@1scintilla
|
Güneş'in ışınları yayından gerilmiş bir ok gibi gözlerime saplandı. Hava aydınlanmış, bulutlar bir pamuk şeker edasıyla gökyüzünün berrak mavisinde süzülüyordu. Gökyüzüne her zaman ayrı bir ilgim vardı. Özellikle fotoğraflarını çekmeyi çok severim öyleki bunun için ayrı bir arşivim bile var. Her gökyüzüne baktığımda, geceye ve güneşe muhakkak onu hatırlardım. Küçükken annemle bahçedeki çimlere yatar gökyüzünü seyrederdik. Bana bulutları benzettiği şekillerden bir hikâye kurup anlatırdı. Annem, güzel çiçeğim seni çok özlüyorum. Mis kokulu bahçelerin içinden süzülüp gelen o kokunu hatırlayınca burnumun direği sızlıyor. Anne, beni görüyor musun? Yeni bir hayata adım adıyorum. Anne, seni dinliyorum, hayatımdan tahammül edemediğim her şeyi çıkarıyorum. Anne, kalbimin içinde bin bir zorlukla damla damla sulayarak büyüttüğün çiçekler kurumaya yüz tuttu. Anne, söz veriyorum onları yeniden tomurcuklandırmak için elimden geleni yapacağım...
Kendime güzel bir kahvaltı hazırladıktan sonra afiyetle yemeye başladım. Daha sonra buzdolabındaki yiyecekleri ve bazı mutfak eşyalarını toplayıp alt katta durumu çok iyi olmayan, iki çocuğuyla birlikte yaşayan ablaya götürdüm. Artık onlara ihtiyacım olmayacaktı. Yiyecekleri gören çocukların yüzündeki gülümseme her şeye değerdi. Bunu arada bir yapardım o yüzden yadırgamadılar. Bir çocuğun gülen yüzünü görmek benim için paha biçilemezdi. Hangi çocuk üzgün, hangisi sinirli iyi analiz yapardım. Her birinde küçük Gökçe'nin çocukluğu yatıyordu çünkü. Bu yüzden genelde cebimde şekerle gezer onları gördüğüm çoçuklara dağıtırdım. Şekerin sağlıklı olmadığını biliyordum elbet ama elimden gelen şey buydu. Bazen güzel bir söz, bir bakış küçücük o ruha yeterdi... Akşama kadar bilgisayarımda düzenlenmesi gereken fotoğrafları düzenledim ve gerekli yerlere gönderdim. Çekimlerini geçen hafta yapmıştım. Buna boş zamanlarımda devam etmek istiyordum. Yeni bir sayfa açarken hoşlandığım şeylerin üzerini karalayamazdım. Saat yaklaşınca bu evdeki son duşumu alıp hazırlanmaya başladım. Altıma açık renk kot pantolon üzerime gömlek giydim. Hafif bir makyaj yaptıktan sonra saçlarımı da dalgalandırdım. Aşağı inip gelecek olan aracı beklediğim yerde bir fotoğraf çekildim belki de yıllar sonra yeni attığım bu adıma bakıp sevinecektim. Burayı özleyeceğim, burası benim bir canavarın tutsaklığından kurtulup kendi dünyamı yeniden yarattığım bir şato gibiydi. Sonunda araba geldiğinde şoför eşyaları bagaja yerleştirdikten sonra akademiye doğru yola çıktık. İşte şimdi tam anlamıyla yeni hayatımın yolculuğuna hazırdım. Araba gittikçe gitti ve bizi Ankara'nın neredeyse dışına çıkardı. Gözlerim merakla yolda gezinirken yavaş yavaş toplu konutlar azaldı ve şehrin çıkışında kale surları gibi çevrilmiş koca bir araziye geldik. Büyük çelik kapı bizi görünce ağır ağır açıldı. Kapının ardı ise bambaşka bir dünyaydı. Her yer nizami bir çizgide ve aynı büyüklükte gözüküyordu. Gördüğüm binalar arasında büyük boşluklar mevcuttu. Acaba her birinde ayrı bir proje mi yürütülüyordu? Merak beni cezbederken harika bir yeşillik alandan geçtik. Faysal kozunu güzel oynamıştı. Kendimi bir film setinde gibi hissediyordum. Bizim diye her odaklandığım bina boşa çıktı. Çünkü arazinin girişine oldukça uzak bir yere geldik. Üzerinde farklı semboller çizili binanın dışı siyahtı. Kapıyı tıklamak için elimi kaldırdığımda kendiliğinden açılması tuhafıma gitse de şoförün, hatta girişteki adamların çoktan haber verdiğini düşündüm. Girişte uzun bir koridoru geçip büyük bir yemek odasına yönlendirildim. Yine herkesten sonra ben gelmişim. Hep birlikte