@1scintilla
|
Bölüm 5. Zamanın Çizgileri
Acı bir saati on saat yapar. Shakespeare
Ruhumda çıkan bazı yaraları sarmaya değer görmeden bu yaşıma kadar gelmiştim. Yeni bir sayfa açıp, yeni insanlarla tanışırken fark ettim; kalbimdeki güvensizliği. Bu yüzden daha temkinli davranayım derken bilinçaltımı oldukça zorlamıştım.
Ruhumuzdaki izler içimizi sarıp gün yüzüne çıktığında, bedenimiz boşlukta süzülüyor gibi hissederdik. Fiziksel acının mı, yoksa manevi acının mı daha kötü olduğuna bir türlü karar veremezdim. İkisini de yaşamadan konuşmak sadece bencillerin işiydi. Acının ve şiddetin asla, daha ve en gibi tabiri olmamalıydı. Acı acıydı. Şiddet şiddetti. Bir sınıfa sokulmamalıydı. Kendimi duşun altına attığımda bedensel olarak temizleniyordum. Ama sanki ruhumdaki yaralar gün yüzüne çıkıyordu. Zihnim dün geceye gidince duraksadı. Benden asla faydalanmak istememişti ki bu içinde bulunduğumuz durumda çok kolay olurdu. Bana yardım etmişti. Ama neden? Daha yeni tanıştığım bir insanla böyle bir durumun içine girmek normal değildi. Çoğu insanın bir çıkarı olmadan birine yardım ettiğini görmemiştim. Dünya üzerinde çok az bir azınlık vardı, içinden geldiği gibi ve karşılık beklemeden davranan. Ne yani o da mı bu azınlığın içindeydi? Teşekkür edecek miydim? Bence etmeliydim ama bu sadece yaşadığımız anların tekrar aklımıza dolmasına neden olurdu. Sanki unutabilirmişim gibi. En son birinin bana karşılıksız, herhangi bir beklentisi olmadan yardım ettiğini düşündüğümü hatırlayınca gerildim. Sıcak suyun altında kaskatı kesilebilir miydi bir insan? Kesilmiştim. Onunla yollarımızı ayıralı iki yıl olmuştu. İnsanlara olan güvenimi önce, gözümde bir kahraman sandığım babam kırmıştı sonra da o. Kırılan güvenime bir balyoz darbesi de o vurmuştu. Güvensizlik kötü bir şeydi ama bununla yaşamaya alışıyordun. İnsanoğlunun doğasında iyilikler olduğu gibi kötülükler de vardı. Herkes biraz iyi biraz kötüydü. Kimse sütten çıkmış ak kaşık değildi ve önemli olan terazideki dengeyi ne kadar koruyabildiğindi. Giyinip duştan çıktım ve kendime bir kahve yaptım. Camın önündeki salıncağıma doğru adımladığımda telefonumdan bildirim sesi yükseldi. Nefes sesim haricinde çıt çıkmayan odamdan gelen bildirim sesi, ortama bomba etkisi bıraktı. 0534******* sizi YZG grubuna ekledi. Bu grup da neyin nesiydi? Beni asıl dehşete düşüren şey grup simgesinin bir beyin fotoğrafı olmasıydı. 0534*******: Selam gençler! Hepiniz benim Levent olduğumu tahmin etmiştir. Aksi beyinlerinize bir hakaret olur diye düşünüyorum. Hepsinin numarasının yanında yazan ibareden isimleri öğrenip kaydettim. Ah, soyadlarını henüz bilmiyordum ve insanları telefonuma tam adlarıyla kaydetmeyi severdim. Alya: Levent saatin kaç olduğunun farkında mısın? Tam uyumak üzereydim. Levent: Uyumaya devam et lütfen :) Sadece uyuyamadım ve birinin bunu yapması gerekiyordu. Aranızdaki en genç kan ben olduğuma göre... Çakır: Gece gece saçmalamaya devam edersen aramızdaki en genç kan değil, en genç kurban olacaksın :) Levent: Bir gülücük ne kadar ürkütücü olabilir? Arda: Hayatındaki en korkunç gülücük bu muydu? Dizdar: Henüz benimkini görmedi. Levent: Şey seninkini derken, yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermeyelim lütfen Dizdar: :) Siz: YZG? Güneş: Yorucu zor günler? Alya: Yalancı zorba genç kan? Ceyhun: ahahahah Levent: Yazıklar olsun :( Siz: Açıkla da git, gece boyu bir de bunu düşünemem. Çakır: Gece boyu düşüneceğin başka şeyler de mi yaşadın? Siz: Genel olarak içinde bulunduğumuz durum. Arda: Ben içinde bulunduğumuz durumdan çok memnunum. Ekmek elden su gölden. Alya: Şimdilik... Levent: Gökçeciğim sabah kahvaltıyı sen hazırlarsan açıklarım :) Siz: Rüşvet? Dizdar: Tehtit? Çakır: Şiddet? Levent: ii gclr Ceyhun: ahahahah Telefonu kapattığımda kahvemi de bitirdim ve bardağımı yıkayıp kaldırdım. Banyoda işlerimi halledip kendimi kuş tüyü rahatlığında olan yatağıma bırakıp, düşüncelerin beynime dolmasına izin vermeden gözlerimi kapattım. Yeni bir güne uyandığımda saat sabahın körü denilecek bir zamandaydı. Dün gecenin kasvetinden arınmış bir şekilde uyandığım için mutluydum. Duygularımı kontrol altına alabilmek için verdiğim uğraşlar işe yarıyordu. Yataktan hemen çıkmayı oldum olası sevmediğim için, bir sağa bir sola dönüp, biraz da kedi gibi hareketler yaptıktan sonra banyoya gittim. İşlerimi hallettikten sonra hazırlanmaya başladım. Gardırobum da bu odadaki her şey gibi daha önce görmediğim bir teknolojiye sahipti. Bilekliğime spor bir şeyler giymek istediğimin komutunu verdiğimde dolap içeriye doğru döndükten sonra önümde bir bölüm açıldı. Spor kıyafetlerin olduğu. Demek kategorisine göre ayırıp dizmiş. Peki. Gri bir eşofman altı ve birkaç ton koyusu bir tişört çıkardım. Altına spor ayakkabılarımı alıp giyinmeye başladım. Saçlarımı yandan salaş bir şeklide örüp bıraktıktan sonra yüzüme nemlendirici kremimi, gözlerime maskaramı, dudaklarıma da hafif bir ruj sürüp makyajımı hızla tamamladım. Bilekliklerimi de takıp sonunda odadan dışarı kendimi attım. Aşağı indiğimde ortak alandaki mutfağa gittim. Mutfak buradaki çoğu yer gibi bembeyaz ve çok genişti. Ortada kocaman bir ada tezgâh duruyordu. Etrafta mutfakla çok ilgili olmama rağmen benim bile ne işe yaradığını bilmediğim aletler vardı. Buranın bir yapay zekâ akademisi olduğunu kendime hatırlattım. Dolabın önüne geldiğimde bana istediğim malzemelerin ne olduğunu sordu. Dolap o kadar büyük ve genişti ki aradığımı bulmak kahvaltı hazırlamaktan daha zor olacaktı. İstediğim her şeyin yerini ışıklı bir sensörle bana gösterdikten sonra işim yarı yarıya azaldı. Önce çay koyarak işe başladım. Bunun için etrafta çaydanlığa benzer bir cihaz bulmaya çalıştım tabii. Her ne kadar kahveyi sevsem de kahvaltıda çayın yeri ayrı oluyordu. Sonra pankek hamurunu hazırladım ve pişirmeye başladım. Pankekler pişerken dolapta bulduğum yufkayla kolay sodalı bir börek yaptım. Ara ara ikisini kontrol ederken patatesleri kızartmaya başladım. Sofrayı kurmaya başladığım sıra içeri Çakır girdi.
