Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@1scintilla

Bölüm 3. Hoş geldin Partisi

 

İki kez giremezsin aynı ırmağa. Yeni, yepyeni sular akar aynı ırmağa girenlerin üzerinden. O ırmak ki, dağıtır, toplar, birikir, akar, yaklaşır, uzaklaşır.

Heraklitos

 

Değişim ve yenilik hiç beklenmedik zamanlarda çalardı kapımızı, fakat bu değişimin teknoloji ve yapay zekâ tarafından olacağını bilmiyordum. Yeni iş teklifimi kabul etmiş ve bunun şerefine biz sekiz kişi, bir partiye bile davet edilmiştik. Ne yazık ki bu partide karşıma çıkacak olan kötü insandan henüz haberim yoktu...

 

 

Projeye başlarken/ Projenin Kilit Noktası

 

Faysal Bey ekranı kapatıp yeniden bize döndü. "Gelelim ikinci aşamaya. Biz burada neden toplandık ve oluşturduğumuz bu yapay zeka hayvanlarla ne yapacağız soruları kafanızda dört dönüyor biliyorum. Bugün tüm bunlara yanıt bulacaksınız." Gömleğinin kollarını biraz sıyırdıktan sonra ellerini masaya koydu ve anlatmaya devam etti.

"Büyük bir örgüt ve işledikleri birçok suç var. Biz hayvanlar aracılığıyla bunları tek tek tespit etmeye başlayacak ve bunlar hakkında kanıt toplayacağız."

"İyi de polis bir şey yapmıyor mu onların yapamadıklarını biz nasıl yapacağız?" diye soran Dizdar'dı.

"Polis çok uzun zamandır örgütün peşinde. Uğraşıyor fakat bunların ele başını asla yakalayamadılar. Çocuklar, bu öyle bir şey ki bir ağacın kökleri gibi yayılmış durumda bir yerden kesip koparsak diğer yerden devam ediyor. Polisin yeterli gelmediği yerde teknoloji devreye girecek. Bu projeyi bunun için oluşturduk. Adalet için. Çocuklar ve kadınlar için, hayvanlar ve bütün canlılar için. Kendilerini sürekli kurtaran bu büyük ağ içerisindeki, bir grup insan müsveddesinden kurtulmak için." dediğinde bütün olayı çözüp ve Faysal'a büyük bir saygıyla baktım.

Projeye başlarken ne yapacağımızı tam olarak söylemese de böyle bir işte olduğum için mutluydum. Arka planda kadınlara ve çocuklara neler oluyordu? Dünya bunu görmeyince varlığını ret mi edecektik? Hayır sonuna kadar savaşacak ve ne kadar insanı bu kan emicilerden kurtarırsak o kadar sevinecektik. Aylardır bu kadar uğraş ve donanım boşuna değildi. Biz bu örgütün kökünü sökecektik.

Derin bir nefes alıp Faysal'a döndüm. "Tamam nereden başlıyoruz?"

"Öncelikle örgütün isminden başlıyoruz. Kendilerine karartma diyorlar."

Faysal boğazını temizledi. "Bu konuda size güveniyorum ve beni can kulağı ile dinlemenizi istiyorum," deyip dokunmatik masaya birkaç kod yazdı. Herkesin önünde havada asılı duran beyaz kâğıt görünümünde bir hologram belirdi. Bu sefer dokuzuncu kişi önüne açtığı dokunmatik klavyeyle yazmaya başladı.

Hepimizin önündeki üç boyutlu beyaz kâğıt görüntüsünde bir değişiklik oldu. Kâğıdın üzerine 'karartma' diye başlık atmıştı.

Faysal başladı anlatmaya, anlatırken önemli olan kısımları dokuzuncu kişi not alıyor ve bu önümüzdeki ekrana anında düşüyordu.

"Öncelikli olarak içeride bazı adamlarımız var ve bazı önemli bilgilere bu sayede ulaştık. Kendilerini merdiven basamakları olarak gruplara ayırmışlar. En alt basamağın adı zemin. Zeminde basit suçlar yer alıyor. Adam yaralama, halkı galeyana getirme, tehdit, şantaj gibi. Ortadaki basamağın adı medyan. Onlar için aşırı riskli olmayan ama basitte sayılmayan suçlar bu basamakta işleniyor. Çocuk kaçırma, haraç, çek senet tahsilatı, tefecilik gibi."

