@1mielepazzoo
|
Köy meydanının ortasında dizlerimin üstüne çöktüm. Başımdaki şapkayı çıkarıp kenara fırlatırken puşimi indirdim yavaşça. Gözlerimden birer damla süzüldü. Ateşler her yanı sarmış dumanlar karanlık geceyi griye boyuyordu. Dizlerimin dibinde on yaşlarında küçük bir çocuk vardı. Ellerim titreyerek ona gitti ve kucağıma çektim. Titreyen elim boynuna gitti bir umut. Yoktu... Ölmüştü... (Dört Saat Önce) Harekât merkezindeydim. Albay ve ben vardık. "Bu göreve yalnız gideceksin Üsteğmen'im." başımı hafifçe öne eğdim. Önüme dosya uzattı. Alıp açtım. Konum bilgileri harita ve daha önce görmediğim bir adam vardı. Kılam Xateyo İranlı yirmi yedi yaşında. Bomba uzmanı konum bilgisi yok. Başımı kaldırıp Albay'a döndüm. "Emriniz nedir?" "Herifi bul gereken her bilgiyi al paketle ve dosyada yazan konuma bırakıp dön." "Emredersiniz Komutanım." Ayağa kalkıp hazır ola geçtim. O da kalktı. "Bir saate çıkıyorsun. Gizlice. Yolun açık olsun Üsteğmen." "Sağ olun Komutanım!" Odama geçmiş sivil kıyafetlerimi giydim. Çekmecedeki telefonu aldım ve hemen çıktım karargâhtan. Hızlıca evime gelip motorumu garaja koydum. Eve çıkıp cebimden telefonumu çıkardım ve hemen telefonumu kapatıp çekmeceye koydum. Siyah sırt çantamı çıkardım dolaptan içine kasamdaki şarjörlerden el bombalarından ve tabancalardan koydum. Siyah iki tane kargo pantolon iki tişört koydum. Bir asker yeşili kargo pantolon ve siyah tişört çıkardım. Çantama puşimi koyup kapattım. Üstümü giyinirken karargâhtan aldığım telefonu açtım. Üçüncü numarayı aradım. "Dost musun düşman mı?" "Dost dediğin başa düşman dediğin ayağa bakarmış." Kahkahası geldi. "Börülce nerelerdeydin?" derin bir nefes aldım. "Boş ver. Bana her zamanki yerde tak çıkar T5000 ve bir kaç oyuncak. Bu gece. Halledebilir misin?" güldü. "Üç saate orada olur." "Eyvallah." Kapattım. Telefonu kapatıp çantama attım. Saçlarımı sıkıca ensemde topuz yaptım. Künyemi çantamın küçük gözüne koydum. Bir şişe su ve birkaç konserve koyup dosyayı da çantama attım ve kapattım. Siyah şapkamı takip üstüme siyah eşofman üstü giyip kapüşonumu kapattım. Üstüne de asker yeşili kısa yağmurluğumu giydim. Rahattı. Ayağıma su yeşili Outdoor trekking ayakkabılarımı giyip sıkıca bağladım. Çantamı alıp evin anahtarını aldım ve çıktım. Sigortaları kapattım kapıyı kilitleyip anahtarı garaja sakladım. Şehir merkezinden sınıra yakın köye otobüsle gelmiş köyde inmiştim. İki saattir de yürüyordum. Sınırı geçeli bir saat olmuştu. Uzun namlulu silahı alacağım ve biraz soluklanacağım yer ilerdeki tepenin arkasında kalıyordu ama bir sorun vardı. Yerimde dururken kapüşonumu indirip gökyüzüne baktım. Duman... Çok fazla gri duman... Koşmaya başladım. Tepeye çıktığımda yutkundum. Bütün Köy aleve verilmişti. Her yer yanmış kül oluyordu. Tepeden hızla koşarak aşağıya indim. Etrafta yangın sesi dışında tek ses yoktu. Köy meydanının ortasında dizlerimin üstüne çöktüm. Başımdaki şapkayı çıkarıp kenara fırlatırken puşimi indirdim yavaşça. Gözlerimden birer damla süzüldü. Ateşler her yanı sarmış dumanlar karanlık geceyi griye boyuyordu. Dizlerimin dibinde on yaşlarında küçük bir çocuk vardı. Ellerim titreyerek ona gitti ve kucağıma çektim. Titreyen elim boynuna gitti bir umut. Yoktu... Ölmüştü... Türkmen köyüydü burası. İtfaiye sesleri gelince gözlerimi silip yanımdaki şapkamı aldım ve ayağa kalktım. Hızlıca uzaklaştım köyden. Kendimi bir mağaraya zar zor attığımda mağara duvarına yaslanıp gözlerimi kapattım. Yere çöktüm ve ellerimi ağzıma kapatıp hıçkırarak ağlamaya başladım. Güç bela sakinleştiğimde toparlandım. Çantama giderken duyduğum sesle sol elimle puşimi yüzüme çekerken sağ elimle silahımı çıkardım. Emniyetini açıp sessizce mağara girişine