@1mielepazzoo
|
(Yazar’dan) (Almanya/Bayern) Kırmızılar içindeki sarışın kadın kahvesini içmeye devam ediyor bir yandan da hedefini izliyordu. “Haben Sie noch weitere Wünsche? (Başka bir isteğiniz var mı?)” kadın tebessüm etti. “Kann ich das Kanto bekommen? (Hesabı alabilir miyim?)” garson hesabı getirmeye gittiğinde kahvesini başına dikti kadın. Hesap geldiğinde garsona da iyi bir miktar bahşiş bırakıp kalktı ve kol çantasını alıp ilerledi. Konakladığı otele geldiğinde direkt odasına çıkıp kıyafetlerinin olduğu çantayı aldı. İçini açıp siyah tüm vücudunu saran tulumu ve siyah hücum yeleğine benzeyen yeleğini çıkardı. Saatini kontrol ettiğinde az bir vaktinin kaldığını görmüştü. Üstündeki kırmızı takım elbiseden kurtulup saçındaki sarı peruğu da çıkardı. Kendi kazmış kendi düşmüştü bunu bildiği için küfür de edemiyordu… Hızlıca hazırlanıp üstüne deri ceketini giyip önünü vurdu. Çantasını sırtına attığında çıkardığı peruğu geri taktı. Neyse ki kısa sürecekti bu defasında. Hoş bir haftadır perukla yatıyor perukla kalkıyordu ama az kalmıştı… Otelden çıkıp kapalı otoparka geldiğinde motoruna bindi. Kaskını takmadan önce saçındaki peruğu çıkarıp hemen kaskını taktı ve peruğu hemen çantasına attı. Gazladığında içten içe sırıtıyordu. (Fatih Burak’tan) Bir haftadır sahadaydık. Tilki ve Siroz’un peşinde. Yaklaştık sayılırdı muhtemelen bu gece bitecekti bu mevzu. “Komutanım?” duyduğum Kenan’ın sesi ile omzumun üstünden arkama baktım. “Gel kardeşim.” Yanıma geldi ve elini cebinden çıkarıp çıkarmama kararsızlığını yaşamaya başladı. Güldüm bu haline. “İç kardeşim iç. Ast üst yok geri timin yanına dönene kadar abi kardeşiz.” Rahatlayarak çıkardı cebinden sigarasını. Uzun mu? Kaşlarımı çattım. “Oğlum senin daha yaşın kaç meslekte kaçıncı yılın uzun ne?” güldü ve dumanı üfledi. “Aman be abi felek bizi almış yerden yere duvardan duvara top edip atmış.” Güldüm. “Atlas komutanımı… Atlas ablayı neden açığa alsınlar abi ben düşünüyorum ama yok bulamıyorum. Hani diyeceğim harekattan ayrıldıkları süre içinde bir şey yapmış olsa…” derin bir nefes aldım. “Edip’i de açığa alırlardı.” Başını salladı sadece. “İçimden bir ses açığa alınmadı diyor Kenan. Bu işte başka bir iş var.” Az çok tahmin ediyordum aslında ama dile getirmek istemiyordum. Sigaralarımızı içip timin yanına döndük Kenan ile. “Evet hazır mıyız?” hepsi sırıttı. Atlas yine iyiydi açık açık deliyim diyordu ama bunlar… Ulan bunların hepsi gizli deliydi kabul etmezlerdi deli olduklarını. “Komutanım?” Edip’e döndüm. Eşşek gibi sırıtıyordu. “Çok rica ediyorum sarhoşumuzu ben sulayabilir miyim alkolle lütfen çok rica ediyorum.” Biz gülerken Boran Edip’e ters ters bakıyordu. “Oğlum bak bugün yediğin hurmalar yarın gelir tırmalar güzel kardeşim bence ona göre davran Şeker kardeşim.” Edip Boran’a döndü. “Hurmalar gelip tırmalayacağı zaman düşünürüz be ayyaşım.” Boran sabır çekerken Edip sırıtıyordu. “Tamam hadi bu kadar gevezelik yeter. Herkes yapması gerekeni biliyor. Kılçıksız operasyon istiyorum. Buluşma noktasını unutmayın. Faruk Boran ikinizi de sağlam geri istiyorum. Eğer ki tek çizikle dönün belanızı…” Gözlerim Bahar’a çarptığında boğazımı temizledim. “Anladınız siz.” “Emredersiniz komutanım.” Herkes hazır olduğunda planladığımız gibi herkes yerlerini aldı. Telsizden duyacaktık her şeyi. “Ulan nerede benim Zeliş’im neredeeeeee?” Boran da ayyaş olmaya dünden razıymış canım. “Abii Zeliş gitti gitti hadi gel gidelim evimize.” Irak’ta Karbela’daydık. Burada olduklarını teyit etmiştik. Halkla birlikte onlar da vardı. Kalabalık değillerdi halk onların örgüt üyesi olduğundan bihaberdi. Bulundukları evin içinde onlarla beş ön kapıda dört arka tarafta üç kişi vardı. “Bırak beni laaaaağn. Zelihaaaa çık dışarı lan gitme o herifeeeeee! Zelihaaaaaaaaaa!” Boran’ın sesi arkadan gelmeye devam ederken kulaklığımdan Bahar’ın sesi geldi. “Ön taraftaki dört kişi bizimkilere yöneldi. Arka taraftakilerde ön tarafta ne oluyor diye bakmaya geliyor.” Edip ben ve Kenan arka taraftan girip paketleyecektik. Faruk ve Boran dikkat dağıtıyordu. Caner abi Bahar ve Akif karşıdaki binanın çatısında hazır bekliyor gözcülük yapıyordu. Boran’ın sesi gelmeye devam ederken hızlıca kimseye görünmeden içeri girdik. Maskelerimiz yüzümüzü örtüyordu ama siyah keplerimiz de gözlerimizi olduğunca saklıyordu. Kontrollü bir şekilde evin içinde ilerlerken ayrıldık. Sessizce öldürmeden halledecektik. Gölgesini gördüğüm adamla duvara yaslandım. Arkası dönük bir şekilde önüme geldiğinde hemen elimi ağzına kapatıp oyun dışı bıraktım. Onu kenara çekip ilerlemeye devam ettim. Sorunsuz bir şekilde Tilki’nin odasına girmiştim. Horlayarak uyuyordu. Sessizce daha önce hazırladığımız şırıngayı çıkardım ve yüzüne yandaki yastığı kapatıp hemen şırıngayı bacağına sapladım. Birkaç çırpınmanın ardından hareketsiz kalmıştı. “Tilki paket.” Tilki dedikleri adamı hiç böyle düşünmemiştim ben şahsen. Maksimum bir atmış boyunda ufak tefek cılız bir şeydi. Neyse ki Tilki olduğundan emindik. Tek hamlede onu omzuma atıp odadan çıktım. “Arkaya doğru geliyorlar komutanım. Bizimkileri püskürttüler.” Sıkıntı ile nefes aldım. “B planını devreye sokun hemen.” “Emredersiniz.” Onaydan üç dakika sonra altı el silah sesi duyuldu. Tabii ki beyliklerimiz değildi. Dün sabah örgüt üyelerinden yürüttüğümüz ruhsatsız silahlardı. “Arka taraftakileri gönderdiler komutanım ama az vaktiniz var.” “Anlaşıldı.” Koridorda Edip ve Kenan’ın paketlediği Siroz ile karşılaşmıştık. “Hadi çıkalım şuradan bir an önce.” Geldiğimiz gibi sessizce çıkmıştık evden. Paketleri pick upın kapalı bagajına attık. Şoför koltuğuna Edip yanına ben arkaya Kenan geçtiğinde gazladı direkt Edip. “Paketler teslim alındı. Herkes buluşma noktasına.” “Anlaşıldı.” Bahar’ın ardından Boran’da onayladı beni. “Fatih?” Edip’e döndüm. “Hmm?” “Atlas… İyi midir?” derin bir nefes alıp cama geri döndüm. “Bilmiyorum Edip. Atlas konusunu kapatalım şimdilik hala yuvaya dönmedik. Yuvaya dönünce konuşuruz.” Başını salladı. (Yazardan) (Almanya/Bayern Gece 00.27) Genç kadın tam bir buçuk saat ışıkların kapanmasını tam bir saat da hedefinin derin uykuya dalmasını beklemişti. Sonunda zamanı geldiğinde pusulandığı yerden çıktı. Bahçe duvarından atlayıp susturucu taktığı tabancasını aldı. Önüne çıkana acımadan sıkarken rahat hareketlerle eve girdi. Rahattı kimse onu tanıyamazdı. Bütün vücudu kapalı saçları ve yüzü hem siyah boyunlukla hem de siyah şapka ile kapalıydı. Yine de kameralara açık vermeden ilerliyordu. Merdivenlerde dört leş kalırken ikinci kata çıktı. Hedefinin odası koridorun diğer ucundaydı. “Who are you? (Kimsin?)” sırıttı kadın ve arkasını dönüp tek el ateş etti. Biten şarjörünü çıkarıp cebine koydu ve yenisini taktı. “Azrail de diyebilirsin ecel de. Sonuç olarak ikisi de aynı ama değil mi?” diye fısıldadı bıraktığı leşe doğru. Hedefinin odasına gelene kadar iki leş daha bırakmıştı. Hedefinin odasına sessizce girdi. Yatakta yarı çıplak mışıl mışıl uyuyordu. Yanına gidip önce komodinin üstündeki silahı ardından yastığın yanına kaymış bıçağı aldı. Silahının namlusunu yatakta uyuyan hedefinin ense köküne dayadı kadın. “Sii…” “Şşş. Boşuna arama hepsi bende.” “Sen? Ne o yarım kalan eğlenceyi tamamlamaya mı geldin?” güldü kadın. “Aynen Lukas. Ne dersin eğlenmeye gidelim mi? Sen ve ben?” kahkaha attı yataktaki adam. Kadın