@1scintilla
|
Bölüm 6. Siyah Cevizin Gizemi
Dünyada, dürüstçe söylenen gerçeklerin büyük çoğunluğunu çocuklara borçluyuz.
Oliver Wendell Holmes
Yeni nesil tanışma türleri sanırım oyun oynayarak oluyordu. Oyunda sordukları sorular kimi yaralar bilmiyorduk. Sıra bana gelince halamın, “küçük beni” nasıl kandırdığından bahsettim.
Bilinçaltınızın içine girdiğinizde dışarıdan gözlem yapabiliyordunuz. Görünmeden insanların yanından geçebilir. Veya olay seyrini değiştirebilirdiniz. Yaşadığım son birkaç saati geriye doğru sardığımda Çakır'ın elinde bir şırıngayla Meyvelerin içine bir sıvı enjekte ettiğini görüyordum. Sanırım işini sağlama almak adına bir değil, birden fazla meyveye vermişti elindeki sıvıdan. Etrafını kontrol edip kapıya tıklar tıklamaz arkasına bile bakmadan ayrılmıştı odamın önünden. Zamanı birkaç saat daha geriye alıp düşündüğümde bu sabaha gidiyordum. Kahvaltıya herkesten önce o gelmişti. Yardım etme bahanesiyle beni konuşturup, istediği bilgilere ulaşmıştı. Meyveye hayır diyemeyeceğimi ve görür görmez yiyeceğimi düşündüğü için, kibar bir not yazıp bir sürpriz gibi göstermişti. Ben de inanmıştım. Yatağımdan koşup banyoya gittiğimde içimde ne varsa çıkarmıştım. Tam elimi yüzümü yıkayacağım sıra da kapı yeniden tıklanmıştı. Korku dolu gözlerle kapıya bakıyordum. Başladığı işin bittiğini mi görmeye gelmişti? Kapı tekrar tıkandı ve yavaşça açılmaya başlandı. Adım sesleri odaya doğru dolarken... Nefes nefese ve ter içinde kalmış bir şekilde yataktan doğruldum. Ne yani bir kâbus muydu? Meyveyi yerken aklımdan asla böyle bir şey geçmemişti. Bilinçaltım bana böyle bir ihtimal daha olabileceğini adeta bir anne uyarısıyla göstermişti. Hâlâ rüyamın etkisindeyken saati kontrol ettim. 06.24. Bu saatten sonra asla uyuyamayacağımı bildiğimden kendimi suyun altına attım. Duştan çıktıktan sonra hazırlanmaya başladım. Açık pembe tonlarında ince, uzun kollu bir tişört, altına yine aynı renk belden bağlanmalı bir etek giydim. Makyajımı yapıp kendime ışıltı kattığımda gördüğüm rüyanın hiçbir etkisi kalmamıştı. Saçlarımı açık bırakıp kurutmadan çıktım. Bu sefer yanıma fotoğraf makinemi de almıştım. Bu saatte kimse uyanmadığı için doğa içerisinde yürüyüp, doğanın güzelliğini fotoğraflayacaktım. Bir saatlik yürüyüşün ardından harika şeyler ölümsüzleştirdim. Açık havada yürümek, omuzuma kelebekler kondurup kanat çıkaracakmışım gibi sırtımı karıncalandırıyordu. Bu kadar yeterli deyip arkamı dönüp gideceğim sıra bir hareketlilik dikkatimi çekti. Neydi bu bir hayvan falan mı? Faysal Bey böyle bir bilgi vermemişti ama neticede burası da bir orman sayılırdı. Ne yapacağıma karar veremediğim saniyelerde onun sesini duydum. "Henüz buna hazır değiller, söyleyemeyiz." Neye hazır değildik? Yanındaki kimdi? Sabahki kabusumdan sonra iyice paranoyak olmaya başlamıştım. Kolumdaki yılan dövmesine sanki bana şahitlik edebilecek gibi bir bakış attım. Arkamı dönüp gitsem benim duyduğumu anlar ve olayların gidişatı değişebilirdi. Bunun için hiçbir şey duymamış, sanki gezintiye devam ediyormuş ve onları yeni görmüş gibi yürümeye devam ettim. "Faysal Bey! Siz de mi yürüyüşe çıktınız? Sabahın bu saatlerini ben de çok severim." Beni gördüğüne afallayan Faysal'ın gözlerinden