ilerledim. Elinde ufak bir çanta ve tüfek olan bir adamdı. Yakasından tuttuğum gibi duvara yaslayıp silahımı boynuna yasladım. Kapüşonum ve puşim yüzümü gizliyordu. "Kimsin?" "Benim Hermes." Silahımı çektim boynundan ve bir adım geri gittim. Silahımı geri belime koyup bana uzattığı tüfeği ve küçük çantayı aldım. "Eyvallah. Kaybol. Hemen." Hemen gitti. Bende üstümdeki yağmurluğu çıkardım. Çantanın içindeki yeleği alıp giydim. Silahları bıçakları el bombalarını ve birkaç şarjörü yerleştirdim. Çantada son kalan iki parça birleşince tek sopa olan kırılmaz paslanmaz sopaları yeleğin iki yanındaki yerlerine yerleştirdim. Belime silah kılıfını takıp tabancamı yerleştirdim. Hazır olunca çantadan dosyayı çıkarıp gideceğim konuma baktım. Buraya çok uzak değildi. Yedi kilometreydi dosyayı kapatıp geri çantaya koydum. Tüfeği söküp boşta kalan siyah çantaya koydum parçalarını ve onu da sırt çantama koydum. Haki yeşil yağmurluğumu giyip önünü vurdum. Puşimi gözlerimin altına kadar çekip sabitledim. Şapkamı takıp kapüşonumu şapkamın üstünden taktım. Ufak bir kamp alanıydı. On üç kişi vardı. Hedefimi kırk dakikadır gözlüyordum. Kılam iti burada değildi ama yerini bilen buradaydı. Belimden silahımı çıkarıp susturucusunu taktım. Sessiz ama seri adımlarla ilerlerken önüme geleni tek kurşunla indiriyordum. Arkamda yedi leş kalırken arkamda duyduğum adım sesleri ile arkama dönüp iki el ateş ettim. İkisi de gitmişti. Yolun sonuna geldiğimde yanımdaki evin duvarına yaslandım ve çok hafif eğildim. Dört kişi... ufak bir hesaplama yaptım ve derin bir nefes alıp dördünü de seri bir şekilde indirdim. Geriye sadece evde ayı gibi uyuyan it kalmıştı. Hızlıca bulunduğu eve ilerleyip kapıyı sessizce açtım. Odasına girdiğimde horlayan herifin yanına ilerleyip önce komodinin üstünde duran silahı ve bıçağı aldım ardından tüfeği de alıp ulaşamayacağı bir yere koydum. Geri yanına dönüp tabancamın namlusunu yüz üstü yattığı için ense köküne dayadım. "Ne si-" tabancamı bastırdım. "Şşş sakin ol kuçu kuçu. İki şey soracağım sende ikiletmeden cevap vereceksin. Yoksa!" tehdit edercesine namluyla başını ittirdim. "Ta-tamam yeter ki öldürme beni." Korkak piç! "Bomba ustası Kılam Xateyo nerede?" "Yarın gece Suriye'den Türkiye'ye geçecek. Onun hazırlıkları için El-Bab yakınlarındaki büyük kampta." "Emin misin?" "E-evet evet eminim kendi dedi bugün." Dişlerimi sıktım. "Yedi kilometre ötedeki köy sizin başınızın altından mı çıktı lan?" Bedeni korkudan titremeye başlamıştı. "Kılam ne derse onu ederiz biz. Bize yap dedi yaptık. Başka bir şey bilmem ben." Kaşlarım havaya kalktı. Bilmediğini anlamam için beyne ihtiyacım yoktu zaten. "Demek öyle. O zamaaan-" silahı ateşlediğim an yatağa beyni saçıldı. (Ertesi Gün Gece) Sessizce iki bin itlik kampa akşam sızmış Kılam itini paket edip bok çuvalı gibi uzağa atmıştım. Ayaklarına koca bir kaya bağlamış ellerinin ortasına pimi çekilmiş el bombası bırakmıştım ki götü başı ayrı oynamasın rahat dursundu. Şimdi ne mi yapıyordum? Tuzaklıyordum. Kılam itinin hazırladığı bomba düzeneklerini kampın her yanına dağıtmış ve tetikleyici koymuş kapının koluna misina ile pimi çekilmiş el bombası bağlamıştım. Kapıyı açan ilk kişi bütün kampı havaya uçuracak patlamaları tetikleyecek o ilk patlamayı başlatmış olacaktı. Hızlıca kamptan çıkıp Kılam itinin olduğu yere giderken bir tane it ile karşı karşıya geldik. Tüfeğini doğrulttu. "Kimsin?" "Kaybolmuşum yardım edersen?" sırıttı ve tüfeği indirdi. Yanıma geldi yüzüme uzanan elini tutup kıvırdım. Ama bir an için gözümün önüne köyün hali gelince kendime omzumdaki keskin ağrı ile geldim. Kelebekle bir kesik atmıştı omzuma. Dişlerimi sıkarken kolunu kırıp ellerimi boynuna götürdüm ve tek hamle