Yeni Üyelik
7.
Bölüm

Korku İle Cesaret

@1mielepazzoo

Harekât merkezinde toplanmış Albay'ı bekliyorduk. "Komutanım görev hakkında bilginiz var mı?" Karşımda oturan Bozkurt yanında oturan Salkım'a döndü. "Hayır Albay gelince öğreneceğiz." Başını salladı Salkım ve önüne döndü.

Albay girdiğinde hepimiz ayağa kalktık. "Rahat oturun." Oturduk. Albay bana bir süre baktı ve derin bir nefes alıp önüne döndü. "İsrail sınırları içinde Ebu-Kayhan cezaevine sızmanız lazım." Alaylı bir gülüş çıktı ağzımdan. Herkes bana döndü boğazımı temizleyip duruşumu düzelttim. "Tamam zoru başarırız imkânsız zaman alır Komutanım da bu biraz imkansızın da imkansızı sanki." Derin bir nefes aldı.

"Biliyorum Atlas biliyorum ama mevzu ciddi. Üsteğmen Alpay Saruhan orda tutuluyor. Terör örgütlerine vermeleri an meselesi." "Hay cibilliyetine soktuğum..." diye mırıldandım. Herkes bana döndü. "Kişisel mevzuları görevinden uzak tutabilecek kadar profesyonel olduğunu düşünüyorum Üsteğmen'im." Albay'a döndüm. "Emredersiniz Komutanım." Ayağa kalkınca ayağa kalktık. "Alpay Saruhan'ı alıp dönün Zehir." "EMREDERSİNİZ KOMUTANIM!"

Herkes odasına geçti. Gizli görev olacağı için sivil giyinecektik. Siyah rahat esnek pantolon üstüne Haki yeşil balıkçı yaka badi giydim. Saçlarımı tarayıp siyah deri montumu giydim. Saçlarımı açıp taradım ve siyah beremi montumun cebine koydum. Su yeşili trekking ayakkabılarımı giyip sıkıca bağladım.

Çekmecedeki telefonu alıp kendi telefonu bıraktım. Açıp son kişiyi aradım. "Kimsin?" derin bir nefes aldım. "Kartal ava çıkacakmış." Kahkaha attı. "Börülce özlettin kendini." "Geç şimdi bunları. Ebu-Kayhan cezaevine sızmam lazım." "Siktir lan oradan imkânsız." Sabır çektim. "Beni içeri sok demedim Vezir. Sekiz kişiyiz dönüşte dokuz kişi olacağız. Araç ekipman ve cezaevine gidiş güzergahı. Yapabilir misin?" bir süre sessiz kaldı. "Vezir yapabilir misin yapamaz mısın vaktimi çalma." "Tamam yaparım." Derin bir nefes aldım. "Tamam kara yoluyla geleceğiz. En geç sabaha her şey elimde olsun." Merak etme." Telefonu kapattıktan sonra cebime koydum.

Silah odasına geldiğimde herkes buradaydı. Harita önlerindeydi Bozkurt'un karşısına Direk ve Aydın'ın arasına girdim. "Ceza evi burada. Kara yoluyla gitmek daha iyi olur. Birkaç tanıdıkla konuştum gereken her şeyi ayarlayacaklar. Tek yapmamız gereken içeri sızma planı. Bana kalırsa içeriye mahkûm kılığında biri girsin alsın ortalığı karıştırıp çıktın geri dönüş kısmı daha zorlu olacak ama olsun." Herkes bana bakıyordu. "Tanıdıklar derken?" Burç sormuştu. Derin bir nefes aldım. "Birkaç operasyon da bana yardımcı olan muhbirler." Başlarını salladılar.

Hazır olunca odadan çıktık. "Atlas Komutanım telefonunuz var önemliymiş." "Göreve çıkıyorum meşgul de." "Demir konuş öyle gidelim önemliymiş." Başımı salladım. Telefonun ahizesini aldım. "Kıdemli Üsteğmen Demir?" "Benim." Yüzüm dondu. "Dinliyorum Çınar Bey?" Çınar Demir... Babam... "Dedeni hastaneye kaldırdık. Bilmek istersin diye aradım." Kaşlarım daha da çatıldı. "Ne demek hastaneye kaldırdık ne oldu?" "Fenalaştı doktorlar yanında." Yutkundum. "Ben üç güne gelirim. Merak etme beni görmezsiniz şimdi kapatıyorum." Deyip ahizeyi yerine koydum.

Timin yanına döndüğümde bana döndüler. "Bir sorun yok değil mi?" başımı iki yana salladım. "Hayır yok." Araca ilerledik. Ben kullanacaktım. Herkes yerleştiğinde arkadaki otomatik kapıyı kapattım ve sürmeye başladım. Yanımda Bozkurt vardı timin geri kalanı arkadaydı. Sol dirseğimi kapıya yaslayıp başımı da elime yasladım. Düşünme Atlas görevine odaklan. İşte böyle...

Sınırı geçtikten sonra buluşma noktasına gelmiştik. Gün doğuyordu. Arabadan indik. Vezir de kendi arabasından indi. Önde ben arkamda Tim vardı. Elini uzattı tutup sıktım ve kendime çektim onu. "Sakın kim olduğumu söyleme!" bastırarak söyledim. Sarılıyor gibi duruyorduk. Geri çekildi. "Getirdin mi?" elindeki siyah sırt çantasını uzattı. "Uzun namlulu getirmedim." Başımı salladım. "Kaybol kimseyi görmedin." Hemen arabasına binip gitti.

Silahları beylere dağıttım. Plan belliydi zaten. "Direk direksiyona geç. Hadi devam ediyoruz." Arabaya geri binip devam ettik. "Atlas Komutanım sizi yadırgamazlar mı?" "Kadın erkek karışık bir hapishane. Ayrıca Alpay sizi tanımıyor beni maalesef tanıyor. Benim girmem daha iyi." Önden Bozkurt'un homurtusu geldi.

Yola pusu kurmuş bekliyorduk. "Zehir1 Zehir 4 yerimi aldım." "Zehir1 Zehir 6 geliyorlar." Derin birer nefes aldım. "Ateşle Zehir4." Taşınabilir jammer çalıştığında telsiz bağlantısı koptu. Mahkûm nakil aracı arabanın arkasında durdu. İçindeki askerler indi.

"Çek arabayı." Edip başını motordan kaldırdı. "Nasıl çekeyim görmüyor musun arıza yaptı." "Çek lan bana ne işimiz gücümüz var." "Çekemem diyorum arıza yaptı anlamıyor musun?" Bozkurt'un işareti ile çevrelerini sardık.

"İndir silahları indir!" arkadan gelip en öndeki adamın başına silah dayadım. "Kimseye zarar vermek istemiyoruz indirin silahları." Birbirlerine bakıp silahları attılar. Hepsini bayılttık. "Gelip alacaklar. Komutanım." Burç ekiplere haber vermişti.

(Öğlen)

"Hazır olun geldik sayılır." Bileğime kelepçeleri taktım. Fatih'e ve Akif'e başımla onay verdim. Şansıma getirilen mahkûmda kadındı. Kıyafetler üstüme bir tık büyük olmuş olsa da sorun yoktu.

Araç durduğunda benden önce indiler. Sonra da bir koluma Fatih bir koluma da Akif girdi. Hapishane müdürü ve gardiyanlar da gelmişti. "Suçu neymiş bu kancığın?" Ruhsuz bakışlarımı ona çevirip sadece baktım. Yutkundu. "Kocasını ve kocasının beş erkek kardeşini doğramış katır kutur. Herkes buna testere diyor." Şimdi herkes yutkunmuştu.

"Ufak tefek cılız olduğuna bakmayın baksanıza şunun dişlerine..." Fatih çenemi tuttuğunda omzuna doğru kafa attığımda beni yakalarımdan tutup duvara fırlatırcasına yasladı. Bu sırada elime kelepçenin anahtarını sıkıştırmıştı. "Özür dilerim acıdı mı?" gözlerimi devirip hiç acımadan kasıklarına dizimi geçirdiğimde beni yere fırlattı. Kenan ve Faruk beni yerden kaldırıp gardiyanlara teslim ettiler.

"Testereyim lan ben testere! Doğrarım hepinizi laaan!" Testere adı lazım değil Alpay'ın anlayacağı şifreydi. Sesimden zaten tanırdı ama testereyi duyunca emin olurdu. Beni getirdikleri yerde onu görmüştüm karşıda tek başınaydı. Kaşlarını çattı. Parmaklarımın arasındaki anahtarı görünce hafifçe başını salladı.

Durdum ve arkamı döndüm. Gardiyanı ellerimin arasına alıp tek hamlede boynunu kırıp yere attığımda Alpay cibilliyetsizi de bulunduğu koğuştan çıkmak üzereydi. Ben ise elleri çözmeden üstüme gelen gardiyanları etkisiz hale getirmiştim. Alpay yeni gelen iki gardiyanı etkisiz hale getirirken ben de ellerimdeki kelepçeden kurtulmuştum.

Hemen hemen her koğuşun kapısını açıp ortalığı savaş alanına çevirdikten sonra Alpay'ın ensesinden çekip beni takip etmesini sağladım. Dışarı çıktığımızda bizimkiler hazır vaziyette bekliyordu hemen mahkûm aracına binip kapıları kapattık.

Olay yerinden uzaklaşana kadar çıt çıkmamıştı. "Ediip bana bir su göndersene." Suyu bana attığında açıp başıma diktim. Derin bir nefes alıp şişeyi geri ona attım. "Eyvallah." Gülümsedi sadece. Arkama yaslanıp gözlerimi kapattım.

