derdiniz neyse söyleyin ne kıvrandınız?" deyip başımı kaldırdım. "Şey Komutanım Fatih komutanımın da haberi var. Bir sonraki emre kadar istirahatte olunca akşam Tim olarak ocak başına gidelim dedik. Sizde gelir misiniz?" bu Şeker çocuk Şeker bana böyle bakarsa işimiz yaştı... Derin bir nefes aldım. "Rakı olacak mı?" birbirlerine baktılar en son bana döndüler. "Yani biz içeriz diye konuştuk ama-" "Tamam mekanın adresini atın bana gelirim." Odanın kapısı açıldı ve içeri Üstçavuşlardan biri girdi. Kaşlarımı çattım. "Astsubay Üstçavuş Kadir Kopuk Komutanım bir maruzatım olacaktı." "Rahat dinliyorum." Rahata geçti. "Komutanım dün getirdiğiniz Kanca'nın adamı sadece sizinle konuşacağını söyledi." "Geliyorum." Dediğimde gitti. Bende elimdeki kitabın kapağını sertçe kapatıp sehpanın üstüne attım ve odadan çıktım. Kapıyı açıp içeri girdim ve arkamdan kapatıp bana pis pis sırıtan Kanca'nın kuyruğunun karşısına geçip sandalyeye ters çevirdim ve oturdum elimdeki kağıt ve kalemi masanın kenarına bıraktım. Girmeden önce odama uğrayıp üniformamın üstünü çıkarmıştım apoletimi ve ismimi görmesin diye. "Konuş!" sesim yüksek değil ama sertti. "Ne konuşacam eylenek diye çağırdım seni!" yüzümde tek mimik kıpırdamamıştı. Ellerim bile yumruk olmamıştı. "Adın ne?" sırıttı. "Civan." "Kaç yaşındasın?" "Otuz üç. Sen?" "Kanca'nın kaç örgüt kampı var?" "Benimlen birlikte yirmi yedi." Aymamıştı daha mal sırıtmaya devam ediyordu. "Evli misin?" "Nikahıma mı girecen?" yine ifadem değişmedi ellerim de yumruk olmadı. "Çocuğun var mı?" kahkaha attı. "İstersen yaparız beş on tane." "Kanca'nın planları ne?" "Hangi birini söyleyem?" Oturduğum yerden hızla kalkıp yakasından tuttuğum gibi başını masaya yasladım. "Oyun bitti! Önce her şeyi tek tek anlatacak sonra bu kalemle bu kâğıda tek harf atlamadan yazacaksın! Yoksa eğlenirim. Ama sen hiç keyif almazsın! Ha yok diretirsen işkence eder eder sevk ederler deme! Ben Türk'ün askeriyim! Konuşmazsan bana sadece tek bir mermiye mâl olursun onu da alnının çatına sıkar geçerim! Anladın mı lan?" ses vermedi. Başını kaldırıp sertçe masaya geçirdim. "ANLADIN MI LAN!" çırpınarak ve ağlayarak anladım diye bağrındı. Bildiği her şeyi anlatıp kâğıda yazdı. Kâğıdı alıp kontrol ettim. İmzasını da atmıştı. Sandalyeye düzeltip kapıya ilerledim. Kapıya uzandığımda bana seslendi. "Adın ne?" omzumun üstünden ona baktım. "İsmim Türk soyadım Asker." Çıktım. Karşımda timi görmeyi beklemiyordum. "Siz hayırdır?" "Of be Komutanım o nasıl güzel sorguydu ya. Şov yaptınız şov." Gülme Atlas. "Çok affedersiniz ama sizdeki taşşak kimsede yok komutanım!" Direk'in sesi ile arkamdan gelen onlara döndüm. Yanındaki Burç ensesine sertçe vurdu. Hepsi yutkunuyordu. Durdum durdum ve daha fazla dayanamayıp koydum kahkahayı. Şaşkınlıkla bana baktı hepsi hızla. "Kenan götüne yedi Direk bu gülüş de kanıtı." Faruk'un sesi ile daha şiddetli gülmeye başladım. Sinirlerim bozulmuştu. Hem içerideki babası belli olmayan insan müsveddesi yüzünden hem de kendimi kasmaktan sinir sistemim çökmüştü resmen. "Ne oluyo-Atlas?" Yüzbaşı'nın sesiydi. Hazır ola geçecek durumda değildim. İyi değildim sinirlerim boşalıyordu beş dakika sonra ağlamaya başlayacaktım. Hiçbirinin seslenmesini umursamadan elimdeki kağıdı yanımdaki bankonun üstüne bırakıp gülerek odama ilerledim. Odamın önüne geldiğimde gülmem yerini dolu gözlere bırakmıştı. Odama koltuğuna oturdum. Yönümü cama dönerken sessizce akmaya başladılar yaşlar gözümden. Aylar sonra ilk kez ağlıyordum. Derince iç çektim. Turan Paşa, Akkurt Timi timim kardeşlerim abim ailem... Hiçbiri yoktu artık. Yapayalnız kalmıştım tam anlamıyla... önüme eğilip dirseklerimi dizlerime dayadım ve ellerimi yüzüme kapattım. Kapım tıklanıp açıldığında hemen gözlerimi sildim. "Müsait olmayabilirdim!" sesim tarazlı çıkmıştı. "Kusura bakma." Yüzbaşı'nın sesiydi. Önüme döndüm. Kendisi odama gelmişti. Neden hazır ola geçecektim. Ki benden hazır ola geçmemi bekliyormuş gibi durmuyordu. Odamın kapısını kapattı. Masama kitabımı bıraktı. "İyi misin gözlerin kızarmış?" "İyiyim