saniyelik bir endişe geçti ama pür dikkat ona bakarken gözlerimi kaçırmadım. "Günaydın Gökçe. Biz de yürüyüş yaparken asistanımla yarınki planı gözden geçiriyorduk. Bu arada sizi resmen tanıştırmamıştım. Asistanım İris." İlk geldiğim akşam bütün geceyi ifadesiz suratıyla izleyip asla konuşmayan asistana baktım. Saçları değişmişti. Bir anda bu kadar kısalıp uzayamayacağından peruk takma ihtimali yüksekti. Demek adı İris. Ne değişik bir isim böyle. "Memnun oldum İris. Ben de Gökçe." Uzanıp elimi sıktığında sadece kafa sallamıştı. Konuşmuyor muydu yoksa konuşmayı mı sevmiyordu bilmiyordum. Bu yüzden bir tepki vermedim. "Sen yürüyüşe devam mı edeceksin Gökçe? Bizim burada ayrılmamız gerekiyor. Ormanın ilerisi tehlikeli olabilir tavsiyem daha fazla ilerlememen," dedi gülümseyerek. Kesinlikle daha fazla ilerlemek ve neler olduğunu çözmek istiyordum ama içimdeki mantıklı kısım buradan hemen ayrılmamı söyledi. Korku filmindeki hata yapan o genç kız olmayacaktım. "Ben de kahvaltı için çocukların yanına gideceğim Faysal Bey. Bu kadar yürüyüş yeter. Size iyi günler." Kibarca cevap verip oradan birlikte ayrıldılar. Bende bir müddet arkalarından baktım ve geldiğim yolu geri yürümeye başladım. Zaten sabah enerjim çekilmişt, şimdi iyice eksilere düşmüştüm. Bundan birine bahsedemezdim. Henüz. Hiçbirini yeteri kadar iyi tanımıyordum. Kendimi mutfağa attığımda koca bir bardak su içip, ilk iş olarak çayı koydum. Krep hamuru hazırladıktan sonra bir yandan kuymak için malzemeleri aldım. Telefonumu elime alıp anlamını hala bilmediğim gruba mesaj attım. YZG Siz: Koğuş kalk! Alya: Ne oluyor sabah sabah ya? Savaşta mıyız? Ceyhun: Gökçe günaydın ama kargalar kahvaltısını yapmış mı bir sorar mısın? Arda: Gökçe günaydın ama gözüme güneş namına bir şey değmiyor. Levent: Tek gözümü açtım önemli bir şey yoksa kapatacağım. Güneş: Gökçe günaydın ama ben henüz doğmadım. Çakır: Gökçe günaydın. Yardım lazımsa geliyorum. Levent: Yoksa bu koku o koku mu? Eğer tahmin ettiğim şeyse bana gülücük gönder. Dizdar: Şu an tuvaletteyim ne göndereyim? Ceyhun: ahahahaha Siz: Savaştayız. Açlık oyunları. Gelmezseniz mis gibi, tavana kadar sünen, sıcacık, koca bir tava kuymağı tek başıma yiyeceğim. Levent: ne dr hyr Alya: Gökçeciğim savaşmayalım... Arda: sakince o tavayı yerine bırak Siz: Yüzden geriye doğru sayıyorum. Başladım! Mutfağa ilk giren tabii ki Levent olmuştu. Saçları karışmış, eşofmanının tek bacağı yukarı sıyrılmış ve gözleri kısık bir şekilde bana bakıyordu. "Nerede? Nerede o yok deme kendimi keserim." Arkasından Arda mutfağı koklayarak girmişti. Ceyhun'da gelip 'gözlerim şu an bir emoji olsa gözünden kalp çıkaran emoji olurdu' dediğinde, Dizdar arkasından çıkıp "Yağcılık yapacağına gelip yardım etseydin," dedi. Buz mavileri bana kısacık baktıktan sonra hafifçe başını eğdi ve yerine oturdu. Herkes tamamlanınca kahvaltıya başladık. Güzel bir sohbet eşliğinde bitirdiğimiz kahvaltıyı, el birliğiyle toplayınca herkes dağıldı. Çakır'ın yanına çekinerek (kabusumdan sonra gayet normal) geçtim. "Meyve için teşekkür ederim, gerek yoktu böyle bir şeye." "Rica ederim. Sana iyi bakabilelim ki sen de bize güzel yemekler yap." "Rüşvet teklif ediyorsun yani." "Bunun bir cezası olacak