Faysal soluklandıkça ben şaşırıyordum. Çocuk kaçırmak hangi zihniyet için hafif bir suç olarak kalırdı? Hafif suç buysa ağır suçları düşünmek bile kanımın donmasına için yeterliydi.

"Özel bir şiddet grupları bile var. Bu gruplar da kendi aralarında bölünüyor, isimleri farklı ama henüz bu bilgiye erişemedik. Tek bildiğimiz farklı dozlarda işkence aletleri olan odalar ve bunu yapmaktan gerçekten zevk alan hasta ruhlu insanların olduğu."

Muhtemelen kurallara uymayan ve onlara kafa tutan insanlar için yapılan bir eylemdi. Döverek, göz korkutarak, canlarıyla tehdit ederek mi yanlarında kalmalarını sağlıyorlardı? Ya canlarını umursamayanlar ne oluyordu? Ayrıca dövmek kelimesi Faysal'ın anlattıklarına göre çok hafif kalırdı. İşkence ve aletleri demişti. İşkencenin boyutuna göre olan odalar var demişti. Tüylerim ürpererek dinlemeye devam ettim.

"Üst basamağın adı kule. Bu basamakta daha büyük suçlar işleniyor ve anında ört pas ediliyor. Silah kaçakçılığı, uyuşturucu, kara borsa gibi."

Demek parayı da böyle döndürüyorlardı. Haksız kazanç sağladıkları gibi kanı bozuk tüm insanları yanlarına toplayıp her şeye bir kılıf uyduruluyordu...

"Üstün de üstü bir doruk basamak var, bu basamağın adı Şahika. Burada en ağır suçlar işleniyor. İnsan ticareti, fuhuş, kumar, organ mafyası gibi."

İşte Faysal'ın anlatmakta en zorlandığı kısım bu olmuştu. Dişlerini sıkarak, gözlerini kızartarak bundan bahsetmesi ne anlama geliyordu? Ya bu örgüt canını fena hâlde yakmıştı ya da bu örgütün asıl yüzünü öğrenen her merhametli olan insan gibi kendi çapında buna dur demek istiyordu.

Sadece merhametli olması da yetmezdi, bu iş için zekâ ve para da gerekliydi. Büyük baş statüsünde olan bu örgüt üyeleriyle ki özellikle emniyet güçleri bile yeterli gelmiyorken, sıradan kendi hâlinde vatandaşlar uğraşamazdı.

Faysal kendine bunu yapmasına izin veremezmiş gibi derin bir nefes alıp toparladı. Dokuzuncu kişiyle göz göze geldiğinde güven veren ve devam etmesi gereken bir bakış almıştı sanki. Demek ki dokuzuncu kişi işin asıl sırrını biliyordu. Biz ise Faysal bahsedene kadar öğrenemeyecektik. Belki de sandığımızdan daha özeldi.

"Basamaklar arasında bir sürü numara ve isim var. Her kolla ilgilenen yetkili kişiler var. Bunlar sadece bizim erişebildiklerimiz. Basamaklar birbirleriyle çok nadir irtibat kurduğu için arada olan biteni çok zor çözüyoruz ama kendilerine Z100, K10 gibi kodlar veriyorlar. Bu kodlar bize zeminin yüzüncü basamağı, kulenin onuncu basamağı gibi bir açılımı olduğunu düşündürüyor. Biz önce erişebildiğimiz kadar bilgiye erişip sonra bu basamakları bulup, daha sonra da yaptıkları işi kanıtlar bir belge, kanıt bulacağız. Zemin basamağından olan bir adam var. Adı Haydar. Haydar Cevat."

Faysal anlatırken pür dikkat onu dinliyorduk. Bir anda bu kadar bilgi yüklemesi her an beynimize sistem hatası verdirebilirdi. Dokuzuncu kişi bütün önemli bilgileri bir kâtip gibi not kâğıdımıza aktarıyordu. En son Haydar denilen adamın resmini hologram olarak masanın ortasına aktarıp koltuğunda geriye yaslandı. Bugün de simsiyah giydiği gözümden kaçmamıştı.

Adam esmer tenli bıyıklıydı. Tam yeşil çamın kötü karakter tiplemesi vardı. Gözlerinin altı içine çökmüş dünya umurunda değil gibi bir bakış sergilemişti.

