Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm

@1scintilla

 

Bölüm 7. Bilinmeyenin Başlangıcı

 

Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki eninde sonunda ödetmesidir. Şu veya bu şekilde. Fakat daima ödersiniz.

Ahmet Hamdi Tanpınar

 

 

Bu projeye dahil olduğumda başıma neler geleceğini bilmiyordum. Yapay zekada bir hayvan üretip bu hayvanla ne yapacağımı bilmediğim gibi. Bir de tekrar atmaz diye düşündüğüm kalbimde hoş bir rüzgâr esintisi sürüyordu.

 

 

Düşüncelerinin derin havuzuna daldığın zaman, bazen gerçek hayattan soyutlanırdın. Doğru gördüğünüz ve kendinizi bütünüyle bu doğruya inandırdığınız şey yanlış çıkabilirdi. Peki ya yanlış diye kesinleştirip inandığınız şeyler doğru çıksa ne olurdu?

Gerçek hayatta üç yanlış bir doğruyu götürüyor muydu? Yoksa bir yanlışta bütün doğruların üzeri mi çiziliyordu?

Zihnimde çalan kırmızı alarmların sesi gözümü açınca da devam etti. Ne kadar zamandır oturduğumu bilmediğim koltukta uyuyakalmışım. Güneşin ipeksi dokunuşları gözlerimi yakarken beni uyandıran şeyin odada yükselen ses olduğunu anladım. Bilekliğime ne olduğunu sorduğumda bana bir yeni mesajımın olduğunu söyledi. Mesajda Faysal Bey'in bizi yarım saat sonra kahvaltıya beklediği yazıyordu.

Her gün böyle mi uyanacaktık? Bu alarm değil sirendi resmen. İnsanın içini gıdıklıyordu. Güne pozitif başlamayı bırak eksiye düşmek üzereydim.

Kendime duş için on dakika kuralı koyup hazırlanmaya başladım. Siyah bir pantolon, üzerine boğazı şeritli küçük dekoltesi olan ince siyah kazağımı giydim ve sade bir makyaj yapmaya koyuldum.

Hazırlanıp çıkarken merdivende Levent ve Alya ile karşılaşıp, mutfağa birlikte indik. Herkes masadaydı.

Faysal Bey gülerek "Günaydın çocuklar buyurun oturun lütfen. İş öncesi güzel bir kahvaltı yapmak istedim birlikte" dedi.

Biz de oturduktan sonra hepimiz yemeye başladık. Kısa süre içinde çocuklara bu kadar alıştığımı, Faysal Bey'i sofrada yadırgarken anladım. Tabağıma biraz kahvaltılık alıp çayıma uzandım. Tam tuzluğu alacaktım ki benimle beraber bir elin daha uzandığını, parmağıma değen sıcak parmaklarla fark ettim.

Parmakların sahibi Çakır'dı. Kafamı kaldırdığımda gördüğüm tek şey Çakır değil, ellerimize sabit bakışları olan buz mavilerdi. Neden bu kadar garip bakıyordu? Çakır gülümseyip tuzluğu bana doğru itti. Domateslerime biraz tuz döküp masaya geri bıraktım.

Kahvaltı bittiğinde neredeyse onlarca salon büyüklüğündeki, devasa çalışma odamıza geldik. Yuvarlak, oldukça büyük ve dokunmatik ekranı olan, çevresinde dokuz tane sandalye dizili masaya doğru yürüdük. Herkes kendi için ayrılan sandalyeye oturduğunda asistan yine ayaktaydı ve saç uzunluğu yine değişikti. Bu kadar gerçekçi peruklar var mıydı gerçekten? Faysal Bey boğazını temizleyip konuşmaya başladı.

"Arkadaşlar öncelikle projemizin adı kırk dört." Proje kırk dört mü? Kaç tane daha proje vardı? Onlar başarısız olmuştu da bizi mi devreye sokmuştu? Kırk dördün başka bir anlamı olabilir miydi?

"Burası bir yapay zekâ akademisi bildiğiniz gibi. Proje kıkr dörtte sizden istediğim şey yapay zekada bir hayvan üretmek."

Odada derin bir sessizlik oldu.