"Günaydın. Sadece grubun adını öğrenmek için bu kadar şeyi hazırlamış olamazsın değil mi?" "Daha neler. Mutfakta zaman geçirmeyi ve yemek yapmayı seviyorum. Söylemiştim." "Evet söylemiştin. O halde sofrayı kurarken sana yardım edeyim," deyip kahvaltılıkları yerleştirmeye başladı. Gözlerini karanlıkta gördüğümde yanılmıştım. Gözlerinin içinde yer yer kıvrımlı griler vardı. Sanki uzun süre bakınca kıvrılıp oradan harekete geçecek minik yılan yavruları gibi duruyordu. Ona bakmayı bırakıp fırını kontrol ettim. "Aslında meyve de çıkaracaktım ama yokmuş. Yaz meyvelerini çok severim." "E gidip söyleyelim. Ya da bugün planımız yoksa alalım. Gerçi henüz ne zaman başlayacağımızı söylemedi Faysal." "Sanırım birkaç gün meyvesiz hayatta kalabilirim," dedim gülerek. O sırada kızlar da uyanmış ve mutfağa gelmişti. İkisinden de neşeli bir günaydın aldıktan sonra patatesleri ocaktan aldım. "E bende çayları doldurayım bari. Şu garip aletin çaydanlık olduğunu varsayıyorum." Alya tahmininde doğru bulunup işe koyuldu. "İnan onu bulmak için ne kadar zaman harcadığımı bilemezsin." Güneş gülerek "Ben kesinlikle inanırım, burada kaybolmadığın ve bize bu güzellikleri hazırladığın için mutluyum," dedi ve gelip yanağıma minicik bir öpücük kondurdu. Bu hareket karşısında şaşkınlığımı ele vermiştim. Aslında bu yaptığına kendi de şaşırmıştı. Ama bunu kimse umursamamıştı. Uzun zamandır insanlarla bu kadar yakınlık kurmadığım için işlerin nasıl yürüdğünü unutmuştum. Havayı koklaya koklaya içeri giren Levent hızla masayı süzüp coşkusunu belli ederek "Gökçe biliyordum. Biliyordum, bütün gece bunun hayaliyle uyudum. Ağlamamak için kendimi zor tutuyorum," dedi. "Abartma aramızdaki genç kan, alt tarafı bir kahvaltı." "Alt tarafı bir kahvaltı mı? Gökçe! Bu kahvaltıysa daha önceki yediklerimiz neydi?" dedi içeri giren Ceyhun. "Ceyhun'a bu kadar katılacağımı tahmin etmezdim Gökçe. Her şey mükemmel gözüküyor." Havadaki vanilya ve nane karışımı koku burnuma dolduğunda, buz mavilerinin de mutfağa girdiğini anladım. Günaydın faslından sonra sofraya oturduk. Herkese afiyet olsun diyerek tabağımı doldurmaya başladım. Yaparken kokusundan bir nebze doysam da karnım kurt gibi açtı. Sessizlik içinde yemeğimizi yedikten sonra, iş birliği yaparak mutfağı topladık. "Ellerine sağlık uzun zamandır bu kadar güzel bir kahvaltı yapmamıştım," dedi Ceyhun. "Kesinlikle katılıyorum Gökçeciğim. Buradaki yemekler ne bileyim Allah affetsin tatsız tuzsuz saman gibi," diye katıldı Levent hüsranla. Diğerleri de teşekkür eder mırıltılar çıkardığında mutfaktan ayrıldık. Faysal Bey gelip hafta sonu buraya adapte olabilmemiz için bizi serbest bırakacağını ve pazartesi iş başı yapacağımızı söyleyip gitti. "Ben biraz spor yapacağım eşlik etmek isteyen var mı?" diye sordu Alya. O sırada buz mavilerle göz göze geldik. Bakışlarımı kaçırmadım. O da kaçırmadı. Dün gece olanlar hızla yeniden doldu zihnime. En son sorusu yenileyen Alya'ya onunla geleceğimi söyledim ve birlikte odadan ayrıldık. Alya, Ceyhun, Çakır ve ben spor salonunun yolunu tuttuk. Biraz ısındıktan sonra önce hangisinden başlayacağıma karar vermeye çalıştım. Boş bir kemer gibi duran yerin, altından geçeceğim zaman ışıkları yandı ve konuştu. İp atlamak için komut veriyor ve hangi ayarla çalışmak istersek ona ayarlayıp zıplamaya başladığımızı anladım. Zıplarken yeşil bir ışığın çıkıp etrafımdan dolanacağını tahmin edememiştim. Bu hız yavaş gelince arttırmasını istedim ve ışık anında sarıya döndü. Belli bir süre sarıda devam edip tekrar hızlanmasını istediğimde ışık kırmızıya döndü