"Dönmüşsün bıraktığını sanıyordum." Gözlerimi açmadım ve cevap da vermedim. Güldüğünü işittiğimde de tepki vermedim. "Hiç değişmemişsin hala aynı küçük dağları ben yarattım Atlas'sın. O egondan asla ödün vermiyorsun. Testere(!)" yine tepki vermedim.

(Akşamüzeri Karargâh)

Karargâha geldiğimizde ilk inen ben olmuş ve hemen odama gidip üstümü değiştirmiş ardından Hüseyin albayın odasına gittim. "Gel." Kapıyı aralayıp içeri girdim o da hazırlanmıştı. Selam durdum. "Rahat Atlas." Rahata geçtim. "Komutanım dedem benim tek ailem az çok biliyorsunuz onu hastaneye kaldırmışlar onu görmeye gitmek istiyorum bu nedenle bana birkaç gün izin verebilir misiniz?"

Hüseyin albay kaşlarını çattı. "Ciddi bir durum mu Atlas?" "Bilmiyorum komutanım. En azından yarın için izin alabilir miyim?" "Tabii tabii beni de bilgilendir duruma göre iznini uzatırız Atlas." Derin bir nefes alıp başımı salladım ve çıktım.

(Gece Yarısı)

Rize'ye gelmiş bir taksiye atlayıp hastaneye gelmiştim. "Çakır Demir bu hastaneye kaldırmışlar durumunu öğrenebilir miyim ben torunuyum?" Hemşire ceketimin açıkta bıraktığı silahıma korkuyla bakıp bana dönmüştü. Arka cebimden cüzdanımı çıkarıp askeri kimliğimi çıkardım ve gösterdim. Rahat bir nefes aldı. "Hemen bakıyorum." Başımı salladım.

"Çakır Bey kalp krizi geçirmiş anjiyoya almışlar durumu şu an stabil. Ayrıntıları yarın gündüz doktoru Kağan beyden öğrenebilirsiniz geçmiş olsun." Başımı salladım ve kafeteryaya ilerledim. Bir kahve alıp bahçeye çıktım. Bir ağacın dibine oturup sırtımı ağaca yasladım ve bir bacağımı kendime çekip diğerini uzattım.

(Sabah Saat Yedi Buçuk)

Telefonumun çalması ile gözlerimi araladım. Her yerim tutulmuştu iyi mi? Güneş de doğmaya başlamış ve ben ağacın altında dün nasıl oturduysam aynı o şekil uyuya kalmıştım. Yeniden çalmaya başlayan telefonumla gözlerimi kırpıştırıp cebimden telefonumu çıkardım. Fatih mi?

"Efendim?" "Uyandırdım sanırım kusura bakma. Şey bizim çocuklarla kahvaltı yapıp öyle geçeceğiz karargâha sende gel diyecektim." Alnımı sıvazladım. "Fatih ben Rize'deyim bugün dönünce sözüm olsun olur mu?" kaşlarını çattığını hissediyordum görmesem de. "Neden bir problem mi var?" buraya doğru gelen babamı görünce dikleştim. "Fatih ben seni sonra arayacağım görüşürüz." Deyip telefonu kapattım ve cebime koydum. Babam karşıma yere oturdu.

"Deden iyi ufak bir kalp krizi damar tıkanmış ama açmışlar şu an gayet iyi." Başımı salladım. "İlk ziyaret saatinde görüp gideceğim." Ağzını açtığında konuşmasına izin vermeden ayağa kalktım ve kantin kapısından içeriye girdim. Tuvalete gidip ihtiyaçlarımı giderip üstümü başımı düzelttim. Elimi yüzümü yıkayıp saçlarımı açıp tekrar topuz yaptım sıkıca.

Ziyaret saatine kadar bahçede oyalanmıştım. Ziyaret saati geldiğinde ise dedemin oda numarasını öğrenip kata çıktım. Kapıyı hafifçe araladım. Dedem kitap okuyordu onu bildim bileli kitap okurdu. "Atlas'um?" gülümseyerek yanına gittim ve oturup elini öptüm. "Dedem İmam Çakır'um. Eyusun değul mi?" dedem yanağımı okşadı gülümseyerek. "Eyuyum güzel torunum benum. Dee bakayum baa sen eyu misun?" kocaman gülümseyip onun sakalsız yanaklarını sıktırdım.

"Eyuyum dedem seni eyi gördüm ya daa ne olsun." Dedem derin bir nefes aldı. "Kim haber verdu?" gülümsemem gittiğinde yutkundum. "Oğlun..." başını salladı sadece. Gülümsedim. "Bir öğle yemeği yiyelim sonra ben de görevimin başına döneyim ne olur ne olmaz."

(Gece Yarısı)

Eve girer girmez bir duş alıp üstüme bir siyah eşofman altı ve siyah tişört geçirip yatağa atmıştım kendimi. Tabii Atlas'ın şansı yaver gider mi? Aslaa! Telefonumu kırıp atasım geliyor bazen... Edip mi? "Ne var Şeker gecenin bu saatinde. Hayır görev emri değilse yarın benden çekeceğin var ondan diyorum." "Seni merak ettik tim olarak." "Yarına kadar merak etmeye devam edin o zaman amına koyayım." Deyip telefonu kapattım ve kendimi uykuya bıraktım.

Sabah erkenden kalkmış bir şeyler atıştırıp hazırlanmış ve evden çıkmıştım. Karargâha geldiğimde Hüseyin albaya dedemin iyi olduğunu söyleyip bizim time ait olan hangara girdim. Kimse yoktu. Silahımı çıkarıp söktüm ve temizlemek için gerekli eşyaları alıp geri oturdum.

Silahımın son parçasını takıp kurduğumda hangara tüm tim ve cibilliyetsiz girdi. "Günaydın." Tüm tim günaydın diyerek cevap verdi bana. Bende silahımı kılıfına yerleştirdim. "Atlas Hüseyin albayın emri ile Alpay Üsteğmen bu timde görevine devam edecek." Derin bir nefes aldım ve sadece başımı sallayarak tepki verdim Fatih'e.

"Çay getirdim komutanım." "Gel Ercü eyvallah." Önce Fatih'e sonra bana ve time verip çıkmıştı Ercü. Çayımı yudumlarken Edip ile göz göze geldik. "Ne var lan ne bakıyorsun öyle?" derin bir nefes aldı. "Deden iyi mi? Hüseyin albay dedesi rahatsızlandı Rize'ye gitti deyince merak ettik." "İyi çok şükür iyi olmasa gelmezdim zaten. Gelelim diğer meseleye ibibik misin oğlum sen niye gecenin ikisinde arıyorsun beni?" Omuz silkti. Güldük.

"Çabuk adapte olmuşsun bu time Demir. Şaşırtıyorsun beni. Üstelik tim komutanlığından sonra zor gelmemiş yardımcılık anladığım kadarıyla." Umursamadan çayımdan bir yudum aldım. Ortam gerilmişti. "Atlas abla bak ne diyeceğ-" "Tabii yedi ay boyunca göreve gelmeyip yasını tuttun ya artık geçti gitti sonuçta." Çay bardağını masaya sertçe bırakıp çatık kaşlarımla ona baktım. Sakin ol Atlas... Sakin aferin kızım... Ayağa kalkıp kapıya ilerledim.

"Söylemiştim sana Demir o gün bırakıp kaçmalıydın sana kaçmak yakışır çünkü." Omzumun üstünden ona baktım. Sırıtıyordu. Yanına yavaş adımlarla gidip tam yanında durdum. Rahat rahat oturuyordu. Saliselik bir zaman diliminde altındaki sandalyesini çekmiş ve dizimi kasıklarının üstüne sertçe bastırıp saçlarını kavramıştım. Herkes başımızda toplanırken kimse bana dokunmamıştı.

"Hayattan bu kadar nefret ettiğini belli etme. Benim yanımda seni çıkardığım bok çukuru o kadar merhametli kalır ki geri oraya dönmek istersin Alpay duydun mu? Sakın şansını bir daha bu kadar zorlama çünkü senin karşında ne götünü yaladığın milletvekilleri var ne de şımarık zengin züppe arkadaşların. Ben acımam ölmekten beter ederim seni her gece yalvarırsın beni geri gönderin diye. Duydun mu?" tepki vermedi. Dizimin baskısını anlık arttırdığımda acıyla inledi. Kalktım üstünden.

Odama girmiş üniformamın üstünü çıkarıp kendimi koltuğuma atmıştım. Başımı koltuğa yaslayıp gözlerimi kapattım. Derin birkaç nefes alıp gözlerimi açtım ve masamın üstündeki çerçeveyi aldım elime.

Tim olarak yaptığımız ilk piknikte çekilmişti. Kübra abla, Kuzgun'un nişanlısı Cemre, Bora'nın kız arkadaşı Selen ve biz... Burukça tebessüm ettiğimde gözümden bir damla aktı. Odamın kapısı hızla açıldığında çaktırmadan gözümü silip önüme döndüm. Fatih'ti. "Derdiniz ne sizin?" Çerçeveyi yerine koydum. "Oradan bakınca derdi olan ben miyim?" derin bir nefes aldı. "Aranızdaki şey ikinizi de bağlar bu yüzden derdiniz ne?" Ayağa kalkıp dibinde bittim.