uzun dikdörtgen bir masanın etrafına toplandık. Faysal yine bizi gülümsemeyle karşılamıştı. "Buyurun lütfen önce akşam yemeğimizi yiyelim daha sonra konuşur ve tesisi gezeriz. Afiyet olsun." Kahvaltıyla duran bana bu teklif mükemmel gelmişti. Herkes sessizce yemeğini yerken en sevdiğim köz biber salatasıyla bakışıyordum. Biri onu hafifçe önüme ittiğinde kafamı kaldırdım ve kahverengilerle göz göze geldim. Çakır gülümseyerek bana bakıyordu. Teşekkür etmek adına hafifçe gülümsedim. Yemeğimiz bittikten sonra Faysal bize tesisi gezdirmeye başladı. "Burası ortak salon, gün içerisinde vakit geçireceğiniz yer. Rahat takılabileceğiniz bir alan yaratmak istedim, yorulduğunuzda dinlenmek için tasarlandı. Aynı zamanda sürekli iş üzerinde olmayacaksınız ve kendinize özel ortak bir alana ihtiyacınız olacak." Bir üst kata çıktığımızda sistem Faysal'ı görünce otomatik olarak kapıyı açtı. Etrafa şöyle bir göz atarken bir ıslık sesi duydum. Ses Alya'dan geliyordu. Her yeri bembeyaz olan devasa bir oda da duvarın bir tarafında kocaman ekranı olan televizyonlar vardı. Karşı duvarda hepimiz için birer adet olduğunu düşündüğüm sırayla dizilmiş bilgisayarlar duruyordu. Tam ortasında kocaman yuvarlak bir masa, etrafında da gayet konforlu gözüken sandalyeler... Faysal masaya dokununca bunun sadece bir masa değil kocaman bir dokunmatik ekran olduğunu anladım. Biraz ürpermiştim. Bu iş sandığımdan daha ciddiydi ve böyle şeylere alışmam biraz zaman alacak gibiydi. Odanın büyük olduğu yetmezmiş gibi bir de içeriye açılan kapısı kalın bir odası daha vardı. Şöyle bir göz attığımda rahat duran koyu gri tonlarında koltuk takımını, biraz ilerisindeki köşe takımını ve tam karşısında yine bir masa sandalye takımını gördüm. "Burası projeyi işleme sunacağımız çalışma odası. Mevcut cihazlar dışında hiçbir teknolojik alet burada çalışmaz, oda ses geçirmez. İçeride bulunan ufak salon ise verdiğimiz kısa molalarda dinlenmeniz için tasarlandı," dedi Faysal. Gerçekten bizi bu kadar önemsediğine şaşırıyordum. "Sizin kadar zihninizin de yorgun olmaması gerek. Şimdi her birinize birer bileklik vereceğim. Bu bileklikler odanızdaki teknolojik aletlerle doğrudan bağlantılı ve komut üzerine çalışıyor. Odadan çıktığınız anda ise telefonunuzla bağlanır ve bileklik üzerinden komut vererek yapmasını istediğiniz şeyleri söyleyebilirsiniz. Aynı zamanda nabzınız hızlandığında olası bir sağlık problemini öngörüp size uyarı verir, bir süre devam ederse de bize uyarı verir. Özelliklerini kullandıkça daha net anlayacaksınız." "Vay be, akıllı saatin üç beş tık üstü gibi," dedi Levent. "Merak uyandırıyor," diye ekledi Arda. "Sanki gittikçe daha çok çekilelim diye..."
Faysal "Burada daha merak uyandıracak çok seçeneğiniz olacak hiç merak etmeyin." dediğinde Güneş'ten hafif kıkırtı geldi. Alay mı ediyordu yoksa gerçekten hoşuna mı gitti anlamadım. "Şimdiden burayı sevmeye başladım," dedi Alya. "Sevmek için bu kadar erken davranma bakalım daha neler göreceğiz," diye cevapladı Ceyhun. O sırada burnuma önce bir vanilyayla karışık taze naneyi andıran bir koku doldu. Daha çok anlamak ister gibi istemsizce gözlerimi kapattım. Vanilya ile yumuşamış, taze nane ile ferahlamıştım kısacık bir an. Gözlerimi açıp yanımdan kimin geçtiğine baktığımda adını hâlâ öğrenemediğim buz adamı gördüm. Faysal'a doğru ilerledi ve bir şeyler konuştular. "Son olarak söylemek istediğim bir şey daha var. Yarın size bir hoş geldin partisi yapacağız. Akademide çalışan diğer üyelerle birlikte. Bizim için klasikleşmiş bir eylemdir," dedi Faysal. "Bir partimiz eksikti," diye mırıldandı ürkütücü dövmelere sahip buz adam.
