@1scintilla
|
Bölüm 8. Rengarenk Cevizler Cümbüşü
Uzun bir yolculuk tek bir adımla başlar.
Konfüçyüs
Vakit üzerinde çalıştığımız projeyi iyice geliştirip, yapay zekâ hayvanlarımıza özellik ekleme vaktiydi. Bunun yanı sıra hayat akmaya devam ediyor biz de oyunlar aracılığı ile birbirimizi daha yakından tanıyorduk. Öyle ki acımı daha yakından tanıyan biri, bir gece vakti kapımın önüne rengarenk boyanmış cevizler koymuştu.
Güven, beş harf iki heceden oluşurdu. Sözlük anlamı 'korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu' idi. Peki anlamını söylemek kadar kolay mıydı yaşamak? Birine güvenmek kolay mıydı? Güven ne kadar kolaysa güvensizlik de o kadar kolaydı. Ince bir buz tabakası üzerinde yürüyor gibi her an kırılabilirdi. Doğar birine güvenirdin. Büyür, birine güvenirdin. Yaşamaya çalışırken birilerine güvenirdin. Kalbin saf bir sevgiyle doluyken, gözlerinin bebeği parlarken, güvenirdin. Ta ki hayat sana darbelerini vurana kadar. Güvenime darbe vurulmuştu, içimdeki saf sevgiye siyah sarmaşıklar dolanmıştı. İçimdeki güvenin, tam kalbinin ortasına uzaktan gerilerek bir ok atılmıştı. Gözlerimi parlatan yıldız tozları artık benimle arkadaş olmak istemiyor gibiydi. Sorun değil. Tek başıma da idare ederdim. Hep ettim. Sarmaşıklarımla yaşamaya alıştım. Bana bunu net bir şekilde hissettirsin diye, koluma sarmaşıklarla sarılmış kıvrılan bir yılan dövmesi yaptırmıştım. Çevremde dolanan yılanları ve çatallı dillerini hiç unutmayım diye. Bu bana yaşadığımı hissettiriyordu. Sevgi vardı ama lekelenmişti. Güven vardı ama bardak çatlamıştı. Kim çatlamış bardaktan su içme cesaretine girerdi? Çatlak bardak kendini tamir edebilir miydi? Elbet bir yerde patlama noktasına gelecekti. Parıltılarım vardı ama eskisi kadar değildi. O gün onları gördüğümde, güvenim zedelenmiş, sevgim körelmişti. Artık her şeyde bir art niyet olma ihtimali arıyordum. Birbirlerini zerre kadar sevmiyor görünüyorlardı ama aldatılmıştım. Neden diye sormadım. Üzerine de düşmedim. İçimde minik bir boşluk oluşmuştu ama bu üzüntüden kahrolduğum için değildi. Böyle bir şeye ihtimal vermediğim içindi. Beni sevdiğine sonuna kadar ikna eden adam beni aldatmıştı. Ona aşık değildim ve bunu yüzüne de söylemiştim. Yine de denemek istedi. Beni sevdiğini ve mutlu etmek istediğini söyledi. Açıkçası ben de biraz hoşlanıyordum. İlgisi ve efendiliği hoşuma giden ilk özelliği olmuştu. Kendi halinde bir şirkette çalışan sıradan bir vatandaştı. O günden sonra ise bende tüm kredisini bitirip tamamen sırandan birine dönüştü. İçimde ortalığı yakıp yıkacak bir savaş da vermemiştim. Yaptığım tek şey sessizce oradan uzaklaşmak oldu. Sanki böyle bir şeyi hep bekliyormuş gibi. Bir şey ya vardı ya yoktu. Ya görürdün ya görmezdin. Ya giderdin ya gitmezdin. Gitmeyi seçerken başım hep yukarıdaydı. Üzülmedim, o andan itibaren artık ilgilenmiyordum. İster bir anlık bir şey olsun, ister aylardır sürsün, merak etmiyordum. Bir şey benim değilse, kimin olduğuyla ilgilenmiyordum. Elimi rengarenk boyanmış cevizlerin üzerinde gezdirdim. Onları yatağa serpip yanına uzanmıştım. Kim getirmişti bu cevizleri kapımın önüne? Geçen seferki gibi Çakır mıydı? Çatlayan güvenimle birlikte dalgın dalgın cevizleri izliyordum. Bunları verirken bir amacı var mıydı? Bir beklentisi var