"Eğer onunla bir derdim olsaydı birkaç saat bile sürmeyecek bir sancı ile bırakmazdım onu. Eğer benim bir derdim olsaydı onunla gelen emir ne olursa olsun onu oradan siz çıkarırdınız ama bensiz. Eğer onunla bir derdim olsaydı pipetle beslenmeye başlardı o söylediklerinden sonra ki son hakkı. Bir dahakine bu kadar sakin ve merhametli olmam bu yüzden Bozkurt bu soruyu bana değil git ona sor derdi olan o çünkü ben değilim." Geri yerime oturdum.

Günün geri kalanını odamda sessiz ve sakin geçirmiştim içimden eve gitmek gelmediği için daha yeni çıkıyordum karargâhtan ki saat bire geliyordu. Üstümü değiştirip binadan çıktım. Motoruma ilerlerken silah seslerinin gelmesi ile silahımı çekmiştim hemen. Giderek artıyordu silah sesleri. Ne olduğunu anlamaya çalışarak nizamiyeye ilerledim. Erler mevzi almıştı.

"Komutanım çok kalabalıklar." Görüş açıma giren iki kişiyi indirip geri eğildim ve yanımdaki çavuşa döndüm. "Hemen binaya gir tüm timlere haber ver. Zorunlu askerlik yapan herkes beş dakika içinde arka tarafta tam takır hazır olsun. Bir kişi bile içeri girmeyecek." Başını sallayarak gitti hızla bende onu korumak için şarjörü boşaltmaya başladım.

"Biri hemen bana uzun namlulu silah el bombası ve şarjör getirsin çabuk!" eğilip biten şarjörümün yerine ceketimin cebindeki yedek şarjörü taktım. Derin bir nefes alıp tekrar ateş etmeye başladım.

Yanıma içeriye gönderdiğim çavuş elinde hücum yeleği ve istediklerimle geldi. "Komutanım kimseye ulaşamıyoruz destek isteyemiyoruz jammer kurmuşlar." Ceketimi çıkarıp hücum yeleğini giydim. Dişlerimi sıkıp silahı sıkıca kavradım. "Arka tarafta yetkili biri var mı?" Bana döndü. "Aynur Teğmen var." Başımı salladım. Burada yedi kişiydik. Ben ve erler. "Beyler! Beni iyi dinleyin! Destek gelmeyecek! Sadece biz varız! Tek bir it bile içeri girmeyecek! ÖLÜRÜZ İCABINDA!" Hepsinden emredersiniz komutanım nidası yükseldi.

Ya Allah! Mevzi aldığım yerden çıkıp attığımı indirmeye başladım. Omzumu sıyıran kurşunla küfredip başımı eğdim. Çavuş yanıma geldi. "Komutanım iyi misiniz?" kaşlarımı çattım. "Mevziine dön çavuş! Paramparça dahi olsam mevziini terk etmeyeceksin!"

Kurşun sıyırması koymazdı bana. Neleri atlatmıştım bu devede kulak bile değildi. "Koruyun beni çatıya çıkacağım böyle olmayacak." Koşup içeri girdim. Silah odasından T5000 keskin nişancı tüfeğini aldım. Tam çıkacakken gördüğüm ağır makineli tüfek ile onu da yanıma aldım ve hızla çatıya çıktım.

Ağır makineli tüfeği kurdum. "Hadi bakalım aslan parçası yüzümü kara çıkartma." İtleri taramaya başladım. Aşağıdan çavuşların bana dönüp güldüklerini duyabiliyordum. "Gelin lan beyinleri s*ktiklerim gelin lan! Gelin de görün ebenizinkini!"

Arkamda birinin varlığını hissettiğimde üniformalı çavuş geldi. "Komutanım arka tarafa gitseniz iyi olur. Aynur Teğmen..." gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. "Yerime geç." Başını sallayıp yerime geçti. Uzun namlulu silahımı alıp aşağıya indim. Silah odasından iki tane kasatura alıp karanlıkta kalacak şekilde ilerlemeye başladım. Böyle olmayacaktı. Kökten çözmek gerekiyordu.

Kimsenin olmadığı taraftan tellerin üstünden atlayıp silahımı sırtıma attım ve kasaturamın birini çektim. Önüme çıkan iki iti on saniyede öteki tarafa göndermiştim. Kimseye görünmeden toplu durdukları yere geldiğimde yanımdaki beş el bombasını çıkardım. Tek tek hepsini tam isabet ettirdiğimde toparlanıp geri çekilmeye başladılar.

(Bir Saat Sonra)

Güneş doğarken tek tek şehitlerimizin üstünü örtüyordum. Çok şehidimiz yoktu ama şehidimiz vardı. Tek kişi bile olsa tek bir Mehmetçik dahi olsa şehidimiz vardı. Aynur Teğmen'in yanına geldiğimde göğsünden ve boynundan vurulduğunu gördüm. Gözleri açıktı. Baş ucunda diz çöktüm ve derin bir nefes alıp gözlerini kapattım. Üstüne bayrağı örtüp gözlerimi kapattım.

Omzuma konan elle gözlerimi açıp arkama baktım. Tim gelmişti omzuma elini koyan ise Fatih'ti. Elini uzattı. Derin bir nefes alıp uzattığı elini tuttuğumda bana kalmadan beni yukarı çekerek ayağa kaldırmıştı. "Atlas omzun kanıyor?" Edip kaşlarını çatarak yanıma gelmişti. "Sıyırdı kanaması çoktan durdu iyiyim." Tişörtümün kolunu sıyırdı ve yaraya baktı. "Küçük bir sıyırma dikiş atalım gel." Duygusuz suratımla ona baktım. "Nerede bakacaksın revir darmaduman?" derin bir nefes alıp kolumu bıraktı.

(Akşam Saatleri)

Albay beni eve göndermişti. Tabii öncesinde hastaneye götürtmüştü beni. Gitmeyeceğimi bildiğinden yanıma nöbetçi vermişti tabii. Şimdi de evdeydim koltukta uzanıyordum. Düşünmemeye çalışıyordum ama olmuyordu tabii...

Kapı çaldığında derin bir nefes alıp kalktım ve kapıyı açtım. Karşımda tim vardı. Alpay cibilliyetsizi de dahil... Kapıyı açık bırakıp geri salona döndüm. Koltuğa oturup başımı arkaya yasladım. Tek tek içeri girip yerleştiler. "Yemek aldık yeriz diye." Kenan'a döndüm. "Aç değilim ben. Siz yiyin mutfak gördüğünüz üzere orada." Bir süre sessizlik oldu.

"Atlas yemen lazım yoksa sana hiçbir şeyi söylemem." Fatih'e döndüm. "Söyleme nasıl olsa öğrenirim." Kaşlarını çattı. Ben ise hala ifadesizdim. "Nasıl olacakmış o?" "Bilmek istemezsin." Ayağa kalkıp mutfağa girdim. Kahve makinesinin tuşuna basıp beklemeye başladım.

İçeridekiler sohbet ederken telefonum çalmaya başladı. Kübra ablaydı. Derin bir nefes alıp açtım. "Atlas haberlerde gördüm iyi misiniz?" "Ben iyiyim ben vardım timin geri kalanı yoktu." Derin bir nefes aldı. "On bir şehidimiz varmış başımız sağ olsun." Gözlerimi kapattığımda boştaki elim yumruk olmuştu. "Vatan sağ olsun..." kısa bir sessizlik oldu. "Atlas nasıl?" güldü Kübra abla. "Nasıl olsun günden güne büyüyor." Tebessüm ettim ama saniyelikti. "Bir ihtiyacınız var mı?" "Yok canım sağ ol ben kapatayım sende dinlen." Telefonu kapattıktan sonra kahvemi alıp yanlarına döndüm.

Ben yemiyorum diye yemiyorlardı. Ofladım ve yere oturup poşeti aldım ve içindekileri çıkarıp tek tek herkese verdim. Alpay'ınkini Edip'e uzattım. "Verirsin yanındakine." Edip aldı ve uzattı. Sırf onlar aç kalmasın diye yiyordum yoksa canım istemiyordu.

(Bir Hafta Sonra)

Karargâhta timle oturuyorduk. Radyo açıktı. Ben dışında herkes topluca sohbet ediyordu. Duyduğum şarkı ile derin bir nefes aldım. "Yezidin harcı zulüm, yiğidin borcu ölüm gülüm..." sesimle herkes susup bana dönmüştü hissediyordum. Dudaklarımı yaladım. "Feleğe dayandım gülüm. Öldüm de uyandım gülüm." Gözümden bir damla aktı. Çaktırmadan hızla sildim elimin tersi ile. "Feleğe dayandım gülüüm. Öldüm de uyandım. Öldüm de uyandııım..." Hızla yerimden kalkıp hangardan çıktım ve hangarın arkasına dolanıp sırtımı duvara verip yavaşça yere çöktüm.

Kalbin acıyordu. Kalbim uzun zamandır kor alevdi sönmüyordu. Biliyorum hiçbir zaman sönmeyecek soğumayacaktı. Tam hafifleyecek derken tekrar benzin döküyorlardı kalbimdeki aleve... Önce timim ailem şimdi de her gün günaydın dediğim eğitim yaptırdığım birilerinin evladı birilerinin eşi sevgilisi sevdası birilerinin babası... Koruyamamıştım hiçbirini... Ölememiştim onların yerine...