"Bu mümkün mü?" diye sordu Alya.

"Sizlere vereceğim teknoloji son düzeyde. Bunu mümkün kılan siz olacaksınız. Bunun için buradasınız."

"Tam olarak ne istiyorsun? Demirlerden bir robot yapıp hayvan formuna sokmayacağız herhalde," dedi Dizdar gergin bir biçimde. Bu adam neden sürekli diken üzerinde oturuyor gibi gergindi?

"Tabii ki hayır. Açıklamak gerekirse, oynadığınız oyunun gerçek versiyonunu düşünün. Öncelikle zihninizde bir hayvan belirleyin. Herkes kendine bir hayvan seçsin. Rengini, boyutunu, özelliklerini bir bir kafanızda kurgulayın. Soyutlaştırıp bütünleştirin. Oturmuş olduğunuz masa, size bu tasarım için yardım edecek." Sözlerine biraz ara verip tek tek yüzümüze baktı.

"Bu projede tek bir hayvan seçme hakkınız var. Özellikleri net olmalı. Onları bir asker edasıyla düşünüp, ileride eklediğiniz bu özelliklerin işinize yaramasını sağlamalısınız. Örneklendirmek gerekirse o kadar hızlı olmalı ki kimse onu yakalayamamalı. Ya da kulakları o kadar keskin olmalı ki kilometreler ötesindeki sesi duyabilmeli ve bize bunu aktarabilmeli. Normal hayvan formlarını ve içgüdülerini düşünün. Tek farkı bizim koyduğumuz kurallarla bizim yönetimimizde olması. Bugünlük hayvan araştırması yapıp seçiminize başlayabilirsiniz. Bilekliklerinize komut verip masayı çalıştırabilir, istediğiniz belgeleri görebilir ve sorular sorabilirsiniz. Kimsenin kafasını karıştırmamak adına bilekliğinizle mesajlaşarak masayı kullanmanızı tavsiye ederim. Herkese kolay gelsin. Yarın sabah görüşürüz," dedi ve odayı terk etti.

"Toparlamak gerekirse bir hayvan seçip, kafamızda tasarlayıp, özellik ekleyip onu yapay zekâ formuna sokmamızı istiyor," dedim hayretle.

"Oyunun son bölümüne gelmiş gibi hissediyorum. Oynarken her şey daha kolay ve basitti." Çakır haklıydı.

"Asıl soru bu hayvanlarla ne yapacak olmalı?" dedi Dizdar kuşkulu bir tavırla.

"Doğru. Hayvanı özelleştirip hayvanat bahçesine gönderecek hali yok ya." güneş telaşlı bir ifadeyle düşünüyordu.

"Asıl dünyanın sonunu getirecek hali yok. İlerleyen zamanlarda anlatır," dedi Alya boş vermiş bir edayla.

"Aynen biz işimize bakalım." Ceyhun da ona destek çıktıktan sonra herkes sessizlik içinde kendi araştırmasına başladı.

Saatler süren araştırmadan sonra yorulmuştum. Kendime bir ajanda ve kalem alıp en gerekli bilgileri not aldım. Kusura bakmayın yazmadan yapılan çalışma benim için çalışma sayılamazdı.

Kafamı kaldırınca Dizdar'la göz göze geldim. Bakışlarında bir ifade yoktu. Hayırdır dercesine başımı salladım. Kaşlarıyla defterimi işaret etti. "Bu kadar teknolojinin içinde kâğıda yazman şart mıydı gerçekten?" dediğinde gözlerimi devirdim.

"Ben çalıştığımı böyle daha iyi anlıyorum. Hem arada açar bakar, kontrol eder not alırım." Sen iflah olmazsın dercesine başını iki yana sallamıştı. "İnstagramdaki fotoğrafı silmişsin. Alan çoktan almıştır ama..." diyerek konuyu değiştirdim.

"Bakıyorum çok ilgilisin instagram fotoğraflarımla. Gizli gizli beni mi stalklıyorsun?"

"Aaa ne stalklıycam seni be?"

"Ne oldu? İçindeki cazgır mahalle kadını ortaya çıktı bakıyorum da." Eğlenerek arkasına doğru yaslandı.