mıydı? Peki ben bunu karşılayabilir miydim? Sadece bir arkadaşının yüzünü güldürmek için böylesine küçük, ama benim için anlamı büyük olan bir jest yapabilir miydi? Siyah ceviz hikayemi anlattıktan sonra, cevizlerin siyahlığını silmek istercesine, hepsini rengarenk boyayıp göndermek nasıl bir incelikti? Mutlu olmuş muydum? Öncelikle şok olmuştum. Herhangi bir duygu hissedemeyecek kadar dalmıştım. Bu sefer not yoktu. Not yoksa Çakır göndermedi mi demekti? Yoksa en büyük notun cevizler olduğunu düşünüp not yazma gereksinimine girmek mi istememişti? Bunu ona nasıl soracaktım? Nasıl belli edecektim? Onun gönderdiğinden emin olmalı ve ona göre davranmalıydım. Kendimi herhangi bir duygusallığa hazır hissetmiyordum. Ama bu hareket kalbimi sıcacık yapmıştı. Kalbimin sıcaklığı bir duygudan dolayı değil, olayın masumluğundan dolayıydı. Sabah olduğunda hazırlanıp aşağı indim. Hava çok güzel olduğu için önce dışarıda küçük bir yürüyüş yapıp ardından mutfağa geçtim. Aşçı çoğu şeyi hazırlamıştı bile. Bende oturup biraz sosyal medyaya girdim. Bugün kendimi iyi hissediyordum ve fotoğraf atmaya karar verdim. Birkaç yorumu gülerek okuduktan sonra kapattım. Çakır fotoğrafımın altına buldum seni yazdığında ortalık biraz karıştı. Kendi halimde takılırken git gide takipçim artmıştı. Aktif kullanmamama rağmen her geçen gün artması ufak çaplı bir şok yaratıyordu bünyemde. Çakır'ın yorumu her şeyi daha da karıştırmıştı. Çakır içeri gelip "Buldum seni," dedi gülerek. "Ortama bir bomba koyup kaçtın desek daha doğru olur." "Bu kadar celalleneceklerini düşünmemiştim. Herkes gibi yorum yaptım sadece." O sıra içeri diğerleri de geldi. Levent günaydın deyip yerine geçti. En son Alya'nın mutfağa girmesiyle Ceyhun’un "Gün yeni mi doğuyor gözlerimi açamıyorum," demesiyle hepimiz ona dönüp bakmıştık. "Lan. Lan bu yürümüyor koşuyor," dedi Levent Alya'ya doğru. Alya ise Ceyhun'a çapkınca gülümseyip yerine oturdu. "Alyacığım, tuzu uzatır mısın?" dedi Ceyhun. "Gözlerimin önünde cilveleşiyorlar," dedi Levent. Gülerek ellerimle gözlerini kapattım. "Bakma sen Leventçiğim boş ver onları." Birkaç gün içinde kurdukları yakınlık takdire şayandı. Kahvaltıdan sonra akademinin çalışma alanına geçtiğimizde Faysal bizi orada bekliyordu. Herkes yerine yerleştikten sonra "Evet nasıl gidiyor çalışmalar? Hayvanınızı seçebildiniz mi?" diye sordu. "Ben seçtim. Benim hayvanım tilki olacak." dedim herkesten önce atılıp. Faysal'ın gözleri ışıldadı. Tilki diye mırıldandı. "Güzel. Peki bu tilkiye eklemek istediğin bir özellikten bize bahseder misin?" "Öncelikle her hayvanın doğasında olan özellikleri olacak tabii. Ama bunun çarpı iki fazlasıyla. İkinci bir özelliği görsel hafıza kaydı olacak. Yani gözlerini o nereye bakarsa bir nevi kamera olarak kullanabileceğiz. Hızlı koşması, çok iyi koku alması, saklanması gibi doğal özelliklerin yanı sıra, kuyruğunu bir silah darbesi olarak kullanabilecek. Haberleşme aracı olarak ıslık çalabilecek," deyip sustuğumda bir sessizlik oldu. Faysal gülümseyerek "Harika. İşte bunlardan bahsediyorum bu özellikleri geliştireceğinize hiç şüphem yok. Devam etmek isteyen var mı?" "Hayvanım kurt." Bu sefer herkes yüzünü Dizdar'a doğru dönüp dinlemeye başladı. "Detaylı plan kurma özelliği ekleyeceğim. Türü gereği zaten liderlik