gözlerini devirip sırtındaki çantadan siyah tişört ve siyah pantolon çıkarıp adamın yanına fırlattı. “Ters hareketinde sıkarım. Giyin.” Deyip iki adım geri çekildi ve silahını göğsüne yapıştırıp ona tutmaya devam etti. Adam kalkıp kadına bakıp sırıttı ve giyindi. Adam ayağa kalktığında kadın onun konuşmasına fırsat vermeden arkasına geçip silahını ensesine dayadı. “Konuşursan sıkarım.” Adam ise sadece sırıttı. Arabaya geldiklerinde ensesine silahının kabzası ile vurup bayılttı ve bagaja attı. Çantasını arabanın arkasına atıp şoför koltuğuna geçti ve gazladı. (Fatih Burak’tan) Üç gün önce dönmüştük. Siroz ve Tilki’nin sorguları bu sabah bitmişti. Öğlen Ankara’ya sevk edileceklerdi. Yakalaması sorgudan daha kolay sürmüştü yemin ederim. Timle dinlenme odasındaydık. “Siktiiir! Lan biriniz hemen televizyonu açıp herhangi bir haber kanalında dursun çabuk lan çabuk!” Edip’in tepkisi ile hepimiz yerimizde doğrulmuştuk. Akif hemen televizyonu açtı. Haber kanalı açıktı zaten. “Evet sayın seyirciler. Almanya’da bulunan tarihi Roma Köprüsünde asılı halde bulunan Lukas Schwandes’in dün gece on bir sularında öldüğü tahmin ediliyor. Otopsi raporunun ne geleceği tartışılırken hem Almanya hem de Amerika vatandaşı olan Lukas Schwandes’in cinayeti iki ülke arasında gerilime sebep olacak mı muamma.” Ekrana Lukas denen şerefsizin ilk bulunduğu görüntüler geldiğinde Edip refleksle Bahar’ın gözlerini kapatmıştı. Adamı… Adamı biçip öldürmüşler lan… “Edip lan bıraksana ne diye kapatıyorsun gözlerimi lan bırak beni.” Edip Bahar’ın çığırması ile bıraktı Bahar’ın gözlerini. “Pardon ya refleksle şey oldu.” Hepimiz şaşkın şaşkın bakarken en sonunda haber değişmişti. Televizyonu kapattık. “Ulan herif tamam piçin teki de… Bu oğlum bu çok kötü lan!” Akif’e döndük haklıydı. “Kim ki bu?” Bahar’a döndük. “Piçin teki işte. Örgütten.” Bahar başını salladı sadece bana. Edip ile göz göze geldik. İkimizde aynı şeyi düşünüyorduk. Odama geçtiğimde kapı tıklandı. “Gel.” Kapı açıldı ve Edip girdi. Hazır ola geçeceği zaman hemen durdurdum. “Otur birader otur.” Derin bir nefes alıp oturdu. “Atlas mı sence?” derin bir nefes aldım. “Devletin tetikçisi olduğuna dair kanıtım yok ama eminim. Ama intikam uğruna mı öldürdü devlet mi istedi bilemem.” Güldü Edip. “Öldürme emrini devlet istemiştir de geriye kalan sanatsal ayrıntılar tamamen kendisinin sanatçılığına kalmıştır bence.” Sinir bozukluğu ile güldük. “Manyak kadın adamı biçmiş ağzına sokuşturmuş yetmemiş yılların tarihi köprüsüne asmış lan bayrak gibi.” Kahkaha attı. “Bence emir ayağına intikam almış da… Nereye gitti ülkeye geri mi dönecek ne yapacak döndük başa iyi mi.” Haklıydı… (Atlas’tan) Ülkeye dönmüştüm dün sabah. İstanbul’a inmiş bu sabah da Hakkari’ye dönmüştüm. Ankara açığa alınma mevzusunu kapatmış yazıyı göndermişti karargâha. O değil de tim sıçacaktı ağzıma gel de açıkla ne olduğunu… Açıklayabilirsen… Yerlerse… Pooof… Eve girdiğimde çok şükür ki Bahar yoktu. Odama geçip direkt banyoya girdim. Üstümdeki kıyafetlerden kurtulup kendimi soğuk suya attım. Ellerimi fayansa dayamış su bedenimden akıp giderken gözlerim yerdeydi. Vücudumdaki kirler akıp giderken gözlerimi kapattım. Uzun süre suyun altında öyle durduktan sonra çıktım banyodan. Üstümü giyinip saçlarımı topladım ve ensemde topuz yaptım. O kadar uzamışlardı. Telefonumu alıp açtım. Bildirimlerin hepsini kontrol edip gerekli dönütleri yaptım ve cebime koydum. Çekmeceden kendi beyliğimi çıkarıp belimdeki yerine yerleştirdim ve evden çıktım. Karargâha geldiğimde timden kimseye rastlamadan odama gidip üniformamı giydim. Beremi başıma takıp çıktım odadan. Albay’ın odasına geldiğimde kapıyı tıkladım. “Gel.” İçeri girip selam durdum. “Kıdemli Üsteğmen Atlas Demir, Rize emredin komutanım.” Albay derin bir nefes alıp arkasına yaslandı. “Ne işler çeviriyorsun bilmiyorum Demir. Ama umarım pis işlere bulaşmamasındır.” Ağzımı açmadım. “Yuvaya tekrardan hoş geldin. Timine katılabilirsin.” “Emredersiniz komutanım.” Odadan çıktım. Tim dinlenme odasındaydı. Derin bir nefes alıp tek kapıyı açtım ve girdim. “Selamın aleyküm. Ve aleyküm selam.” Herkes bana dik dik bakarken ilk ayağa kalkıp üstüme saldıran Bahar olmuştu. Tutmadım ya da kendimi korumadım. “Neredeydin lan nerede? Geri zekalı aptal insan. İnsafsız düşüncesiz…” Edip onu belinden tutup üstümden aldı. Fatih ayağa kalktı. “Yürü.” “Nereye?” bana dönüp kişisel sınırlarımı bir hayli ihlal ederek burnumun dibine girdi. “Emrimi ikiletme asker!” “Emredersiniz komutanım.” Odasına gelmiştik. “Neredeydin?” “Ankara’dan çağırıldım apar topar gittim. Telefonumu evde unutmuşum.” Tek kaşı havaya kalktı. “Soruşturman nasıl geçti?” “Asılsız soruşturma kapandı.” Güldü ama zoraki olduğu taa Fizan’dan anlaşılıyordu. “Sen benimle dalga mı geçiyorsun Atlas? Ankara’daymış apar topar gitmiş telefonunu evde unutmuş. İstihbaratçı olacaksın bir de yok muydu daha inandırıcı yalanların bahanelerin kızım?” kaşlarımı çattım. “İster inanın ister inanmayın. Ankara’yı arayıp sorabilirsiniz.” Bu sefer gerçek bir kahkaha atmıştı işte. “Tetikçisi olduğun devlete ya bizim Üsteğmen tetikçi biliyorum ama kanıtlayamıyorum Ankara’da açığa alınmışta acaba doğru mu diyeyim ne diyeyim Atlas! Kafa bulma benle.” Sinirlerim iyice gerilirken derin bir nefes aldım bir kez daha. “Başka bir şey yoksa…” “Defol git lan! Defol git kalbini kıracağım yoksa. Çık!” odadan çıkıp kapıyı arkamdan çektiğimde sinirlerim üç buçuk atıyordu. Man kafalı kalbimi kıracakmış ba ba ba… Akşamı zor etmiş mesai bitiminde hızla karargâhtan çıkmıştım. Kendimi Şemdinli bayırında bulduğumda sert esen rüzgarla gözlerimi kapattım. Kulaklarımda Lukas’ın acı dolu çığlıkları yankılandı anlık olarak. Daha sonra o… O anları hatırladım… Bana dokunmaya çalıştığı anları… Gözlerimi kırpıştırarak açıp düşüncelerimi dağıttım. “Atlas?” duyduğum sesle arkamı döndüm hemen. Amcamdı. “Amca?” yanıma geldi. “Dönmüşsün.” Kaşlarımı çattım. “Sen…” gülümsedi. “İhraç edilmiş bir Binbaşı olmam senin haberlerin gelmiyor demek değil.” Güldüm. “Açığa falan alınmadın değil mi?” derin bir nefes aldım. “Amca sormasan daa olmaz mı?” ellerini havaya kaldırdı. “Sormadım.” Gülümsedim. Başımı omzuna yasladığımda derin bir nefes aldı. “İyi misin?” Geri çekildim. “Bilmem fiziken iyiyim ama ruhen dalgalı.” Kahkaha attı. “O senin her zamanki halin Börülce’m.” Omuz silktim sadece. “Seni görmek için gelmiştim gördüğüme göre Mardin’e dönebilirim.” Kaşlarımı çattım. “Nasıl hemen mi?” başını salladı. “Bir dahakine kalmaya geleceğim söz.” Başımı salladım sadece. (Fatih Burak’tan) Sinirliydim. Sabahtan beri sinirim ne geçmiş ne azalmıştı. Hala ve hala sinirliydim. Bu içtiğim kaçıncı sigaraydı bilmiyordum. Sinirim nasıl geçecek onu da bilmiyordum. Kapı çaldığında sigaramı söndürdüm. “Of dayı of ne bu senin yeğen sevdan iki günde bir bende… Turan abi?” karşımda gördüğüm Turan abi ile kaşlarım çatılmıştı. Turan abinin benim ilk komutanım olmasının yanında… Atlas’ın amcasıydı. Yutkundum. “Gelebilir miyim Fatih?” geri çekildim. “Tabii abi buyur.” O balkona geçerken ben hemen çay koydum ve yanına geçtim. “Abi hayırdır ben şaşırdım seni görünce?” Sigara çıkarıp yaktı. “Eski askerimi ebedi kardeşimi görmeye gelirken haber vermem mi gerekiyordu?” gülümsedim. “Yok abi yani sen…” “İhraç edildikten sonra kendimi Mardin’e hapsettim evet.” Başımı