"Harika eğlenmek için daha güzel bir an düşünemiyorum," dedi siyaha yakın koyu gözleri şimdiden çılgınlık düşünen Alya. Enteresan bir şekilde dünden bugüne epey ısınmış görünüyordu. "Bana uyar öncesinde biraz kafa dağıtmak herkese iyi gelir," dedi Çakır kıvırcık saçlarını eliyle arkaya atarken. "Al benden de o kadar," dedi Arda.
"Yarın için şimdiden kıyafet seçmeye başlayalım o zaman," dedi Güneş biraz çekingen bir edayla. Sanki geride kalmamak için konuşuyor gibi sezdim. "Ah, kızlar ve tek dertleri." Ceyhun'un cümlesini duymadığına eminim. "Senden çılgın bir parti konusunda hiç ümidim yok alınma babalık," dedi Levent, Faysal'a dönerek. Sonra bize bakıp fısıldadı. "Eh malum biraz yaşı var." En az bir çocuk gibi haylazdı. Onunla iyi anlaşabilirdim. "Konuşacaklarımız bittiyse gidip dinlenmek hepimize iyi gelecektir. Yorucu bir gündü," dedim. Buz adam ağzında bir şeyler mırıldandı ama anlamadım. "Hepinize odalarınıza kadar eşlik edeyim. İyi geceler, güzelce dinlenin yarın enerjik zihinler görmek istiyorum," dedi Faysal peşimizden gelirken. Buz adam yanımdan geçerken nefesimi tuttum. Tekrar o kokuyu alıp düşünmek istemiyordum doğrusu. Faysal odamı gösterdi ve bilekliğime komut vermeyi unutmamam gerektiğini ekledi. Hatta bilekliğime isim verip öyle hitap edebilirmişim. Daha önce hiçbir takıma isim vermediğimden biraz yadırgasam da bu durumu irdelememeye karar verdim. Odanın ışıkları kapalıydı. Pencereden vuran ayın loş ışığı hafif bir aydınlatma sağlıyordu. O sırada bilekliğim yanıp sönmeye başlayarak eşyalarla etkileşime geçti. Denemek adına ışıkları açıp açamayacağını sorduğum an oda anında aydınlandı. Hey, bu çok güzel bir şeydi. Odanın ışığını açıp kapamak için ayağa kalkmak ne kadar berbat bir durumdu. Bir keresinde yataktan yavaşça uzanarak lambayı söndürmeye çalışırken yataktan düşüp belimi incitmiştim, bu korkunç anım iyi ki kimsenin hafızasına kaydolmamıştı. Kalacağım odada gözlerimi gezdirirken benim evimin neredeyse üç katı büyüklüğünde olduğunu fark ettim. Tam karşımdaki duvar boydan boya camla kaplı ve orman manzarasını gösteriyordu. Camın önünde tek kişilik içinre oldukça rahat mavi minderi bulunan sallanan koltuk vardı. Camın bir köşesinde ise yine duvar boyu cam şeklinde topraklı bölmeler buunuyordu. Küçük bir hobi duvarıydı sanırım. Biraz ilerisinde bir oturma grubu, karşısındaki duvarda büyük ekran bir televizyon duruyordu. Sol köşede ise Amerikan tarzı küçük bir mutfak vardı. Tezgâhın karşısında yarım duvar gibi örülmüş başka bir tezgâh ve bar tabureleri mevcuttu. Başka bir odaya açılan kapıdan girdiğimde ise yine gayet ferah bir yatak odasıyla karşılaştım. Oda beyaz krem ve mavi ağırlıklıydı. Sevdiğim renklerin toplanması bir tesadüf olamazdı değil mi? Yatağın köşesinde hiç de küçük olmayan bir jakuzi duruyordu. Bu odanın içinde ise banyo ve giyinme odasına açılan iki ayrı kapı vardı. Eşyalarımı giyinme odasına yerleştirip yarın için giyeceklerimi ayırdım. Annemle olan çerçeveli fotoğraflarımızı odanın en güzel bölümüne koydum ve kendimi hemen jakuziye attım. Bilekliğim yanıp sönmeye başlayınca biraz masaj ve hoş kokunun iyi geleceğini söyledim, ardından başımı arkaya yasladım. Bilekliğim titreşince gözlerimi açmamla beraber içimin geçtiğini anladım. Öyle yorulmuştum ki suyun içinde mayışıp kalmıştım. Bileklik nabzıma göre bana uyarı vermişti. Sudan çıktığım gibi hemen kurulandım ve yeniden mayışmama izin