Yeni Üyelik
11.
Bölüm

Yitip Giden Ruhlar ve Geride Kalan Bedenler

@1mielepazzoo

“Şu vaziyette kolunuz tedaviye geç cevap veriyor Atlas Hanım. İlerleme yavaş.” Doktorun söyledikleri ile derin bir nefes aldım. Bugün benim de Fatih’in de raporunun son günüydü. Üç hafta olmuştu hastaneden çıkalı. Herkes hala kolumun durumundan habersizdi. Haberleri de olmayacaktı.

“Bu durumda görevinize devam etme…” “Doktor! Karşında öğretmen doktor ne bileyim herhangi başka meslekten biri durmuyor. Türk Silahlı Kuvvetlerinden subay oturuyor. Özel Kuvvetlerden bir subay. Sen izin ver ya da verme ben yarın içtimaa çıkacak göreve gideceğim. Sen bana ağrılarımı kesecek bir çözümün varsa onu söyle. Bir de kolum ne zaman eski haline dönecek onu söyle.” Derin bir nefes aldı karşımdaki fizyoterapist.

“Göreve çıkarsanız ters bir…” derin bir nefes aldım. “Bakın Kayra Bey kendimi tekrar etmekten hiç hoşlanmam ama sizin için tekrar söyleyeyim. Ben Özel Kuvvetlerde Kıdemli Üsteğmenim. O yüzden çözümünüz varsa dinliyorum. Yoksa gidiyorum.” “Peki nasıl isterseniz. Ben size ağrılarınız için bir ağrı kesici yazayım.” Hafifçe başımı sallayarak onayladım. Doktor reçeteyi yazdığında hızla çıktım odadan.

Eve geldiğimde Bahar yine yoktu. Bir iş çevirmişlerdi biliyordum ama içimden kurcalamak gelmiyordu. İlacı çantama atıp banyoya girdim. Üstümdeki her şeyi çıkarıp aynanın karşısına geçtiğimde kolumdaki dikiş izine takıldı gözlerim. Derin bir nefes alıp kendimi soğuk suyun altına attım.

Duştan çıktığımda üstüme siyah şort ve beyaz sporcu atleti geçirip banyoya ilerledim. Banyonun önünde durduğumda kapı çalmıştı. Bahar olsa anahtarla girerdi. Kaşlarım çok hafif çatıldığında kapıya ilerledim.

“Fatih?” “Selam müsait miydin?” başımı sallayıp geçmesi için kapıyı araladım iyice. İçeri girdiğinde kapıyı kapattım. O da gayet iyiydi. Ciğerleri düzelmiş dikişleri düşmüştü. İyiydi iyiydik… “Hayırdır?” bana döndü sorumla. “Bizimkiler bir şey çeviriyor biliyorsun değil mi?” “Evet biliyorum ama içimden hiç kurcalamak gelmiyor.” Güldü. “Ama kurcalayacağız. Yoldalar geliyorlar.” Kaşlarımı çattım. “Sen herkesi benim evime toplarken bana sormayı mı unuttun?” omuz silkip balkona geçti. “Allah’ım sen bana sabır ver kurban olduğum kudretinden sual olunmayan rabbim.”

Odaya gidip üstüme bir tişört ve eşofman altı geçirip saçlarımı hızlıca tarayıp ördüm balık sırtı. Balkona geçtiğimde iki tane dumanı tüten kupa vardı. “Ula evimi baya benimsedin herhalde.” “Bugün evini sahiplendim yarın bakacağz.” “Sen utanmaz arlanmaz bir herif oldun yalnız.” Kaşları çatıldı. “Biraz da böyle deneyeyim bakalım Demir. Biraz da bu şekilde oynayalım bu oyunu.” Lafını da esirgeme zaten sokuştur hemen…

Herkes toplanmış salondalardı. Fatih hepsine ters ters bakıyordu. “Konuşun lan ne haltlar çeviriyorsunuz?” Bakışları Kenan’da durmuştu. Yazık oldu be Direk. “Ama şimdi şey komutanım yani…” “LAN!” Kenan hemen ayağa kalkıp hazır ola geçmişti. “SİZİ VURAN TETİKÇİYİ SORGULAYIP ÖLÜ ELE GEÇİRDİKTEN SONRA KARARGAHTAKİ KÖSTEBEĞİ BULMAK İÇİN YAPTIĞIMIZA DAİR BİR GÖREV RAPORU İLE ALBAY KAYA KOMUTANIMA ARZ ETTİK KOMUTANIM. ARZ EDERİM!” Ben Fatih’e dönerken diğerleri yerlerine sinmiş bizden başka her yere bakıyordu. Fatih ise… Boynuna kadar kızarmış alnındaki ve boynundaki sinir damarları nabız gibi atıyordu.

“Ne yaptınız neyi kime arz ettiniz ne ne ne?” fırtına öncesi sessizlik… Edip bakışlarını kaldırdı. Sinirliydi. Ayağa kalktığında tetikteydim. “Pardon da senin göğsüne iki mermi sıkanın Atlas’ın biraz sağa gelse boynunu parçalayacak mermiyi sıkanın anasını da sikeriz babasını da… Hak ettiğini buldu orusbu çocuğu!” Fatih bu sözlerle iyice delirmişti…

“Ulan salak mısınız siz geri zekalı mısınız?” Herkese bakıp en son Edip’e döndü. “ULAN SİZ İNTİKAMCI MISINIZ? SİZ TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİN EN ÖZEL BÜNYESİ OLAN ÖZEL KUVVETLERDE ASKERSİNİZ LAN!” Edip ile aynı anda birbirlerine yürüdüler.

“İster intikam de ister bedel adına ne dersen de! Bizim başımız dik. Pişman olsak zaten Albay soruşturma yiyeceksiniz dediğinde pişman olduğumuzu dile getirirdik!” Fatih güldü sinirle. “Ulan sizin feriştahınızı sikmedim diye mi bu hareketler bu tavırlar! Sivilde nasılsak yeşilleri giyince de öyleyiz diye mi bu tavırlar! Ulan hepsini geçtim…” Edip’in yakasından tuttuğu gibi kendine çekti.

“Siz kimsiniz lan! Siz kimsiniz de emir almadan Zehir git kana kan göze göz denmeden kafanıza göre hareket edersiniz laaağn! He ne yapayım şimdi ben size! NE YAPAYIM LAN BEN SİZE!” Fatih’in Edip’in yakasındaki elini tutup canını yakmadan çektim ve ikisinin arasına girdim.

“Yürü.” “Sen hiç konuşma ya sana ne demeli o Lukas denen…” Kolunu kıvırıp onu ters çevirdim ve kolunu beline yaslayıp yürütmeye başladım. Benim odama girdiğimizde onu bırakıp kapıyı kapattım arkamdan. “Sakin ol sakin. Onlar senin düşmanın değil. Dağda güvendiğin emir verdiğin askerin şehirde kardeşin. Ağır konuşuyorsun geri dönüşü olmayacak şeyler yapacaksın. Yapma Fatih.” Ellerini yüzüne kapatıp sertçe sıvazladı. “Ya meslekten ihraca kadar yolu var bunun Atlas. En iyi ihtimalle süresiz açığa alınırlar. Kafayı mı yedi bunlar?” elini bir ensesine atıyor bir gömleğinin yakasını çekiştiriyordu.

Yanına adımlayıp ellerini tutup indirdim ve ellerimi yanaklarına yaslayıp bana bakmasını sağladım. “Onlar her şeyi ayarlamıştır şimdi sakinleş.” Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Damarları hala nabız gibi atıyordu. Gülümsedim. “Gerçekten sakinleş…” baş parmaklarımla hafif hafif yanaklarını okşamaya başladım.

O sakinleştiğinde içeri geçtik. “Ne dedi Albay?” Bahar bana bir bakış atıp Fatih’e döndü. “Soruşturmaya gerek kalmadı. Tüm raporlarımız hazırdı zaten. Tabii bir tur sıçtı ağzımıza ama. Bir problem yok.” Fatih rahat bir nefes aldı. Tek korkusu onlara bir şey olmasıydı. Onlara ve mesleklerine…

“E o zaman sıra bende.” Diyerek ellerimi çırptım ve ayağa kalktım. Hepsini göreceğim şekilde ayakta durup ellerimi belime koydum. “En başından her şeyi tek tek anlatıyorsunuz. Köstebek kim tetikçi kim neler var elimizde tek tek atlamadan. Sonra bu timin delisi kim göstereceğim ben size.”