salladım sadece. “Sana söyleyeceklerimi Atlas bilmeyecek duymayacak.” Kaşlarım çatıldı. “Tamam abi.” “Önce kalk git olan çaydan koy getir komutanı hıyar.” Güldüm ve hemen kalkıp çay doldurdum iki bardağa. “İhraç olduğumdan beri davam var biliyorsun. Geçen hafta dava sonuçlandı. Dava sonucunda haksız yere ihraç edildiğime o gün oradaki davranışımın binlerce masumu kurtardığına dair kanıtlar sunuldu ve göreve iadem istendi. Bu sabah göreve iadem resmi olarak gerçekleşti.” Gülümsedim. “E abi çok iyi bu.” Çayından bir yudum aldı. “Öyle öyle de… Atlas bilmeyecek.” Kaşlarımı çattım. “Neden yani söylemem ben de neden abi?” derin bir nefes aldı. “Çünkü onun kaybetmeye takati kalmadı Fatih. Ne beni ne sizden birini… Ne de seni.” Söylediği son şeyle kaşlarımı çattım ama bana kalmadan o girdi lafa. “Hatırlamıyor evet. Yirmi bir yaşında bir aylık izninde evimde gördüğü daha altı aylık Teğmen’i hatırlamıyor. Onunla ettiği sohbetleri hatırlamıyor. Çünkü evimde görüp ilk bakışta tutulduğu adam Burak’tı. O Burak’ı tanıdı. Fatih’i değil. O Burak’ı biliyor Fatih’i değil.” Yutkundum haklıydı. “Bak Fatih… Atlas yaralı. Atlas kaybetmeye mecali kalmamış biri. Kaç defa silahla bakışırken yakaladım onu ben. Sıkardı kafasına sıkamamasının sebebi yaradan korkusu. Bu hayatta korktuğu iki şey var Atlas’ın. Bir hepimizde olduğu gibi yaradan. İki kaybetmek. Sevdiklerini kaybetmek toprağa vermek…” biliyordum hepsini biliyordum. “Yaşamak istemiyor abi. Ölüme koşuyor. Ben ona nasıl engel olacağım bilmiyorum.” Kahkaha attı. “Lan komutanı hıyar tutup yakasından öpmüşsün ya kızı. Üstüne bir de ölüme koşarsan belanı sikerim demişsin. Kafası nanaydı kızın.” Ensemi sıvazladım utançla. “Abi sinirle yaptım ben onu ya yoksa…” çayını başına diktiğinde sustum. “Seni biliyorum ben. Açıklama bana kendini. Bak koçum Atlas sevda sevgi aşk diye sadece vatan sevdasını biliyor. Başkasını görmedi göremedi hayatının yirmi altı yılı boyunca. Bunu bil ona göre davran. Ha bir de üzersen trakanu sikerum.” Dedi ve ayaklandı. “Otursaydın abi.” “Yoook sabah Ankara’da olmam lazım. Unutma dediklerimi. Atlas sana emanet.” Başımı salladığımda kapıya ilerledi. (Atlas’tan) (İki Gün Sonra) İki gün geçmişti döneli. Fatih benimle konuşmuyor yüzüme bakmıyordu. Garip hissettiriyordu bu bana. Yani didişmemiz sohbet etmemiz yoktu. Hayatımdan büyük bir şey eksilmiş gibiydi. İç çekip başımı masaya vururcasına yasladım. Yok bu böyle olmayacaktı. Ayağa kalkıp üniformamın gömleğini çıkarıp kenara koydum. Beremi de masamın üstüne bıraktım. Odadan çıkıp Fatih’in odasına gittim. Yoktu. İşime gelirdi. Masasına gidip not kağıtlarından bir tane aldım ve notumu yazıp çıktım. (On Dakika Sonra) İdman salonunun kapısı açılmış içeri Fatih girmişti. Kaşları çatıktı. “Ne bu?” kum torbasını bırakıp tamamen ona döndüm. “Bir kereliğine bana vurmana izin vereyim dedim.” Kaşları daha da çatıldı. “Ne saçmalıyorsun Atlas?” derin bir nefes attım. “Sinirlisin bana. Çıkart sinirini içinde kalmasın biz de eski halimize dönelim. Böyle olmuyor.” Kaşları havaya kalktığında yutkundum. “Kavga etmek mi istiyorsun?” omuz silktim. “Tercihim rövanş ama sen kavga diyorsan kavga da olur.” Sen kaşındın der gibi baktı bana ve hızla üniformasının düğmelerini çözmeye başladı. Bacağındaki silah ve kasaturayı kılıflarıyla çıkarıp gömleğinin üstüne bıraktı. Yanıma geldiğinde “Al gardını.” Güldüm ve yumruklarımı kaldırdım. İlk hamlesi karnıma yumruktu. Yumruğunu savurup karnına tekme savurdum ama bacağımı yakalayıp beni yere serdi. Ayağa kalkmama müsaade ettiğinde hızla ayaklandım. Bana vurmuyor yaptığım hamleleri boşa çıkarıp en fazla yere düşmemi sağlıyordu. “Sinirini atmıyorsun ki sen?” gardımı indirdiğimde burnumun üstüne yediğim yumrukla geri gittim ama düşmeme fırsat vermeden yakamdan tutup beni ters çevirdi kolunu boynuma sarıp sırtımı göğsüne yasladı. Burnumdan akan kan yüzümden koluna akıyordu. “Bir asla bir kadına vurmam! İki sana olan sinirimin geçmesi için hazmetmem lazım! Üç bir daha sakın odama not bırakıp kendini kum torbam tayin etme!” derin bir nefes aldı. “Dört gardını indireceğini düşünmedim özür dilerim. Beş burnuna baktırdıktan sonra odama gel bir şey konuşacağız.” Ben başımı sallarken kolunu çekti boynumdan. Burnuma tampon yapıp pamuk tıkamıştım. Nasıl vurduysa hala kanıyordu arkadaş. Üstümü başımı düzelttikten sonra çıktım. Odasına geldiğimde kapıyı tıkladım. “Gel.” İçeri girdim. “Otur.” Oturup işlerini halletmesini beklemeye başladım. Dosyayı kapatıp kenara koydu. “Karargahtaki köstebeği tespit etmek için başka bir planım var.” Kaşlarımı çattım. “Nedir?” başını önündeki evraktan kaldırıp bana baktı. “Harbiyede lisansını yazılım üstüne yapmadın mı sen?” kaşlarım çatıldı. “Evet de neden?” “Bir yazılım yazacaksın. Karargahtaki herkesin telefonuna erişim sağlayacağız. Albay’dan tut General’e kadar tüm yetkililerin izni var.” Çakmıştım köfteyi. “Anladım yarın sabaha hazır olur.” “Atlas hadi çıkıyoruz.” Kapımı açan Bahar’a döndüm sivilleri çekmişti. “Siz çıkın benim işlerim var. Bir dünya rapor dosya evrak.” “Yardım edeyim mi?” geri ona döndüm. “Yok yok hallederim ben. Bekleme sen bu gece buradayım gibi duruyor.” Başını salladı ve çıktı. (Sabaha Karşı 04.46) İçtiğim kaçıncı kahveydi bilmiyordum ama artık gözlerim yanıyordu. En sonunda yazılımı bitirmiş flaşa atmıştım. Sıra gelmişti sızmaya. Karargahtaki herkesin bilgisayarında kendi e posta adresleri vardı. Yazdığım hayalet program o e postanın kayıtlı olduğu tüm cihazlara erişim sağlayacaktı. Bilgisayarı açar açmaz. Ayrımcılık olmasın raporlarda yanlış anlaşılmasın diye bizim timin kullandığı bilgisayarlardan başlayarak üst düzey yetkililer dahil tüm bilgisayarlara yazılımı yüklemeye başladım. Harekât merkezine kadar sıkıntısız ilerlemiştim. Harekât merkezine girdiğimde içerideki iki Teğmen ayağa kalkıp hazır ola çıktı. “Gidip bir hava alın çay için gelin.” “Komutanım burayı bırakamayız.” Başımı sıvazladım. Deli gibi ağrıyordu zaten ekrana bakmaktan. “Lan defolun gidin karargâhın en sessiz yeri burası yarım saat kestireceğim delirtmeyin beni!” yutkunarak kaçarcasına çıktılar. Tek tek tüm bilgisayarlara yüklemem yarım saat sürmüştü. İşim bittiğinde çıktım harekât merkezinden. “Ercü söyle o iki elamana gelsinler geçsinler işlerinin başına.” “Emredersiniz komutanım.” Tüm karargâhın bilgisayarlarını elden geçirdiğimde odama gidip flaşı bıraktım. Bilgisayarımı kontrol ettim tüm bilgisayarlar benim önümdeydi. Ekranı kilitleyip odadan çıktım. Bizim timin odasına girip kendimi koltuğa attım. (Üç Saat Sonra) “Lan burada uyuyor ya bu manyak.” Uykuyla uyanıklık arasındaki o ince çizgideydim. “Niye burada kalmış ki?” “İşleri vardı demek ki sabahlamış. Gözlerinin altındaki morluklara bakacak olursak…” sohbete devam ediyorlardı. “Sizin ben trakanuzu sikeyum bir susmadunuz daa!” diyerek gözlerimi açtım ve oturdum. “Günaydın kanka.” “Ne günaydını lan ne günaydını gün mün aymadı bana.” Bahar ıslık çaldı. “Kenan koş oğlum koş sert duble filtre kahve getir sen buna.” Gözlerimi açtım. Kenan bana kahve getirmeye giderken ayağa kalktım. “Nereye la?” Bahar’a baktım omzumun üstünden. “Tuvalete gelcen mi?” Bahar fermuar çekti ağzına. Tuvalette elimi yüzümü yıkayıp üstümü başımı düzelttim. Dinlenme odasına geri döndüğümde Kenan kahveyi sehpanın üstüne bırakmıştı. “Eyvallah Direk.” “Afiyet olsun