özellikleri olacak, demek istediğim daha insansı planlar olacak. Pençelerine belli maddeler ekleyeceğim. Zehir gibi. Avına ve görevine göre bu değişecek. Sessizce iz sürebilecek." Faysal'ın gözleri yeniden parladı. Alya devam etti. "Hayvanım sivrisinek." Arda az kalsın içtiği suyu püskürtecekti. Levent "Nasıl yani milyonlarca seçeneğin varken, gerçekten tercihin bu mu oldu? Aklım almıyor," dedi kafasını sağa sola sallarken. "Ne var?" Herkes ağzından dökülecek kelimeleri beklerken. "En nefret ettiğim hayvan sineklerdir. Bende kontrolüm altında, kendim yönetebileceğim bir sinek oluşturacağım. Bence gayet mantıklı," dedi saçlarını savuştururken. "Hem beni sinir ederseniz sizi sineğimle delirtebilirim," diye eklendiğinde Ceyhun kaşınmaya başlamıştı bile. "Ben de nefret ederim keşke bu ortak özellik olarak kalsaydı da devamını duymasaydım," dedi Ceyhun hüsranla. Alya ona gözlerini bayarak bakıp devam etti. "Özellik olarak iğnesine bayıltıcı bir madde ekleyeceğim. İhtiyaç halinde kimse ondan şüphelenmeden, sıradan bir hayvan gibi avını sokup bayıltacak, sinek ısırığı," diye anlatmaya devam ederken bakışlarındaki sinsilik kendini ele verdi. Bunların bir kısmını bizzat kendi oyunumuzu oynayıp deneyimlediğimiz şeylerdi, o yüzden tarafımca normal karşılandı. "Ayrıca boyutu normal bir sinekten bir tık büyük olacak ama boyut değiştirme özelliği de ekleyeceğim. Şöyle ki iki parçadan oluşuyor diye düşünebilirsiniz, ama ihtiyaç halinde tek parçasını bırakıp daha da küçültüp devam edebilecek." "Aynı kertenkelenin korkunca kuyruğunu bırakıp kaçması gibi," dedi Levent kahkaha atarak. "Aynen öyle." Alya ona ters ters baktı, sineğinin başka hayvanlarla kıyaslanmasından hoşlanmamış gibiydi. "Hayvanım yılan," dedi Çakır. Bu sefer tüm gözler ona dönmüştü. "Yer yön bilgisini kaydedecek. Yılanların çok iyi gizlenebildiklerini biliyorsunuzdur. Bunu daha da mükemmel bir hale getireceğim. Bukalemun gibi renk değişip ortama uyum sağlayacak. Kuyruğunu kırbaç gibi kullanabilecek. Zehrini sadece dişleriyle değil tüm vücuduna yayabilecek. Çatallı dilini iki farklı özellik olacak kullanacak. Bir tarafı zehirken diğer tarafında uyuşturma görevi aktif olacak." "Hayvanım kartal," dedi Ceyhun. "Özellikleri ise kafasını her yere döndürüp gördüklerini bize olduğu gibi aktaracak. Arkasında da gözleri olduğunu düşünün. Yükseklere uçtuğunda bizim için bir kroki çizecek. Olası acil durumlarda kim nerede, bize nasıl ulaşacak, ne tarafa doğru saklanmalıyız bunun bilgisini alacağız. Aynı zamanda gözlerine iyileştirici bir ilaç koyacağım. İhtiyaç anında biri yaralandığında bize yardımı dokunacak." "Hayvanım rakun," dedi Güneş. "Ellerine istediği anda kullanması için yapıştırıcı bir özellik ekleyeceğim. Bunu avlarına tuzak kurmak için kullanacak ve onları olduğu yere yapıştıracak. Detaylı tünel kazma hafızasına sahip olacak. İhtiyaç halinde sadece kendi saklanması için değil, diğerleri içinde bir sığınak oluşturabilecek." Levent derin bir nefes alarak konuşmaya başladı. "Hayvanım kaplan. Salyasına açık yaralarda kullanmak için antiseptik bir sıvı ekleyeceğim. Dilini bıçak olarak kullanabilecek. Sesleri kopyalayıp aynı sesleri çıkarabilecek. Bir nevi taklit mekanizması olacak. Ne kadar hızlı ve güçlü olduğunu konuşmamıza bile gerek yok," dedi