Güldüklerinde sert bakışlarımı görünce toparladılar. En aklı başında olanımıza yani Akif’e döndüm. “Akif’çiğim sen bu timin en mantıklı olanı değil misin kardeşim?” yutkundu Akif. “Dökül Teğmen’im dökül.” Diğerlerine bir bakış attı.

“Şimdi nerden başlayayım ki komutanım bilemedim.” Sırıttım ve yanına ilerleyip üstüne eğildim. Burun burunaydık. “En baştan başlamaya ne dersin Teğmenim?” yutkundu. “Emredersiniz komutanım da bu mesafe şart mı?” gülümseyip geri çekildim ve yerime geçtim.

“Siz hastanedeyken yani ameliyattayken biz geldiğimizde ilk başta ne olduğunu anlamadık. Sonra Albay beni ve Kenan’ı Fatih komutanımın evine gönderdi. Tüm işler bitmiş. Toparlayın dedi. Tabii biz gittiğimizde…” herkes derin bir nefes aldı. “Biz temizleyip düzenlediğimizde bilgisayarınız açık değildi ama ötmeye başladı. Biz ilk başta sistemsel ya da güvenlik amaçlı bir program falan sandık. Bahar komutanıma götürdük. O açıp baktığında karargahtaki herkesin evde karargâhta dışarıda kullandığı her türlü elektronik cihazı görebiliyorduk. Bizimkiler de dahil. Her neyse kırmızı ile yanıp sönen biri vardı.”

Kaşlarım çatıldı. “Kim?” derin bir nefes aldı herkes. “Teğmen Oktay Sarıkaş. Köstebek oymuş komutanım. Bizim izinde olduğumuzu sizin ve Fatih komutanımın burada olduğunu söyleyen de daha birçok şeyi uçuran da oymuş.”

Derin ve uzun bir sessizlik olurken ben gözlerimi kırpıştırıp başımı dikleştirdim. “Devam et Akif.” Başını salladı. “Biz de kanıtları dosyaladık iletişime geçtiği sizi vuran tetikçiye ulaştık sorgulayıp sesli ve yazılı itiraf aldıktan sonra ne hikmetse intihar etti. En sonda raporları ve kanıtları Albay’a sunduk. O bizi fırçaladı. Ama işin içinde köstebek olduğu için gizli rapor tutulduğunu yazdığımız rapor sayesinde yırttık. Soruşturma yok ceza yok. Resmi görünüyor şu an her şey.” Huuuf…

Derin bir sessizliğin ardından Kenan yan yana duran bana ve Fatih’e baktı. “Bir şey demeyecek misiniz komutanım?” “Ne diyeyim Kenan? Teşekkür bekliyorsanız avcunuzu tebrik bekliyorsanız götünüzü yalayın.” Kenan umutla bana döndü bu sefer. “Bu sefer yırttınız ama bir dahakine…” Hepsinin gözünün içine baktım “Sıçarım ağzınıza sizin. Dediğimi yapıyorsunuz yaptığımı yapmıyorsunuz kardeşim.” Fatih çatık kaşlarla bana dönmüştü görmesem de üstümdeki sert bakışlarını hissediyordum.

“Ulan başıma deli bir değil ki. Al Atlas’ı vur tüm time.” Güldüğümüzde o sabır çekmeye devam ediyordu. “Şşş hazır izinin son günü kebap partisi mi yapsak.” Caner abiye döndüm. “Bu adam… Bakın bu adam bir dahi. Zekasına kurban olduğum Caner abim ver öpeceğim elini be abim.” Caner abi gülerek beni kolunun altına aldı. Ama bir sorunumuz vardı. O da bize elleri belinde çatık kaşlarla bakan Fatih Bozkurt. “Ulan sizinle ne yapacağım ben. Ne doyduğunuz var ne yerinizde durduğunuz. Yürüyün kebap partisine.”

Evden çıkmıştık. Tim arabalara ilerlerken ben garajdan motorumu çıkardım. “Evet arabacılar var mı arkama binmek isteyen yürek yemiş?” Kenan ve Faruk bakıştı. İkisi de aynı anda koşmaya başlasa da arkamda hissettiğim ağırlıkla omzumun üstünden arkama baktım. Fatih binmişti bile. Elindeki arabasının anahtarını melül melül bakan Kenan’a attı. “Tek çizik olsun oyarım.” Deyip elimdeki siyah camı filtresiz olan kaskı aldı. “Ne bakıyorsun Demir çalıştır.”

Kaskımı takıp motoru çalıştırdığımda direkt gazladığımda belimden çok hafif tutundu. Sinsi sinsi sırıttığımda gaza asıldığımda belime daha sıkı tutundu. Kahkaha atıyordum bense… Kebapçıya geldiğimizde park ettim. Bizimkiler on beş yirmi dakikaya anca gelirdi. İndiğinde kaskı çıkartıp saçlarını düzeltti beyazlamıştı rengi… “Ne o Bozkurt korktun mu?” motordan inerken sorduğum soruyla elini belime attığı gibi beni kendine çekti.

“Dua et rızan yok kızım dua et.” Bir şey demeyip geri çekildim ve tekerin kilidini takmak için motorun ön tekerine eğildim. İşim bittiğinde içeri geçip her zamanki masamıza oturduk. İkimizde sessizdik. “Atlas…” “Ya komutanım yetişeceğiz diye ceza yedik.” Boran’ın sesi ile o susmuş ben onlara dönmüştüm. “Arabacı olmak sizin suçunuz kardeşim. Bak ne kadar hızlı geldik biz. Ben mi dedim arabacı olun diye.”

Siparişlerimizi vermiş bekliyorduk. Herkes havadan sudan sohbet ederken yanımda oturan Akif’e döndüm. “Akif hayırdır kardeşim bir problem mi var?” bana döndü. “Yok yok komutanım dalmışım.” Derin bir nefes aldım. “Akif var bir şey söyle ne oldu aslanım?” gözlerimin ta içine baktı. “Abla be ne bileyim şu son yaşananlar… Sizin vurulmanız hastanede geçen onca zaman… Şimdi hep birlikte burada oturuyoruz gülüyoruz da…” Elimi ensesine atıp hafifçe sıktım. “Onların hepsi geçti kardeşim hepsi geçti gitti mazi oldu kaldı. Şimdiye odaklan sen şu ana. Bak hep birlikteyiz gülüyoruz. Gerisini düşünme artık.” Gülümsedi. “Eyvallah abla.” Gülümsediğimde garsonlar gelmişti.

Duyduğum oyun havası ile tuvalete gitmek için kalkacaktım ki önümü kesen Bahar ile geç kaldığımı anlamıştım. “Yanlış taraf kanka.” “Yapma be.” Sırıtmaya devam etti. “Hiç mi?” başını iki yana salladı.

Ben ayağa kalktığımda Kenan’da kalkmıştı. “İyileşmenizin şerefine ayarladık ablaaaa! Allaaaaah!” deli lan bu çocuk… Herkes ayaklanmış Edip ve Boran zorla Fatih’i kaldırmıştı. “Öyle diyon böyle diyon derdin nedir söylemiyon. Zampara mı zumpara mı sende mi oldun Angaralıııııığğ?” Kenan’ın coşması ile kahkaha atmıştık.

Yediklerimizi oynayarak eritmiştik resmen. O yüzden kebabın biri gidiyor diğeri geliyor oynamaya devam ediyorduk. Fatih’in telefonu çaldığında hızla çıktı mekândan. Kaşlarım çatılırken peşinden çıktım bende.

“Yüzbaşı Bozkurt emredin komutanım.” Önünde durduğumda benim de kaşlarım çatılmıştı. “Komutanım biz bir aradayız zaten.” Kısa bir süre dinledi. “Emredersiniz komutanım.” Telefonu kapattığında derin bir nefes aldı. “Görev emri mi?” başını salladı. “Hadi toplayalım bizimkileri.” Başımı salladım.