verdim... Yeni başlangıçlara ve güzel bir yaz sabahına daha güneş tenimi okşarken gözlerimi açtım. Bu zamana kadar bir başkasının evinde asla kalmadığım için farklı bir odada uyanmak oldukça garipti. Buraya alışmam kolay olmayacaktı. Yeni başlangıcın içimde oluşturduğu o farklı bir enerjiyle yataktan çıkıp banyoya gittim. İşlerimi hallettikten sonra dün gece gözüme çarpmayan bir balkon kapısı gördüm. Biraz oksijen iyi gelir diye düşünerek kapıyı açtım ve hey, balkonumda bir havuz vardı! Zihnim neon harflerle yaşıyorsun bu hayatı diye fısıldadı. Kendimi adeta bir Bihter Ziyagil gibi hissettim. Buranın tadını daha sonra çıkarmayı aklıma not ederek hazırlanmaya koyuldum. Dar paça bir pantolon üzerine kayık yaka düz bir badi giydim. Saçlarımı da at kuyruğu yaptıktan sonra çıkmaya hazırdım. Aşağı indiğimde herkes gelmemişti. Güneş yanıma gelip kocaman parlayan kahverengi gözleriyle bugün için heyecanlı olduğundan bahsetti. Ancak bunu söylerken oldukça tedirgindi. Faysal odalarımızdan memnun kalıp kalmadığımızı sordu ki bence daha iyisini bulamazdık. Hazırlıksız yakalandığım bir anda burnuma yine vanilya ve taze nane kokusu doldu. İstemsizce gerildim çünkü buz adam tam karşıma oturup ürkütücü gözlerini üzerime dikti. Yan tarafımdan gelen sesle Çakır'ın bana günaydın dediğini anladım. Tebessüm edip cevaplarden diğerleri de mutfağa giriş yaptı. Faysal hepimize afiyet olsun diyerek yemeye başladı... Kahvaltıdan sonra hep beraber akademideki diğer alanları gezdik. Adam gerçekten hepimizin hobilerinden birer parça ekmişti. Ben de gözümü karşıdaki ormana dikip izin günümde oraya gidip bol bol fotoğraf çekmeyi planladım. Karşıya bakarken bir anda tökezledim ve birinin kolumdan tutup çekmesiyle düşmekten kurtuldum. Anlık şok yaşarken kolumu tutan kişiye baktığımda içimi donduran buz mavisi gözlerle karşı karşıya geldim. Biraz fazla yakın duruyordu ve bu yakınlık nefesimi tutmama sebep oldu. Kaşları çatık bir şekilde bana bakarken "Önüne bakarak yürüsen senin için daha iyi olur. Ormana bu kadar derin bakman yüz üstü kapaklanmana sebep olacaktı," dedi. Ormana derin baktığımı da nereden çıkardı o sırada beni mi izliyordu? "Ah, teşekkür ederim. Kafamda plan kuruyordum ve bir anda tökezlemiş bulundum." Kafasını sallayarak yanımdan ayrıldı. Ne yani bu kadar mı? Kaba adam! Alya ve Güneş sohbet ediyorken yanlarına doğru yürümeye başladım. Galiba dışarıdan biraz soğuk durduğum için benim de bir adım atmam lazımdı. Ta ki bir anda önüm kesilene kadar. Çakır önümde durup "Gökçe, nasılsın buraya alışabildin mi?" diye sordu. Sohbet eden her türlü etmeye çalışıyordu işte... "İyiyim teşekkür ederim. Henüz adapte olmuş sayılmam ama bu pek zor olacak gibi durmuyor," dedim hafif tebessüm ederek. Biraz duraksadıktan sonra sordum. "Sen nasılsın?" "Bir an hiç sormayacaksın sandım. İyiyim teşekkür ederim etrafımda enerji saçan insanlar olduğu için daha iyi hissediyorum," dedi gülümseyerek. Herhangi bir imaya aldırmayıp daha fazla ne diyeceğimi bilemeyerek hafifçe tebessüm ettim ve kızların yanına gittim. Öğleden sonra tekrar yemek yedik ve artık hazırlanmamız gerektiğini söylendiğinde odalara dağıldık. Beyler olduğu yerde duruyordu. Parti için seçtiğim kıyafeti alıp aynanın karşısına geçtim. İçime bir heyecan gelmişti doğrusu. Uzun zamandır tatmadığım bu duyguyu yeniden tadarken akşamı düşünmekten kendimi alamadım. Umarım sorunsuz bir akşam geçirirdik...
|
0% |