"Hiç de bile. O güzel kaslarının üzerinde minicik pembe bir kumaş parçası giyip attığında, aldığın yorumları merak ettim," der demez dilimin ucunu ısırdım. Keşke kaslarının güzel olduğu detayını vermeseydim.

Yüzünde serseri bir sırıtış meydana geldi. "Demek güzel kaslarım. Yorumları okumadım ama senin yorumunda hiç fena değilmiş. Bundan sonra sana geleceğim."

"Gel de o kaslarının çizgilerini, mutfağımdaki bıçakla belirginleştireyim," dediğimde gülüşü büyüdü.

Levent kafasını pinpon topu gibi bir bana, bir ona çeviriyordu.

"Demek sen belanın ta kendisisin ha? Minik civciv. Kaslarım üzerinde böyle fantezilerin olduğunu bilmiyorum."

Bu ilk uzun konuşmamızdı ve bir anda nasıl bu hâle geldik anlamadım. Dizdar Demirkol sen nasıl bir adamsın? Odadakilere de eğlence çıkmıştı. Bu lafına koro halinde güldüler.

Ona doğru yaklaşıp "Minik civciv demek? Her şeyi böyle minik diye mi adlandırırsın?" diye sordum gülerek.

Çakır artık gülmüyordu. Ceyhun ve Alya lise münakaşasındakiler gibi heyecanla izliyordu.

Buz mavileri bana doğru eğilip kibarca gülümsedi. "Birkaç şey hariç." Bu ses tonu da neydi? Tamam. Kokusunu da duymamaya çalışıyordum. Buz mavisi bakışları içime akar gibi bakıyordu. Sanki bir nehrin içine girdim ve kulaç atıyordum. Sinsi bir gülüş eşliğinde masadan kalkıp ona doğru bir adım daha attım. Bunu hareketi beklemediği şaşkın bakışlarından belliydi. Kulağına doğru eğilip "Anladım." dedim fısıldayarak ve yanından kalkıp içerideki koltuklardan birine kendimi attım. Levent'te yanıma gelip, bacaklarını koltuğun sırt kısmına yaslayıp kafasını aşağı doğru sallandırdı.

Yandan bakışlarımla ona baktım. "Ne? Beynime biraz kan gitsin düşünmekten kör olacağım."

"Açlıktan kan şekerim düşecek gidip bir şeyler yemeye ne dersiniz?"

"Kesinlikle katılıyorum." Ceyhun'a katılan Arda çoktan ayaklanmıştı.

"Şeker gibi kızım ama benim bile şekerim düşecek. Hadi gidelim," deyip Ceyhun'u kolundan çekiştirdi Alya. Arda ile Güneş'te peşlerinden çıkmıştı. Çakır'ın sabahki keyfi yoktu. Dizdar'da bizi bekliyordu galiba.

Ayağımla Levent'i dürtüp şşş diye ses çıkardım. Gözleri kapalı bir şekilde omuzlarını silkti. Bu sefer ayağımı daha sert bir şekilde kullanıp dürtükledim. Tek gözünü açıp yattığı yerden bana baktı ve geri kapadı.

Yavaşça doğrulup ayağa kalktım. Bir anda bağırmaya başladım "Levent koş yemekleri bitiriyorlar," der demez o panikle yalpalayıp takla atarak yere düştü ve ben de kahkahalarımı daha fazla tutamadım. Güldükçe gülesim gelirken Çakır ve Dizdar dikkatle bana bakıyordu. Çakır gülümsüyordu. Dizdar, Dizdar'ın gözleri dudaklarımda mıydı?

Yavaşça gülüşümü durdurup Levent'in kapüşonundan tuttuğum gibi dışarı çıkardım. Diğerleri de peşimizden geldi.

Çakır ve Dizdar birbirlerine hiç iyi bakmıyorlardı. Yalnız kalmaları çok sağlıklı bir fikir değil gibiydi.