İçeri girdiğimizde ben müziği kapatması için görevlinin yanına giderken Fatih’te hesabı ödemişti. “Beyler gitmemiz lazım. Harekât emri geldi. Haydi beyler!” bizimkilere seslendikten sonra hızla masadaki eşyalarımızı toplamış ve çıkmıştık.

Harekât merkezindeydik. “Rahat Zehir.” Oturduğunda oturduk. Bana ufak bir bakış atıp “Görüntüleri alalım çocuklar.” Ekrana döndüğümüzde gördüğüm kişi ile ellerim yumruk olmuştu. “Kanca’nın bu sabaha karşı kamp değiştireceği bilgisine ulaştık Zehir. Ayrıca yanında büyük bir kısmı sivilden oluşan esirlerin olduğu bilgisi de geçildi sahadan.” “Görevimiz sivilleri kurtarmak mı komutanım?” Fatih sormuştu. “Evet Yüzbaşım.” Kaşlarım çatıldığında gözlerimi kırpmadan hala fotoğrafa bakıyordum.

“Kanca’yı da alacağız ama değil mi?” “Kıdemli Üsteğmen!” Albay’ın uyarı dolu sesi ile ona döndüm. “Eğer…” “Hiç boşuna yorulmayın komutanım. Sizde çok iyi biliyorsunuz yapabileceklerimi.” Tek kaşı havaya kalktı. “Tim arkadaşlarının öğrenmesi konusunda fikirlerin değişti galiba?” güldüm ve time döndüm. “MİT Börülce kod Kıdemli Üsteğmen Atlas Demir.” Onlar şaşkınlıkla kalakalırken geri Albay’a döndüm. Derin bir nefes aldı ve Fatih’e döndü. “Yirmi dakikaya çıkıyorsunuz.” Ayaklandığında ayağa kalktık. “Önceliğiniz siviller. Kılıcınız keskin olsun.” Hazır ola geçtik. “SAĞ OL!”

Kamuflajları çekip silah odasında buluşmuştuk. “Bize söylememenin nedeni…” Faruk’a döndüm. “Güvensizlik değil. Eğer Börülce’nin ben olduğumu bilseydiniz peşinize düşerlerdi. Börülce’yi bilen yaşamıyor. Sizi korumak içindi. Biraz da prensip. Bu bakışlar hoşuma gitmiyor.”

(İki Saat Sonra)

Sınıra yakın bir yerde inmiş on beş dakika önce de sınırı geçmiştik. Fatih’in diz çök komutu ile diz çöktük. “Atlas.” Ayağa kalkıp hızla yanına gidip diz çöktüm tekrar. “Kendini tutabilecek misin?” “Fırsatım olduğu an indiririm.” Bana döndü. “Demir!” derin bir nefes aldım. “O herif tehlikeli komutanım. Fırsatım olursa paketlerim. Paketleyemezsem indiririm.” “Kişiselleştirirsen tutanak tutmak konusunda doğrudan Tümgeneralden emir aldım Atlas. Bana bunu yaptırtma.” “Emredersiniz.” Başını salladı. “Zehir devam ediyoruz.”

Hiç durmadan pusu atacağımız dağlık alana ulaşmış mevzi almıştık. “Caner saat kaç?” “İki otuz yedi komutanım.” Yarım metre solumda duran Edip bana baktı. “İyi misin komutanım?” dürbünden ayrılmadım. “İyiyim.” Başka bir şey sormadı.

Koluma giren ağrı ile kasıldım. Sırası mıydı şimdi? Çaktırmadan yanımdaki çantadan su çıkarır gibi doktorun yazdığı ilaçtan çıkardım ve çaktırmadan içtim. Etki ederdi birazdan. Sessizlik iyi gelmişti bana şu an… Kafamı toplayabilirdim…

Yanımda hissettiğim varlıkla arkamı döndüğümde gördüğüm bir tane mum dikilmiş pop keki tutan Akif ile kaşlarım çatıldı. “Bugün 14 Ağustos. Şimdilik doğum gününüz bununla kutlu olsun komutanım.” Gülümsedim. “Dilek tutmayı unutma kanka.” “Doğum gününüz kutlu olsun komutanım.” Tek tek herkes doğum günümü kutlarken ben kocaman sırıtıyordum. “Yeni yaşın sana mutluluk getirsin Demir.” Mumu üflediğimde Akif de gülümsedi ve keki elime tutuşturup yerine döndü.

(Güneş Doğarken)

“Komutanım geliyorlar.” Akif’in bildirmesi ile boynumu kütlettim. “Zehir herkes atışımı beklesin. Tekrar ediyorum benim atışımı duymadan kimse ateş etmeyecek.” “Emredersiniz.” Aynı anda konuşmuştuk.

Tam iki vadi arasında kaldıklarında ilk atışı yapmıştı Fatih. Gerisi de gelmişti zaten. “Kenan sivillere yaklaşanları indiriyoruz koçum. Diğerleri kalanlarla ilgilenir.” “Emredersiniz komutanım.” Sivile yaklaşanı indiriyorduk Kenan ile. Çok kalabalık değillerdi ama otuza yakın adam kalmıştı. Bir otuz tanesini de indirmiştik.

“Kanca kaçtı komutanım.” Bahar’ın sesi ile “SİKTİĞİMİN ŞEREFSİZ TOHUMU!” bağırtım ile herkesin beni duyduğunu biliyordum ama umursamadım. “Zehir temkinli bir şekilde yola iniyoruz.” Mevziilerden hızlı ama dikkatli bir şekilde ayrılarak yola inmeye başladık.

Bahar ve Edip sivillerle ilgilenirken kalanlarımız çevre güvenliğini almıştık. Tüfeğini doğrultmuş kolundan yaralı iti gördüğümde direkt nişan alıp tetiğe bastım. O direkt ölürken tüfeğimi indirdim. “Ko-komutanım…” arkamdan gelen sesle hızla arkamı döndüm. Akif göğsünden akan kanla bana bakıyordu. “Akif…” “Abla…” tüfeğimi yere fırlatıp yanına koştum ve o yere düşmeden tutup yere çöktüm onunla. Başımdaki kaskı çıkartıp kenara fırlatırken hemen göğsüne bastırdım elimi.

“Akif… Akif bak sakın. EDİP!” herkes yanımıza toplanmıştı. Mermi göğsünü delip geçmiş sırtından çıkmıştı. “Atlas…Abla…” Gözüm dolarken gülümsedim. “Şşş Akif’im bir şey yok aslanım. Bir şey yok ablam. Bir şey yok.” Gülümsedi. “Hani… Dün yemekte… Neyin var dedin ya…” yanağını okşadım boştaki elimle. “Dedim… Dedim aslanım…” Öksürdüğünde kan kusmuştu. “Kızarsın diye… söyleyemedim sana… Ama… Ben hissetmiştim… Rüyamda görmüştüm… Şehitlik mertebesine…” susturdum onu. “Şşş çömezimsin lan sen benim. Şehit olmak yok daha sana.” Burnumu çektim. Edip elimin altına gazlı bez koyuyor uğraşıyordu.

“Daha dur oğlum daha dur. Yorma kendini bende kal Teğmenim.” “Komutanım durumu çok ciddi çok acil hastaneye gitmesi lazım.” Fatih küfrederken iletişim kurmak için uğraşmaya başladı. Akif ise direkt olarak bana bakıyordu. “Akif uyuma kardeşim uyuma ablam. Kurban olayım uyuma.” Titreyen eliyle boynundaki künyesini söküp yanağındaki elimi tuttu ve künyesini avcuma bıraktı. “Benim… benim bir tek dedem var… Beni büyüten yetiştiren bir dedem… Künyemde dedem de önce Allah’a sonra sana emanet… Abla… Bir de… Dedeme… Onu çok sevdiğimi… ağlamamasını söyle… Abla… Ha bir de tansiyonu var… Dikkat etsin…” başımı iki yana salladığımda gözlerimden yaşlar taşmıştı.