Göz yaşlarım akmaya devam ederken yanımda birinin varlığını hissedip gözlerimi sildim ve başımda dikilene döndüm. Fatih'ti yanıma oturdu. Omzum koluna değiyordu. Bir bacağını kendine çekip diğerini uzattı benim gibi. "Hiçbir zaman sönmeyecek." "Biliyorum." Derin bir nefes aldık aynı anda. "Hafiflemeyecek." Başımı hafifçe salladım. "Biliyorum." Bana döndüğünü hissettiğimde ona döndüm. "Vakit intikam vakti kanlarını yerde bırakmak bizi bozar." "Kanlarını yerde bırakanın kanı kurusun." Tebessüm edip ayağa kalktı ve bana elini uzattı. Hiç düşünmeden tutup beni ayağa kaldırmasına izin verdim. Ayağa kalktığımda bir süre gözlerimiz konuştu. Başımla onay verdiğimde hangara ilerledik.

İçeri girdiğimizde tam oturacakken Ercü koşarak yanımıza geldi ve selam durdu. "Komutanım Albay sizi ve timi harekât merkezinde bekliyor." Fatih başını salladı ve bize başıyla işaret verdi. Hızla harekât merkezine ilerledik.

Albay gelmiş ve rahat komutu vermişti. Yerlerimize oturduğumuzda albaya bakıyorduk. "Geçen hafta karargahımıza düzenlenen saldırının arkasındaki kişiyi bulduk." Ekrana döndük işareti ile. Kadındı. "Ayca kod Sevdan. Irak'ın kuzeyindeki kurulan bütün kamplar onun kontrolünde. Şu an nerede olduğunu istihbarat güçlerimiz sayesinde net olarak biliyoruz." Ellerim yumruk oldu.

Harita geldi. İHA görüntüsüydü ve kamp alanıydı. Albay koordinatları verirken onu duymuyordum. Tek duyduğum içimdeki intikam diyen sesti. Zihnimdeki her şey susmuş sadece intikam diyen kurdun sesi kalmıştı. Vakit intikam vaktiydi. Vakit Türk'ün vaktiydi.

Albay ayağa kalktığında kendime gelip ayağa kalktım. "Yolunuz açık olsun Zehir." "Emredersiniz komutanım!" çıktık ve hazırlanmak için odalara dağıldık. Üstüme siyah kamuflajı giyip saçlarımı sıkıca balık sırtı ördüm. Hazır olunca odadan çıkıp silah odasına girdim. Hepsi buradaydı. Dolabıma ilerledim. Özel yapım hücum yeleğimi alıp giydim. Telsiz bağlantımı kurup tabancamı yerine yerleştirdim.

"O yelek bir tık farklı mı bana mı öyle geldi?" Alpay'a göz devirip dolabımdaki birleşip ayrılabilen demir sopaları alıp yelekteki yerlerine yerleştirdim. Edip'in kahkahası doldurdu odayı. "Beyler Atlas reis o demir sopaları tek tek o kadının götüne sokmazsa benim de adım Şeker değil." Beyler güldüğünde bende sırıttım.

Tüfeğimi alıp askısına taktım hazırdım. Çantamı alıp tek omzuma astım. Beyler de hazırdı. Çıkıp helikoptere bindik. Beyler sohbet ediyordu. "O sopalarla ne yapabilirsin ki?" Tek kaşım havaya kalkarken ayağa kalktım. Önüne geldiğimde sopları hızlıca yerinden çıkarıp boğazını kıskaca aldım. Sıkmıyordum boğazını. "Bu sopalarla birçok şey yapabilirim. Seni boğabilir birini göğsünden sokup sırtından çıkarabilirim. Kafanı bu sopalarla ezebilirim." Sırıtarak üstüne eğildim. "Bu sopalar birleşince iki metre oluyor ve zevkle götüne sokabilirim. Ve daha birçok şey yapabilirim." Kolumda hissettiğim elin arkamda oturan Fatih'e ait olduğunu biliyordum. Sopaları ondan çekip yerlerine koydum ve yerime oturdum.

Helikopterden inip mevzi almıştık. "Kampa sekiz kilometre var. Alpay Faruk öncü birliksiniz çıkın." Onlar başını sallayıp çıktı. Çantamdan güneş gözlüğümü çıkarıp taktım. Sıraya girdik. Şeker ile yan yana ilerliyorduk. İki adım önümde Direk vardı. Diğerleri de arkamızdan geliyordu.

"Alpay Üsteğmen ile aranızda ne oldu?" yandan bakış attım ona ama görmedi gözlüğümden dolayı. "Anlatmadı mı şaşırtıcı?" derin bir nefes aldı. "Anlatmaya başladığında ortamdan ayrıldım." Derin bir nefes aldım. "Döndüğümüzde anlatırım görevdeyiz." Başını salladı. Direk omzunun üstünden bana baktı. "Atlas komutanım kızmazsanız bir istirhamım olacaktı?" Kaşlarım çatıldı Allah bilir ne yumurtlayacaktı. "Söyle Direk."

"Alpay komutanı sikeceksiniz diye çok korkuyorum. Değil artı on sekiz artı otuz şeyler yaşatacak gibi duruyorsunuz." Gözlüğümü çıkarıp ona baktım. Yutkundu Direk. "Sustum komutanım." Önüne döndüğünde sırıtarak gözlüğümü geri taktım.

"Komutanım buraya çabuk gelseniz iyi olur." Kaşlarım çatıldığında hızımızı arttırdık. Yanlarına geldiğimizde bir tepedeydiler. Yerde kocaman közle yazılmış gelin bekliyoruz yazıyordu. Dikkatimi çeken şeyle tüfeğimi sırtıma attım ve tepeden hızla indim. Elimi kırmızı yere sürüp burnuma götürdüm.

"Kan bu..." ayağa kalkarken mırıldanmıştım. Herkes yanıma geldi. Fatih ile gözlüklerimizin altından bakıştık. "Geldiğimizi biliyorlar." Ama nasıl diyerek onu içimden tamamladım. Uzun bir süre sessizlik olurken mevzi almıştık. Yerimi yanıma gelen Caner abiye teslim edip Fatih'in yanına ilerledim ve yanına çöküp oturdum.

"Ne düşündüğünü biliyorum." Bana döndü. "Bilemezsin." güldüm. "Karargahtaki herkesi düşünüyorsun ayrı ayrı. Albay'ı bile. Hatta bizi bile ayrı ayrı tek tek geriye dönük tarıyorsun. Hain mi var düşüncesi içini kemiriyor bir parazit gibi hem de. Ne yapacağını ne karar vermen gerektiğini bilmiyorsun. Önünde iki seçenek. Ya tim geri dönüyoruz diyeceksin ya da B planı kurup devam diyeceksin." Bana şaşkınlıkla baktı. Alayla güldüm.

"Bende aynı şeyleri düşünüyorum. Tek farkla benim yazılımımda geri dönüş yok hep ileri." Derin bir nefes alıp elimi omzuna koydum ve dostça sıkıp ayağa kalktım. Yalnız kalıp biraz düşünüp kafasını toplaması lazımdı. Caner abinin yanına döndüm. "Nasıl?" "Kafası karışık. Doğal olarak ama maksimum yarım saat sonra toparlanın diyecek."

"Zehir etrafımda toplan." Saatime baktım. Yirmi sekiz dakika olmuştu. Tebessüm edip yanına ilerledim. Ortaya kampın haritasını çıkarmıştı. Bana baktı. Gözlerimi açıp kapadım. "Bizi bekliyorlar evet ama beklemedikleri bir şey var." Ben hariç herkesin kaşları çatıldı. "Onlardan üstün olan zekâmız. Planı anlatıyorum iyi dinleyin."

"Edip Faruk Alpay siz kampın arkasında mevzilenecek kaçmaya çalışanları indireceksiniz. Akif kendine konumlanacak bir yer bul. Caner Atlas ile pusu kuracaksınız tam bu bölgeye." Gösterdiği yer araçların ve mühimmatlarının olduğu yerdi. Sırıttım. "Düzenek tamamlandığında ön tarafa benim yanıma geleceksiniz. Ön tarafta sizin gelmenizle birlikte Ben Caner Kenan Boran olacağız. Anlaşılmayan bir şey?" "Yok komutanım!"

Kamp alanına geldiğimizde Caner abiyle ayrıldık. Sessiz olmak için susturucularımızı takmıştık. Şansımıza kimse yoktu. Sessizce içeri girdik. Caner abi düzeneği kurmaya başlarken bende kapıyı görecek şekilde mevzi almıştım ki koruyabileyim. "Demir durum raporu?" telsizimin düğmesine bastım. "Yerimizi aldık etraf sessiz." "Anlaşıldı." Omzumun üzerinden Caner abiye baktım. "Komutanım ufak bir yardımınıza ihtiyacım var." Temkinli bir şekilde yanına gittim. Tutmam için bir kablo uzattı. "Dikkat edin patlayıcıya bağlı." Başımı salladım ve diz çöküp kabloyu tuttum.

Caner abi düzeneği tamamladığında geldiğimiz gibi sessizce Fatihlerin yanına döndük. Caner abi başıyla onay verdiğinde elindeki tetikleyiciyi Fatih'e uzattı. "Herkes hazır mı?" Alpay'ın ve Boran'ın onaylayan sesi geldiğinde silahımı daha sıkı kavradım.

Patlama olduğunda it sürüsü dışarıya çıkmaya başladı. Doğal olarak çatışma da başlamıştı. Attığımı indiriyordum. Sessizlik içindeydik. "Sandığımızdan daha kalabalıklar." Faruk'un sesi ile sırıttım. "Gerildin mi Aydın?" güldüğünü duydum. "Yok komutanım sadece bir bit yeniği var bunlarda onu demek istedim." Başımı hafifçe iki yana salladım.