de boynunu kırdım. Kılam'ın yanına geldiğimde pantolonu ıslak gözleri yaşlıydı. "Allah senin belanı versin piç herif altına mı sıçtın geri zekalı!" gözleri ile ellerinin arasındaki bombayı işaret etti. Korkak piç… El bombasının pimini takıp aldım ve çantama koydum. Kayayı bağladığım ipi çözüp ellerine bağladım ve ucunu tuttum. Çantamı omzuma taktım. "Kalk lan terliksi hayvan yürü yemin ederim sıkarım!" korkusundan itaat ediyordu bana. Patlamanın sesini duyunca puşinin altındaki dudaklarım iki yana kıvrıldı. Omzum kanamaya devam ediyordu ama pek etkilemiyordu beni. Elleri ağzı kapalıydı ve ellerindeki ipin ucu ellerimde köpek gibi peşimden geliyordu. Gerçi gibisi fazlaydı ama olsundu artık... Buluşma yerine bir kilometre kala olan mağaraya geldiğimizde Kılam itini bayıltıp yere attım bok çuvalı amip beyinli terliksi... üstümdeki montu yeleği hırkayı ve tişörtü çıkarıp kesiğe baktım. Derindi ve uzundu. Dikmem gerekiyordu ama dikiş malzemeleri yanımda değildi. Bok çuvalı Kılam'ı üç saat sonra almaya geleceklerdi. Bende anca sabaha evde olurdum. Müdahale etmem lazımdı. Mecbur dağlayacaktık. Alışkındım. Mağaranın girişinin önünde ateş yakmış bıçağı ateşe koymuştum. Bıçak iyice kızana kadar kolumdaki kanı temizlemiş bulduğum dal parçasını aldım. Sarmak için çantamdan temiz tişört aldım ve yırtıp birbirine ekleyerek uzun ince bez elde ettim. Her şey hazır olduğunda gidip bıçağı aldım. Mağaranın içine girip oturdum ve Bismillah diyerek dalı dişlerimin arasına alıp bıçağı kesiğe bastırdım. "Iıııaaaağ!" nefes nefese ter içinde çektim bıçağı omzumdan ve mağara zeminine bıraktım. Ağzımdaki dalı alıp kenara attım. Derin derin nefesler alırken başımı arkaya yasladım. Kendime geldiğimde kolumu sarıp diğer tişörtü giydim. Çıkardığım her şeyi geri giydim gidip ateşi söndürdüm. Ardından gidip hala uyuyan herifin başından aşağıya su döküp ayılttım. Ağzındaki bandı söktüm sertçe. "Bana bak lan bok çuvalı! Tek tek soracağım tek tek cevaplayacaksın anladın mı? Yoksa acımam bin parçaya böler her parçanı bir dağa bırakırım duydun mu beni!" başını salladı. Yüzüm kapalı elimde silahım diğer elimde ses kayıt cihazım vardı. "Kime bağlısın?" "Kanca'ya." Boynumu kütlettim. "Örgüte ait bildiğin ne kadar şey varsa anlat baştan sonra tek harf atlamadan her şeyi eğer ki yalan söylediğini hissedersem olacakları biliyorsun." Başını sallayıp bülbül gibi şakımaya başladı. (Ertesi Sabah) Beş saati yarı uyur yarı uyanık koltukta geçirmiştim. Sabah gün doğmadan evime girmiştim. Ağrım yoktu ama uyku tutmuyordu işte. Ayağa kalkıp yüzümü sıvazladım. Banyoya girip uzun soğuk bir duş aldım. İşim bitince odama geçtim. Çamaşırlarımı ve kot pantolonumu giyip aynaya baktım. Omzumdaki ize... Derin bir nefes alıp omzumu sıvazladım. Tamamen giyinip saçlarımı balık sırtı ördüm. Çekmecede hala kapalı olan telefonumu alıp açtım. Bildirimler art arda düşerken hepsini es geçip dedemi aradım. "Atlas'um nereyedun iki gündür dedem?" "İşlerim vardı dede karargâhta biliyorsun. Yoğun çalışıyorum. Fırsat bulunca aradım." Güldü. "İyi ettun kuzum sana bizum buralardan reçel kaymak bal gönderdum. Yersun emi kizum." Oy benim pamuk dedem. "Yerum tabii pala bıyık imamım benim sağ ol." Biraz daha konuşup kapattık. Silahımı belime yerleştirip cüzdanımı ve telefonları cebime koydum. Ses kayıt cihazını alıp onu da cebime koydum. Karargâha geldiğimde hemen odama geçtim. Üstüme üniformamı giyip kimsenin haberi olmadığı telefonu çekmeceye koydum. Bilgisayarımı açıp ses kayıt cihazındaki sesi flaşa aktardım. Biraz sürecekti. O sırada odamdan çıkıp bir kahve aldım ve geri odama ilerledim. "Atlas Komutanım!" gelen sesle arkama döndüm. Dargelir... "Komutanım Fatih Komutanım sizi görmek