Mutfağa girdiğimizde Levent hayal kırıklığıyla, bir pırasa yemeğine bakıyordu bir bana. "Desene kuru çorbaya talim olduk." Ben de pırasa yemeğini hiç sevmezdim. Çünkü pırasayı çiğ yemeği seviyordum. Evet. Çiğ yerdim. Tuzlaya tuzlaya. Çocukluktan gelen bir alışkanlığımdı ama neyse ki bunu onların yanında yapmayacaktım.

Ceyhun'da neredeyse ağlayarak kaşığı ağzına götürüyordu.

"Ya Gökçe bizi bunların eline bırakma. Her gün birimiz sana yardım etsek de yemekleri sen yapsan he? Olmaz mı? Bence süper fikir," dedi Levent.

"Kesinlikle katılıyorum." Ceyhun kafasını hızla sallayarak onayladı.

"Olabilir." Neşeleri bir anlığına gelip, pırasayı baktıklarında yok olmuştu. Onların bu haline gülerken çorbamı içmeye devam ettim.

"Üstünde baskı kurmayın size yemek hazırlamak zorunda değil." Bu tepki Dizdar'dan geldi. Kibarlıktan onayladığımı falan sanıyordu sanırım ama yemek yapmak benim hobimdi.

Yemekten sonra yine film izlemeye karar verdik. Herkesten önce gidip en sevdiğim koltuğa uzandım. Dizdar bana tip tip bakarken, Çakır da ayak ucuma oturmuştu. Tamam, başka bş yer vardı ve bu durum gittikçe garipleşiyordu.

Filmin yarısına doğru Tom'un Jerry'nin peşinden koşacağım diye, kendini uyanık tutmaya çalışıp, göz kapaklarına çubuk sıkıştırdığı gibi kaldığımı hissettim.

Uykunun derin kolları beni kendine çekerken, minderine yerleşmeye çalışan kedi gibi kıvrılıp, olduğum yerde gözlerimi yumdum.

Bir süre sonra uykunun kollarını kaslı kollar devralmıştı. Havalandığımı hissettim ama hiç tepki verecek dermanım yoktu. O an benim için kelebeklerle birlikte kanat takıp, boşluğa doğru yükselmekle aynı şeydi. Sonra gözlerimi açmam gereken bir ses duydum.

Yavaşça yumuşak bir zemine bırakılırken, derin bir nefes sesi işittim. Ardından tek bacağımı kendime çekip favori uyku pozisyonumu ayarladım. O sırada hafif bir gülme sesi çalındı kulağıma. Neydi bu böyle uykumun ortasında diye düşünebilecek, ama asla kafaya takmayacak yorgunlukla uykuma devam ettim.

       

Gözlerimi açtığımda gökyüzündeki bulutlar sanki elimi uzatıp onları alabilecek yakınlıkta duruyor ve tıpkı bir pamuk şekeri gibi gözüküyordu. Küçükken bulut yemek isteyen tek ben olamazdım.

Gökyüzü güzel olunca, ister istemez enerjim yükseliyordu. Sirenden önce uyandığım için daha da iyi hissediyordum. Ta ki buraya nasıl geldiğimi hatırlamayana dek. Bu soruyu kızlara sormaya karar verip, kendimi ılık suyun içine bıraktım. Hâlâ balkondaki mini havuzumun tadını çıkaramamıştım ve bunu en kısa zamanda yapmayı aklıma not ettim.

Saçlarımı havluya sarıp hazırlanmaya başladım. Beyaz bir kot pantolon, üzerine pudra renk, ince bir badi giydim. Saçlarımı kurutup, makyajımı yaptıktan sonra aşağı indim.

Kahvaltı faslından sonra hepimiz devasa büyüklükte çalışma odamıza çıktık. Tabii ki defterimi de yanımda getirdim. Bu sırada arkadan Alya ve Ceyhun'un kahkaha sesleri geliyordu. İçimden bir öğretmen edasıyla, gülünecek bir şey varsa söyleyin biz de gülelim derken birine çarptım. Belimden yakalayıp beni düşmekten kurtarmıştı. Bana bu kadar yakın mı yürüyordu? Boğazımı temizleyerek teşekkür ettim. O ise sadece göz kırpmıştı. Tamam göz kırptı diye büyütecek değildik.

Yanımda suratsız bir şekilde oturan Levent'e dönüp "Hayırdır bugün çok neşelisin?" diye sordum.