Yavaşça mevzilerimizden çıkarak alana aklaşmaya başladık. Attığımızı indiriyorduk. Baya azalmışlardı. Ayca'yı kaçarken gördüğümde telsizimin düğmesine bastım. "Hedef kaçmaya çalışıyor peşindeyim." "Anlaşıldı dikkatli ol." Ses vermedim. Tüfeğimi sırtıma alıp beyliğimi çektim ve uyarı atışı yaptım. Durup bana döndü. Sırıttı. "Deli seni görmek ne büyük şeref." Yanına ilerledim.

Elindeki silahı kenara attığında çatışma sesleri de neredeyse kesilmişti. "Kaçmak için geç kaldın Ayca." Tek kaşı havaya kalktı. Beyliğimi ve tüfeğimi kenara bıraktım. Sopalarımı çekip birleştirdim. Elimde bir tur çevirip yere dayadım ucunu. Boştaki elimi kaldırıp gel işareti yaptım. Deli gibi bağırıp üstüme koştu.

Sopamın ucuyla kafasına sert bir darbe indirdiğimde geriye savruldu. Silah sesleri kesilmiş bizi izlediklerini fark etmiştim. Umurumda değildi. Ayağa kalkıp tekrar hamle yaptı. Yana kayıp sopayı karnına geçirdim. Onunla kurdun çakal ile oynadığı gibi oynuyordum.

Bana vurmasına bir kerelik izin verdiğimde dudağımı patlatmıştı. "Sadece birazcık kan mı?" başımı alayla iki yana salladım. Sopalarımı ayırıp geri yerlerine koydum. Hadi biraz dövüşelim...

Kaburgasına sert nefesini kesecek bir yumruk indirdiğimde öne eğildi. Bunu fırsat bilip burnuna dizimi geçirdiğimde geri düştü. Hemen toparlandı ayağa kalkmak yerine hızla karnıma atılıp beni yere düşürdü. Kahkaha attığımda kulağına dirseğimi geçirdim ve onu üstümden atıp ayağa kalktım hızla. Yerde kalırken ayağımın dibinde duran beyliğimi aldım elime.

Korku dolu gözlerle bana bakıyordu. "Sen eşek sütünde banyo yapan Kleopatra'nın torunu olabilirsin ama ben seni kana doyuracağım diyen Tomris Katun'un torunuyum." Yutkunurken açık bir şekilde yerde duran sağ avcuna sıktım. Acıyla bağırırken beyliğimi yerine koydum. Herkes yanımıza koşmuştu. "Ne yaptın sen geri zekâlı?" Alpay'a döndüm. "Sen kanımızı yerde bırakmaya alışık olabilirsin ama ben kanımızı ne yerde bırakırım ne de unuturum. Kafasına sıkmadığıma dua edin."

Kadını toparlamışlardı. Edip kadının eline pansuman yapıp sarmıştı. Bende ufak bir yudum su içip eşyalarımı almış ve mevzii almıştım. Fatih ve Direk binaya girmişti. Boran da yanımıza gelmişti. "Atlas Komutan?" Diz çökmüş kadına döndüm. "Seni öldüreceğim. Seni öyle bir öldüreceğim ki herkes korkacak benden bizlerden." Kahkaha atmaya başladım sinirlerim bozulmuştu.

"Ölmekten korktuğumu falan mı sanıyorsun sen? Ya da ölümün benim için uzak bir şey olduğunu mu?" yanına gittim ve kişisel sınırlarını ihlal ettim. "Ölüm benim her gün kafa tuttuğum şey! Ölüm beni korkutmaz neden biliyor musun?" bıkkınlıkla baktı bana. "Çünkü ölüm benim kardeşlerim! Ölüm benim huzurum!" doğruldum. "Ama eğer öldüğümden emin olmazsan bu it olarak yaşamayı seçtiğin dünyada son gördüğün yüz de ses de benimki olur kancık. O gün geldiğinde öldüğümden emin ol!"

(Akşamüstü)

Sorguyu Fatih ve Albay yapmıştı. Şimdi de sivilleri çekmiş eve gidecektim. Odamın kapısı çaldı. "Gel." Kapı aralandı. Edip'ti. "Konuşacaktık?" derin bir nefes aldım. "Aç mısın?" başını salladı evet anlamında. Dolaptan yedek kaskımı aldım ve çıktık. Motorumun yanına geldiğimizde kaskı ona uzattım ve kendiminkini giydim.

Hazır olduğumuzda gazladım. Omzumdan destek alıyordu. Güldüm ve hızımı arttırdım. Gözlerden uzak Bahri Baba'nın yerine geldiğimizde durdum ve park ettim. Edip kendini toparlamaya çalışırken ben motorumu kilitledim.

Siparişlerimizi vermiş oturuyorduk. Mekânda sadece biz vardık. "Seni dinliyorum." Derin bir nefes aldım. "Ben 2013 senesinde başladım göreve. Alpay ile aynı devreyiz. Milletvekili oğlu. Tanımadığı bürokrat milletvekili zengin iş adamı yok. Çevresi zengin züppe ve milletvekili dolu." Yemeklerimiz geldiğinde sustum. Garson gittiğinde rakıları doldurmaya başladım.

"Harp okuluna babasının ismi sayesinde girdi bunu komutanlarımız dahi biliyordu ana kanıt yoktu. Kanıtlanana kadar herkes suçsuzdur malum. Anlaşamıyorduk. Hoş anlaşılacak bir tarafı yok ya o cibilliyetsizin. Neyse ben Diyarbakır'daydım o Urfa'da. Karşılaşmıyorduk. 2015'e kadar." Kaşlarını çatıp ağzındakini yuttu. "Sur mu?" başımı salladım. "On bir Şubat 2016'da connect ile saldırdılar. On dört askerimiz üç polisimiz şehit oldu." Derin bir nefes çektim içime.

"Birçoğuna müdahale ederken bende yaralanmışım ama hissetmedim. Sardım karnımı devam ettim. Alpay iti destek isteme bahanesiyle gitti yalan yok destek geldi ama o gelmedi. Destek geldiğinde bayılmışım hastanede açtım gözümü. Alpay girdi odaya kaçmak için son şansın dedi bana. Kaçan kendisi değilmiş gibi. Hoş kaçabilir korkabilir normal. Hangimiz korkmuyoruz ki." Yemeğimden bir çatal alıp rakımdan içtim.

"Bir hafta sonra hastaneden çıktım. Cepheye geri döndüm. Alpay yoktu. Görevlendirmesi ne hikmetse İstanbul'a çıkmıştı." Sinir bozukluğu ile güldüm. "Orayı kapattık. Yara geçti gitti. Atamam oldu Ankara'ya." Yutkundum. En zor yeri gelmişti.

"Darbede Ankara'daydın..." başımı salladım. "O gece erken çıkmıştım Özel Kuvvetler komutanlığından. Neden bilmiyorum çıkıp gitmiştim işte. Eve geldim ama uyuyamıyorum. Kalktım yataktan pantolon tişört giyip aldım beyliği çıktım dışarı. Yürüyorum öylesine. Tam o sırada uçakların sesini duydum. Telefonumu çıkarırken çalmaya başladı. Komutanım arıyordu. Açtım darbe oluyor dedi vuruldu." Yutkundum ve rakımı başıma diktim.

"Polis Özel Harekattan kalanlara katıldım. Tabii öncesinde sızıntı olmadığımı kabul ettirmem lazımdı ama olsun. Sabahı ettik bir şekilde ilk gittiğim yer Özel Kuvvetler komutanlığıydı. Ömer Başçavuş... Yerde öylece yatıyordu. Bir şekilde toparladık o günleri ama ben intikam yeminini çoktan etmiştim. Tutabildim mi emin değilim ama kanımızı akıtanların kanını akıtmazsak kanımız kurur bizim. Börülce olduğumu biliyorsun tam bir yıl boyunca yurt dışında tek tek kaçanları avladım. Yurda döndüğümde Alpay ile karşı karşıya geldik. Bir yıl boyunca yaptığı tek şey meskul mahaldi." Rakımı tekrar doldurup büyük bir yudum aldım.

"Timimi kaybettiğimde... İstifamı vermiştim ama kabul etmedi Özel Kuvvetler. Süresiz izin verdiler. Dönmeyecektim. Belki de öyle düşünmek istiyordum bilmiyorum." Rakımı başıma diktiğimde o da dikti. "Velhasıl kelam ben ve o çok farklıyız. O bu mesleği parası için yapanlardan bense..." sözümü kesti. "Vatan ve içindekiler için yapanlardansın." Başımla onayladım onu.

Hesabı ödemiş Edip'i evine bırakmış evime gelmiştim. Üstümü değiştirip balkona geçeceğim sırada kapı çalmıştı. Gidip açtım. Fatih'ti. "Gelebilir miyim?" kapıyı geçmesi için biraz daha araladım. Ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi. Bende peşinden geçtim. Ceketini çıkarıp koltuğa oturmuştu. "Kahve ya da çay?" "Zahmet etme." Gözlerimi devirip mutfağa ilerledim. Peşimden geldi. "Balkonda sigara içebilir miyim?" başımla onayladım onu.