istiyor." Kaşlarımı çattım. "Odasında mı?" başını salladı. Adımlarımı onun odasına yönelttim. Kapısını tıkladım ve gel komutu gelince içeri girdim. Hazır ola geçip bekledim. Kahvem hala elimdeydi. "Beni çağırmışsınız Komutanım." "Rahat Demir otur." Oturdum. "Sabahki içtimada yoktun. Albay izinli dedi." Tek kaşı havaya kalkmıştı. Benim kaşlarım ise her zamanki gibi çatıktı. "Öğleden önce izinliydim çünkü." Derin bir nefes aldı. "Sebep?" pardon sana ne acaba? "Sizi ilgilendiren bir şey olsa size söylerdim zaten. Astınız olmam size iş dışında hesap vereceğim anlamına gelmiyor. Yanılıyor muyum?" uzun süre sustu. "Çıkabilirsin." Bende öyle düşünmüştüm. Selem verip çıktım. Odamda kahvemi içmiş flaşı alıp çıkmıştım. Albay'ın odasına ilerledim. Kapıyı tıklayıp gel komutu gelince içeri girmiştim. Selam durdum. "Gel Atlas otur." Oturdum ve flaşı ona verdim. "Bütün söyledikleri içinde Komutanım." Flaşı alıp kenara koydu. "Patlatmışsın yine bir şeyleri." Derin bir nefes aldım. "Öyle gerekti Komutanım." Tek kaşını havaya kaldırdı. "Türkmen köyüyle alakası yok yani?" nedene niye takılıyorsun be adam temizlendi işte bir kamp ne şey ediyorsun. "Yani zaten patlatırdım ama o da bir etken oldu." Derin bir nefes aldı. "Zorsun asker çok zorsun." Dudaklarım çok hafif iki yana kıvrıldı. "Kolay olmak karakterime yüklenmedi Komutanım." Sabır çekti. "Defol git timin yanına. Biraz daha durursan alacağım ayağımın altına." Selam verip çıktım. Tim dinlenme odasındaydı. Yanlarına geçtim. Börek kurabiye pasta çay ohhh. "Hayırdır gün mü vardı?" hepsi birbirine baktı. "Yok komutanım biz..." Şeker çocuk Şeker yardım dilenircesine etrafına baktı. "Açıklamayı kes bir çay da bana doldur Şeker. Gülerek ayağa kalktı ve bana çay doldurmaya başladı. Bende koltuğa kuruldum ve bir börek aldım. Patatesliydi akar be... Sohbet ederlerken ben tıkınıyordum. "Komutanım şey izinliymişsiniz de bir problem yok değil mi?" Salkım... "Yok Salkım bir işim vardı bugün. Öğleden önce bitti geldim." Başını salladı. Elime bir dilim börek daha aldığımda kapı hızla açıldı. "Acil görev emri hemen hazırlanın." Yüzbaşı'ydı. Elimdeki böreği bırakıp kalktım. Üstüme kamuflajlarımı giyip silah odamıza geçtim. Herkes buradaydı. Dolabıma ilerleyip açtım. Açmamla asılı olan büyük fotoğraf odanın ortasına doğru süzüldü kapağı sert açtığım için. Yutkundum. Herkes yere düşen fotoğrafa bakıyordu. Ben gidip alamadan Şeker eğilip aldı ve bana ilerledi. Aynı zamanda fotoğrafa bakıyordu. Uzattığı fotoğrafı aldım ve hiçbir şey demeden üstteki rafın üstüne koyup çantamı aldım. İçine gerekli şeyleri koydum. Tüfeğimi aldım ve herkesten önce çıktım odadan. Helikopterde Yüzbaşı'yı dinliyorduk. "Saldırı olacağı istihbaratı geldi. Rakka'nın güneyi büyük bir kamp sınır karakoluna harekete geçecekler. İlk görevimiz karakola ilerleyen birliğe engel olmak. Ardından bağlı oldukları kampı ele başlarını alıp temizlemek." "IŞİD mi?" bana döndü herkes. Yüzbaşı başını salladı sadece. İnmemize az kala boyunluğumu gözlerimin altına kadar çekip kaskımı taktım. Çantamı omuzlayıp tüfeğimi sıkıca tuttum. Omzum hafiften sızlıyordu ama öldürmeyen acı kuvvetlendirirdi. Pusu atacağımız yere ilerliyorduk. "Atlas Komutanım bir istirhamım olacaktı." Telsizimi açtım. "Dinliyorum Aydın." "Sizin uzmanlık alanınız neydi?" gözlerimi devirdim. İstihbarat uzmanı olduğumu bilmemeleri gerekiyordu. "Hafif silah Aydın." Geri kapattım telsizimi. "Komutanım benim de bir istirhamım olacaktı." Derin bir nefes aldım. "Dinliyorum Burç." "Komutanım aynı anda kaç kişiyle dövüşebildiniz farklı farklı iddialar var da merak ediyorum şahsen ben." Ya sabır Allah ya sabır.... "Tek çizik almadan yedi kişi. Hafif hasarlı on üç kişi." Önce derin bir