komutanım.” Kahvemi içip biraz olsun kendime geldiğimde ayılmıştım. “Tim harekât merkezine.” Kapıyı açması ile geri gitmesi bir olmuştu Fatih’in. Hemen ayaklanıp harekât merkezine geçtik. Albay zaten bizi bekliyordu. “Oturun evlatlar.” Yerlerimize oturduk. Görev emriydi muhtemelen. “Mevsim öncesi tim olarak dinlenmeniz ve daha hazır bir şekilde mevsime başlayın diye on gün izinlisiniz. Memleketlerinize ailenizin yanına gidin onlarla görüşün enerjinizi depolayın kafanızı dağıtın ve buraya öyle gelin.” Birbirimize baktık. “E haydi başladı izniniz defolun gidin.” Hepimiz ayağa kalktık. “EMREDERSİNİZ KOMUTANIM!” Kısa sürede herkes sivilleri çekmiş otoparkta buluşmuştuk. “Herkes memleketine mi dağılıyor şimdi?” Edip’in sorusuna ben ve Fatih dışında herkes başını sallamıştı. “Bana bakın tim. Gidin eğlenin ailenizle hasret giderin ama sakın ha belaya bulaşmayın. On gün siviliz kafa dinleyelim.” Herkes onu onaylamıştı. (Beş Gün Sonra) Bahar dört gün önce öğlen Ankara’ya gitmişti uçakla. Diğerleri memleketlerine ailelerinin yanına dağılmıştı ilk iki gün içinde. Hakkari’de bir ben bir Fatih kalmıştık. Bilgisayar başında karargâhta çalışan herkesi takip ediyordum. Ama evde daral gelmişti artık. Anlık bir kararla bilgisayarımı kapatıp odama geçtim. Bilgisayarımı sırt çantama koyup şarj kablosunu da attım. Üstüme siyah tayt ve düz beyaz zamanında erkek reyonundan aldığım tişörtü geçirdim ve saçlarımı tarayıp çıktım evden. Yolumun üstündeki tekelde durdum ve Bahar’ın arabasından indim. Tekelden bir kasa bira iki paket büyük boy cips ve çerez alıp ücreti ödedim ve çıktım. Sırtımda çantam elimde bir kasa bira ve poşetle kapısını çaldım. “Atlas?” “Selam gelebilir miyim?” güldü ve elimdekileri aldı. “Gel hoş geldin.” İçeri girdim. “Hayırdır?” ayakkabılarımı çıkarıp ona döndüm. “Canım sıkıldı içeyim dedim sonra yalnız içmektense sana damlayayım beraber içelim dedim. İstemiyorsan ver biraları gideyim?” kahkaha attı. “Geç balkona bende biraları dolaba koyayım.” Güldüm. O biraları dolaba yerleştirirken bende balkona geçmiş masaya bilgisayarımı kurmuştum. “Hayırdır?” Mutfaktan seslenmişti. “Karargahtakileri izliyorum.” Başını salladı. Yanına geçtim. “Çerez tabakları soldan ikinci dolapta ikinci rafta.” Başımı salladım ve dediği dolabı açıp çerez tabağı aldım. Ben çerezleri koyarken o da cipsleri kâseye koymuştu. Ben tabakları balkona götürürken o içerden iki paket sigara alıp gelmiş masaya bırakmış ve iki birayı açıp getirmişti. “Sen niye gitmedin?” “Gidecek yerim yok.” Kaşlarımı çattım. “Ailen…” gülümsedi. “Görüşmüyoruz. Dayımın arada sırada emrivaki yapması dışında. Rütbe üstünlüğünü kullanıyor.” Kaşlarımı çattım. “Asker mi?” kahkaha attı bu sefer. “Albay Hüseyin Kaya dayım olur kendisi.” Ağzım kocaman açılırken o birasından yudum aldı. “Neden hiç söylemedin?” “Çünkü dayımın yeğeni olarak orada bulunmuyorum. Orada sadece Yüzbaşı Fatih Bozkurt’um. Albay Hüseyin Kaya’nın yeğeni değil.” Başımı salladım anladığımı belirtircesine. “Bir şey yok mu?” biramdan büyük bir yudum alıp bilgisayarımı ona çevirdim. “Yani Teğmen Kıran’ın sevgilisinden yediği trip General’in eve gelirken alınacaklar listesi Selçuk Başçavuşun kızının istediği oyuncak ayının görseli ve fiyatı dışında yok. Ha bir de Ercü’nün inatla altılı oynaması dışında. Bir tutturamadı.” Kahkaha attığında bende güldüm. Ekranı geri önüme çevirdiğimde ikinci şişeleri almaya gitti. “Sigara içmemene çok şaşırıyorum.” Uzattığı bira şişesini aldım. “Niye ki?” karşımdaki yerine oturdu. “Ne bileyim meslek zaten zor içmeyene neredeyse hiç denk gelmedim senin de karakterin belli tavırların falan ne bileyim şaşırıyorum işte.” Gülümsedim. “Ben lise birdeyken Rize’ye gitmiştim yaz tatili için. O yaz Gökhan abimin sigarasını bulmuştum yatağının altında. Hiç unutmam uzun bir de. Tam aldığım yere geri koyacağım odaya daldı bu. E gördü elimdeki sigara paketiyle çakmağı. Bir dövdü beni.” Ben gülerek anlatıyordum. “Ama ne dövmek bak öyle böyle değil. Dedem kurtardı beni elinden. Tabii herkes toplanmış başımıza sesleri duyup izliyor dedem de camiden dönerken duymuş taaa sokağın başından koşa koşa geldi aldı beni elinden abimin. Ne oluyor dediğinde abim “Sigaramı kimin çaldığını buldum kestim cezasını dedi çekti gitti. Dedem aldı beni yaylaya çıkardı. Kanayan dudağıma kaşıma baktı. Senin içmediğini biliyorum içme hiç içme dedi söz verdim bende ona. Sözüm sözdür benim içmem. Hiç içme isteği de gelmedi içimden orası ayrı tabii.” Başını salladı. “E peki kim yürütüyormuş abinin sigaralarını öğrendiniz mi?” başımı salladım. “Küçük abim Mete. Abim kızar diye gizli gizli alıyormuş. Abim öğrenince kızıp dövmek yerine her gün sigara parası koydu cebine.” Bir şey demedi bende şey etmedim. (Dört Saat Sonra) Son biraları içiyorduk. Tüm tabaklar gitmiş bira şişeleri kalmıştı sadece. Bir anda dans müziği çalmaya başladığında ona baktım anlamayarak. Ayağa kalkıp elini uzattı bana. “Sadece bir dans?” yutkundum. “Hadi Atlas bir dans sadece.” Başımı sallayıp uzattığı elini tuttum ve ayağa kalktım. Ellerini belime koyup beni tamamen kendine çekti. Bedenlerimiz arasında milim mesafe kalmamıştı. Kollarımı boynuna doladım bende. “Kafan güzel değil… Değil mi?” kahkaha attı başını geriye atıp. Âdem elması da elma şimdi ama ha… Kendine gel Atlas geri dur geri bas. “Aramızda alkole direnci olan bir tek sensin mi sandın Demir?” boş boş baktım ona. “Evet?” “Yanılmışsın.” Başımı omzuna yasladığında çenesini başımın üstüne yasladı. Kokusu… Huzurluydu… Göz göze geldiğimizde yüzüme düşen saçımı kulağımın arkasına ittirdi okşarcasına. Öpsem… Kudurma Atlas… “Senin peki kafan ne alemde?” “Ayığım.” Öp gitsin be amaaaan… Kafan mı güzel kızım senin geri dur daaa geri dur! “Fatih… Yapma…” Yanağımı okşadı. “Neden…” Derin bir nefes aldım. “İşte Fatih...” Derin bir nefes aldı. “Tamam hatırlamıyorsun ama görmüyor olamazsın Atlas.” Ondan uzaklaştım ve arkamı dönüp eşyalarımı toplamaya başladım. Gözlerini üstümde hissediyordum ama umurumda değildi. “Ya bir yüzüme bakar mısın Atlas?” Tepki vermedim ona… Taa ki sol omzuma saplanan kurşun ve ardından üç el silah sesi gelene kadar… “Atlas…” arkamdan gelen fısıltı ile hemen arkamı döndüm. Fatih gözünü kırpmadan bana bakıyordu. Üstündeki açık gri tişörtün ortası kıpkırmızı olmuştu. “Fa-Fatih…” yere düşeceğini anladığım an kolumu unutmuş onu yere düşmeden yakalamıştım. Hemen başını dizlerime koydum. “Fatih… Fatih bana bak.” Elimi göğsünün ortasına bastırdım. Titreyen elini yanağıma çıkardı. “Vuruldun…” ne ara dolup taştığını bilmediğim gözlerimden akan damlalar onun saçlarına yüzüne düşüyordu. “Şşşş tamam buradayım ben yanındayım. Bir şey olmadı. Hiçbir şey olmadı.” Gözlerimi kapattım. “Bu bir kâbus! Ben kafayı buldum evde sızdım ve kâbus görüyorum!” “Bana…Bak…” gözlerimi açıp ona baktım. “Atlas… Son bir kez… Öpsene beni.” Başımı iki yana salladım. “Hayır şimdi öpmeyeceğim. Sen uyanacaksın ben seni o zaman öpeceğim. Şimdi burada böyle değil. Böyle değil.” Gülümsedi. “Atlas… Öp…Beni…” eğilip titreyen dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Geri çekildim hemen. “Sana söz veriyorum uyandığında seni istediğin gibi nefes dahi almadan öpeceğim. Ama bırakma Fatih. Bırakamazsın. Yapamazsın.” Gözleri kapanıyordu. “Fatih! Bana bak Fatih! Yapamazsın! Bana bunu yaşatamazsın! Seni de gömmeyeceğim! Duydun mu beni