"Sanki senin çok farkın var soğuk nevale." dedi. Ona gözlerimi devirip cevap vermedim. Soğuk nevale, genelde insanlar arkamdan böyle seslenirdi. Kendileri çok matah bir şeymiş gibi sürekli onlara gülüp cana yakın olmamı beklerlerdi. Buradakilere daha sıcak davranıyordum üstelik.

Herkes çalışmalarına başladığında ben de ekranıma odaklandım. En sevdiğim hayvan üzerinde çalışıp, ekleyeceğim özellikleri düşündüm.

Tilkiyi seçecektim. Görünüşlerine ve zekasına hayrandım. Evet, benim hayvanım kesinlikle tilki olmalıydı. Kızıl tilki. Tilkiler tek eşliydi. Ömürleri boyunca tek bir eşleri olurdu ve çok asil bir duruşları vardı.

Bu bilgiyi henüz kimseyle paylaşmamıştım. Birinin kafasını eğip aldığım notlara baktığını görünce hemen kitabımı kapattım.

Çakır "Seni izliyordum harıl harıl ne yazdığını merak ettim," dedi.

"Aklıma yatan bilgileri not tutuyorum ama henüz paylaşmaya hazır değilim."

Dizdar kafasını kaldırıp "Milleti izleyeceğine işini yap," dedi.

Çakır gerilmişti. Aynı benim gibi. "Gözlem yapmayı seviyorum. Kafamı dağıtıyor."

"Faysal geldiğinde bir sonraki seviyeye geçememiş olursak. Ben de sendeki etkileri gözlemlemeye başlayacağım" dedi Dizdar meydan okuyan bir tavırla.

Çakır tam ağzını açacağı sıra sinirlendim. "Aaa tamam lütfen yerine otur. Zaten herkes gergin birbirinizi daha fazla gerip durmayın."

Buz mavileri içimi donduran bir bakışla gözlerime baktıktan sonra, gözlerini çekti. Ama soğukluğu ciğerime kadar işlemişti. Ne yapmaya çalışıyordu? Bunların derdi neydi?

Yeteri kadar çalıştıktan sonra yemek yemeye indik. Levent'e bile yemeği hatırlatan bendim. Ceyhun Alya ile, Güneş'te Arda ile konuşuyordu. Geri kalanımız sus pus oturuyordu. Güneş'in Arda ile konuşurken oldukça çekingen olduğunu fark ettim.

Sessizlikten sıkıldığımı söylediğimde, Levent eline bir gitar alıp gelmişti. Yine ne varsa aramızdaki en geç kanda vardı.

Ayağa kalkıp şarkıya başlarken kendi etrafımda dönüp dans etmeye başladım. Buraya yeni bir ben olarak başlayacağıma söz vermiştim. Güneş ve Alya'yı da elinden tutup kaldırınca, onlarda bana eşlik ettiler. Madem yeni bir sayfa açıyorduk, üzerimizdeki ölü toprağını atma vaktiydi.

Al aşkım beni yanına dalmışım sarhoşluğuna

Bir ömrü senle aşalım al uçur beni sonsuza

Kaybetmek varsa ne çıkar

Aşkta yer yok hiç korkuya

El ele tutuşup kendimizi bir ileri bir geri atıyor, ortada birleşiyor, tekrar etrafımızda dönüyorduk. Sözleri Bora Ebeoğlu’na ait olan bu şarkının hissettirdiği duygular çok güzeldi.

Öyle günler var ki baştan sonu gelmiş

Böyle istenmiş sen yaşamalısın

Ayrılık beter ölümden tanrı yazmasın

Aşkımı benden kimse ayırmasın

O sırada Dizdar hiç beklemeyeceğim şekilde ayağa kalktı ve bana eşlik etti. Bir anlık duraksadıktan sonra şarkıya devam ettim. Alya kaşlarını kaldırıp indirip bana gülerken, ona gözlerimi devirdim. Dizdar... Ne yapmaya çalışıyorsun be adam? Neden bana böyle içten bakıyorsun? Daha yeni tanışmış olmamıza rağmen neden bana böyle hissettirmiyorsun?