sessizlik oldu. "Vay babasının kemiğine sokam!" Direk o ne biçim tepki Direk. "Senin vereceğin tepkiye Kenan götüne yedi Direk!" Şeker çocuk Şeker... "Yeter işinize odaklanın yaklaştık!" Yüzbaşı'nın sesi ile hepsi kendine çeki düzen verdi. Geri kalan yolu sessiz ve hızlı ilerledik. Pusu atacağımız yere geldiğimizde kulaklarımız Yüzbaşı'da gözlerimiz dürbündeydi. "Salkım Aydın pusuyu yola kurun. Burç Şeker Direk mevzi alın. Balkan kendine uygun bir yer bul." Altısı da selam çekip gitti. Bana döndü. "Sende mevzi al Demir." Başımı salladım ve uzaklaştım. V vadideydik. Kayalıktı her yer ve baya dikti. Tırmanmaya başladım. Uygun güneşin tepemden kalacağı aşağıdan bakınca güneşten dolayı görülmeyeceğim bir yere mevzi aldım. "Zehir1 Zehir2 yerimi aldım." Birkaç cızırtı geldi. "Anlaşıldı Zehir2 beklemede kal. Bir durum olursa bildir." "Anlaşıldı." Dürbünümü ayarlamış bizimkileri izliyordum. Tuzağı kurmuş mevzi almışlardı karşılıklı. "Zehir1 Zehir3 geliyorlar hazırlıklı olun." "Anlaşıldı Zehir3. Tuzak tetiklendiği an arkadaki arabaların şoförleri. Zehir2 Zehir3 Anlaşıldı mı?" elimi telsizime götürdüm. "Anlaşıldı." Benim ardımdan Balkan'ın sesi geldi. Elim tetikteydi. "Gerilir zorlu bir yay oku fırlatmak için. Gece gökte doğar ay, yükselip batmak için." Dörtlük biter bitmez tetiğe bastım ve büyük bir çatışma başlamış oldu. Tek tek herkesi indirirken arkamdan gelen adım sesleri ile arkama baktım. Bana doğru gelen itin koluna tekme atıp silahını düşürmesini sağladım ve hemen ayağa kalktım. O da toparlamıştı kendini. Kadındı. Yumruğumu yüzüne salladım. Dudağı patladı ve yere savruldu. Silah sesleri azalıyordu giderek. Dikkatim aşağıya kaydığı için yüzüme yediğim yumrukla yere düştüm. Hemen üstüme atladı. Ve bir yumruk daha geçirdi yüzüme. Burnumdan gelen kan patlayan dudağımdan gelen kana karışıyordu. Omzuma sertçe vurması ile dişlerimi sıkıp kaldırdığı eli tuttum ve onu üstümden attım. Hemen ayağa kalktım. Silah sesleri kesilmiş kaskım başımdan çıkmıştı. Ayağa kalkan kadının yüzüne elimin tersini geçirip karnına sert bir tekme geçirdim ve bağırarak aşağıya düştü. Ağzımdaki kan yere tükürüp eşyalarımı topladım ve aşağıya inmeye başladım. Herkes benim attığım kadının başında şaşkın şaşkın bakıyordu. "Atlas Komutanım!" yanıma ilk gelen Şeker olmuştu. "İyi misiniz yaralı mısınız omzunuz?" "İyiyim Edip. Ufak bir arbede yaşandı o kadar." "Gelin pansuman yapayım size." İtiraz edecek gibi oldum ama sonra herkesin bakışı ile sessiz kaldım. Kenara geçip oturttu beni. Çantamı tüfeğimi elimdeki kaskı alıp kenara koydu. Çantasından ilk yardım malzemelerini çıkarıp dudağıma ve burnuma pansuman yapıp yüzümdeki kanı temizledi. "Omzunuz kanıyor." Omzuma baktım. "Ön-" "Komutanım omzunuz kanıyor önemli değil demeyin. Çok kanıyor." "Astsubay'ım!" Üstüme eğildi. "Bizden nefret ediyorsan et kendi canını sikine takmazsan takma. Ama Timi vatanı milleti düşünmek zorundasın." Kaşlarımı çattım. "Dönünce cezamı kesersiniz şimdi omzunuza bakacağım." Pes ederek yeleğimi ardından kamuflajımı çıkardım. Kimse bizimle ilgilenmiyordu. Tişörtümü de çıkardığımda "Hassiktir ne oldu buraya?" "Sessiz ol aramızda kalacak bu Edip. Dönünce merak ettiğin her şeyi cevaplayacağım ama sessiz ol." Yutkunup başını salladı. "Dağlanmış." Başımı salladım. Pansuman yapıp temiz bandaj sardığında bitti. Bende üstümü giyip toparlandım. Timin yanına döndüğümüzde herkes bana baktı. "Üsteğmen'im durumun nedir?" "İyiyim Komutanım iki yumruk bana bir şey yapmaz." Başını salladı. "Devam ediyoruz Zehir. Kamp alanına gece çökeceğiz haydi!" İlerliyorduk Şeker benden iki adım geriden geliyordu. Gözlerinin üstümde olduğunu hissediyordum. Hava kararıyordu. İlerde bir mağara vardı orada