Kahveleri alıp yanına geçtim. "Teşekkür ederim eline sağlık sana da zahmet verdim." "Sorun değil de bir şey mi oldu?" bana döndü. "Düşüncelerim beni boğuyordu kime gideceğimi bilemedim." Tek kaşım havaya kalktı. "Sende bana geldin?" ofladı. "Düşüncelerimi ben bile bilmiyorken sen biliyorsun yardım edersin diye düşündüm." Sesi suçlu çocuklar gibi çıkmıştı. "Ederim. Her daim ederim." Tebessüm etti.

"Var mı bir fikrin?" üçüncü bardakları içiyorduk. Bir ara gidip üç paket sigara almıştı. "Hain olduğundan emin olabilmemizin tek bir yolu var. O da yem atmak." Sigarasını yakarken kaşları çatılmış bana bakmıştı. "Ne yemi?" derin bir nefes aldım. "Börülce'yi göreve gönderdik yemi." Kahvesinden büyük bir yudum aldı. "Börülce kim bilmiyoruz." Dudağımı dişlediğimde kaşlarını çattı. "Sen tanıyorsun değil mi?" kahkaha attım. "Sen de tanıyorsun aslında." Düşünmeye başladı on saniye sonra başı hızla bana dönmüştü. "Hassiktir oradan." Tepki vermedim. "Şaka yapıyorsun sen misin gerçekten?" başımı salladım.

"Nasıl?" kahvemden bir yudum alıp "Börülce'yi bilen gerçek kimliğimi bilmez. Gerçek kimliğimi bilen Börülce'yi. Yüzümü gören tüm itler öteki tarafa tek gidiş. Yüksek mertebeler ve Edip hariç bilen yok. Bir de sen tabii." "Edip ne alaka?" derin bir nefes çektim sigaradan. "Omzumdaki yarayı gördü. Önceki gece görevdeydim Börülce olarak ufak bir yara aldım. Kadını havadan atmıştım pansuman yapmıştı. Görevden döndükten sonra sordu anlatmak zorunda kaldım. Şimdi de sen." Derin bir nefes alıp başını sıvazladı.

Güneş doğana kadar ne yapacağımızı tam olarak kararlaştırmıştık. "Korkuyorum Atlas." Neden diye sormadım biliyordum. "Bende..." yutkundu. "Ama korku cesareti doğurur Fatih. Korkmak iyidir biz kendimiz için korkmuyoruz tim için kardeşlerimiz için en çok da vatan ve içindekiler için korkuyoruz. Bu yüzden de korkumuz cesaretimizi doğuruyor. Korkumuz kendimiz için olduğunda tehlikeli sevdiklerimiz ve değerlerimiz için olduğunda değil." Güldü. "Nesin sen motivasyon konuşmacısı mı?" omuz silktim.

"Kahvaltı hazırlayayım da edip çıkalım bari." "Yok gideyim ben." Israr etmedim. Onu yolcu edip kendimi duşa attım. Hazırlanıp çıktım. Karargâha geldiğimde üniformamı giyip time ait dinlenme odasına geçtim kimse yoktu hoş mesaide başlamamıştı zaten. Koltuğa uzanıp kolumu gözlerimin üstüne kapattım ve biraz kestirmek için uykuya gömüldüm.

Konuşma sesleri ile gözlerimi araladım. Yan yatıyordum ve biri üstümü örtmüştü. Timdeki herkes buradaydı sanırım. Kolumu gözlerimden çekip araladım. "Saat kaç lan?" herkes susmuş bana dönmüştü. "On bir buçuğu geçiyor. Günaydın." Fatih'in sesi ile başımı iki yana salladım ve doğruldum. "Niye uyandırmadınız beni?" "Uyuyordun kaldırmayalım dedik."

Elimi yüzümü yıkayıp geri yanlarına döndüğümde Kenan bana kahve yapmış masanın üstüne bırakmıştı. Kupamdan tanımıştım. Üstünde adım yazıyordu çünkü. "Eyvallah Direk." "Afiyet olsun komutanım."

Telefonuma gelen mesajla cebimden çıkardım. Fatih'ti. Odamda buluşalım yazmıştı. Ekranı kapatıp cebime koydum ve ayağa kalktım. "Nereye?" Alpay sormuştu. "Sana ne lan göt lalesi. Ya sabır. Tövbe estağfurullah." Odadan çıkıp kimseye çaktırmadan Fatih'in odasına girdim ve pencereye ilerledim. Manzarası güzeldi. Kapı açıldığında camdaki yansımasından Fatih'i gördüm.

Yanıma geldi elleri cebindeydi. Omzuna ancak geliyordum çok uzundu. "Birkaç şey çıtlattım. Yarın gece ikimiz olmayan bir operasyona çıkacağız." Kaşlarımı çatıp ona döndüm. "Nasıl?" güldü gamzesi varmış iyi mi? "Bulunacağımız konumu farklı saatlerde söyledim. Yarın tüm gece nöbette olacağız." Başımı salladım. "Kalabalık gelme ihtimalleri var." Yandan sırıttı. "Sen Börülce olabilirsin ama bende boş değilim Demir." Ellerimi havaya kaldırdım. "Demedim bir şey tamam."

Odama ilerlerken çavuşlardan biri yanımda durup selam durdu. Gözümü kırparak ne var anlamında başımı salladım. "Komutanım Ayca sizinle konuşacağını söylüyor başka bir şey söylemiyor." "Tamam git sen geliyorum." O giderken odama girip üstümdeki teçhizatı bıraktım. Üniformamın üstünü çıkarıp tişörtümle kaldım.

Yanına girdiğimde başını masadan kaldırdı ve sırıtmaya başladı. Sandalyeye rahat bir şekilde oturdum. "Ne var?" sırıtmaya devam ediyordu. Kaşlarım daha çok çatıldı. "Konuş lan seni bekleyemem akşama kadar!" kahkaha attı. "Timini öldüren kişilere o emri veren kimdi biliyor musun?" boynumu kütletirken dizimin üstündeki elim yumruk olmuştu. İfadesizliğimi korumaya çalışırken hiç bu kadar zorlandığımı hatırlamıyordum.

"Kendini korumaya adadığın vatanın milletvekillerinden biri bize emir verdi. Timi ve o komutanı yok edin dedi." "Sana neden inanayım?" sırıttı. "İnanamazsın. Ama bu kurt içini kemirecek çürütecek." Güldü alayla ve arkasına yaslandı. "En güzeli de ne biliyor musun? Sen bayıldığında hala çığlık atıyorlardı ve onların acı çeke çeke geberip gittik-" ayağa kalkmamla boğazını kavramam bir olmuştu.

"Senin o dilini çıplak elimle söker alırım! Senin bütün kemiklerini un ufak eder köpeklerinin önüne yem diye atarım lan! SENİ ÖYLE BİR ÖLDÜRÜRÜM Kİ! DÜNYA ALEM KORKUSUNDAN ALTINA BİLE EDEMEZ! SENİ ÖYLE BİR HALE GETİRİRİM Kİ OTOPSİNİ YAPACAK KİŞİLER SANA BEŞ METREDEN AZ YAKLAŞSA KUSMAYA BAŞLAR!" sorgu odasının kapısı sertçe açılmıştı. Ellerimin arasındaki kancık kıpkırmızı kesilmiş çırpınıyordu ama elleri kelepçeli olduğundan bir halt yapamıyordu.

Biri beni belimden yakalarken ki muhtemelen Fatih'ti Edip de ellerimin arasındaki kancığı tutmuştu. Fatih beni Edip ellerimin arasındaki kancığı aynı anda çektiler ve elimden kurtardılar onu. O deli gibi öksürürken Fatih beni odadan çıkarıp bahçeye çıkarmış gözden uzak bir yere götürmüştü. Beni yere indirdiği anda sorgu odasına dönmek için hamle yaptım ama karnımdan yakaladı beni. "Bırak beni yakarım canını! BIRAK!" Kaşlarını çatıp yere oturdu ve beni de kucağına yan bir şekilde oturtup sırtını arkaya yasladı. Öyle bir kıskaca almıştı ki beni hareket dahi edemiyordum.

"Sakinleşene kadar buradasın." Sert bakışlarım yüzüne döndü. "Bırak ulan beni!" Ondan uzaklaştığımda sertçe sırtımdaki eliyle kendine çekti beni. "Atlas! Sakin olmak zorundasın sakinleşene kadar kıskacımdasın." "Onu öldürmeden durmayacağım Fatih! Bırak beni! Bırak ulan bırak!" göğsüne vurmaya başladım. "Bırak beni bırak Fatih bırak ne olursun bırak!" beni göğsüne yasladı ve çenesini başımın üstüne yasladı. "Ağla tamam ağla burada."

Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. "Be-beni götürür müsün buradan?" "Tamam götürürüm." Yanımıza gelen adım seslerini duyduğumuzda yüzümü gizlemek için başımı diğer tarafa çevirdim. "Albay'a söyle Edip biz çıkıyoruz." Ses vermeden gitti. Beni kucağından indirmeden ayağa kalktı. "Yürürüm..." "Titriyorsun." Deyip indirmeden arabasına ilerledi.

Beni kendi evine getirmişti. Kapıyı tek eliyle açıp içeri girdi beni yavaşça yere indirip kapıyı kapattı. Ayakkabılarımı çıkardım. "Sana giyecek bir şeyler getireyim." Başımı salladım. Kapının önünde öylece dikiliyordum göz yaşlarım tekrar akmaya başlamıştı.