Biz dünyayı çok sevdik ölüm bizden uzak olsun

Aşık olduk yüreklendik kader bizden yana dursun

Ellerimden tutup beni kendine çekti. Sonra itti. Göz temasını asla kesmiyordu. Benimle gözleriyle konuşuyordu. Anlamak isteyene çok şey anlatıyordu ama anlamak isteyeceğime hazır olduğumu sanmıyordum.

Hasretliği çektirme Tanrım gözümüz yollarda kalmasın

Ne istersen al götür ama sevda bize aşk bize kalsın

Beni tekrar hızla kendine çekince göğsüne yapıştım. Nazikçe yeniden itti. Tek kolumu havaya kaldırıp kendi etrafımda döndürdü. Bu sırada hareketlerimizi kesmiyorduk. Müziğin ritmine kapılmıştık. Dansa başladığım andan itibaren sanki orada bizden başka kimse yoktu. Yumuşak bir zemin üzerinde süzülüyor etrafıma yıldız tozları serpiştiriliyordu. Sanki şeffaf balonun içindeydik ve balon bize göre şekilleniyordu.

Al canım beni yanına sevgiye çoktan acıktım

Sen miydin kaderden yana işte ben de sana düştüm

Kaybetmek varsa ne çıkar aşkta yer yok hiç korkuya

Beni tekrar kendine doğru sertçe çektiğinde hem şarkı söyleyip hem dans ettiğimden nefes nefese kalmıştım. Yüzlerimiz arasında az bir mesafe vardı. Kitlenmiş gibi bana bakarken, asla utangaç biri gibi davranıp gözlerimi ondan kaçırmıyordum.

Etrafımızda bir alkış tufanı koptuğunda hala birbirimizden ayrılmamıştık. Alkışlamayan tek kişi Çakır’dı.

"Gözlem yapma konusunda iyi misindir?" diye sordu.

"Oldukça," diye cevap verirken nefesim ona çarpmıştı.

Kulağıma doğru eğilip "O zaman bu olanları şarkı dahil kafanda yeniden düşün ve gözlemle," dedikten sonra arkasını dönüp ortak salondan ayrıldı.

Ben de yorulup koltuğa yığılmıştım çoktan. Huh, bu neydi şimdi. Bu ilk dansım değildi, ama böyle hissettiğim ilk danstı. Bir an önce kendime gelmeliydim.

"Çok iyi dans ettiniz," dedi Güneş.

"Sesin de çok güzel Gökçe, insanı asla rahatsız etmiyor." Arda da kendi yorumunu yapınca hafifçe gülümseyip teşekkür ettim. Alya her şeyi anlamış gibi bakıyordu. Ona gözlerimi yeniden devirdikten sonra omzumu silkip bende odadan ayrıldım.

Dışarıda biraz hava alıp mutfakta oyalandım ve odama çıktım. Gökyüzünü seyretmeyi gece gündüz çok severdim. Gündüz bulutları, gece yıldızların parıltısını.

Annem çocukken bana yıldızları gösterip onlara baktıkça hayal kurabileceğimi anlatırdı. Şimdi ise kurabileceğim bir hayalden çok, yıldızlara baktığımda annemi hatırlıyordum. Ne çok isterdim yanımda olsun. Kokusunu alıp ona kocaman sarılayım ve yaşadıklarımı anlatayım. O da bana akıl versin. Yaşım kaç olursa olsun anne kucağına her zaman ihtiyacım vardı.

Omuzumdaki lotus çiçeği dövmesine gitti elim. Annem beni severken hep önce omuzuma bir öpücük kondururdu. Lotus çiçeği bana annemi hatırlattığı için, onun dokunuşunu hissettiğim yerde, ona ait kalıcı bir iz bırakmak istemiştim.

Dövmemin hikayesini şimdilik sadece ara sıra not tuttuğum günlüğüm biliyordu. Düşünceler boğuşurken kapımın önüne geldim. Yerde gördüğüm kutuyla beraber şaşırdım ve içine baktım. Şaşkınlığım gördüğüm şeyle beraber daha da artmıştı.

İçinde rengarenk boyanmış cevizler vardı...

Loading...
0%