biraz dinlenecektik. "Zehir duruyoruz." Arkama baktım. Yanında Direk vardı. "Zehir1 dinlemede." Albay ile konuşuyordu. Kulaklarımı da gözlerimi de çektim ondan. Kulaklarım da gözlerim de etrafta tehlike arıyordu. "Zehir beni dinle." Etrafında toplandık. "Bu gece mağarada beklemedeyiz Zehir. İstihbarat gelmiş. Yarın çökeceğiz kampa Kanca'nın sol kolu kampa gelecekmiş onu bekleyeceğiz." Başımızı salladık ve tekrar dizildik. Mağaraya girdiğimizde herkes eşyalarını bir kenara bıraktı. Bende en köşeye geçip çantamı tüfeğimi ve kaskımı bıraktım. Boyunluğumu yüzümden boynuma indirdim. Hücum yeleğimi ve kamuflajımı çıkardım. Kamuflajımı çantamın üstüne katlayıp koydum. Hücum yeleğimi geri giyip uzandım ve başımı çantama yasladım. Sol kolumu gözlerim üstüne kapatıp sol bacağımı da kendime çektim. Yüzbaşı ve Salkım sohbet ederlerken yemek kokusu geliyordu burnuma. "Atlas Komutanım?" omzuma hafifçe dokunan ve seslenen Şeker'di. İstifimi bozmadım. "Uyanığım ne oldu?" derin bir nefes aldı. "Yemek yiyeceğiz. Çocuklar bir şeyler hazırlayıp çay yaptı." Derin bir nefes aldım. "Siz yiyin ben aç değilim." "Ko-" "Şeker!" sert sesimle tamam deyip gitti. "Uyumuş Komutanım." "Ellemeyin uyusun sizde dinlenin. Yarın yoğun bir gün olacak." Yarı uyur yarı uyanık halde duyuyordum onları ama tepki veremiyordum. Yanıma birinin oturduğunu hissettim. "Bir saat uyuyayım nöbeti devralırım Boran dönüşümlü uyuruz." "Uyu sen kardeşim uyandırırım seni." İrkilerek uyandığımda Burç ve Yüzbaşı hariç herkes uyuyordu. Kolumdaki Garmin Tactix Delta saate baktım. Özel kuvvetlere özel üretilmişti ve her türlü şarta dayanıklıydı. İki otuz sekizdi saat. Nabzım yüz dörttü. En tehlikeli operasyonda bile maksimum doksan olan biriydim derin bir nefes aldım ve oturduğum yerden dağılan saçlarımı açıp tekrar sıkıca örerek düzelttim. Ayağa kalktığımda yatan beşliye baktım. Direk ve Aydın birbirine sarılmış uyuyordu. Şeker'in ve Balkan'ın kafası Salkım'ın göğsündeydi. Güldüm bu hallerine. Kamuflajımın üstünü alıp Direk ve Aydın'ın üstüne örttüm. Diğer iki kamuflajı da Salkım Balkan Şeker üçlüsünün üstüne örttüm ve dışarı ilerledim. "Burç geç dinlen ben devam ederim." İtiraz edecek gibi oldu ama bakışımı görünce başını salladı ve içeri geçti. Bende derin bir nefes alıp kalktığı yere oturdum. "Çay var içer misin? İstersen kahve de var." "Sert bir kahve alırım siz?" elindeki karton bardağı gösterdi. Başımı sallayıp kendime sert bir kahve yapıp geri oturdum. Kibrit sesi gelince göz ucuyla ona baktım. Sigara yakmıştı. Ben kullanmıyordum. "İster misin?" ona baktım göz ucuyla. "Kullanmıyorum." Başını salladı. "Yedi ay önce ne oldu?" yutkundum. "Kişisel mevzularım sizi ilgilendirmez. Bir daha sormazsanız sevinirim." Başını salladı sadece. Sabaha kadar daha doğrusu gün doğana kadar sessizce oturduk. "Günaydın Komutanım." Salkım gelmişti. "Günaydın Astsubay'ım. Ezan okunacak birazdan." Başını salladı Salkım. Dün akşam beyler hazırlamıştı sabah da ben hazırlayayım diyerek ateş yaktım. Çayı döküp tekrar demlemek için hazırladım. Menemen için domates soğan biber aldım. Kenardan. Yıkayıp hızlıca doğramaya başladım. "Salkım uyuyan danaları uyandır da yesinler sıcak sıcak." "Tamam Komutanım." Mağaraya girdiğinde bende doğradığım domatesleri koydum tavaya. Güzelce karıştırıp kendi haline bıraktım ve salatalık dilimleyip birkaç acı biber yıkadım. İçeriden sesler gelirken sekiz tane yumurta kırdım menemene. Tuzunu da atıp karıştırdım. "Ooo menemen hem de Atlas komutanımdan." "Uf uf uf güzelliğe bak kokusu bile gel bana ekmek ban diyor." Direk ve Aydın... Timin yaramaz çocukları değilsiniz de nesiniz siz? "Aman aman Komutanım ellerinize sağlık vallahi harika görünüyor." Timin en ayısı