övünerek. Sessizliği Arda bozdu. "Hayvanım maymun. En önemli özelliği bütün insansı hareketleri bir hayvan olarak gerçekleştirecek. Dövüşmek, konuşmak ve eşyaları kullanmak gibi. Aynı zamanda detaylı bir gece görüşü ekleyeceğim," dedi derin bir nefes vererek. Faysal bizi uyumadan önce masal dinleyen bir çocuk heyecanıyla dinledi. Gözlerindeki ışıltı artmıştı. "Çocuklar, tek kelimeyle harika. Bu özelliklerin bazılarını ilerleyen aşamada ilerletebiliriz." "Hayvanlardan bir ordu mu kuracaksın?" diye sordu Dizdar ifadesiz bir suratla. "İşimize oldukça yarayacak bir ekip kuracağız. Birlikte. Çok güzel projelere imza atacağımızdan hiç şüphem yok. Gizlilik sözleşmesini unutmayın. Başarılarınız için ek ödül alacaksınız. Başarısız olmamaya dikkat edin. Zamanı gelince aklımdaki düşünceleri sizlerle paylaşmaktan asla çekinmem. Hepiniz çok iyi iş çıkardınız. Tebrikler," dedi ve odadan ayrıldı. "Demek istedi ki," diye başlamıştık Dizdar'la aynı anda. Susup devam etmesini bekledim. "Demek istedi ki başarısızlıklarınız cezayla sonuçlanacak. Bu detayı kaçırmadığınızı umuyorum." "Bu biraz ürkütücü ama ödül varsa ceza da sistematik olarak vardır." dedi Alya. "Ödülün büyüklüğüne bakarak ceza hakkında az çok bir tahmin yürütebiliriz." dedim. Arda bir yandan hala önündeki bilgisayarla uğraşıyordu. "Ödülü merak ediyorum doğru söylemek gerekirse." "Gülü seven dikenine katlanır kankalar," diye katıldı Ceyhun ve o sırada hepimizin telefonuna bildirim sesi geldi Hesabınıza 10.000$ yatırılmıştır. Yuh! Gözlerimi kocaman açmıştım. "Yuh! Ödüle bak," demiş bulundum. Kafamı kaldırdığımda herkes sırıtarak yüzüme bakıyordu.
"Hep dua etmiştim. Allah'ım bana biraz para ver diye. Yanlış anlaşılmasın paranın beni bozup bozamayacağını öğrenmek için." Levent neredeyse ağlayacak gibi duruyordu. "Şu bildirim sesi bile beni bozmaya yetti kardeşim seni bilemem." Ceyhun da hala telefon ekranına bakıyordu. Alya ortalarda salınarak adeta bir Firdevs Yöreoğlu edasıyla "Sen Bihter Ziyagilsin kendine gel." dediğinde güldüm ama kapıldığımız bu rol nereye açılacak bir fikrim yoktu ama işte şimdi cezanın getirileri hakkında bir fikrim olmuştu. Umarım buna hiçbirimiz katlanmazdık. Buz mavilerinin yakıcı bakışlarını üzerimde hissettiğimde gülüşüm yavaşça tebessüme dönerken, hazır aşkı memnudan bahsediyoruz diye "Gidelim de Katya bize neler hazırlamış bakalım," dedim ve kızların koluna girip odadan çıkardım. Yemekten sonra herkes içeri geçtiğinde ben çay koyup yanına bardak kek yaptım. Sanki uzun zamandır berabermişiz gibi anaç bir duygu vardı üzerimde. Beni normalde soğuk ve yabani bulurlardı. Ama hiçbiri bunu hissettirmemişti. Çünkü kendimi her zamanki gibi hissetmiyordum. Tepsiyi alıp içeri gittiğimde herkese çayını servis ederken buz mavilerde duraksadım. Bakmak istemiyordum ama o bakmam için ısrar ediyor gibiydi. Aramızda kısa bir bakışma geçerken çayına uzandı. O sırada Levent "Aranızdaki elektrik bir voltran oluşturacak neredeyse. Gökçe kızım bir çay vereceksin altı üstü ne bu yeni gelin gibi süzülmeler," dedi gülerek. Ceyhun "Sanki kahve dağıtıyor. Bir an hükümet kadındaki gibi titreye titreye geleceksin sandım," dediğinde kızlar kıkırdadı. "Kız bakma bakma, dökeceksin heheyyy," diye taklit yapan Levent'e neredeyse bende gülecektim.