gömmeyeceğim! Fatih uyan! UYAN!” (Yazardan) (Olay Saatleri) Mahalleli silah seslerini duyunca polise haber vermişti. Polis ise geldiğinde kendilerine haber veren mahalle sakini ile konuşuyordu. “Memur kardeşim siz gelmeden on beş dakika önce ha şuradaki binada dördüncü kattan uyan diye bir kadın bağırdı.” Polisler hızla binaya girdiğinde açılmayan kapı ile birbirlerine baktılar. Memurlardan biri koçbaşını istemişti. Kapıyı kırıp içeri girdiklerinde temkinli bir şekilde evi gezmeye başladılar. Balkona gelen polis ise gördüğü yerde yatan biri erkek biri kadın iki kişi ile silahını yerine koydu. “Komiserim! Balkon iki yaralı!” diye bağırdığında diğer polisler de balkona gelmişti. İlk gelen genç memur adamın nabzını kontrol etmiş aldığı nabızla yarasına baskı yapmaya başlamıştı bile. Komiser olan ise kadının nabzını kontrol etmiş ve omzuna baskı yapmaya başlamıştı. “Merkez burası 3470 bilinen adrese çok acil iki ambulans. Ağır iki yaralı var. Tekrar ediyorum bilinen adrese iki ambulans.” Telsizi yerine koyan diğer komiser kadının belinde gördüğü silah ile kaşlarını çattı. “Silahı var kadının.” Kadının yarasına pansuman yapan komiser kadının ayak ucunda gördüğü çantayı alıp ayakta dikilen arkadaşına uzattı. “Kimlik var mı bak bakalım.” Komiser kadının cüzdanını bulup almış açtığı gibide karşısına Özel Kuvvetler kimliği çıkmıştı. “Kadın TSK personeli. Atlas Demir.” Bu sefer gözler adama dönmüştü. “Evi arayın adam kimmiş? Biri şu ambulansın nerde kaldığını da öğrensin çabuk.” (Yarım Saat Sonra) “Hocam otuz yaşında erkek. Göğsünden iki kurşun yarası almış. Giriş var çıkış yok. Nabız atmış dört tansiyon sekize dört. Bulabildiğimiz kadar damar yolu açıp sıvı desteği yaptık. En az iki ünite kan kaybetmiş.” Adam doktorlar tarafından teslim alınmıştı. “Hocam yirmi dokuz yaşında kadın. Sol omzundan kurşun yarası. Giriş var çıkış yok. Nabız seksen üç tansiyon dokuza beş. Yaklaşık iki ünite kan kaybetmiş. Damar yolu açıp serum desteği sağladık.” Kadın da adamın hemen yanındaki müdahale alanına alınmıştı. Yaralılara müdahale edilirken onları getiren Komiser telefonunu çıkardı ve Hakkâri Özel Kuvvetler Karargahının sabit hattını aradı. Adamın da evinde buldukları kimlikle TSK mensubu olduğunu öğrenmişlerdi. “Hakkâri Özel Kuvvetler Karargâhı?” adam yutkundu. “Ben TEM Komiser Serkan Sarıca. Bu geceki yetkili subay ile konuşmam gerek çok acil.” “Bir dakika bekleyin sizi nöbetçi yetkili subayımıza bağlayacağım.” Komiser derin bir nefes alırken telefona o gece evrak işleri uzadığı için kalan Albay Kaya geçti. “Albay Kaya dinliyorum.” Adam yutkundu. “TEM komiser Serkan Sarıca komutanım. Karargahınıza bağlı iki personeli evlerinde yaralı halde bulduk. Askeri personel olduğu için yakınlarına haber vermeden size haber vermek daha doğru olur diye düşündüm.” Albay duyduğu iki yaralı kelimeleri ile oturduğu sandalyeden hızla kalktı. “Kimlik?” “Fatih Burak Bozkurt ve Atlas Demir. Devlet Hastanesindeyiz komutanım.” “Tamam ben gelene kadar ayrılmayın komiserim ve kimseye bir şey demeyin.” Telefon kapanırken Komiser içinden dua etmeye başladı içerideki iki subayın da sağ salim çıkması için. Bir saat içinde Albay gelmişti. Bu bir saat içinde kadın da adam da ameliyata alınmıştı. “Komutanım… ben Komiser Serkan.” Albay komisere baktı çatık kaşlarıyla. “Durumları ne?” “Fatih Bey göğsünden iki kurşun almış durumu ağırdı. Atlas Hanım sol omzundan vurulmuş. Bulduğumuzda ikisinin de bilinci kapalıydı.” Albay arkasındaki postasına döndü. “Zehir timine hemen haber ver acil dönüş yapsınlar. Hepsini öğlen olmadan burada istiyorum.” Albayın postası selam verip uzaklaştı. “Soruşturmayı biz yürüteceğiz. Yalnız sizin onları bulmanız nasıl oldu?” Komiser hızlıca olanları anlattı Albay’a. “Ben geceye ait tüm tutanakları düzenler size getiririm.” Albay başını salladığında ameliyathanenin kapısı açıldı. “Fatih Bey için çok acil B pozitif kana ihtiyaç var. Kan bankasında kalmamış durumda.” Komiserin kaşları çatıldı. “Benim uyuyor. Ben verebilirim. Verme koşullarını sağlıyorum.” Komiser hemşire ile giderken Albay telefonunu çıkardı. “Hüseyin Amca hayırdır bu saatte?” albay derin bir nefes aldı. “Neredesin Kürşat?” “Şırnak’tayım Hüseyin amca.” Albay derin bir nefes aldı. “Senin oradaki bağlı olduğun taburun komutanı Sezai Albay değil mi?” telefondaki adamın kaşları çatıldı. “Evet de bir sıkıntı mı var?” Albay derin bir nefes aldı. “Fatih Kürşat. Fatih ve tim komutan yardımcısı Atlas Fatih’in evinde vurulmuşlar.” Bir süre sessizlik oldu. “Ben hemen geliyorum. Yazı işlerini siz halleder misiniz ben dilekçe vereyim mi?” Albay tebessüm etti. “Bu sabah yazı gelecekti. Burada kurulan Akrep timine atandın Yüzbaşı. İlk göreviniz için öğlene burada ol.” Dedi ve kapattı telefonu albay. (Öğleden Önce Saat 11.12) Tüm Zehir timi toplanmış durumu öğrenmiş volta atıyor bir oturuyor bir kalkıyorlardı. “Komutanım?” gelen yabancı ses ile herkes koridorun ucuna dönmüştü. “Yüzbaşı Kürşat Törer, Ankara.” Albay rahat komutu verdi Yüzbaşı’ya. “Hoş geldin.” “Durumu ne?” albay derin bir nefes aldı. “Bekliyoruz.” Yüzbaşı başını sallarken ameliyathanenin kapısı açılmış ve kadının doktorları çıkmıştı. “Atlas Demir’in yakınları?” Bahar hızla doktorun dibinde biterken diğer herkes de doktorun etrafında toplanmıştı. “Öncelikle zor bir ameliyattı. Kurşun kemiğe saplanıp kalmıştı. Şansı varmış ki sinir dokuya ve damar yapıya zarar vermemiş. Kolunun işlevini kaybettiğini sanmıyorum. Lakin uyanana kadar net konuşamam. Yirmi dört saat yoğun bakımda tutacağız. Hayati tehlikesi yok. Geçmiş olsun.” Herkesten şükür dolu sesler gelirken Atlas’ı sedye ile çıkarmışlardı. “Ulan manyak. Rize danası bir kalk şuradan seni var ya…” Bahar Atlas ile yoğun bakıma çıkarken diğerleri ameliyathanenin önünde beklemeye devam etmişti. Kaç saat oldu kaç zaman geçti bilmiyordu kimse ama en sonunda kapı açılmış Fatih’in doktorları da çıkmıştı. “Çok zor bir ameliyattı. Kurşunlar akciğere zarar vermiş. Bir tanesi biraz sağa gelse aortu diğeri biraz sola gelse kalbi parçalarmış. Ameliyat süresi boyunca iki defa kalbi durdu uzun bir süre kalbi ventriküller fibrilasyonda kaldı. Şu an kalbi düzenli ve ritmik ancak dediğim gibi çok zor bir ameliyattı. Hayati riski oldukça yüksek. Biz elimizden geleni yaptık. Gerisi onda. Yoğun bakıma alıp bekleyeceğiz. Geçmiş olsun.” Doktorlar giderken herkes birbirine bakmaya başlamıştı. Kimisi şükrediyor kimisi dua edip Yaradana yalvarıyordu Fatih için. Ameliyathanenin kapıları tekrar açıldığında bu sefer sedyede Fatih çıkmıştı. Tüm tim yukarı yoğun bakıma çıkarken Bahar önünden geçip giden Fatih’e dolu gözlerle bakmıştı. Atlas ve Fatih yan yana yatıyordu. Aralarında ise sadece bir duvar vardı. Tüm tim yan yana duran camlardan kardeşlerine bakarken hepsinin düşüncesi ortaktı. İntikam! “Komutanım bize tam yetki verin.” Edip buz gibi sesiyle konuşmuştu. “Biz burada onların yaşam çabasını izlemeyeceğiz komutanım.” Ona Boran eşlik etmişti. “Kurt kışı geçirdi komutanım.” “Yediği ayazın intikamını almak için de hazır komutanım.” Faruk’u Kenan tamamlamıştı. “Onlara sıkılan toplam üç kurşunu geri iade etmezsek kanımız kurur komutanım.” Caner’in gözünden cümleyi kurarken bir damla akmıştı. Bahar önce Fatih’e sonra Atlas’a baktı. En son burnunu çekip Albay’a döndü. “Bizi salın komutanım. Kim yaptıysa kana karşılık