gibi duran ama en kibarı olan Burç. Yani en azından bana karşı. "Bak bu var ya bu dünyanın en güzel şeyi bu. Nesiniz siz bizim timin biriciği anası ablası kız kardeşi mi?" elimi ensesine attım Şeker'in. "Şeker çocuk Şeker sadece komutana ne dersin?" yutkundu. "Emredersiniz Komutanım." Elimi çektim ensesinden. "Hadi buyurun afiyet olsun." Ben biraz yiyip genel olarak midemi kahve ile doldurmuştum. Beyler ise afiyetle yemişti. Toplama işi ise timin yaramaz çocukları Direk ve Aydın'a kalmıştı. Mağaraya geçip eşyalarımı topladım. Kamuflajımın üstünü giyip geri hücum yeleğimi giydim. Herkes gelmiş Yüzbaşı'nın etrafında toplanmıştık. "İçeriye birinin sızması lazım." Herkes birbirine baktı. "Ben sızarım bu tür konularda deneyimliyim. Ayrıca kadın olduğum için şüphelenmezler. Herifleri paket eder çıkarım." Şimdi hepsi bana bakıyordu. Yüzbaşı ensesini sıvazladı ve sıkıntılı bir nefes aldı. "Komutanım!" tedirgindi. Sert sesimle bana dikti siyahlarını. Hafifçe başımı salladım. "Tamam hazırlığını yap." "Emredersiniz." Çantamı yere koyup içinden toprak bej kargo pantolon siyah boğazlı badi çıkardım. Beyler üstümü değiştireceğimi anlamış ve çıkmıştı mağaradan. Üstümdeki kamuflajı çıkarıp kıyafetleri giydim. Hücum yeleğimden iki şarjör ve kasaturamı aldım. Tamamen hazır olduğumda üstüme kahverengi hırka giyip boynuma puşimi sardım. Tabancamı belime yerleştirip saçlarımı açıp tekrar sıkıca ördüm. Kamp alanını izliyorduk. "Demir eşyalarını bırak yanıma gel." Çantamı ve tüfeğimi kayaların arasına sakladım. Yüzbaşı'nın yanına gittiğimde elini yüzüme uzatıp kulağıma kulaklık taktı. Gizli kulaklıktı. "Dikkat et kendini tehlikeye atma. Güvenli kelime Zehir. Sadece beni duyacaksın sadece ben duyacağım. Sapa sağlam gönderiyorum öyle geri geleceksin." Başımı salladım. Kampa doğru ilerliyordum. Puşimi gözlerimin altına kadar çekmiştim. Karşıma kampın devriye gezenleri çıktığından hemen silahlarını doğrulttular. "Kimsen?" gözlerimi devirdim bariz bir şekilde. "Beni liderinize götürün hemen!" "Demir ne yapıyorsun?" Ya sabır ya selamet... “Nedenmiş?" Silahımı çıkarıp göğsüne bir tane sıktım. Yanındaki korkuyla bana döndü. "Kamp liderine götür beni. Ha sende itiraz edeceksen..." silahımın namlusu ile yere düşmeden cehennemi boylayan iti gösterdim. "T-ta-tamam buradan." Silahımı belime koyup peşinden ilerledim. Kapısının önüne geldiğimizde başımla gitmesini işaret ettim. Arkasını döndüğünde elimi ağzına kapatıp ne olduğunu anlamasına izin vermeden ve kimseye yakalanmadan boynunu kırdım. Onu yandaki açık kapıdan içeriye sokup yere bıraktım ve kapıyı kapatıp aldığım anahtarla kilitledim. Kapıyı açtığımda meyve yiyen ayaklarını masanın üstüne uzatmış uzun sakallı kısa boylu herif vardı. Beni görünce kaşlarını çattı. "Kimsin sen?" yanına ilerledim. Gerildi. Güzel... Masanın üstündeki silahı aldım ve inceliyormuş gibi yaptım. "Kimim ben bir düşünelim hmmm?" silahı bir anda ana doğrulttum. "Sakın sesini çıkarma yemin olsun acımam sıkarım anladın mı?" başını salladı. "Misafirin gelecek. Tek bir şey çaktırırsan kafana mermiyi yersin duydun mu?" yutkundu. "Ne istiyorsun?" "Göreceksin. Her şey normalmiş gibi yap yoksa ne olur gösteririm." Arkasında siyah bir dolap vardı. İkisini de görebileceğim şekilde saklandım. Elimdeki tabancayı sessizce kenara koyup kendi silahımı çıkardım. Kapı açıldı. "Hoş geldin Kavo." Sesin titriyor korkak pic iyi ki her şey yolunda gibi yap dedim... "Hayırdır Kokarca betin benzin atmış." Yutkundu. "Bizim karakola saldırıya giden birliğe pusu kurmuş Türkler ona canım sıkıldı. Boş ver." Kahkahası duyuldu Kavo denen itin. "Önemli değil be Kokarca göz dağı saldırısından daha iyi bir planı var Kanca'nın. Onu uygulayacağız." Bir