"Tuzlu da olsun mu bari?" dediğimde bu sefer Dizdar içtiği çayı boğazına kaçırdı. Çakır bana şaşkın ifadeyle bakıyordu. "Ne?" Hepsinin tepkisi aynı anda gelmişti. Bu kadar şaşırılacak ne demiştim ayrıca? "Siz şaka yapınca kakara kikiri, ben yapınca yurttan sesler korosu oluyorsunuz canım?" diye çıkışınca sustular. "Ortamdaki gerilimden çat diye çatlayacağım şimdi." Güneş'in haklılığını alya devam ettirdi. "Evet ya. Bir şeyler yapalım." "Bence birbirimizi tanımaya devam edelim," diye ekledi Ceyhun Alya'nın kulağına doğru eğilerek. "Daha yakından." "Çüş! Bir voltranda burada. Ne oluyoruz kardeşim sosyal mesafeyi koruyalım," dedi Levent. "Bence sırayla sorular soralım ve isteyen yanıtlayıp anlatsın." Bu kez Güneş'in fikrine uyum sağlayan kişi Arda oldu. "Gayet mantıklı." Sanırım o da Güneş’i daha yakından tanımak istiyordu. "O zaman isteyen aklına gelen komik, ilginç bir anısını anlatsın." "Benim bir inek maceram var başlıyorum öyleyse," diyerek ilk anlatan kişi Arda oldu. "Eskiden her yaz köye giderdik. Benden kaç kat büyük oldukları için ineklerden çok korkardım küçükken. Asla yeşil renk bir kıyafet giymezdim beni çimen sanıp yemesinler diye," dediğinde gülerken Levent'le kafalarımız birbirine çarptı. "Asıl bomba geçmek zorunda olduğum yoldu. Yoldan geçerken bir yaşlı teyze ahırından üç tane inek çıkarıyordu. Ben yandan yandan ineklere bakıp küçük adımlarla ilerlemeye çalışıyordum ki bir anda üzerime doğru koşmaya başladılar. Ben önden onlar arkadan koşarken, yeşil de giymemiştim ama neyi yanlış yapmıştım diye düşünüyordum. Onlara ters ters baktığım için beni kovalıyor olmaları bir ihtimaldi. Ama sonra kendimi dedemlerin bahçesine atıp kapı arkasından onlara bakarken, çeşmeye doğru gittiklerini gördüm. Onlar susadığı için koşuyordu, bense beni yemeye geliyorlar sandım," dedi gülerek başını sallarken. Güneş dudaklarını büzdü. "Yaa, çok masum." Arda ona bakınca gözlerini kaçırıp bunu dışından düşündüğünü anladım. Levent boğazını temizledi. Ceyhun "İşte geliyor bomba. Çok merak ediyorum gerçekten ne anlatacak acaba." Levent sırıtarak anlatmaya başladı "Bir akşam arkadaşlarla sahilde oturuyoruz. Baya da içmişiz. Telefondan Müslüm babayı açıp düet yapıyoruz. Bağıra çağıra şarkı söylerken yanıma bir köpek geldi. Hav hav bir şeyler anlatıyor. Bende Kemal Sunal gibi 'vah vah, öyle mi, yok canım' gibi tepkiler veriyorum o kafayla anlaştığımı düşünüp. Sonra köpek tekrar hav hav derken ayağa fırladım ve olayı abartıp bana küfrettiğini sanıp kovalama başladım. Hâlâ havlarken baktım olacak gibi değil şimdi mıçtım ağzına deyip pantolonumu indirdim," dediği an gülüşümüzün akademinin dışına taştığına emindim. "Sonra tabii ben faaliyete geçemeden muhteşem mabadımı ısırdı." Artık gözümden yaş geliyordu. Ceyhun neredeyse boğulacaktı. Dizdar "İyi ihtimalden bakalım, iyi ki yüzüne işerim dememişsin," dediğinde Levent dehşet içinde yüzünü tuttu. "Sonra ben ellerimle çapraz bir şekilde göğüslerimi kapatarak 'namusumu kirlettin artık evlenmemiz lazım' dedim. Sahilde akbaşla birlikte iyi günde kötü günde, hastalıkta sağlıkta, ölüm bizi ayırana kadar diyerek nikah kıydık. Arkadaşlardan birisi nikah memuru oldu diğer ikisi şahit," dediğinde artık ne tepki vereceğimizi şaşırmıştık. Çakır bu konunun üzerine gitmeye karar vermiş gibi "Ee sen şimdi sahildeydik diyorsun. Bilirsin ki denizde kıyılan nikahın da geçerliliği vardır. O halde sen şimdi bir köpekle mi evli oluyorsun? Daha önce köpekle evlenen bir arkadaşım olmamıştı." Yapmaya çalıştığı şeyi anlayıp sessiz kaldım. Levent dehşet içinde bir anda dönüp Çakır'a baktı. "Nasıl ya yoktur öyle bir şey. Sahil deniz sayılmaz ki. Sayılır mı yoksa?" deyip oltaya düştüğünü belli etti. Gülmemek için dudaklarımı ısırırken Dizdar'la göz göze geldim. "Şimdi üç kere boşol boşol boşol dersem, nikahım düşer mi o zaman?" diye sorma gafletinde bulunduğunda Ceyhun bu fırsatı kaçırmayıp gayet ciddi bir sesle "Yok o insanlar için geçerli. Üç kere 'hav hav hav' dersen bu nikah düşer bence," dediğinde Levent anlık bir boşlukla havlamaya başladı...