kanını dökmeden dönmeyelim.” Albay derin bir nefes aldı. “Ben onları burada bu şekilde beklemeye meraklı mıyım? Bir sizin mi içiniz yanıyor Zehir?” Fatih’e baktı. Uyandığında bir dünya laf işitecekti yeğeninden ama umurunda değildi. “Orada yatan adam benim öz yeğenim. Kanımdan canımdan!” albay gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. “Bu işe karışmayacaksınız. Yeni kurulan Akrep timinin elamanları karargâhta hazır bir şekilde bekliyor. Tim komutanları da Yüzbaşı Kürşat Törer Nam-ı diğer Atmaca. Duyanınız vardır illaki onu. Bu işle o ve timi ilgilenecek siz değil. Anlaşılmayan bir şey olmadığına göre uslu uslu durun burada.” Demiş ve Kürşat Yüzbaşı ile çıkışa ilerlemişti albay. (Atlas’tan) Bir küçücük aslancık varmış bir küçücük aslancık varmış. Çöllerde ko ko koşar oynarmış çöllerde ko ko koşar oynarmış. Babası onu çok severmiş babası onu çok severmiş. Sen benim ca ca canımsın dermiş sen benim ca ca canımsın dermiş. Etrafıma bakıyor bir çıkış yolu arıyordum. Tabii bir de şu nefret ettiğim şarkı vardı. Ayrıca neredeydim ben anasını satayım neresiydi burası? Karanlıkta her tarafımda ağaçlar vardı… Aslan baba harbe gidince aslan baba harbe gidince küçüğü ra ra rahatı bitmiş küçüğü ra ra rahatı bitmiş. Aslan baba harpte vurulmuş aslan baba harpte vurulmuş. Küçüğü çö çö çölden kavulmuş küçüğü çö çö çölden kovulmuş… Şarkı bittiğinde ağaçlık alandan çıkmış kendimi sahilde bulmuştum. Önümde bana arkası dönük bir adam duruyordu. Kaşlarım çatıldı. Fatih… “Gelsene yanıma…” Evet oydu. Yanına ilerledim. Bembeyaz giyinmişti. “Çok güzel değil mi?” dolunaya ve denize bakıyor gülümsüyordu. “Fatih… Burası neresi?” gülümsedi. Daha önce onu hiç böyle gülümserken görmemiştim. “Huzur Atlas. Burası huzur…” anlamıyordum. Bana dönüp ellerini yanaklarıma koydu. “Unutma bir gün huzurda sen ve ben olacağız. Ama şimdi gitme vakti senin için.” “Fatih… Birlikte gidelim.” Başını salladı olumsuz anlamda. “Sadece senin için gitme zamanı derya gözlüm.” Alnımdan öptüğünde gözlerim kapanmıştı. Bir sürü dıt sesinin gelmesi ile gözlerimi araladım. Yanımda beyaz önlüklüler vardı. Olayı kavramaya çalışırken… Fatih… Hızla yattığım yerden doğrulmaya çalıştım. “Bırak…” sesim kısıktı umurumda değildi. Omzum sızlıyordu umurumda değildi. “Bırakın lan bırakın beni çekil!” beni tutmaya çalışıyorlardı. Kapı açıldığında Bahar koşup geldi yanıma. “Atlas sakin ol sakin ol vuruldun ameliyat oldun hastanedeyiz. Sakin ol.” Gözümden yaşlar düşmeye başladı. “Bahar Fatih nerede?” doktorlara baktı. “BAHAR CEVAP VER FATİH NEREDE?” Bahar derin bir nefes aldı. “Kurban olayım sakin ol yoğun bakımda o da.” Kaşlarımı çattım bir terslik vardı. “Yalan söylüyorsun bana. Gitti gitti değil mi o da gitti Bahar doğru söyle bana!” ellerimi tuttu sıkıca. “Sana yemin ederim doğru söylüyorum hemen yan tarafta yoğun bakımda. Sakin ol kurban olayım bak daha yeni uyandın.” “Beni ona götürün…” gözlerimi silip yatırdı beni geri. “Sana söz doktorlar kontrollerini yapsın götüreceğim seni ama şimdi bırak işlerini yapsın kardeşim hadi izin ver sakin ol.” Ben hıçkıra hıçkıra ağlarken doktorlar kolumu kontrol edip normal odaya alınmamı istemişlerdi. Kısa sürede normal odaya geçtiğimde Bahar girdi odaya tekerlekli sandalye ile arkasından da hemşire elinde pansuman malzemeleri ve kol askısı ile gelmişti. “Hemşire Hanım pansumanını yapıp kolunu askıya alacak sonra ben seni Fatih’e götüreceğim tamam mı? Ama uslu durmazsan götürmem.” Başımı salladım sadece. Beni Fatih’e götürsün diye dediği her şeyi yapardım itirazsız. Hemşire koluma pansuman yaparken Bahar’a döndüm. “Bahar…” yanağımı okşadı. “Söyle canım?” burnumu çektim. “Gitmedi değil mi yalan söylemiyorsun bana uslu durayım diye?” gülümsedi ufacık. “Söylemiyorum Atlas. Yoğun bakımda hala. İki gün oldu siz vurulalı. Dün öğlen çıktınız ameliyattan. Sen bu gece uyandın o hala uyuyor ama sana yemin ederim savaşıyor hayatta kalmak için.” Başımı sallayıp tekrar burnumu çektim. Bahar ile yoğun bakım katına çıktığımızda tüm tim buradaydı. “Atlas!” “Abla!” “Bacım!” hepsi yanımıza koştu. Edip önümde diz çöktü hemen. “Nasılsın?” burnumu çekip gözümden firar eden yaşı sildim. “Ayağa kalkmama yardım eder misin?” ayağa kalkıp beni ayağa kaldırmasını beklerken koluma dikkat ederek bir kolunu sırtıma diğer kolunu bacaklarımın altına geçirdi ve tek seferde kucağına aldı beni. Cama ilerledi. Dudakları mosmordu. Yüzü bedeni bembeyazdı. Kollarında bir dünya damar yolu açıkken her yerinden kablolar uzanıyordu. Gözlerimden tekrar yaşlar akarken cama dayadım sağ elimi. “Fatiiiih…” “Durumu aynı. Kritik diyor doktorlar ama biliyorum ben savaşıyor.” Caner abi fısıltı gibi söylemişti. “Dayanacak benim abim abla. Uyanacak gör bak.” Duyuyordum ama tek odağım Fatih’ti. “Atlas hadi odana dönelim dinlen.” Başımı salladım hayır anlamında. “Atlas…” “Burada kalacağım Bahar. Söz yormayacağım kimseyi ne derlerse yapacağım ama burada kalacağım.” Edip boğazını temizledi. “Tamam tamam nasıl istersen. Boran sen Atlas’ın doktoru ile görüş kardeşim. Kenan sen de Bahar ile Atlas’a kıyafet getirin olur mu?” başımla onayladım sadece. (İki Saat Sonra) Bahar bana tişört eşofman altı iç çamaşırı ve spor ayakkabı getirmişti. Odada giyinmeme yardım etmişti. Hemşire gelip açık damar yoluna tekrar serum takmıştı. Bacaklarım kendine gelmişti. “Yürümesen mi?” “Yürüyeyim bacaklarım açılsın. Hem…” sustum devam etmedim. O sırada odanın kapısı hızla açıldı. Amcam arkasında da dedem vardı. “Atlas? Allah’ım sana şükürler olsun.” Gelip sarıldı bana koluma dikkat ederek. “İyiyim amca…” dedem yaşlı gözlerle bana bakıyordu. Amcamdan çekilip dedeme sarıldım. “Size kim haber verdi ki?” “Albay. Sen uyanınca aradı. Rize’deydim geldik hemen.” Başımı salladım sadece. “Atlas’umm.” Dudaklarım titrerken dedeme sarıldım tekrar. “Dedem…” bir süre öyle kaldık. Geri çekildiğimde dedem gözlerimin altını sildi. “Şey biz…” “Alayım mı kucağıma?” başımı salladım hayır anlamında. Amcam sağlam koluma girip bana destek olurken Bahar da serum askımı almıştı. Dedem de amcamın yanında yoğun bakım katına çıktık. Tim buradaydı. “Dinlen artık be abicim. Bak sende ameliyat oldun ne kadar oldu daha uyanalı be abim.” Caner abiye başımı salladım. “Ayrılmayacağım buradan ısrar etmeyin artık daa.” Burnumu çektim. Amcamın kolundan çıkıp Bahar’ın elinden serum askısını aldım ve cama ilerledim. Onlar da arkamda kalmıştı. “Rize’de büyümedu amma inadu inat.” Amcam söyleniyordu yine. “Eee kima çektuysa acaba?” amcama yapıştırmıştı dedem lafı. “Nasıl olmuş bu Bahar niye hemen haber vermediniz kızım bize?” Amcam Bahar’ı sorgulamaya geçmişti bile. “Bilmiyoruz Turan abi. Albay bizi soruşturma dışı bıraktı.” Amcamın kaşlarını çattığını görmesem de biliyordum. “Sebep?” kulaklarımı onlardan çektim… Gözlerimde kulaklarım da tüm odağım da Fatih’teydi artık. Gitme Fatih… Gitme be adam işte… Sana söz bir adama sevdalanmak ne öğrenmeye çalışacağım. Sana söz duygularımı kabul edip kapına geleceğim. Sana söz ölüme koşmayacağım. Ama gidersen sıkarım kafama Fatih. Sen gidersen ahiretimi yakar sıkarım kafama. Gitme işte be adam… Gözlerimi sımsıkı kapattığımda yutkundum. İki gözümden de damlalar süzüldü yanaklarıma. “Üsteğmenim?” Albay’ın sesi ile arkamı döndüm. Gözlerimi silme çabasına girmedim. “Komutanım… Özür dilerim. Ben çok özür dilerim. Ben ben…” Hüseyin