Bozkurt sinirlerim yıprandı sadece." "Ağlamadın yani?" sinirle derin bir nefes aldım ve başımı yüzüne kaldırdım. "Fazla sinir ve kendimi kasmaktan gözlerim kızarır. Yani ağlamadım. Ağlamayı bırakalı çok uzun zaman oldu." Kızılcık şerbeti sık sık içerim... "Başka bir şey yoksa çalışmam gerek." Başımı salladım ve çıktı odamdan. Bende banyoya girip elimi yüzümü yıkadım bol soğuk su ile. Ardından üniformamın üstünü giyip üstüme çeki düzen verdim. Eve geldiğimde soğuk bir duş aldım. Odama geçip üstüme siyah dar paça pantolon ve siyah gömlek giydim. Saçlarımı ensemde topuz yapıp önden iki tutam bıraktım. Telefonuma iki tane bildirim düştü. Numaraydı. 054...: Komutanım ben Edip. 054...: ...Bu da mekânın adresi. Adresi biliyordum ama hiç gitmemiştim daha önce. Telefonumu kenara koydum. Silahımı kontrol edip belime yerleştirdim. Siyah spor ayakkabılarımı giyip dolaptan siyah motorcu ceketimi aldım. Aşağıya inip siyah boyunluğu başıma geçirip gözlerimin altına kadar çektim. İnterkomu telefonuma bağlayıp kulağıma taktım. Eldivenleri ellerime geçirip kaskı taktım ve çıktım garajdan. Mekanın olduğu sokağa girdiğimde ilerde bizim altı elamanı gördüm ve yanlarından geçip mekanın önüne motorumu park ettim. İndiğimde bizim altılı gelmişti. Kaskımı çıkarıp boyunluğumu indirdim. "İyi akşamlar Komutanım." "Senkronize çalıştığınıza emin olmaya başladım." güldüler. Kaskımı gideno astım ve tekerleğin kilidini bağladım. Onlar da beni bekliyordu. "İyi akşamlar." Yüzbaşı gelmişti. "İyi akşamlar Komutanım." Ben sadece baş selamı verdim. Hepsi kapıyı işaret etti bana. Geçtim. Yanımdan hızla giden Direk ile peşinden ilerledik. Arka tarafa kapalı terasa geçip oturduk. Ben cam kenarındaydım yanımda Şeker karşımda Yüzbaşı vardı. Masa donatılmış üç şişe rakı gelmişti. Bardakları Aydın dolduruyordu. "Atlas Komutanım ister misiniz?" "Doldur." Bardağı doldurdu. "Suya gerek yok sağ ol." Hepsi bana garip garip bakarken adabına uygun içtim rakıyı. Bana rakı içmeyi... Kuzgun öğretmişti. Kendi aralarında sohbet ederlerken ben sadece dinliyordum. Mekâna dolan Sezen Aksu'nun Yalnızca Sitem şarkısı ile dudaklarım iki yana kıvrıldı. "Doymadım doyamadım sevmelere seni ben. Kimseyi koyamadım yerine yeniden. Saymadım sayamadım sensiz geçen yılları. Ne inkâr ne itiraf bu yalnızca sitem." Sesim güçlüydü. Güzel olduğunu söylerlerdi. Bilmiyordum güzel miydi?... Masadaki herkesin bana baktığını hissediyordum. Benim gözüm ise parmaklarımın arasındaki rakı bardağındaydı. Dudaklarımı yaladım ve devam ettim. "Doymadım doyamadım sevmelere seni ben. Kimseyi koyamadım yerine yeniden. Saymadım sayamadım sensiz geçen yılları. Ne inkâr ne itiraf bu yalnızca sitem." Şarkıyı sonuna kadar söyledim. Bittiğinde bardağımı başıma diktim ve içindeki tüm rakıyı genzimi yaka yaka mideme gönderdim. "Sesin güzelmiş Demir." "Eyvallah." Aydın bardağımı doldurdu. "Eyvallah Aydın." Sohbet devam ediyordu. "Komutanım doğma büyüme Rizeli misiniz?" Direk sormuştu. Ona döndüm. "Doğum yerim Rize büyüdüğüm yer İzmir." "Ailenizin işlerinden dolayı mı?" derin bir nefes aldım. "Ortaokuldan itibaren İzmir 'de yatılı okullarda okudum. Yazdan yaza Rize'ye gittim." Başını salladı. "Komutanım yanlış anlamazsınız neden bu mesleği seçtiniz?" beni tanımak istiyorlardı. Ters bakışlarımı Burç'a diktim. "Sizi ilgilendirir mi Burç? Nedene değil sonuca bakın. Buradayım. Gerisinin bir önemi yok." Deyip başıma diktim bardağı ve ayağa kalktım. Ceketimi aldım. "Size iyi eğlenceler." Hepsi Yüzbaşı hariç tek tek yutkunurken ben ilerledim. Motoruma binip Şemdinli yolundaki bayıra geldim. Motoru kenara çekip kaskımı çıkardım ve gideno astım. Kalçamı motoruma yaslayıp kollarımı pantolonumun cebine soktum. Gözüm şehir manzarasındaydı. Şehir merkezinde asılı büyük bayrağı buradan görüyordum. Telefonum çalınca cebimden çıkardım. Karargâhtan arıyorlardı. "Demir dinlemede?" "Komutanım Hüseyin Albay sizi çağırıyor hemen karargâha gelmeniz lazım." "Geliyorum." :):):) Selamlaaar... İkinci bölüm geldiiiii... Oylamayı ve yorumlarda buluşmayı unutmayalıııııım... |
0% |