"Atlas şey temiz kullanılmamış baksır ve tişört getirdim eğer rahatsız olursan başka bir şey de verebilirim." Başımı salladım iki yana ve uzattıklarını aldım. Bana banyoyu gösterdi içeri girip kapıyı kapattım ve üniformamı çıkarıp güzelce katlayıp kenara koydum ve bana verdiklerini giydim. Saçımın örgüsünü açıp topuz yapacağım sırada gözüme aynanın önündeki makas değdi. Saçlarımı geri örüp hiç düşünmeden belime gelen saçlarımı omzumda kestim. Oldum olası saçlarımı hep ben keserdim zaten. Kısa sürede düzleyip saçlarımı hızlıca topladım ve çöpe attım.

Kapı tıklandı. "Atlas? İyi misin?" yutkundum. "Evet." "Tamam." Gittiğini duyduğumda aynaya baktım. Gözlerim kan çanağına dönmüştü. Elimi yüzümü yıkayıp makası da yıkadım ve aldığım yere koydum. Banyodan çıkıp sesleri takip ederek Fatih'i buldum. Mutfaktaydı. Tezgâhta bir şeylerle uğraşıyordu.

Geldiğimi hissetmiş gibi bana döndü. Dönmesiyle olduğu yerde kalması bir oldu. "Atlas... Ne yaptın?" yutkundum. "Makasını kullandım sormadım özür dilerim." Kaşlarını çattı. "Sorun o değil ben sadece saçların yani şaşırdım. Yakışmış." Başımı salladım. "Sandviç hazırladım yanına da çay demledim gel hadi yiyelim balkonda." "Aç değilim." Derin bir nefes alıp bana daha önce hiç bakmadığı gibi baktı. Ama bakma öyle. Oflayarak başımı salladım tamam anlamında. Gülümseyip elindeki tabaklarla balkona geçti. Kapalı balkondu. Bende hazırladığı bardaklara çay doldurdum. "Sen geç otur ben getiririm bardakları." Dediğini yapıp balkona geçtim ve oturdum.

Gözlerim dışarıdaydı. Önümdeki çaya da sandviçe de dokunmamıştım. O da dokunmamıştı. Bacaklarımı kendime çekip tişörtü ayak bileklerime indirdim ve yanağımı dizlerime yasladım. "Gel hadi dinlen biraz." "Biraz yalnız burada durabilir miyim?" derin bir nefes alıp başını salladı ve içeri geçti.

(Akşam Saat 19.30)

"Atlas hadi artık ne olursun içeri gir artık." Omuz silktim. Ara ara gelmiş camdan bana bakıp geri gitmiş son iki saattir ise on dakikada bir gelip içeri girmemi söylüyordu bense sadece omuz silkmekle yetiniyordum. Derin bir nefes alıp yanıma geldi ve ben daha ne olduğunu anlayamadan belimden tutup kaldırdı bacaklarım bu hareketi ile boşa düştüğü için diğer kolunu da bacaklarımın altından geçirdi. Kaşlarımı çatıp suratına baktım.

"Buz gibi olmuşsun bile. Seni yatıracağım sende uyuyacaksın. Sabaha kendine gelmiş bir şekilde uyanman lazım Üsteğmen'im." Derin bir nefes aldım haklılığı karşısında ve başımı salladım. "Ben salonda yatarım." Gözlerini devirip odasına girdi ve beni yatağın üstüne bıraktı. "Nevresimi falan değiştirdim. Bir şey olursa seslenmekten çekinme." "Fatih ben salonda yatarım sen yerinden olma." Gözlerini devirip odadan çıktı ve kapıyı arkasından çekti.

(Sabaha Karşı)

Yattığım yerden hızla doğruldum. Ayağa kalkıp yavaşça odadan çıktım. Salonun kapısı aralıktı. "Hayır... Atlas buradayım... Hayır..." Kaşlarımı çatarak salona girdim. Üstü açık bir eli başının altında kaşları çatıktı. Terden sırılsıklam olmuştu. Yanına çöktüm yavaşça.

"Atlas yapma... Yapma atlatacağız ben yanındayım..." Elimi saçlarına bıraktım yavaşça. "Fatih uyan kâbus görüyorsun." Uyanmamıştı. "ATLAAS!" sesimi haykırarak hızla doğrulduğunda ucuna oturduğum koltuktan yere düştüm. Ellerimi yere bastırarak daha büyük bir kazayı önlemiştim ama popom acımıştı tabii. Göz göze geldiğimizde hızla yanıma yere diz çöküp beni kendine çekti ve sımsıkı sarıldı. Yutkunduğumda yavaşça kollarımı ona dolayıp başımı omzuna dayadım. Gözlerim kendiliğinden kapanmıştı.

Yavaşça geri çekildi. "Özür dilerim ben yanımda olduğunu fark etmedim." Ayağa kalkıp ona elimi uzattım. Tutup kalktı. "Ben iyiyim. Bir duş al istersen ben rahatsız olmam ter içinde kalmışsın." Başını salladı ve banyoya ilerledi. Bende mutfağa geçtim.

Su sesi kesildiğinde bende bulduğum papatya çayını demlemeye başladım. Kısa sürede üstünde beyaz tişört ve siyah eşofman altı ile gelmişti. "Papatya çayı demledim iyi gelir." Başını salladı. "Sen balkona geç geliyorum hemen." Dediğini yapıp balkona geçtim ve bardakları masanın üstüne koyup oturdum. Elinde battaniye ile gelip omuzlarıma koydu. Diğer küçük battaniyeyi de bacaklarımın üstüne örttü ve karşıma oturdu.

İkimizde aynı anda papatya çayından bir yudum almış ve birbirimize bakmıştık. Otuz saniye sonra ikimizde gülmeye başladık. O güldükçe daha çok gülüyordum. Sinirlerimiz bozulmuştu. "Niye gülüyorsun?" gözlerimden gelen yaşı sildim. "Sen neden gülüyorsun?" başını salladı. "Papatya çayı sakinleştirir derler ya..." aynı şeyi düşünmüştük iyi mi? "Papatya tarlasını götümüze soksak bana mısın demez biliyorum bende aynı şeyi düşünüyordum." Bir kahkaha tufanından sonra karnımızı tutarak sakinleşmiştik. Derin bir nefes aldım. "Ne gördün adımı sayıklıyordun?" "Konuşmasak Atlas?" anlayışa başımı salladım.

Sabah olduğunda üstüme üniformamı giymiştim o da kendi üniformasını giydiğinde evinden çıktık ve direkt olarak karargâha geldik. Tim hangardaydı. Birlikte hangara ilerledik. "Akşam saat sekizde hazır ol gelip alacağım seni." Başımı salladım. Hangara girdiğimizde Alpay hariç herkes buradaydı ve ağızları açık bana bakıyorlardı.

"Ne yaptın saçlarına?" Gülümsedim Caner abiye. "Kestim olmamış mı?" hepsi aynı anda gülümsediler. "Olmaz olur mu çok güzel olmuş." Oturduk. Kenan yanıma oturdu. "Ankara'ya gönderildi." Kaşlarımı çatıp ona döndüm. "Kim götürdü?" Kenan kaşlarını çattı. "Alpay komutanla Albay." Derin bir nefes alıp alnımı sıvazladım.

Günü hangarda geçirmiştik. Mesai bittiğinde eve gelmiştim direkt. Üstüme siyah esnek pantolonumu ve siyah balıkçı yaka badimi giydim. Saçımı toplayabildiğim kadar sıkı topladım. Belime kemer takıp beylik tabancamı belime yerleştirdim. Evde bulunan şarjörleri siyah sırt çantama attım. Mutfağa geçip dolaba koyduğum su şişelerini aldım ve tezgâha koydum. Ne kadar kalacağız bilmediğim için yiyecek olarak sandviç hazırladım üçer tane. Termoslara çay kahve yaptım. Onlar da hazır olduğunda onları da çantama koydum.

Odaya geçtiğimde telefonum titremişti. Fatih aşağıda olduğunu söylüyordu. Geliyorum yazıp telefonumu cebime koydum. Üstüme siyah deri ceketimi alıp çantayı omzuma taktım ve ayakkabılarımı giyip çıktım.

Aşağıda her zamanki arabasından farklı olarak bir arazi aracı vardı. "Bunu nereden buldun?" güldü ve omzumdaki çantayı alıp arka tarafa koydu. "Göründüğünden daha zenginim. Atla hadi." Omuz silkerek ön tarafa bindim. "Albay'ın bu durumdan haberi var." Kaşlarımı çattım. "Ona güveniyor musun?" yandan güldü ve kırmızı ışıkta durduğumuzda bana döndü. "İnsan dayısının nasıl bir asker olduğuna şahit olunca güveniyor." İlk başta anlayamamıştım. Ben anlayana kadar ışık yeşile dönmüştü. Başım hızla ona döndü.

"Nasıl?" kahkahası doldurdu arabayı. "Hüseyin Kaya benim dayım. Beni o yetiştirdi sayılır." "Hassiktir." Bir süre güldü. "Eğer buralara dayım..." "Saçmalama Fatih ne Hüseyin albay böyle bir şey yapar ne de sen. Bunu biliyorum. Ama eğer bir gün anlatmak istersen dinlerim..." minnetle gülümsedi. Bir yarası olduğunun farkındaydım gerçi hangimizin yarası yoktu ki...

Mevzi yerine geldiğimizde arabadan indim. Arabasının arkasını açtığında kahkaha atmıştım istemsizce. Bir tane pkm bixi bir tane T5000 üç kasa dolusu şarjör... "Bixi benim." Ona heyecanla dönmemle tek kaşını havaya kaldırıp gülerek hayır anlamında salladı başını. Dudaklarımı büküp T5000 aldım ve sırtıma astım. O bixiyi alırken bende sırtıma çantamı astım. Arabanın bagajından iki kasayı aldığımda elimden aldı hemen. "Sen diğer şeyleri al." Bagaja geri döndüm. Bir sürü abur cubur ve karton bardak vardı. Termoslarda cabası.