mı?" "Bilmiyorum ruh halime bağlı. Canımı sıkarsanız keserim bir ceza." O sırada merdivenlerin başından bağıra çağıra inen Levent, Müslüm baba şarkısı açınca anında eşlik etmeye başladık kızlarla. Son satırı koro halinde bağırarak söyledik. Bu şarkıyı bu kadar içten söyleyebileceğim aklıma gelmezdi. Bir anda buruma vanilya ve nane karışımı koku çarptı. Koltuğun kolçağına oturarak bana doğru eğildi. "Bukalemun gibisin." "Anlamadım." Gerçekten anlamamıştım. "Her ortama anında uyum sağlayabiliyorsun. Yabancılık çekiyor gibi görünmüyorsun." "Bukalemun demeyelim de renkli bir kişiliğim var diyelim." "Ben bukalemun demeyi tercih ederim," dedi ve göz kırparak kanından kalktı. Yabancılık çekmemek için uyum sağlamaya çalışıyordum gerçekten. Bu benim için büyük bir adım ve çabaydı. Alya beni çizmek istediğini söyleyince bir süre ona modellik yaptım. Çizimi çok iyiydi. Krem rengi pufun üzerine yan bir şekilde oturup, ellerimi de yana koyup kendimi geriye doğru verdim. Saçlarım sırtımı okşuyordu. Alya resmi çizerken adeta beni kendi elleriyle oluşturuyormuş gibi övüyordu. İnanılmaz çekici bir auram varmış, duruşumdan dişilik akıyormuş. Bu pozu herhangi bir modelden istese bu kadar güzel veremezmiş. Ben de her şeyin anlık gelişirken daha doğal ve güzel olduğunu söyledim. Çakır ağzının içinde bir şeyler mırıldansa da onu duymamıştım. Alya çizimi bitirip bana verdiğinde şaşkınlık ve hayranlıkla baktım. Gerçekten aşırı iyi olmuştu. "Analar neler doğuruyor," dediğimde hepsi gülmeye başladı. “Asıl bunu kendine söylemen lazım. Ben sanatımı icra ettim sadece.” O sırada elinde şişeyle içeri gelen Güneş "Hadi oyun oynayalım. Kimse mızıkçılık yapmasın," dedi. Elindeki şişeden anlaşılacağı üzere doğruluk ve cesaret oynayacaktık. "En son lisede oynamıştım," dedim. Hadi ama bu klasik şeyi yapacak mıydık? "Ama bizimle hiç oynamamıştın," dedi Alya ve masanın başına oturmaya başladık. Sanırım yapacaktık ve bu birbirimizi biraz daha iyi tanımamıza yol açacaktı. "Evet, en fazla iki kez üst üste Doğruluk deme hakkınız var. Soruyu cevaplayan ya da görevi yapan, şişeyi çevirir ve karşısındaki kişiye soru sorma hakkı kazanır." "Eh, aranızdaki en genç kan ben olduğum için ben başlatıyorum," diyerek çevirdi Levent. Genç kan muhabbetine feci takmıştı. Şişe Arda'da durdu, doğruluğu tercih etti. "Hiç madde kullandın mı?" "Evet." İşte buna şaşırmıştım. Neyse ki şu an böyle bir sıkıntısı çok gibi duruyordu. Şişe Ceyhun'da durdu. Ceyhun doğruluğu seçti. Arda ona duşta işeyip işemediğini sordu. Ceyhun hayır dedi ve tekrar şişeyi cevirdi. Şişe Alya'da durdu ve cesareti seçti. Ceyhun Alya'dan Levent'e makyaj yapmasını istedi. Levent bu istek karşısında ölü taklidi bile yaptı ama maalesef vicdansız Alya kırmızı rujuna kadar sürdü. Fırsattan istifade fotoğrafını da çektim. Alya şişeyi çevirdi ve şişe bana gelince doğruluğu seçtim. En utandığım anımı anlatmamı istedi. İşte bu tamamen aptalca bir şeydi ve gerçekten utanıyordum. Tüm gözler üzerimdeyken anlatması o kadar kolay bir şey değildi. Derin bir nefes aldım ve başladım. "Bir gün kuzenim bizde kalmaya geldiğinde gece altına yaptı. Annem de ona çok iyi davranıp temizledi, yeni pijama giydirdi ve geri yatırdı. Ben de bunu görünce demek