Çok gülen çok ağlamazdı umarım. Bu akşam hepimiz hem maddi hem manevi anlamda rahatlamıştık. Gülmekten yanaklarım ağrımıştı. Büyük konuşmak istemiyordum ama böyle bir ortam kurabildiğimiz için şanslıydık. Daha önce doğru dürüst bir arkadaşım olmamıştı. Bu kadar içten güldüğümü de hatırlamıyordum. Bu geceyi huzurla taçlandırmak için terasa çıktım ve yerdeki büyük minderleri bir araya getirerek kendime uzanmak için alan oluşturdum. Yıldızlar her zamanki gibi tüm güzelliğiyle parlıyorlardı. Gökyüzünün bize sunduğu bütün güzelliklere hayrandım. Gök gürültüsüne bile. Garip ki beni bazen dinginleştiriyor, asıl gücün sahibini hatırlatıyordu. Kollarımı başımın altına alıp, gözlerimi kapattım ve ağzıma dolanan şarkıyı mırıldanmaya başladım ve yanımda bir hareketlilik oldu. Gözlerimi açıp sol tarafıma baktığımda Dizdar'ın yanıma uzandığını gördüm. Şaşkın bakışlarımı ona doğru yönelttim ancak oralı olmadı. Sol tarafımda olması hayatın bana bir işareti miydi? Yoksa ben her şeye böyle mi bakıyordum? "Burada ne yapıyorsun?" "Yalnız kalmaya çalışıyorum." "Koskoca beni görmeyip buraya yatmış olamazsın. Bu geceyi huzurla tamamlamak istiyorum. Yalnız kalmak için başka bir yere gitmelisin." "Varlığın beni rahatsız etmiyor. Kör müsün yoksa görmek mi istemiyorsun?" Gözlerimin içine o kadar derin bakıyordu ki kendimi girdaba katılmış gibi hissediyordum. Benimle yalnız kalmaya çalıştığını tabii ki anlamıştım ama iç karmaşam bu duruma bir netlik getiremiyordu. Sustum. Sustu. Sessizce oturduk. Kafamızın altına aldığımız kollarımız birbirine değiyordu. Bunu düşünmemeye çalıştım. "Sustuklarını da dinliyorum." Başımı ona çevirdiğimde avucunun içinden bir tane maviye boyanmış ceviz çıkardı. Öyle afalladım ki bir tepki veremedim. Rengarenk cevizleri kapıma bırakan oydu... "Siyah dışındaki renklerde ceviz yersen, artık siyah cevizlere eski gözle bakmak istemezsin diye düşündüm. Siyah bir anını renklendirmek istedim," dedi oldukça sakin çıkan sesiyle. Rengarenk cevizleri kapıma bırakan, bu ince düşünceli kişi Dizdar Demirkol'du. Ellerinde gözlerinin mavisine boyanmış bir ceviz tutuyordu. Gözlerinin içi mavi bir yıldız gibi parlarken, ben bu mavi derinliklere daha fazla bakmak için gözümü bile kırpmadım. Midemde daha önce yediğim siyah cevizler mi kıpırdıyordu, yoksa şaşkınlıktan ve tuhaf hislerinden dolayı içim mi titriyordu?
|
0% |