ve bir anda söndü. Sebebi bilekliğimin nabız uyarısı vermesiydi. Anlaşılan bileklik sadece odamızda değil buradaki cihazlarla da uyumluydu. Biraz dinlenip başka bir kemerin altından geçerken, içinden bir bölmeden iki yuvarlak halka çıktı. Bunların birini alt koluma birini üst koluma takıp ağırlığını ayarlayarak biraz dumbbell çalışmaya başladım. Bununda derecesine göre ışıkları vardı. Yaklaşık iki saat geçtikten sonra salondaki duş bölümünü kullandık. Allahtan burada ayrı spor kıyafetleri vardı da mağdur olmamıştık. Keşke bunu dün öğrenmiş olsaydım. Oradan ayrılıp biraz civarda gezineceğimi söyledim ve yorulunca çimlere uzandım. Yarın kameramla gelmem çok iyi olurdu, çünkü benim gözümden fotoğraflanması gereken bir sürü doğa güzelliği vardı. Ortak alana girdiğimde herkesin bir yere dağılıp oturduğunu gördüm. Hem oldukça yorulmuş hem de acıkmıştım. Bu yüzden daha fazla beklemeyip mutfağın yolunu tuttum. Yemekten sonra yine dinlenebilirdim. Mutfağa girip nereden başlasam diye göz atarken onun sesini duydum. "Öğlen yemeğini de mi sen yapacaksın?" "Bilmem henüz bir şey düşünmedim." "Yemekten çok anlamam ama yapacaksan sana eşlik edebilirim," deyince bir anlık afalladım. Benimle vakit geçirmeye mi çalışıyordu yoksa sadece kendine oyalanacak iş mi arıyordu karar veremedim. "Yardım edeceksen çorbayla başlayabiliriz o halde." O çorba için sebzeleri doğrarken ben de makarna için sos hazırlıyordum. Havuçları rendeleyip içine birkaç sarımsak attığım yağın içerisine koydum. Aç ve yorgun olduğum için kolay hazırlanacak yemekleri tercih ettim. Elimiz aynı anda soğana değince vücuduma elektrik akımı girmiş gibi aniden çektim. Krema koyma bahanesiyle yanından biraz uzaklaşıp sosu makarnayla karıştırdıktan sonra yemeğimiz hazırdı. Sofrayı kurup herkesi çağırdık. Levent beğendiğini belli eden mırıltılar çıkarırken Çakır tarafından kolu dürtülüp çatalındaki makarnayı düşürdü. Dehşet içinde düşen makarnasına baktığında, Çakır "Artık sessizce yemeğini yesen diyorum," diye azarladı. "Ne dürtüyorsun be? Senin yüzünden sekiz adet makarnamdan oldum. Makarna bile böyle muhteşem bir lezzete ulaşmışken övmeyeyim mi?" dedi Levent. "Milyonlarca yürek ve akıldaki tek soru, sekiz Makarnayı bir çatala nasıl sığdırdın abicim?" dedi Arda. "Ne var? Ağzımın bu lezzetle tamamen dolu olmasını istiyorum," dedi Levent küstün bir ifadeyle. Daha fazla kayıtsız kalamadım. "Bırakın istediği gibi yesin. Siz de yemeye devam edin lütfen." "O değil de her gün olsa her gün yerim, bu ne güzel bir makarna Gökçe eline sağlık," dedi Ceyhun. "Sen kesinlikle aşçı olmak için yaratılmışsın kızım," dedi Alya ağzı dolu bir şekilde. Gülümseyerek yemeye devam ettim. Ne yani muhteşem yemekler yapıyorken elbette mütevazi olamam. Bana göre basit duran makarna onlara göre ödüllü bir yemekti. Yemeği bitirdikten sonra film izlemeye karar verip iş bölümü yaptık. Alya ve Güneş mısır patlatmaya, Levent ve Ceyhun'da içecek bir şeyler getirmeye gitmişti. Biz de film seçmeye başladık. Ne hikmetse bir bilim kurgu filmine denk gelmiştik. Yıllardır yalnız takılan ben aktiviteden, aktiviteye koşma şoku yaşıyordum. Bize kalan haftasonunda birbirimizi hızlandırılmış turla tanımamız en iyisi olacaktı çünkü bir anda ev arkadaşı olmuştuk. Hepsi içinden geldiği gibi davranıyordu. Kızlar çıtkırıldım değildi ve kasıntı da davranmıyordu. Hepsini zamanla tanıyacak olsam da şimdilik iyi ilerliyorduk. Herkes geldikten sonra filmi başlattık ve bir süre sonra hepimiz bir şey yiyip içmeyi bırakmış pür dikkat filme odaklandık. Filmin konusu beynimizin