altıma yaparsam bana da böyle davranılacak diye kodladım zihnime sanırım ve geceleri kendimi tutmayı bıraktım. Annem başlarda bir şey demedi ama bunu neden yaptığımı anlayınca çok kızdı. Gece kendimi saldığım için bir müddet daha bu şekilde devam etti. Ertesi gün annemle dışarıya çıkacağımız zaman da kontrolümü kaybedip altıma yapınca giyeceğim hiçbir şey kalmadığı için bir güzel terlik yedim. Dışarıya da dünyanın en saçma şeklinde, annemin tişörtlerinden birini giyip gittim sünnet çocuğu gibi." Anlatmayı bıraktığımda hepsi sırıtarak bana bakıyordu. Dizdar'ı ilk kez gülerken gördüm. Ürkütücü dövmeleri bile yumuşak bir hâl almıştı. Ayrıca yanağında bir gamze vardı. Levent bunu asla unutturmayacağını söylediğinde hâlâ gülüyordu. Gözlerimi devirip gülmelerinin bitmesini beklemeden şişeyi çevirdim ve şişe Dizdar'da durdu ve cesareti seçti. Anında kafamdaki tilkiler dolanmaya başladı. "Üstlerimizi değiştireceğiz ve sen fotoğrafını çekip instagrama atacaksın," dediğimde kısa bir sessizlik oldu. "Kızım sen benim kaç takipçim olduğunu biliyor musun?" "Beni alakadar etmez görev görevdir." Sert bir nefes vererek gözlerimin içine baka baka gömleğini çıkarmaya başladı. Keşke bunu başka bir yerde yapsaydı, çünkü resmen karşımda soyunuyor herkes ona bakıyordu. Sanki bunu ondan ben istememişim gibi... Gömleği bana uzattıktan sonra bende gözlerimi ondan çekmeden, üzerimdekini çıkardım. İçimde sporcu sütyeni olduğundan bunu hiç dert edinmemiştim. Bana bakmamaya gayret ederek kıyafeti eline alıp garip bir nesne gibi inceledi. Geniş kolları ve omuzlarından dolayı sadece göğsünün üstünü kapatabilmişti. Pembe renk de cabasıydı. Aşırı eğleniyorum ama beni öldürecek gibi bakıyordu. Telefonunu alıp fotoğraf çektim ve instagramına atana kadar bekledim. Bu arada soyadını gördüm. Dizdar Demirkol. Kolları gerçekten demir gibi miydi? Bir an kendimi dokunmamak için ikna etmeye çalıştım. Bir an. Kısa bir an. Takipçi sayısı dediği gibi çok fazlaydı. Fotoğrafı atıp açıklamasına sadece küçük bir oyun yazmıştı. Ama bu yine de takipçilerinin diline düşmesine engel değildi. Çaktırmadan kendi telefonumdan da fotoğrafını çekmiştim. Üzerindekini bir anda çekip çıkardı. Bende çıkaracaktım ki sert bir bakışla "Kalsın," dedikten sonra şişeyi çevirdi ve şişe Ceyhun da durdu. Dizdar hiç beklemeden bir dakika boyunca twerk yapmasını istedi. Ceyhun hiç gocunmadan kalkıp kalçasını sallamaya başladı. Dayanamayan Alya telefonundan bir müzik açtı ve Ceyhun daha da gaza geldi. Asla yapamıyordu ve bu milleti gülme krizine sokuyordu. Uzun zamandır bu kadar gülmemiştim. Bir dakika bittikten sonra Ceyhun şişeyi çevirdi ve şişe Çakır'da durdu. Cesareti seçti. Ceyhun biraz düşünüp "Odayı 2 tur ellerinin üzerinde ayaklarından biri tutarken turla," dedi. Çakır yere eğilirken bu kutsal görev için Levent gönüllü oldu. Ayaklarından tutup kaldırdı. Baş aşağı ellerinin üzerinde yürürken tişörtü aşağı doğru sıyrılmıştı. Kasları ben buradayım diye bağırıyordu. Sapık gibi insanlara bakmayı kesmeliydim! Gözlerimi kaldırdığım an içimi ürperten buz mavileriyle karşı karşıya geldim. Sahi onun da üzerinde hiçbir şey yoktu ve dövmelerini incelemek için bundan iyi fırsat bulunamazdı. Tamam, şaka, zaten bana