süre daha konuştular. Tam dolabın arkasından çıkacakken duyduğum şeyle yerimde kaldım. "Yedi ay önceki saldırı Akkurt timinin kanını içtiğimiz saldırıdan bahsediyorum. Komutanları ne olmuş haberin var mı?" Kokarca denen it sormuştu. Bedenimin kontrolünü yitiriyordum sanki. "En son başlarındaki kancık karının üç sırtına iki göğsüne sıkmış bizim çocuklar ama hayatta kalmayı başarmış. Üstüne beş mermiye rağmen askerlerim dediği orusbu çocuklarının parça pinçik oluşunu izlemiş. Bırakmış defolmuş gitmiş buralardan." Yerimden çıkıp Kokarca denen itin iki dizine sıkıp Kavo denen itin üstüne atladım. Ben yerimden çıkarken birkaç patlama sesi ve ardından silah sesleri gelmeye başlamıştı. Orantılı güç uygulamıyordum. Daha doğrusu gücümü ayarlayamıyordum. Kaldırdığı yumruğunu tutup dizimi özel belgesine geçirdim. İki büklüm oldu. Bu sefer dizimi yüzüne geçirdim. Yere devrildi. Üstüne çıkıp yumruklarımı yüzüne geçirmeye başladım. "Bir daha söyle! Kimin kanını içtiniz bir daha söyle! SÖYLE LAAAN!" odanın kapısı açıldı kim geldi umurumda değildi. "Zehir1 Zehir5 onu buldum hemen gelmeniz lazım." Şeker'di umurumda değildi. "Komutanım bırakın bayılacak bırakın." "Dokunursan sikerim uzaklaş!" yakasını kavradım altımdaki herifin. "SEN AZ ÖNCE KİME KÜFÜR ETTİN SÖYLE!" zar zor nefes alarak güldü. Puşim yüzümden düşmüştü. "Ooo Deli komutan. Bırakmadın mı sen Akkurt'tan sonra yia. Bu arada timin geberip giderken izlemek nasıldı?" yüzüne sert bir yumruk geçirdiğimde kafası yana savruldu ve dişlerini tükürdü. Yumruğumu havaya kaldırdığımda biri tutup beni kaldırdı. İki kolumu da tutuyordu. Umursamadım ayağımı ayaklarımın dibinde yatan herifin kasıklarına geçirdim. "Ya sabır ellerini tutsam ayakları ayaklarını tutsam elleri." Deyip beni omzuna attı. "Bırak beni yakarım canını bırak!" dışarı çıktık. Bir Tim daha vardı anlaşılan. "Komutanım Atlas Üsteğmenin eşyalarını aldık." "Tamam sizde kalsın." Ya sabır ya selamet. Kampın arka tarafında kalan uçurum kenarına geldik. İndirdi beni. Yüzüne bakmadan o herifin beynini dağıtmak için gidecektim ki kolumu tuttu. Refleks olarak yüzüne tokat indirdim. "Sakın! Üstüm de olsan bana dokunamaz beni omzuna atıp istediğin yere götüremezsin! Sakın Bozkurt! Yakarım!" Kamp alanına ilerledim. Paketleri dışarı çıkarmışlardı. Kavo'ya ilerledim ve belimden silahımı çekip saçlarını kavrayıp başını yuları kaldırdım. Silahın namlusunu çenesinin altına yerleştirdim. "Beynini dağıtmamam için tek bir sebep ver bana orusbu çocuğu!" güldü. "Komutanım uzaklaşın." "Atlas Komutanım etmeyin!" "Değmez Komutanım!" onlara döndüm "Kapayın çenelerinizi!" "DEMİR! SİLAHINI BANA VER VE UZAKLAŞ!" takmadım onu. Dizlerinin üstündeki herife döndüm. Piç gibi sırıtıyordu. "Çok bağırmışsın onları izlerken doğru mu?" parmağım tetikteydi. Dişlerimi sıkıyordum. "Yedi aydır nasıl yaşadın anlatsana hayır hadi yaşadın nasıl mesleğine devam edebildin ya?" beni manipüle etmeye çalışıyordu. "Kıdemli Üsteğmen Atlas Demir! Silahını bana ver ve uzaklaş!" kulağıma baskın bir sesle fısıldamıştı. Derin bir nefes alıp silahımı boynundan çektim ve ittirerek bıraktım iti. Silahımı Yüzbaşı'nın göğsüne bıraktım ve hızlı adımlarla uçuruma doğru ilerlemeye başladım. Gözlerimden yaşlar düşmeye başlamıştı bile. Nefes almak istercesine elim boğazıma gitti. Gözlerimden düşen yaşlarla giderek hızlanıyordu. Boynumdaki puşiyi boynumdan çekip aldığımda hıçkırarak ağlamaya başlamıştım. Gözlerimin önüne o gece gelirken dizlerimin üstüne çöktüm. "Aaaaağh!" bedenimdeki tüm güç çekiliyordu. "Atlas..." Edip'ti. Yanıma çöktü ve emin olamayarak beni omzuna çekti. Yedi aydır ilk defa böyle ağlıyordum. Bağıra bağıra... :):):) Selammmms... Yorumlarda buluşalımmmm... |
0% |