“Hayır aslanım kalkacaksın hep birlikte gidip elini öpeceğiz dedenin. Sofrasına konuk olacağız. Akif… Akif uyuma…” “Eşhedu enla ilahe illallah ve eşhedu enla Muhammeden Resulullah.” Şehadetini tamamladığında başı yana düşmüş elimdeki eli kayıp gitmişti. “Akif… AKİF HAYIR! AKİİİF!” Edip onun gözlerini kapattığında onun gözünde düşen yaş Akif’in saçlarına damlamıştı. “AKİİİİİİF! ASLANIM KALK! KALK KARDEŞİM KALK! AKİF BUGÜN BENİM DOĞUM GÜNÜM! KALK!”

Biri beni kollarımın altından tuttuğunda onun tutuşundan kurtulup Akif’i tekrar kucağıma çektim. “Akiiiif… Kalk yemin ederim sana bir daha dalga geçmeyeceğim seninle! Ama yalvarırım kalk… Bugün benim doğum günüm Akif… Kalk kardeşim kalk ablam… Kalk köpeğim olayım kalk…” beni kaldırıp göğsüne çeken Fatih’ti. “AKİİİİİİİİF!”

Sakinleştiğimde üstü bayrakla örtülmüş Akif’in tam karşısında oturuyor bir ileri bir geri sallanıyordum. “Komutanım… Komandolar geldi helikopterde beş dakikaya burada olacak…” Caner abinin sesini duymuştum. Fatih’e hitaben konuşuyordu. “Zehir… Toparlanın… Şehidimizi alıp gidiyoruz…”

Başımı iki yana sallayıp ayağa kalktım. “Ben hiçbir yere gelmiyorum!” yerden tüfeğimi ve çantamı aldığımda Fatih kolumdan tuttu. “Demir!” kolumu sertçe çekip kurtardım ondan. Sedyede yerde yatan Akif’i gösterdim ona. “BAK! BAK ONA!” Elimdekileri geri yere bırakıp kanlı ellerimi gösterdim. “BAK! ONUN KANI BU! KURUMADI DAHA ELİMDEKİ KANI! BEN ELLERİMDEKİ KAN GÖZÜMDEKİ YAŞ KURUMADAN ONUN KANINI AKITANLARIN GÖTÜNDEN KAN ALMADAN O PİÇİN SOYUNU SOPUNU YEDİ CEDDİNİ ÜST ÜSTE KOYUP SİKMEDEN HİÇBİR YERE GELMİYORUM! GİT TUTANAĞINI TUT RAPORUNU VER! SİKİMDE BİLE DEĞİL!”

Yakalarımdan tutup geri geri yürüttü ve arabanın kaputunun üstüne yatırıp üstüme eğildi. “Senin belanı sikerim Atlas! Senin belanı sikerim! Duydun mu beni! Sen deliysen ben zır deliyim! Sen psikopatsan ben tescilli psikopatım!” beni havaya kaldırıp sırtımı geri arabanın kaputuna çarptı. “Sakın bardağımı taşıran damla olma Kıdemli Üsteğmen! Bir senin şehidin yok burada! Hepimizin şehidi o hepimizin kardeşi! Önce gidecek ona olan son görevimizi yerine getirecek ardından alınacak kelleyi alacak akıtılacak kanı akıtacağız! Sakın bardağımı taşıran damla olma!”

Başımı kaldırıp burun buruna geldim onunla. “Bugün benim doğum günümdü Fatih! O çocuk üç saat önce benim doğum günümü kutlayıp komutanım dönünce size pasta alacağım hediyenizi de vereceğim dedi. Lunaparkları severseniz gideriz ben seviyorum dedi!” doğrulduğunda beni de doğrulttu ve yakalarımı bıraktı. “O çocuk daha yirmi yedi yaşındaydı Fatih… Âşık olacaktı evlenecekti çoluk çocuğa karışacaktı. Bak…” Akif’e döndüğümde gözlerimden yaşlar tekrar akmaya başladı. “Bugün benim doğum günümdü. İnsan doğum gününde kardeşini nasıl toprağa verir ki… Nasıl verir Fatih?” Dizlerimin bağı çözüldüğünde ben düşmeden sımsıkı sarıldı bana başımı göğsüne bastırdı.

“Ben bir kardeşimi daha nasıl vereyim toprağa Fatih? Beni de gömün beni de verin toprağa onunla Fatih. Ben nasıl vereyim onu toprağa. Çocuk daha o çocuk…”

(İki Saat Sonra)

“Şehidimizi öğleden sonra memleketi Muğla’ya göndereceğiz… Siz de…” “Biz de gideceğiz onunla komutanım.” Albay başını salladığında bana döndü. Bense ne rahat komutu bekledim ne de bir şey demesini hızla oradan ayrılıp binaya girdim.

Herkesin bana baktığını hissediyordum. Durdum. “Ne bakıyorsunuz lan ne bakıyorsunuz? HADİ HERKES İŞİNİN BAŞINA! HADİ!” Hepsi dağılırken bende hızla odama ilerledim. Eşyalarımı fırlatırcasına bırakıp tuvalete ilerledim. Ellerimi ağlamamaya çalışarak yıkarken gözlerim yine de dolmuştu.

Odaya geçip üstüme sivilleri geçirdiğimde çıktım odadan. Kimseye haber vermeden motoruma atlayıp direkt Şemdinli bayırına sürdüm. Gözlerimden yaşlar düşerken titreyen elimle telefonumu çıkarıp amcamı aradım. “Börülce’m nasılsın?” yutkundum sertçe. “Amca…” ayaklandığını duydum devrilen sandalyeden. “Atlas? İyi misin sen neden ağlıyorsun amcam?” Gözlerimi kırpıştırdığımda bir damla akıp gitmişti. “Amca… Akif… Akif şehit oldu amca.” Bir süre ses gelmedi. “Ne zaman?” tekrar yutkundum. “Öğleden sonra memleketi Muğla’ya gideceğiz.” Burnumu çektim. “Tamam bende ilk uçakla Muğla’ya geçiyorum şimdi.”

(Öğleden Sonra Muğla)

Akif’i getirmiş tören için komutanı bekliyorduk. Akif’in dedesi Ayhan amca dik durmaya çalışıyordu ama… Sağlık ekipleri yanındaydı. Biz tören üniformalarımızı giymiş tabuta bakıyorduk. Albay gelip kürsüye geçtiğinde yutkundum. “Teğmen Akif Balkan bizim için çok değerli bir subay benim için çok sevdiğim bir evlat silah arkadaşları için candan öte kardeşti. Söylenecek çok şey var onun ardından lakin… Boğazlar düğüm düğüm. Şehidimizi saygıyla anıyor sevenlerine ve ailesine Allah’tan sabırlar diliyorum. Başımız sağ olsun.” “VATAN SAĞ OLSUN!”

Fatih öne çıktı. “Şehide saygı atışı için… NİŞAN AL!” nişan alındı. Gözlerimi sıkıca kapattığımda yanağımda bir el hissettim. Gözlerimi açtığımda Ayhan amcaydı. “Sen Atlas Demir misin kızım?” başımı salladım hafifçe. “Evet…” elimi tuttu sıkıca o sırada ikinci atış yapılmıştı. “Akif senden çok bahsettiydi bana kızım. Atlas komutanım gözü kara benim diyen askerlere bile taş çıkartır Fatih komutanımın bile canını okuyor derdi. Bir de pamuk gibi kalbi var aslında da çaktırmıyor derdi. Akif seni çok sever olmayan ablam oldu dede derdi kızım.”

Gözümden düşen yaşı sildi Ayhan amca. Herkesin bizi izlediğinin farkındaydım ama umurumda değildi gözlerim sımsıkı kapalıydı. “Duydum ki senin kollarında şehit olmuş benim aslan torunum. Duydum ki son nefeslerinde ablasının gözlerine bakıp gülümsemiş benim oğlum. Şimdi bakayım ki o gözlerine Akif’im ne görmüş o gözlerde göreyim kızım. Akif’imi de görürüm belki gözlerinde kızım.” Ayhan amcanın ağlayarak ettiği rica ile gözlerimi açtım. Hıçkırdı karşımdaki adam.