albay beni koluma dikkat ederek kendine çekti ve sarıldı. “Şşş evlat senin suçun yok. Sende zorlu bir ameliyat atlattın yeni uyandın. Kendine yüklenme bu kadar.” Hızla gözlerimi silip geri çekildim. “Senin odanda olman gerekmiyor mu?” başımı salladım iki yana. “Burada kalacağım.” “Atlas…” Ona arkamı dönüp cama gittim tekrar. “Israr etmeyin komutanım. İnadı tuttu.” Bahar kısık sesle söylemişti. Albay’da amcama ve dedeme yönelmiş olmalı ki sesleri geliyordu. (İki Gün Sonra) Omzuma pansuman yapılması için odama gelmiştim yine. Timi koktunuz diyerek evlerine göndermiştim yarım saat önce. Amcam ve dedem de Bahar ile gitmiş duş alıp üstlerini değiştirip geleceklerdi geri. Annemin babamın ve abilerimin durumumdan haberi varmış ama umurlarında olmamış. Arda ise arayıp duruyordu dedemi dedemde benimle konuşturuyordu. Nereden öğrendiyse Kübra abla da öğrenmişti. İzin alıp gelmemesi için bir ton laf dökmüş en sonunda ikna etmiştim. Ama günde en az beş defa aramasına engel olamıyordum. Pansuman bittiğinde kol askımı taktım tekrar ve ayağa kalkıp yoğun bakıma çıktım. Fatih’in yanından doktoru çıkıyordu. “Atlas Hanım’dı değil mi? Fatih bey ile getirilmiştiniz?” başımı salladım sadece. “Normalde izin vermem ama on dakika yanına girebilirsiniz belli ki elini tutmaya ihtiyacınız var. Hem belki o da sizi bekliyordur uyanmak için.” Gözlerim doldu yine. “Çok teşekkür ederim.” Gülümsedi. “Hemşire Hanım yardımcı olsun size. Geçmiş olsun.” Fatih’in yanına girdiğimde hemen yanına oturup elini tuttum. Buz gibiydi. Isıtmak istercesine elini daha sıkı tuttum. Yutkundum. Ağlamayacaktım. Onun yanında ağlamayacaktım… “Ben uyandım sıra sende…” Gözümden bir damla aktığında derin bir nefes aldım. Dokuz dakika boyunca onu izlemiş elini tutmuştum. Hemşire çıkmam gerektiğini söylediğinde tuttuğum elini kaldırıp uzun bir öpücük bıraktım eline. Elini geri yatağa bıraktığımda hala tutmaya devam ettim. Ayağa kalkıp yüzüne eğildim. Gözlerimi kapatıp alnına şakaklarına ve yanaklarına öpücük bıraktığımda gözümden düşen damla onun gözüne düşüp yanağına süzülmüştü. İstemeyerek de olsa elini bırakıp çıktım yoğun bakımdan. Tim toplanmıştı. “Atlas amcam sana yemek getirdik haydi amcam.” İstemiyordum. “Dedem haydi benum içun da haydi.” Derin bir nefes alıp başımı salladım. Sandalyeye oturduğumda dedem amcamdan poşeti alıp yanıma oturdu. “Kemik suyuna mercimek ettum dedem saa. Şifa niyetuna.” Dedem hem dua okuyor hem çorbayı içiriyordu bana. Önümüzden doktorlar koşarak geçip Fatih’in yanına girdiğinde hemen ayaklandım. “Fatih…” perdeleri kapatmışlardı. “Amca? Amca bir şey oldu ona amca…” amcam beni belimden yakalayıp hareket edemeyeceğim şekilde sımsıkı tuttu. “Amca gitti… O da gitti amca…” avazım çıktığı kadar bağırıyordum. “Bırak amcaaa bırak…Sıkacağım kafama bıraaaak…! Gözlerimi araladığımda odadaydım. Yanımda dedem vardı. “Dede? Dede… Fatih… Dede deme…” dedem yanıma gelip saçlarımı yüzümden çekip gözlerimi sildi. “Uyandu uşak odaya aldular yarum saat önce.” Uyandı mı… “Uyandı mı? Ge-gerçekten mi?” dedem gülerek başını salladı. Yerimden kalkıp çıktım odadan. İki oda yandaydı tim. “Bahar? Bahar durumu ne?” “Sakin ol iyi doktorlar kontrollerini yapıyor. Uyandı hayati tehlikesi geçti. Sakin ol artık.” Başımı salladım. Doktor çıktığında gülümsüyordu. “İlk kontroller temiz. Yarın tekrar kontrol edeceğiz ama hayati tehlikesi geçti. Çok yormadan görebilirsiniz. Geçmiş olsun.” Doktor bana bakıp göz kırptı ve gitti. Herkes dedem tim gruplar halinde yanına girdi on dakika kalıp çıktı. En son amcam girmişti. “Seni istiyor.” Başımı salladım ve yavaş adımlarla odaya girip kapıyı kapattım. Kısa koridorun başında yatağın ucu görünüyordu. Ne ben onu görüyordum ne de o beni… “Gel buraya…” yorgun çıkmıştı sesi. Dolu gözlerimle görüş açısına girdim. Oturuyordu. Kolunda serum takılıydı ve sadece monitör kabloları vardı. Rengi hala soluk dudakları hala mordu. “Gel yanıma…” yanına gidip oturdum. “İyi misin?” konuşursam hıçkıra hıçkıra ağlayacaktım ama cevap da vermem gerekiyordu. “İyiyim…” fısıltı şeklinde çıkmıştı sesim. “Tutma kendini… Ağlamak istiyorsan… bak buradayım… iyiyim aç muslukları… aksın gitsin.” Dudaklarım titrediğinde alnımı omzuna yasladım ve ağlamaya başladım. Çenesini başıma yaslayıp sırtımı okşamaya başladı. Uzun bir süre sonunda sakinleştiğimde geri çekildim. Burnumu çekip yanaklarımı sildim. “Ne zaman uyandın?” Ona baktım. “İki gün önce…” “Odana hiç gitmemişsin.” Başımı salladım. “Gitmedim.” Başını salladı. “Doktor kolun için… ne dedi?” omzuma baktım gayriihtiyari. Burnumu çektim. “İşlev kaybı yok his kaybı yok. Bir süre dikkat edip zorlamayacağım.” Gülümsedi. “Güzel…” Uzun bir süre sessizlik olduğunda derin bir nefes alıp ayağa kalktım. “Ben gideyim sen dinlen…” kaşlarını çatıp sağ elimi tuttu. “Burada benimle kalsan… Olur mu?” kaşlarımı çattım. “Doktorun kızmaz mı?” kaşlarını çattı. “Sikerler…onun azarını… Kal benimle…” başımı salladım peki anlamında. Yatağın en sağına kaydı. Bende soluna geçip yanına uzandım. Kolunu sırtımdan geçirip başımı göğsünün yaralı olmayan yerine yasladı. “Hadi uyuyalım…” (Yazar’dan) Turan odaya girip içeridekilerin halini gördüğünde tebessüm etti. Birbirlerine sarılmış uyuyan ikili gözüne çok tatlı gelmişti… Sessizce geri çıkıp kapıyı kapattı. “Uyuyorlar.” Zehir timi rahat bir nefes alıp birbirlerine baktılar. “Turan abi biz karargâha geçelim. Sen başlarında olursun değil mi?” Turan başını salladı. “Albay alacak mı ki sizi karargâha?” sessiz kalıp çıktı Zehir hastaneden. Turan ve Çakır ise arkalarından sırıttı. “Hüseyin’in işu yaştur ha Turan’um?” Turan babası Çakır’a hak verircesine iç çekti. “Ula hadu bizum delu açuk açuk bellu edeyi da siz gizlu delusunuz. Rabbim Hüseyin abinun yar ve yardumcusu olsun.” (Fatih Burak’tan) (Ertesi Gün Sabah) Gözlerimi araladığımda güneş doğuyordu. Atlas ise dün gece nasıl uyuduysa göğsümde hala o şekilde uyuyordu. Saçlarını hafifçe okşamaya başladım. “Şey kusura bakmayın ben rahatsız ettim.” Daha önce görmediğim bir adamdı. Kaşlarım çatılırken belindeki tabancayı fark etmiştim. “Kusura bakmayın ben TEM Komiser Serkan Sarıca. Sizi yaralı bulup getirmiştim. Durumunuzu merak etmiştim. Uyanıp odaya alındığınızı söylenince bir bakmak istedim.” Tehdit olmadığını anlayınca rahatlamıştım. “İyiyim teşekkür…ederim.” Ah bir de konuşurken nefesim kesilmese çok daha iyi olacaktı. “Sevgiliniz mi?” “Henüz değil.” Güldü karşımdaki adam. O sırada odanın kapısı açılmış içeri dayım girmişti. “Serkan?” Komiser duruşunu düzeltti. “Ben Fatih Bey’i merak etmiştim. Uyandığını odaya alındığını söyleyince hemşire bakmak istedim.” Dayım gülümsedi. “Eyvallah evlat. Sayende iyi çok şükür.” Dayım bana döndü. “Sen ameliyattayken sana kan lazım oldu Serkan verdi. Sizi bulup getiren de o.” Kan mı verdi? Havaya kalkan kaşlarımla Serkan’a döndüm. “Eyvallah… birader... Hepsi için.” “Ne demek kim olsa aynısını yapardı. İyi olmanıza sevindim tekrar çok geçmiş olsun.” Odadan çıkmak için iki adım attığında derin bir nefes aldım. “Serkan?” bana döndü. “Bir derdin… tasan bir… şeye ihtiyacın olursa… hiç çekinme… Direkt gel… bundan böyle… kardeşimsin.” Gülümsedi. “Eyvallah sende öyle.” Kapı kapanınca ben geri hala derin uykuda olan Atlas’a baktım. “Hala mı be yeğenim?” başımı ağır ağır salladım “Hiç...Bitmedi ki… Dayı hala… Olsun...” “Sadece dört saat