Kayalıkların arasına ben mevzi alırken o da aracını gizleyip gelmişti. "Bende atıştırmalık yapmıştım. Sende abur cubur almışsın." Omuz silkti. "Bir şey olmaz sabaha kadar buradayız ne de olsa bu da on yedi saate yakın yapıyor. Konuşturma falan derken yarın akşamı bulur." Başımı salladım.

Çakmak sesi ile yanıma döndüm. Sigara yakmıştı. "İster misin?" "Yok." İkimize kahve doldurdum bir gözüm de dürbündeydi. "Sağ ol eline sağlık." Tebessüm ettim.

(İki Saat Sonra)

Gözüm dürbündeydi. Fatih ihtiyaç gidermeye gitmişti. Arkamdan gelen sesle elim belime giderken sesini duydum. "Benim sakin ol." Rahatlayarak elimi belimden çektim. Yanımdaki yerini aldı. "Üç dakika önce üç pikap geçti muhtemelen devriye geziyorlar." "Ya da bizi arıyorlar?" omuz silktim.

(On Üç Saat Sonra Sabah Sekiz)

Elimiz boş götümüz yaş geri dönmüştük. Onun evindeydik. Ben bir kanepede o bir kanepede uzanıyorduk. Sinirli bir soluk aldı. "Sinirlenme boşuna buluruz elbet yolunu." Başını bana doğru çevirdi. "O zamana kadar kafamı patlatmazsam iyidir." Güldüm. "Engel olurum merak etme." Kapı çalarken benim de telefonum çalmıştı.

O kapıya bakmaya giderken bende telefonumu sehpanın üstünden aldım. Kayıtlı olmayan bir numaraydı. "Efendim?" "Numaramı unutmuş olamazsın Atlas!" duyduğum cırlayan ses ile yattığım yerden doğruldum. "Oha kızım sen İtalya'da konsoloslukta değil miydin?" derin bir nefes çekti içine. O sırada içeri tim girmişti.

"Detayları ve olanları sonra konuşuruz Hakkari'ye atandım özüme dönüyorum Atlas." Gülerek ayağa kalktım ve balkona çıktım. "Bahar ciddi misin?" kahkahası duyuldu. "Akşama oradayım yavrum yine ev arkadaşı olacağız yine dağlara çıkıp yin mi yimen mi?" kahkaha attım. Bahar benim harbiyeden ardından MİT'ten arkadaşım devrem canımdı.

"Özel Kuvvetler değil mi?" "Özel Kuvvetler ama timim belli değil henüz. Gelince belli olacakmış." "Tamam tamam konuşuruz detayları. "Uçakla mı geleceksin?" peeh dercesine bir ses çıkardı. "Yoldayım şu an arabamı kimselere emanet edemem. Evin konumunu atıver diye aradım. En geç akşama oradayım." Vedalaşıp kapattık ve ona evin konumunu attım. İçeri döndüğümde herkes oturuyordu. Alpay götü yoktu neyse ki...

"Keyfin yerinde." Edip'e döndüm. "Kardeşim dediğim kızın tayini bizim tabura çıkmış ondan mutluyum valla. Kimse bozamaz keyfimi."

(Öğlen)

Taburdaydık dosya işleri ile ilgileniyordum. Odamın kapısı tıklatıldı. "Gel." Kapıya döndüm. Serdar Çavuştu. Kaşlarımı çattım. "Komutanım nizamiye de aileniz var." Kaşlarımı çattım. "Anlamadım?" yutkundu. "Anneniz babanız ve abileriniz komutanım gönderemedik. Müsaadenizle komutanım." Koşar adım çıktı odamdan.

Sakin olma umudu ile gözlerimi kapatıp birkaç saniye nefeslendim. Ayağa kalkıp bordo beremi taktım ve aynada düzeltip odamdan çıktım. Nizamiyeye geldiğimde çardakta oturuyorlardı. Babam annem büyük abim Gökhan küçük abim Mete ve on yedi yaşındaki erkek kardeşim Arda.

Beni görünce ayağa kalktılar. Arda koşarak yanıma gelip bana sarıldı. Onunla görüşmem yasaktı. Onlar yüzünden. "Abla...Ablam..." saçlarını okşadım. "Şşş sakin ol bakalım genç." Geri çekildi. Yanaklarımdan öptü. "Görmeyeli boy atmışsın sen ha." Güldü. "Uzadım." Gülümsedim.

Çardağa oturduk. Arda kolumun altında başını göğsüme yaslamış bana bıcır bıcır bir şeyler anlatıyordu. Bende sadece onu dinliyordum. Bir anda başımdan beremi aldı. Üstündeki armayı okşadı. Geri başıma taktığında düzelttim. Kulağıma yaklaştı. "Kimsenin haberi yok ama evde mezuniyet fotoğrafını ve bordo bereli fotoğrafını saklıyorum." Gülümsedim.

"Nasılsın Atlas?" Babamın sesi ile Arda'nın diğer yanında oturan babama baktım saniyelik. "Dedem nasıl oldu?" "Sana ne?" Büyük abim Gökhan'ın sesi ile kaşlarımı çattım. Tepki vermedim. "İyi toparladı baya." Babama sadece başımı sallayarak yanıt verdim.

"Abla portakal suyu varsa içebilir miyim?" gülümsedim. Doğrulduğumda Serdar Çavuş yanımda bitti. "Buyurun komutanım?" derin bir nefes aldım. "Bir portakal suyu üç çay bir sade Türk kahvesi getirir misin Serdar?" gülümseyerek emredersiniz dedi ve gitti.

Beş dakika içinde Arda'nın önünde portakal suyu annemin önünde Türk kahvesi abimler ve babamın önünde çaylar vardı. "Sınav hazırlıkları nasıl gidiyor?" gülümsedi Arda. "Mükemmel ötesi. Ankara Hacettepe İngilizce Tıpı tutturacağım eminim." Yumruğumu uzattım ona. "Güveniyorum sana kazanacaksın."

"Neden suratımıza bakmıyorsun?" annemin sesi ile kaşlarım çatılırken ona döndüm. Arda gerilerek omzumdan kalktı. Sağ kolumu masaya yaslarken sol elim dizimin üstünde yumruk olmuştu. "Pardon bunu kim soruyor? Beni evlatlıktan reddeden annem olacak kadın mı? Sırf kız oldum diye benden nefret eden kadın mı?" annemin kaşları çatılmıştı. "Ağzını topla yoksa ben toplarım Atlas." Küçük abim Mete'ye döndüm. "Git öte de havla burası senin sabahladığın barlar değil bende altına aldığın kadınlardan biri değilim." Bu sefer büyük abim atladı lafa.

"Ne biçim konuşuyorsun lan sen bizimle kendine gel karşında kim olduğunu unutma." Alayla güldüm. "Sen önce bu kadının kızı olmayı bir dene ondan sonra gel benimle konuş Gökhan Demir." Arda elimi tuttu. Ona dönüp gözlerimi açıp kapattım.

"Arda'ya mı güveniyorsun lan sen?" abimlerin ayağa kalkması ile bende sinirle ayağa kalktım. "Sen kim oluyorsun da bizimle böyle konuşuyorsun?" boynumu kütlettim. "Serdar Arda'ya karargâhı gezdir!" Arda hayır anlamında başını salladı. "Hadi Arda hadi canım." İstemeyerek gitti.

"Siz kimsiniz lan? Anam mısınız babam mısınız abim misiniz? KİMSİNİZ? Siz bana ne anlatıyorsunuz ya ne anlatıyorsunuz?" büyük abim üstüme yürüdüğünde annem onun kolunu tuttu. Babam olduğu yerde oturuyordu hala. Babam böyleydi zaten karısı ne derse yapan sesini çıkarmayan üç maymunu oynayan...

"Şu haline bak Atlas. Senden gerçekten iğreniyorum." "Bende senden sizden iğreniyorum. Bu kadın bu adamı aldatır adam bile bile susar çocukları gözü kapalı her dediğine inanıp yapar. Kuklacı ve kuklalarısınız siz resmen." Yüzüme yediğim tokat ile başım yana kaydı. Büyük abim atmıştı tokadı. Dudağımdan süzülen kan ile gözlerimi kapattım. Şoku atlattığımda Arda gelmişti o sırada yanında ise tüm tim vardı.

"Karanlığında boğul Atlas!" burukça gülümsedim. "Beni karanlığa atan siz... Defolun gidin buradan bir daha da sakın karşıma çıkmayın." Bağırmamış düz bir tonda konuşmuştum. Arkamı döndüğümde Arda hızla yanıma gelip bana sarıldı. "Abla..." Saçlarından öptüm dudağımdan süzülen kanı ona bulaştırmadan. "Şşş ben sana ulaşırım bunu unutma." Kulağına fısıldadığımda Mete abim zorla Arda'yı benden ayırdı ve gittiler.

Kimseye bakmadan binaya girdim. Odama çıkıp kendimi koltuğuma attım ve başımı arkama yasladım. Gözlerimi kapatıp nefeslerimi düzene sokmaya çalıştım. Bu kadardı işte... Benim bu dünyadaki yerim bu kadardı...

:):):)

Loading...
0%