“Akif’im haklıymış bu Gökbayrak gibi olan gözleri kim görse gülümser kim görse acısız yürür şahadete. Var ol kızım. Sen var ol…” deyip yüzümü hafifçe tuttu. Eğildiğimde alnımdan öptü. “Sizler var olun evlatlar.” O yerine geçtiğinde hızlıca gözlerimi silip toparlandım.

“Şehit Al!” inzibat birlikleri ilerleyip şehidimizi aldıklarında beyler hemen tabutu almak için koşar adım gitmişti. Bende gidip fotoğrafını aldım Akif’in. Resmini öpüp sıkıca tuttum ve öndeki yerime geçtim. “Uygun adım marş marş!” uygun adım yürümeye başladık. İki yanımızda duran askerler selam dururken ben direkt olarak önüme bakıyordum.

(Üç Gün Sonra Akşam)

İzinliydik. Şaka gibiydi ama Albay hepimizi evlerimize göndermişti. Şimdi de dışarıdaydım. Akif’i toprağa vereli üç gün olmuştu. Bu sabah izin vermişti Albay. Tabii bu sefer tüm tim ortalığı karıştırmıştık Fatih’te dahil. Hal böyle olunca ikinci bir emre kadar istirahattesiniz demişti o da ne yapsın…

Önce kendi timimi bulduğum ilk ailemi almıştı benden o it herif. Şimdi de Akif’imi. Ben hep kaybediyordum sevdiklerimi… Ve hep o it alıyordu benden… Ben artık bir sevdiğimi bir kardeşimi daha vermek istemiyordum ki toprağa. Ben gireyim o toprağa hem de diri diri gireyim de bir kardeşimi bir sevdiğimi daha vermeyeyim artık…

Kaybetmekten bu kadar yoruldun bu kadar nefret ediyorsun madem niye hala kabul etmiyorsun kalbindekini diyen iç sesimle araba farı görmüş tavşan gibi kalmıştım. Sahi şu dünyada zaten ne olacağı belli olmuyordu da asker olan hem de Türk askeri olan bizim yarını bırak bir saat sonrası bile meçhulken… Oturduğum banktan hızla kalkıp koşmaya başladım. Ona koşuyordum. Ona gidiyordum…

Bir anda bastıran sağanak yağmurla güldüm. Hatta kahkaha atarak koşmaya başladım. Delirmiştim en sonunda… Donuma kadar ıslanmıştım ama kapısına gelmiştim. Hızla yumruklamaya başladım ama bir türlü açmıyordu. Galiba evde yoktu. Başım önde binadan çıktığımda yavaş adımlarla yürümeye başladım. “Atlas?” duyduğum onun sesi ile durup hızla arkamı döndüm.

On metre kadar ötemde o da benim gibi ıpıslak çatık kaşlarla bana bakıyordu. “Bir şey mi oldu? Bu saatte hayırdır?” gülümsedim. “Sana geldim Fatih!” “E tamam gel girelim içeri o zaman.” Salak anlamamıştı. “Evine gelmedim.” Kafası karışmış olacak ki kaşları daha da çatıldı. “Evine gelmedim sana geldim ben! Neyi hatırlamamı bekliyorsun bilmiyorum çünkü hatırlamıyorum ama sana geldim. Daha fazla kaçmadan kaçırmadan… Sana geldim.” Kaşları düzelirken yanına koşup tam dibinde durdum.

“Kabul edersen hala… Elini tutmaya geldim Fatih.” Deyip ellerine uzanıp tuttum. “Sen… Yani ben yani sen… Siktir et.” Deyip belimden tuttuğu gibi kendine çekti beni ve dudaklarımızı buluşturdu. Uzun ve hoyrat bir öpücüğün ardından hafifçe geri çekilip alnını alnıma yasladı.

“Titriyorsun… Çok ıslanmışsın… Eve geçelim gel…” güldüm. “Eve mi atıyorsun sen beni?” “Atlaaas.” Geri çekilip elimi sımsıkı tuttu ve hızla binaya girip evine çıktık. “Sıcak bir duş almak ister misin?” başımı iki yana salladım. Odasına girdiğimizde elimi bırakıp bana eşofman altı ve siyah bir kazak çıkarıp uzattı. “Üstünden çıkarttıklarını getir makinaya atalım.” “Tamam.”

Üstümüzü değiştirdiğimizde kahve makinesini çalıştırdı. “Kahve olana kadar saçlarını kurutalım.” “Gerek yok kurur kendi kendine.” Başını iki yana sallamış ve dediğini yapıp saçlarımı kendisi kurutmuştu makine ile.

Kahveleri bardaklara doldurup salona geçmiştik. Beni kolunun altına aldığında başımı göğsüne yasladım. “Fatih… Akif…” “Akif şu an bizi görüyor ve emin ol huzurlu rahat ve mutludur Atlas.” Başımı salladım. Aklıma gelenle doğruldum. “Sen benim neyi hatırlamamı bekliyorsun?” derin bir nefes aldı ve kalkıp ünitenin çekmecesine ilerleyip bir kâğıt çıkarıp geldi. Kâğıdı bana uzattığında aldım.

“Nasıl… Bunu sen mi çizdin ne zaman çizdin?” derin bir nefes aldı. “Sen Harbiyede mezuniyet öncesi son iznine Mardin’e gelmiştin amcanın yanına. Orada bir Teğmen ile karşılaştın. Teğmen Burak… Amcanın timindeki yeni çömez.” “Siktir oradan. Sen…” başını salladı. “İlk görüşte vuruldum ben senin bu derya gözlerine. Ya da Gökbayrak gözlerine. Bu daha çok hoşuma gitmeye başladı. Gökbayrak gözlü kız…” bakışımla derin bir nefes aldı.

“Sırf seni on dakika da olsa görmek için amcanı evden ben almaya geliyordum. Tabii sohbet ettiğimiz o dakikalar… Hala mıh gibi aklımda. Üçüncü günün gecesinde sabaha kadar çizdim bunu. Fotoğrafına gerek yoktu her bir detayın ezberimdeydi zaten… Sana vermek için hazır ettim ama tam evden çıkarken telefonum çaldı. Acil hareket emri olduğu için direkt karargâha gitmek zorunda kalmıştım. Döndüğümüzde ise gitmiştin. Bende sevdanı kalbimde sakladım bunu de çekmecemde nereye gidersem kendimle götürdüm. Belki bir gün karşılaşırız da veririm diye. Bu zamana kısmetmiş.”

Çizime uzun uzun baktım. Çok çok güzeldi… “Neden söylemedin bana o Teğmen olduğunu? Yani ben… Ben silmişim o zamanlarımı…” “Hatırlamıyordun. Hoş o görevde olanlardan sonra hatırlasan şaşırırdım. Amcanın başına gelenleri düşününce silmiş olman çok normaldi. Bende merhaba ben sekiz yıl önceki Teğmen Burak diyemezdim sana. Ama kendime de içimde yıllar yılı büyüyen büyümeye devam eden sevdana da engel olamadım işte.” Suçlu çocuklar gibi çıkan sesi ve öne eğilen başıyla tebessüm edip başını kaldırdım ve dudaklarına küçük bir öpücük bıraktım.

“Artık hatırlıyorum. Aşmam gereken çok şey var ama… Artık elini tutuyorum.” Gülümsedi. Elimdeki resmi sehpanın üstüne bırakıp başımı göğsüne yasladım. Omzumu hafifçe sıkması ile giren keskin ağrı ile hafifçe inledim. “Ne ne oldu neyin var?” sıçtık. “İyiyim…” yüzüm acıyla kasılmıştı. “Yeme beni Atlas acıyla inledin ve kasılmış durumdasın neyin var?” derin bir nefes aldım.