o da parça parça görüştünüz. Nasıl…” dayıma döndüm. “Sevda… Tek bakışta… Bir saniyede… vuruldum ben bu… derya gözlüye…” dayım derin bir nefes aldı. “O ne diyor?” Atlas’a baktım tekrar. “Kaçıyor…” dayım güldü. “Kolay gelsin o halde.” (Atlas’tan) Gözlerimi açtığımda odanın içi aydınlıktı. Yutkundum çünkü… Fatih’in göğsündeydim. “Günaydın…” neşeli sesi ile başımı kaldırıp ona baktım. Dinç duruyordu. Rengi yavaş yavaş kendine geliyordu. Ama hala olduğundan daha beyazdı teni daha mordu dudakları… “Günaydın…” sesim kısık çıkmıştı. “İyi uyudun…mu?” nefesi kesiliyordu ciğerlerindeki hasardan dolayı. “Evet umarım sana rahatsızlık vermemişimdir. Ya da canını yakmamışımdır.” Gülümsedi. “Uyuduğum en…iyi…uykuydu…huh.” Ayaklandım hemen. “Nereye?” ayakkabılarımı giyip ona döndüm. “Doktorunu çağıracağım.” Neden demesine fırsat vermeden hemen çıktım odadan. Timden kimse ortalıkta görünmüyordu. Amcam ve dedem de yoktu. Kaşlarımı çatsam da üstünde durmayarak Fatih’in doktorunun odasına ilerledim. Kapıyı tıklayıp araladım. Önündeki birkaç evraktan başını kaldırıp bana baktı. “Atlas Hanım buyurun lütfen.” İçeri girip kapıyı kapattım. O da ayağa kalkmıştı. Uzattığı elini tutup tokalaştım. “Günaydın Gürkan Bey.” Oturduk. “Günaydın. Bir sorun mu var sizi beklemiyordum?” derin bir nefes aldım. “Konu Fatih.” Derin bir nefes aldı ama bir şey demedi. “Ciğerlerindeki hasar…” “Ciğerlerinde ciddi bir hasar var toparlaması uzun sürecektir. Ama merak ettiğiniz şey mesleğine devam edip edemeyeceği ise bu ona bağlı.” Anlamadığım için kaşlarım çatılmıştı. “Tedavi süreci oldukça zorlu olacak. Uzun sürer sürmez bu tamamen onun gayretine pes etmeyişine bağlı. Dikişleri alınıp ayağa kalkana kadar kendini asla zorlamaması lazım. Ayağa kalktığında ise akciğerlerini tekrar güçlendirmek alveollerini tekrar havayla doldurmak için sancılı süreçler geçirecek. Pes ettiği an hasarın kalıcı olması ihtimali yüzde doksanlara çıkar. Şu an bu ihtimal yüzde otuzların altında.” Her şey ona bağlıydı. Başımı salladım. “Sizi de sancılı süreçler bekliyor Atlas Hanım. Hem kendiniz için hem Fatih Bey için.” Gözlerimi kaçırdım. “Ona kolunuzun durumunu söylemediniz değil mi?” kolum işlevini kaybetmedi demiştim. Doğruydu ama eksikti. Tamamen kaybetmemişti. Yüzde elli beş çalışır durumdaydı. Fizik tedavi ile tekrar eski işlevini kazanacağını mesleğime devam edebileceğimi söylemişti doktorum. “Bunu ona söylemeniz gerek. O sizi…” Sert bakışlarımla ona döndüm. “Söylemedim söylemeyeceğim öğrenmeyecek ve bilmeyecekte. Eğer o dahil herhangi biri öğrenirse sizden ve kendi doktorumdan bilir gereken tüm hukuki işlemleri başlatırım.” Bir hışımla kalkıp çıktım odadan. Tuvalete girip tek elimle yüzümü yıkadım. Aynaya baktığımda gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve çıktım. Fatih’in odasının olduğu tarafa döndüğümde Tim yan yana suçlu çocuklar gibi dizilmiş Albay onlara bir şeyler söylüyordu sert sert. Gözleri beni bulduğunda susmuş sert bakışlar atıp Fatih’in odasına girmişti. “Hayırdır suçlu çocuk duruşları Albay’ın o sert alev bakışları?” birbirlerine baktılar. “Bir şey yok!” senkronizenizi sikeyim sizin. “Senkronizenizi lan sizin!” kahkaha attılar. Boynumu kütlettim. “Dökülün…” “NEY YAPTIN… NE YAPTIN!” içeriden Fatih’in böğürtüsü geldiğinde içeri daldım. Sinirli sinirli bakıyor derin derin nefes alıyordu. “Ne yaptım… dedin sen?” Albay yutkundu. “Duydun ya Fatih söyledim dedim. Yeğenim olduğunu biliyorlar dedim.” Bir süre sessiz kaldı. “Sana yapma… dedim… Torpilli derler… dedim… Mesleğimdeki… başarım değil… Yeğenin olduğum… konuşulur dedim… Eğer söylersen… tayinimi… isterim dedim…” bana döndü. “Kâğıt… kalem getirir… misin bana?” Yanına gittim. “Sana ne kalem var ne kâğıt. Dayın albaysa ne olmuş. Biz seni bilmiyor muyuz bak bir bize.” Herkese tek tek bakıp bana döndü. “Tayin istersen tüm tim olarak isteriz. Uğraşturma bizu daa.” Güldü ve Albay’a döndü. “İyi tayin… istemiyorum…Ama kapanmadı… burada… bilesiniz.” Albay gülümserken biz de gülmüştük Fatih’in yüz ifadesine oyuncağı elinden alınmış çocuk gibi bakıyordu. (Bir Hafta Sonra) Fatih’te bende hastaneden taburcu olmuştuk. Kolum için fizik tedavi başlayacaktı dikişlerden kurtulduğumda. Kolumun durumunu ise hala kimse bilmiyordu. Şimdi de benim evdeydik. Tim ve Albay bir haftadır olduğu gibi yine ortalıkta yoklardı. Dedem benim yoğun ısrarlarım üzerine dün Rize’ye dönmüştü. Amcam da onu götürmüş eğer yanıma dönerse ona küseceğimi söylediğim için Mardin’e geçmişti. Fatih Bahar’ın ikimize hazırladığı koltuklardan birinde uzanıyordu. Bende karşısına uzanmıştım. “Ne... düşünüyorsun?” başımı Fatih’e doğru çevirdim. “Hiiiç.” Kaşlarını çattı. “Hadi…ama…” derin bir iç çektim. “Vurulmamızı…” “Yanıma…Gel…” kaşlarımı çattım. “Gel…” kalkıp yanına gittim. Ben yanına gidene kadar diğer tarafa kaymıştı. Askıdaki kolum aramızda kalmıştı. Yavaşça bana doğru döndü ama ben dönemiyordum. Sinirle ofladığımda güldü. “Biz iyiyiz… Sen iyisin… ben iyiyim…” durdu bir süre nefeslendiğinde onu sabırla bekledim. “Düşünme artık… Uzun bir… süre… mecburi siviliz... tadını... çıkarmaya bak…” sinir bozukluğu ile kahkaha atmaya başladım. Çatık kaşlarla sakinleşmemi beklemişti. “En son sivile çıktığımızda sen iki kurşun yedin ben bir kurşun yedim. Sivil bile olamıyoruz anasını satayım çıkmayalım biz sivile falan.” Güldü o da… Gülüşü… Ben az daha o gülüşü ebediyen kaybediyordum… Evet yapamazdım… Evet ona bunu asla yapamazdım… Ama sözüm vardı değil mi… Sağ elimi ensesine sardığım gibi başını kendime çekip dudaklarına kapandım. Şaşkınlıkla kalırken hafifçe geri çekildim. “Sözüm vardı izin ver tutayım…” hiçbir şey demeden dudaklarımız tekrar buluştu. Dudakları dudaklarımı araladığında tam anlamıyla birbirimize karışmıştık. Eli yanağımı okşarken onu geri yatırdım ve koluma onun da yarasına dikkat ederek ben eğildim yüzüne. “Sözünü bu şekilde… bu kadarla tutamazsın…” tekrar buluşturdum dudaklarımızı. Bir eli sırtımdan belime doğru hafif hafif okşarken benim elim saçlarındaydı. Gittikçe sertleşen öpüşüyle ne yapacağımı bilemez olmuştum. Teknik olarak ilk defa öpüşüyordum çünkü… Bundan önce ilki beni sinirle dağda öptüğündeydi diğeri de… vurulduğumuz gece kollarımda yatarken… Geri çekildiğimde kısık elalarıyla baktı bana. “Sözümü tuttum alacak verecek kalmadı…” kaşları çatıldığında kalkmak için hamle yaptım ama belimdeki eliyle engellemiş beni kendine yapıştırmıştı. Kaşlarım çatılmıştı istemsizce. “Sondu Fatih. Sivil bile olamazken ne aşk ne…” dudaklarımı dudakları ile kapatmıştı. Az önceki gibi değildi sadece hafifçe öpüp çekilmişti. “Şu saatten… sonra… değil sen… yedi düvel gelse… karşımda dursa… ben o dudakları… senin rızanla… istediğim an… öper… o eli… tutarım…” sol elini kalbimin üstüne koydu. “Orada… varım… biliyorum… sende… biliyorsun…” doğru söylüyordu. Orada o vardı vardı da ben bilmiyordum oradaki şeyin ne olduğunu. Adı vardı sadece bende. Fatih… :):):) Huuuuh! Uzun ve dolu dolu bir bölüm oldu. Neler düşünüyorsunuz neler hissediyorsunuz? Ben yazarken çok düşündüm fazla mı oldu çabuk mu oldu diye ama yazdırdıkları düzeni bozmadan ilerlemeye karar verdim. Atlas da Fatih Burak da diğerleri de nasıl yazdırıyorsa değiştirmeden aktardım size :) Bir sonraki bölüm daha bir hareketli olaylı olacak şimdiden söyleyeyim... Bir sonraki bölümde görüşmek üzereeee ;) |
0% |