bakarken daha fazla onda tutamazdım gözlerimi. Çakır şişeyi çevirince şişe yine Alya'da durdu. Alya bu sefer doğruluğu seçti. "Bir günlüğüne karşı cins olsan o gün neler yapmak isterdin?" diye sordu. Alya hiç beklemeden cevap verdi. "Seks." Etrafta sessizlik olunca "Ne? Duvarlara çişimle adımı yazacak değilim ya," dediğinde Levent gülmeye başladı. Tabii ben de, ilginç ve meraklı bir düşünceydi. Alya şişeyi çevirdi ve şişe bu kez Güneş de durdu ve cesareti seçti. "Masanın üzerinde mezdeke oynarken bize şarkı söyle." Güneş masaya çıkarken, Dizdar'ın giydikten sonra fırlattığı tişörtü alarak beline bağladı. Alya müziği açtığı sırada dansöz gibi kıvırmaya başlamış ve ben de kayda başlamıştım. Tam şarkıya girmişti ki bunun iyi bir fikir olmadığını anladım. Keşke şarkısız görev verseydik. Çünkü sesi berbattı. Kargaların gaklayarak oluşturdukları senfoni kulağa daha hoş gelirdi. Bağıra çağıra şarkı söylerken dayanamayıp kulaklarımı kapattım. Bu işkenceye son vermek isteyen Arda kalkıp Güneş'i oradan indirmeye çalıştı. Ama gazını alamayan Güneş hâlâ mırıldanıp söylemeye çalışıyordu. Masanın üzerinde cebelleşirken Güneş'in dengesi kayboldu ve bir anda Arda'nın üzerine düştü. Herkes onlara bakarken, onlar birbirlerine bakıyorlardı. İkisinin gözleri de bir anlığına odağını kaybeder gibi oldu. Yakın temastan olsa gerek kimse yadırgamadı. Ben Güneş'i, Çakır, Arda'yı kaldırdıktan sonra devam ettik. Resmen dizi setinde oynuyor gibi hissettim. Güneş şişeyi çevirdi ve şişe Levent'i gösterdi. Levent doğruluğu seçti. "Yaşadığın en garip an neydi?" Levent biraz düşündükten sonra anlatmaya başladı. "İşyerinde çalışırken bir kızla bakışıyorduk. Ama flört desen değil, değil desen hangi kefeye koyacağını bilemezsin. Bir de o sıralar en etkili, mantıklı ve güzel sunumu kim yaparsa terfi alacak onunla ilgileniyorum. Kıza pas vermedim, ama geri de çevirmedim. Sessiz sedasız bakışıyoruz. Birkaç gün sonra arabada bir dosya unutmuşum. Otoparka dosyayı almaya inerken bir anda kolumdan tutulup duvara çekildim. Ne olduğunu anlamadan öptü beni. Bu hareket karşısında şok olsam da bende karşılık verdim. Ta ki önünde durduğumuz arabadan patron inip bize bakana kadar. Patronu görünce geri çekildim ama kız patronun gözünün içine baka baka beni ellemeye başladı. Hepsi saniyeler içinde yaşandı. Çok garip bir andı. Otoparkın ortasında kendimi kullanılmış hissettim." Bunu söylerken ellerini çapraz bir şekilde göğüslerine kapattı ve biz gülmeye başladık. "Dahası tam artık terfi yalan oldu, ağzımla değil götümle sunsam yine yaranamam diye düşünürken, benim iş de yalan oldu. Çünkü kız patronun sevgilisiymiş," dediğinde şaşırdım ve son cümleyi nefesimi tutarak dinledim. "Siktir!" diye fısıldadı Alya. "Yuh. Bu hikâyede yanan sen olmuşsun Levent," dedim üzüntüyle. Dizdar bile dayanamayıp yorum yapmıştı. "Patron kesin yaşlıydı. Kız da bu cüretkâr hareketlerini başkasıyla denemeyi tercih etti," deyince Levent kafasını aşağı yukarı salladı. Şişeyi çevirdi. Şişe tekrar Güneş de durdu. Güneş bu sefer doğruluğu seçti. "Hüngür hüngür ağlayıp utandığın bir anını anlat." Güneş hiç düşünmeden anlatmaya başladı. "Henüz ilkokuldayken yaşadım bunu. Okul çıkışı zil çalınca herkes hurra çıkışa doğru