“Biz vurulduğumuzda kolum yüzde kırk beş oranında işlevini kaybetti. Fizik tedaviye geç yanıt veriyor kolum. Şu an yüzde yetmiş oranında işlevi var. İlaçlar ve tedavi…” “Ney ney ney?” dünyanın en kısa ilişkisi galiba bizimki olacak…

“Sen kolunun durumunu bildirmeyi geçtim göreve mi çıktın? Hadi bildirmedin hadi çıktın bana nasıl söylemezsin Atlas? E ama söylesen göreve çıkamazdın tabii tabii niye söyleyesin ki! Kızım ya kalıcı bir şey olsaydı o zaman ne halt edecektik.” Ayağa fırlamıştı yine. Bu adam oturduğu yerde sinirlenemiyordu. Ayağa kalktım.

“İyiyim gerçekten. Sakin olsan?” güldü sinirle. Bir şey demek için hazırlandığında ondan önce davranıp dudaklarına kapandım ve uzunca öptüm. “Sakinleşeceğimi düşündürten neydi bilmiyorum ama işe yaradı hain kadın.” Güldüm. Derin bir nefes aldı. “Yarın ilk iş doktora gideceğiz.” “Tamam.” “İtir… Tamam?” başımı salladım. “Tamam.” “Şaşırtıcı.” Omuz silkip koltuğa oturdum. Acı geçmişti.

O saçlarımı okşuyor koklayarak öpücükler konduruyordu bende kalp atışını dinliyordum. “Fatih Burak…” “Söyle derya gözlüm.” Gülümsedim istemsizce. “Ben intikam istiyorum. Timimin Akif’in ve daha yaktığı tüm canlar için intikam istiyorum.” Derin bir nefes aldı. “Er ya da geç onu alacağız biliyorsun Atlas. Kurt kışı geçirir ama yediği ayazı unutmaz. Baktık o emir gelmiyor. Yakarız zaten gemileri.” Çatılan kaşlarımla doğrulup ona baktım.

“Ne neden öyle bakıyorsun?” “Sen ve gemileri yakmak? Sen?” güldü alayla. “Tim komutanı olmadan önce bende senin gibiydim. Hatta Turan komutanım çoook azar çekmiştir bana. Hatta yakalarıma yapışıp bir araba dolusu küfretmişliği de çoktur. Ama tim komutanı olunca…” derin bir nefes aldık aynı anda.

“Tim komutanı olunca omzuna binen yük deliliğinin önünü kesiyor.” Başını salladı. Alnımı öptü uzunca. “Boş ver şimdi bunları ne yapmak istersin?” Dudaklarımı bilmiyorum anlamında büktüm. “Uykum yok da… Sen geçen bizimkileri topladığında sinirle Lukas’tan bahsettin…” gülümsedi. “Onu o hale getirenin de köprüye asanın da sen olduğunu biliyorum.” Yutkundum. “Nasıl?” saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırıp avcunu yanağıma yasladı. “Seni tanıyorum Demir. Ne kadar hoşuma gitmese de o hale getirmen... Neden o hale getirdiğini çok iyi biliyorum mesela. Çünkü sen vatana bayrağa ve kadına uzanan eli kolu her uzvu kesersin. Neden köprüye astın onu da çok iyi biliyorum. Köprüye adam asmakla bilinen çeteye attın suçu mesela.” Oha! Cidden hepsi kelimesi kelimesine doğruydu.

Ben ona şaşkın şaşkın bakarken o yaklaşıp dudaklarımızı buluşturdu. Çok hafif bir öpücüğün ardından geri çekildi ama bir santim ötemdeydi. “Seni tanıyorum Gökbayrak gözlü kız.” Dudaklarına atılıp onu geriye ittirdim ve kucağına oturdum. Gülmüştü. Güldüğünü dudaklarımın üstünde gerilen dudaklarından anlamıştım.

Dudaklarımız ayrıldığında yüzüme bakmasına izin vermeden kollarımı sıkıca boynuna dolayıp çenemi omzuna yasladım ve sıkıca sarıldım ona. “Uyuyalım mı derya gözlüm?” mayışmıştım zaten kokusu ve sıcaklığı ile. “Hıhım…” güldü ve bir eliyle belimden diğer eliyle bacağımdan destekleyerek ayağa kalktı.

Odasına girdiğimizde beni yatağa yatırıp diğer tarafa geçti. Üstümüzü örtüp tek hamlede beni kendine çekip göğsüne yatırdı. “İyi geceler Fatih Burak…” alnımdan öptü yine. “İyi geceler derya gözlüm…”

(İki Gün Sonra)

Karargâha çağrılmıştık bu sabah. Albay Fatih ile sabahtan beri odasında konuşurken biz hangarda beklemedeydik. “Görev emri mi sizce?” Boran’ın ortaya attığı soruyla herkes bir şey söylemeye başlamıştı. Bense gözüm Akif’in boşaltılan ve boş duran kamuflaj dolabına takılı kalmış öylece oturuyordum.

“Atlas komutanım?” Bahar’ın kolumu dürtmesi Edip’in de bana seslenmesi ile kendime gelmiş ana dönmüştüm. “Hım efendim?” “Sizce diyoruz görev emri mi?” derin bir nefes aldım. “Bilmiyorum. Görev emri olsa sabahtan beri Fatih Yüzbaşı ile Albay neden konuşsunlar bizi de neden hazırlıksız bekletsinler ki? Ya da sivil operasyona çıkacağız bilmiyorum. Her şey olabilir. Ama ne olursa olsun bekle emri aldık tim. Bekleyeceğiz.” Hepsi başını salladı.

Hangarın telefonu çaldığında en yakın olan Caner abi açtı. “Astsubay Salkım.” kısa bir süre dinledi. “Atlas komutanım size.” Kaşlarım çatılırken ayağa kalkıp telefonu aldım. “Kıdemli Üsteğmen Demir.” “Komutanım nizamiyeden Sözleşmeli Er Külerdi. Komutanım abiniz Mete Demir burada.” Derin bir nefes aldım. “Meşgul olduğumu gitmesini söyle.” “Emredersiniz komutanım.” Telefonu yerine koyup oturdum ki tekrar çaldı. Sinirle kalkıp geri açtım.

“Geliyorum!” telefonu kırarcasına yerine koydum. “Hayırdır?” “Ufak bir işim var. Soran olursa nizamiyeye gittiğimi söyleyin.” Bahar’ın kaşları çatılırken diğerleri başını salladı. Nizamiyeye geldiğimde abim dikiliyordu.

“Ne var?” “Konuşabilir miyiz?” derin bir nefes aldım. “Hangi konuda?” yutkundu Mete abim. “Şey… Yani ben…” “Sen falan yok Mete Demir. Sen ve aileniz benim için yok. O aileden bir Arda bir dedem… Diğerleriniz yok. Benim için yok!” başını öne eğdi abim. “Ben biliyorum ne desen haklısın ama…” dibine girip işaret parmağımı kalbine bastırdım.

“Ben sizden gideli çok oldu Mete Demir. Ben sizden gittiğimde on yaşında bir çocuktum. Ben sizden gittiğimde sadece on yaşında bir çocuktum! Şimdi otuz yaşına gelmiş bir kadınım. Benim sana size on yaşındayken ihtiyacım vardı. Şimdi değil! Şimdi sizin adınıza bile ihtiyacım yok! Bugüne kadar nasıl yaşadıysanız öyle yaşamaya devam edin!” arkamı dönüp gitmeye başladım.

“Gökhan abim evleniyor! Bende davetiyeni getirdim!” durdum ama ona dönmedim. “Ölü bildiğiniz birine davetiye getirmen çok komik. Mutluluklar dilediğimi iletirsin…” ve hiç durmadan devam ettim. Odama girdiğimde koltuğuma oturup arkama yaslandım. Elim çerçeveye giderken buruk bir tebessüm oluşmuştu dudaklarımda. Timle olan fotoğrafımızın köşesine Akif’in fotoğrafını koymuştum.

Odamın kapısı tıklatıldığında çerçeveyi bırakıp duruşumu düzelttim. “Gel.” “Komutanım.” “Gel Çavuş hayırdır?” “Fatih komutanım sizi çağırıyor komutanım odasında.” “Tamam çavuş sağ ol sen çıkabilirsin.” Selam verip çıktı. Bende kalkıp beremi takıp çıktım odadan.