Faysal anlatmaya devam etti. "Bu adamın işlettiği bir eğlence kulübü var," dediği an Dizdar'la göz göze geldik. Sanırım sonucunu ikimiz de anlamıştık. Bu fiziki ve ruhsal eğitimleri aylardır boşuna almamıştık, gerekirse sahaya bizim inmemiz için verilmişti bu eğitimler. Bakışmamızı kaçırmayan dokuzuncu kişi de anlamış olabilirdi ya da o zaten biliyor ve tepkimizi ölçüyordu.

"Mekânın adı Don," deyip bir süre bekledi ama biz dalga geçemeyecek kadar saçma bulmuştuk ya da gerginlikten umurumuzda değildi...

 

Projeye Başlamadan önce/ Başlangıçta

 

Hayatınızın en köklü değişimleri belki bir dakika içinde belki de bir gün içinde sizi bulabilir. Yılanların deri değişimi beni kendine her zaman hayran bırakır. Aldığım karara göre bu sefer yılan bendim. Ölü deriyi üzerimden atacak, yenilenecektim.

Kendim için yapacağım en iyi şey yeni bir sayfa açmak olacaktı. Bu akşam olanlar beni heyecanlandırdı, hem de kelimenin tam anlamıyla. Sahi ne zamandır bedenimden bir heyecan dalgası geçmiyordu? Ne zamandır rutin ve farkında olmadığım sıkıcı bir hayat sürüyordum?

Yeni kararlar verip cesur olma zamanı benimdi. Hayatın bir işareti az önce karşıma çıktı. Sayfalar arasında gezinirken okuduğum Jim Rohn sözü beni bu karara daha da sıcak bakmaya itti. Bulunduğun yer seni memnun etmiyorsa yerini değiştir, ağaç değilsin...

Tavanla bakışmaktan sıkılıp yavaşça kalktım ve dolaptan valizlerimi indirdim. Toparlanmaya bir yerden başlamak gerekiyordu. Sabah kesinlikle üşenip yarım yamalak toplayacağımı bildiğimden, geceden bu işi yapmak benim için en mantıklı hareketti.

Bir Sezen Aksu şarkısı açıp gardırobumu boşaltmaya başladım. Bir yerden sonra farkında olmadan şarkıya eşlik ediyordum.

Gözyaşlarım yavaşça gözlerimden süzülmeye başlamış, yaşadığım günlerin ağırlığı bir anda omuzlarıma yüklenmiş gibi yatağın üzerine oturdum. Her şeyin bir anda anlamsız geldiği o dönüm noktasındaydım. Bir şarkı nasıl olur da ruhuna dokunurdu? Ağlamak güçsüzlük müydü? Ne kadar güçlü bir kişiliğim olsa da ağlamak bazen gerçekten rahatlatıyordu. Şarkının bitmesiyle beraber gözlerim aynaya takıldı. Gözyaşları sırayla gözlerinden düşen bu kız kimdi?

Burada ne yapıyordum? Yapmak istediğim şey neydi?

Yeni bir yol çizmekti ve bunu başaracaktım.

Üçüncü işaretimi Demir Demirkan’ın bestelediği sıradaki şarkıyla Sertap Erener verdi.

Yeni bir aşk, yeni bir iş, yine gülecek bir neden lazım. Yeni bir haber yeni bir kader. Bunlar için bana şans lazım. Yeni bir duruş yeni dokunuş. Tek tek keşfetmem lazım. Yeni bir hayat gerisi bayat, aah. Kendime yeni bir ben lazım, kendime yeni bir ben lazım.

Sözler açıktı işte şimdi gülümseyerek ayağa kalkma zamanıydı.

İki saatin sonunda eşyalarımın çoğunu topladım. Ev sahibimi de arayıp yarın anahtarı teslim edeceğimi, taşınacağımı söyledim. Bunu duyunca ses tonundan sevindiğini gizleyemedi. Fırsatçı, eminim ben çıktıktan sonra kirayı arttırıp başka birine kiralama hayalleri kurmaya başlamıştı.

Kameramı ve bazı özel belgelerimi de çantama koyunca toparlanma işim tamamdı. Yarın bir bilinmezliğe adım atacaktım.

 

 

Loading...
0%