yönelmişti. Bende kapının biraz boşalmasını bekliyordum geçebilmek için. Üzerimde klasik mavi okul önlüğü. Neyse koşarak yanımdan geçerken çocuğun birinin eli benim popoma çarptı. Olduğum yerde kaldım çok üzgün ve şok olmuş bir vaziyette. Kapıdan herkes çıkmış ve ben orada kalmıştım. Ağlaya ağlaya koşarak eve gittim. Ya hamile kalırsam diye içim dışıma çıkana kadar ağladım. Bir yandan da ben bu çocuğa nasıl bakarım diye düşünüyorum. Gözlerim bir kurbağaya dönmüştü şişmekten. Bir hafta yemeden içmeden kesildim. Sürekli karnıma bakıp durunca annem de tedirgin olup zorla anlattırmaya çalıştı. Bunun yanlışlıkla olduğunu, böyle hamile kalınmadığını, yaşadığım şeyleri bu kadar beklemeden ona anlatmam gerektiği, mala anlatır gibi anlattı. Hayatımda bu kadar rahatladığımı hatırlamıyordum." Daha fazla dayanamadım ve ayağa kalkıp Güneş'e sarıldım. "Ya masum kekim benim resmen travma yaşamışsın." Hüzünle kafasını salladı. Alya'da yanımıza gelince üçlü bir çember oluşturduk. Hayatıma yeni insanlar katılmıştı ve ben şu an onlarla bir şeyler paylaşıp birine sarılıyordum. Sanırım yalnızlığım solmuş, dikenli bir gül gibi etrafımı sarmaktan yavaş yavaş vazgeçiyordu. Güneş şişeyi yeniden çevirince bu kez bende durdu ve doğruluğu seçtim. "Sevdiğin en garip yiyecek ne ve neden onu seviyorsun?" Aklım hemen geçmişe gitti. Halamın köyündeki ceviz ağacının altındaydık. Anlatmaya başladım. "Siyah ceviz," diye başladım gözlerindeki soru işaretleriyle beraber. "Küçükken, halamda kalırken bir akşam hepimiz ceviz yemek istedik. Bahçesinin önünde kocaman ceviz ağaçları vardı. Cevizleri kırarken sağlam olanları bir yana, içi siyah kurumuş olanları diğer yana ayırıyordu. Tam elimi uzatıp yemek için bir ceviz alacağımda, elimi tutup 'sen bunlardan ye' dedi, diğerlerini göstererek. Ama onlar siyah dedim anlamayarak. Onları atmak için ayırdığını sanıyordum. Kulağıma eğildi ve 'bu ikimizin bir sırrı olsun. En güzel ceviz siyah cevizdir, sihirli bir güç verebilir. Benim çocuklar diğerlerini yesin sen de bunu ye' dedi. Bende o günden sonra bir gün bana sihirli güç vereceğini düşünerek, hep içi kurumaya yüz tutmuş siyah cevizleri yedim ve sevdim. Sağlam olanları yiyemiyorum." Alya sinirlenip ayağa kalktı. Bakışlarında farklı bir şey vardı; bir acı. Belki de aynı yerden kanadığımız için bu kadar gerçek bir tepki vermişti. "Nasıl ya? Kocaman ağacı varmış ne görgüsüz bir kadınmış. Kötü cevizi yedirmek için ne yalanlar uydurmuş, küçücük çocuğa! nedir bu kalbi katranlaşmış insanlardan çektiğimiz?" "Halan elimde olsa saçını başını yolarım Gökçe. Beni bile çizgimden kaydırdı şu an," dedi Güneş. "Beni pek sevmezdi," dedim gülümseyerek. "Belli oluyor o kadarı. Küçücük çocuğa bir ceviz veremeyecek kadar kalpsiz bir kadınmış," dedi Çakır. "Aman takılmayın. Bu hayatta takılmam gereken en ufak bir detay bile değil," dediğimde artık oyunu bırakmıştık. İnsanlar kendinden olan bir çocuğa bile nasıl davranıyordu. Babamın hareketlerinden sonra, halam bende ufak bir yer bile edinmiyordu... Hepimiz birer kahve alıp yarın olacakları konuşmaya başladık. Yeni hayatımızın ilk iş günü olacaktı. Bizi bekleyen neler olacaktı? Peki o gizemli konuşma, henüz duymaya hazır olmadığımız şey neydi?
|
0% |