Kapısını tıkladığımda gel komutu gelince içeri girdim. “Fatih komutanım.” Ayağa kalktı ve bana adımlamaya başladı. “Rahat.” Rahata geçtiğim an belimden tutup kendine çekmiş ve dudaklarıma kapanmıştı.

Uzunca öpüp geri çekildiğinde elimi göğsüne yaslamıştım. “Hayırdır?” “Özledim.” Gülümsedim. “Onu anladım da Albay ne dedi sabahtan beri onu soruyorum?” derin bir nefes aldı. “Bugün yarın operasyon emri gelecek ondan bahsetti. Dikkatli olun nutku çekti. Manyak Üsteğmenine hâkim ol dedi. Bir de time yeni biri atanabilirmiş onu söyledi.” Derin bir nefes aldım ve başımı salladım.

“Atlas… Bak lütfen kendini de mesleğini de tehlikeye atacak bir şey yapma. Lütfen güzelim.” “Çabalarım.” Derin bir nefes aldı. “Yeni gelen olursa…” “Ters davranacak değilim Fatih Burak. Sadece… Neyse…” alnımdan uzunca öpüp geri çekildi.

“Hadi bizimkilerin yanına geçelim.” Başımı salladım. Hangara girdiğimizde herkes ayağa kalkıp hazır ola geçti. “Rahat Zehir rahat.” Yerime oturduğumda Bahar bana eğildi. “İyi misin?” başımı salladım. “İyiyim iyiyim sıkıntı yok.” Fatih’in kaşları çatılsa da bir şey demedi.

“Komutanım ne dedi Albay sabahtan beri?” Fatih kısaca konuştuklarını anlattı onlara da bana anlattığı gibi. “Hadi biriniz çay söyleyin de içelim.” Bahar’ın ricası ile Kenan hangara çay söyledi. Kısa sürede çaylarımız gelmişti.

“Atlas komutanım!” Kenan’ın sesi ile hızla ona çevirdim başımı. “Efendim?” “Akşam bizde toplanıyoruz da iyi misiniz?” başımı salladım. “İyiyim bu akşamlık beni affedin yorgunum biraz size iyi eğlenceler şimdiden.” Kenan başını salladı sadece.

Mesaim bitince karargâhtan çıkmış eve gelmiştim. Bahar yol boyunca neyim olduğunu sorsa da benden elle tutulur bir yanıt alamamıştı. Eve gelince de yatacağımı söyleyip odama kapanmıştım.

Uykumdan telefonumun sesi ile uyandığımda arayana baktım. Dedemdi. “Efendim dedem?” “Atlas’um nasilsun?” gözlerimi ovuşturup kolumdaki saate baktım. Sekiz otuz üç… “İyiyim dedem sen nasılsın?” derin bir nefes aldı. “Gökhan’ın düğününe gelmeymişsun dedem. Etmasan guzel kizum?” derin bir nefes aldım. “Dede…” sözümü kesti kaşlarının çatıldığını biliyordum.

“Gel kizum. Bak önumuzdaki hafta sonu duğun. Ne olursun ayarlayabilursan benum içun gel. Bak amcan bila geleceğmuş. Hatta tim arkadaşlaruni da al gel. Hayde benum akullu kizum. Kırma da benu.” Ben nasıl kırarım ki seni dedem… “Tamam dedem tim arkadaşlarım için söz vermeyeyim ama ben geleceğim söz.” “Oy dedesu gurban olsun saa. Hayde kizum dikkat edesun kenduna. Allah’uma emanetsun.”

Bir duş alıp giyindim ve çıktım evden. Kendimi Fatih’in evinin önünde bulmuştum. Evde yoktu bende evinin kapısının önüne çökmüş başımı duvara yaslamış dizlerimi kendime çekip kollarımı bacaklarıma dolamıştım. Uyumuyordum ama gözlerim kapalıydı.

“Güzelim?” aradan geçen iki saatin sonunda onun sesi ile gözlerimi açmıştım. Elinde anahtarı üstünde siyah kotu ve gömleği ile hafif çatık kaşlarla bana bakıyordu. “İyi misin ne zaman geldin neden haber vermedin? Bir problem mi var?” başımı salladım hafifçe iki yana ve ayağa kalktım anında kolumdan tutup desteklemişti.

“Ne oldu derya gözlüm?” dudaklarımı büktüm. “Gidecek yerim yoktu. Sana geldim.” Hafif bir tebessüm edip saçlarımı omzumdan arkaya attı. “Hoş geldin.” O üstünü değiştirmeye gittiğinde bende mutfağa geçip kahve yapmaya başladım.

O mutfağa girdiğinde bende kahveyi kupalara koyuyordum. “Eline sağlık.” Tebessüm ettim. “Afiyet olsun. Ne yaptınız?” omuz silkti. “Sohbet muhabbet daha oturuyorlardı da ben erken kalktım. İçime sıkıntı düşmüştü. Demek hissetmişim evime geldiğini.” Gülümsedim.

“İyi olduğuna emin misin Atlas?” başımı kaldırıp gözlerine baktım. “Bilmiyorum. Fiziken iyiyim doktoru sende duydun dün kolumun tamamen iyileştiğini eski haline döndüğünü söyledi zaten. Ama ruhen… Akif’in şehadeti…” bir süre ikimizde konuşamadık.

“O adi herifin hala nefes alıyor oluşu canımı sıkıyor… Bir de bugün…” derin bir nefes aldım. “Bugün ne?” gözlerim dolarken dudaklarım küçük bir çocuk gibi titremeye başlamıştı. “Mete abim geldi bugün. Gökhan abim evlenecekmiş davetiyemi getirmiş.” Gözümden yaşlar düşerken yüzümü omzuna gömüp sakladım yaşlarımı.

“Atlas’ım bak bakayım bana güzelim.” Dakikalardır ona bakmamı sağlamaya çalışıyordu ama inatla yaşlarımı saklıyordum ondan. “Hadi Atlas’ım hadi benim deli kızım bak bakayım bana göreyim denizlerini.” Daha fazla direnemeyip başımı kaldırdım. Yüzüme yapışan saçları çekip gözlerimin altını sildi ve avcunu yanağıma yasladı. “Gitmek istemiyorsan…” burnumu çektim “Dedeme söz verdim geleceğime dair. Sizi de çağırdı.” Güldü ve gülmesini kahkahaya çevirecek o hareketi yaptım bilinçsizce. Akan burnumu üst üste çekip üstümdeki kazağın koluna sildim.

Kahkahası evi inletirken ben ona ters ters bakıyordum. “Ağlıyorum ben burada Fatih Burak sen gülüyorsun.” Güçlükle kendini durdurup yanağımdan öptü. “Tamam gülmüyorum sana ben. Ayarlayabilirsek tim olarak gideriz merak etme.” “Söz mü?” burunlarımızın ucu birbirine değene kadar dibime girdi. Uzunca dudaklarıma bakıp iç çekti. “Söz.” Diye fısıldadığında dudaklarıma buluşmuştu dudaklarımız.

Başımı koyduğum yastığın hareketlenmesi ile gözlerimi açtım. Bir telefon çalıyordu. Yastık da Fatih’in çıplak göğsüydü. “Tamam hemen geliyorum.” Bir süre dinledi. “Tamam tamam siz timi topladınız mı Teğmenim?” kısa bir süre daha dinledi ve kapattı. Bana döndüğünde gözlerimi ovuşturuyordum. Bu adamla uyuyunca uyandığımda mal gibi oluyordum.

“Güzelim gitmemiz lazım.” Başımı salladım. “Görev emri mi?” başını salladı. “Ben bir elimi yüzümü yıkayayım.” Başını salladı. Yataktan kalkmak için arkamı dönmüştüm ki kolumdan tutup kendine çekti ve hızlı ama etkili bir öpücük çaldı dudaklarımdan. “İçimde kalırdı.” Güldüm.