yüzde yüzünü kullanırsak ne olacağıydı. Sonlara doğru herkesin nefesini tuttuğuna emindim. Bittiğinde ise çoğumuz dehşet saçan gözlerle ekrana baktık. Ortamdaki sessizlik sinek uçsa duyulacak kadardı. Sakince yutkunup derin bir nefes alıp arkama yaslandım. Filmdeki kız Lucy, beyninin yüzde yüzünü kullanırken etrafa simsiyah hücrelerin bir araya gelmesiyle oluşan devasa bir bilgisayar yapmıştı. Geçmişte yolculuk yapa yapa, evrenin nasıl var olduğuna kadar öğrenmiş ve bunu en sonunda küçük bir flash belleğe aktarıp, bilgisayarın ucundan belleği uzatmıştı. Adam belleğe dokunur dokunmaz bütün hücre toz halini alıp kayboldu. Tıpkı Lucy gibi! Sessizliği bozan Levent oldu. "Vay canına! Tek parmağınla zamanı yönetip milattan öncesine kadar yolculuk yapmak mı? Ne kadar havalı." Ona sanki kafasından boynuzları çıkan bir kelebeğe dönüşüyormuş gibi baktım. Güneş düşük bir ses tonuyla "Sonunda olan şeye bir tek ben odaklanmadım herhalde," dedi. Kimse konuşmayınca bu çılgınca fikri gidermek buz mavisine kalmıştı. "Saçmalamayın bu bir film ve biz gerçek hayattayız. Bu günlük bu kadar yeter bence herkes gidip uyusun." Odama doğru çıkarken aklımdaki bu düşünceleri atmaya çalıştım. Kahve makinasını çalıştırması için bilekliğime komut verdim. Bu işin sonunda bu bilekliği çok özleyebilirdim. Kahvemin hazır olduğuna dair çıkan sesini duyunca gidip aldım ve çok sevdiğim salıncağıma doğru ilerledim. Buraya oturup boydan boya cam olan penceremden kahvemi içip manzarayı izlemeyi sevmiştim. Bugün bir değişiklik yapıp yanıma kitabımı da getirmiştim. Aziz Nesin'den 'Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz'. Yaşar'ın başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmemişti. Bakalım benim başına burada neler gelecekti, değerli vaktimi Yaşar'a üzülerek harcamasam iyiydi. Yarım saatlik kitap süremin sonunda biraz gözlerimi dinlendirmek isterken kapım tıklandı. Kimdi bu? Yol geçen hanı mıydı burası? Ben kimsenin hangi odada yattığını bilmezken benimkini nereden biliyorlardı? Düşüncelerime ara verip kapıya doğru yürümeye başladım. Bir elimde biber gazım vardı tabii. Yüksek gerilim ve korku filmindeymiş hissederek kapıyı açtım ancak kimse yoktu. Dalga mı geçiyorlar benimle diye düşünürken, sağımı solumu kontrol ettim. Tam kapıyı kapatıp içeri girecekken yerde duran sepet dikkatimi çekti. Sepet mi? Kim bırakmıştı bunu? Sepeti de alıp içeri geçtim. Yoğun bir merakla içindeki paketi açmaya başladığımda içindeki meyveleri gördüm. Yaz meyveleri. Küçük paketlerin içinde biraz kiraz, çilek, erik, şeftali, yenidünya ve karpuz vardı. Bunu gönderen tek bir kişi olabilirdi onunla da sabah konuşmuştuk. Sepetin içinden bir de not çıktı. Yaz meyvesi olarak bunları bulabildim. En sevdiğin hangisi bilmiyorum ama içimden bir ses ayrım yapamayacağını söylüyor. Kahvaltı için bir teşekkür olarak görebilirsin. Meyveli geceler :) - Ç. Çakır. Bu ince hareketi için sabah ona teşekkür etmeliydim. Son cümlesi bana farklı şeyler düşündürürken meyveleri büyük bir iştahla yemeye başladım. Hepsi aşırı lezzetliydi. Kalanı mini buzdolabıma koydum. Bu beni birkaç gün idare ederdi. Meyve jestine karşılık ben de sevdiği yemeği öğrenip yaparsam ödeşmiş olurdum bence. Meyvelerin lezzetli tadı hâlâ damağımda dolaşırken, kendimi bir kelebeğin pamukların arasından kanat çırpıp, mis kokulu çiçeklerin etrafında uçması gibi huzurlu bir uykunun kollarına bıraktım. Ta ki bir anda gelen mide bulantısıyla, huzurumun geldiği hızla kaçması ve banyoya koşana kadar. Meyvelerde ne vardı? Çakır neden böyle bir şey yapmıştı? |
0% |