Karargâha gelmiş harekât merkezinde toplanmıştık. Sabah saat dördü altı geçiyordu. Albay gelince hazır ola geçtik. “Rahat Zehir oturun.” Oturduk. “Bir saat önce gelen istihbarata göre kırmızı listede aranan Fenrir kod adlı teröristin tam konumunu şu an biliyor ve izliyoruz. Göreviniz gitmek ölü ya da diri onu buraya getirmek. Ayrıca takip görevindeki İstihbarat subayı Yüzbaşı Tuna Özata Zehir timinin yeni üyesi arkadaşlar. Hem yeni tim arkadaşınızı hem de Fenrir denen o çakalı alıp buraya döneceksiniz. Anlaşılmayan bir şey?” ayağa kalkıp hazır ola geçtik. “EMREDERSİNİZ KOMUTANIM!”

(Ertesi Gün Gece Yarısı)

Helikopterden ineli dört saat olmuştu ve iki kez on beş dakika ihtiyaç molası için durmuş sonra devam etmiştik. Şimdi de mevzi almış bekliyorduk. Keskin nişancılığı ben üstlenmiştim. Zihnim Akif’e kaymasın diye gözlerimi kırpıştırıp başımı iki yana salladım.

“Hayır benim anlamadığım şey şu biraderlerim. Bu mal kendini İskandinavya’da falan mı sanıyor da kendine koskoca Fenrir’in adını veriyor? Orta Doğu lan burası. Bak hadi tamam İskandinavya’ya özendin eyvallah da at kafası kurtluk bize özgü sen kurt musun amına koyduğumun çakalı diye de sorgulamıyor değilim yani.” Boran’ın söylenmesi ile gülümsedim istemsizce.

“E oğlum biz de bunun için buraya geldik ya.” Edip’in sesi ile lafa Kenan atladı. “Nasıl yani Edip komutanım?” güldüğünü duydum önce Edip’in. “Oğlum kim kurt kim çakal onu göstermeye geldik işte bu at kafasına. Hayır bir de gerçek dünyaya döndürmek lazım. Nereye kadar İskandinav mitolojisinde yaşayacak bu cibilliyetine çomak soktuğum değil mi Atlas komutanım?” derin bir nefes aldım.

“Hangi dünyada yaşadıklarını bilmem de gerçek dünyaya dönmeleriyle ayrılmaları bir olacak gibi.” Güldüler yine. Bahar’ın sesi geldi bu sefer. “Ayrıca Fenrir İskandinav mitolojisinde Loki’nin oğludur Ragnorak’da Odin’i öldürecek olan canavar olarak bilinir. Kıyamet getiren olarak alınır. Lütfen benzetmelerinizi ona göre yapın.” Sohbete devam ederlerken Fatih’in kurduğu cümle ile sesler kesilmişti.

“Kıyameti getirmeyiz elbet ama ecel olduğumuz olacağımız da doğru Üsteğmen.” Bir süre sessizlik oldu. “Goygoyunuz bittiğine göre başlayabiliriz inşallah.” “Emredersiniz komutanım.”

Ben hariç herkesin yerlerini söyledi. “Demir?” telsizimin mandalına bastım. “Demir dinlemede.” “Durumun nedir?” boynumu kütletip gördüklerimi aktardım. “Evin içinde biri kadın altı erkek var. Uyumaya geçtiler. Işıklar söneli…” saatimi kontrol ettim. “Bir buçuk saat oldu.” “Anlaşıldı. Zehir sessizce hallediyoruz. Demir gözlemeye devam et. İşler karışırsa…” devam etmedi. Etmesine de gerek yoktu. Ben zaten susturucumu takmıştım sıkıntı yoktu.

Edip ve Bahar arkayı alırken Boran evin sağını Caner abi ve Faruk evin solunu almıştı. Fatih ve Kenan da içeri dalmışlardı. Biz işi bitirip çıkmalarını beklerken tam olarak bana bakan camdan dışarıya büyük bir cisim uçmuştu. “Oha o neydi lan!” dürbünümün ayarlarıyla biraz oynayıp hemen yaklaştırdım. Fenrir iti yerde iki seksen yatarken kırılan camdan Fatih tüm heybeti ile atladı. Kenan’da sırıtarak kapıdan çıktığında rahat bir nefes almıştım.

“Zehir toplan.” Gelen emirle yerimden hızla ayrılıp meydana koştum. Tüfeğimi sırtıma atmıştım. Fenrir iti baygın yatıyordu. “E diğerleri ne oldu komutanım?” Faruk’un sorusuna cevap veren arkamdaki kapıdan gelen ses olmuştu. “Hepsi ölü Astsubay’ım.” Arkamı dönüp baktım. Üstüne kamuflajları çekmiş saçı sakalı birbirine karışmış içerideki adamlardan biriydi. Direkt olarak bana geldi ve elini uzattı. “Namınızı çok duydum Üsteğmenim. Yüzbaşı Tuna Özata.” Elini sıkıp bıraktım ve ağzımı açmadan uzaklaştım. Sonuçta elini uzatmıştı namımı duyduğunu söylemişti esas duruşa ne diye geçecektim?

Dönüş yolunda helikopterdeydik. Fenrir’i diri almıştık. Baygındı ama olsun fena paket edilmişti Fatih tarafından. “Atlas?” Fatih’in sesi ile irkilerek ona döndüm. “Kafanı uçurmayı planlamıyorsun inşallah.” Kaşlarım çatılırken halime baktım. Tüfeğin namlusunu çenemin altına dayamış işaret parmağım tetiğin üstündeyken silahın emniyeti ile oynuyordum. Hemen namluyu çektim çenemin altından. “Dalmışım.” Bir süre gözlerimin içine baktı. Gözlerini kaçıransa ben olmuştum.

Albay’a tekmilimizi vermiş dağılıyorduk ki Albay’ın bana seslenmesi ile durdum. “Emredin komutanım?” “İşlerini hemen bitirip odama gel Üsteğmen.” “Emredersiniz komutanım.” O giderken bende timin peşinden ilerledim.

Duşumu almış üniformamı giymiş Albay’ın odasına gelmiştim. Gel komutu gelince içeri girip selam durdum. “Gel Demir otur.” Oturdum. “Önemli bir mevzu sanırım komutanım?” derin bir nefes aldı bana bir dosya uzattı. Aldım. “Bu dosyada eğer kabul edersen gideceğin görevin bilgileri var. Süresi belirsiz. Bir ayda sürebilir on yıl da.” Tebessüm ettim. “Kabul edersem diye bir şey yok komutanım. Ne zaman gideceğim?” derin bir nefes aldı ve arkasına yaslandı. “Deden aradı bu sabah benim kıza ve timine izin ver Hüseyin gelsinler nefes alsınlar dedi. Bir hafta sen ve Zehir izinlisiniz. Görev emri olmayacak. Ama sonra… Sen gideceksin onlar da buraya dönecek.” Başımı salladım ağır ağır. “Onlar göreve…” gülümsedi. “Bir süre olmayacağını bilecekler o kadar.” Başımı salladım.

Selam verip kapıya ilerledim. “Atlas?” geri önüme dönüp hazır ola geçtim. “Emredin komutanım.” İmayla gülümsedi. “Burak’a göreve gittiğini detay vermeden açıkça söyleyebilirsin.” Yutkundum. “Ben yani o ve ben biz…” elini kaldırıp susmamı işaret ettiğinde sustum ve tekrar yutkundum. “Açıklama yapmana gerek yok. Haydi git kaybol gözümün önünden.” “Emredersiniz komutanım.”

:):):)

Upuzun bir aradan sonra yeniden beraberiiiz...

Ankara'dayım... Hayalini kurduğum şehirde hayalini kurduğum okulda ve yine hayalini kurduğum bölümde... Hayallerim artık gerçek... Tabii alışma süreci yeni ortamlar yeni bir hayatın ilk ayı...

Sizler neler yaptınız yokluğumda bakalım? Hasbihal edelim azcık...

İki hafta sonra vizelerim başlıyor eskisi gibi saatlerce yazamadığım bir dönemdeyim yeni bölüm ne zaman gelir bilmiyorum. Bölümü tamamlar tamamlamaz atacağım ama relaxxxx :)

Bölüm şarkımız: Deniz Seki Nereden Bileceksiniz...

Sonraki bölüme kadar sağlıcakla kalınnnnn :))

Loading...
0%