Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@1scintilla

Bölüm 5. CAN KIRIKLARI

 

 

Ben bugün bir haber aldım: bitti hayatın tadı

Bu haber bırakmadı dudağımda tebessüm, kalbim oyuldu yer yer,

Aman Yarabbi, meğer ne acıklı imiş ölüm...

Sabahattin Ali

 

Geçmiş

 

Kocam uyuşturucu kullanıyordu, evdeki eşyalar yoktu ve borcuna karşılık beni mi veriyordu? Tüm varlığımda ürperdiğimde olduğum yerde donakalmanın iyi olmayacağını düşündüm. Güzellik kavramından tüm ruhumla tiksinirken geriye doğru bir adım attım. Duyduklarımın korkunçluğunu idrak etmek istemiyordum.

 

Babamın "Bu kılkuyruktan sana koca olmaz, gözüm tutmadı, seni hak etmiyor," cümleleri beynimde çınlarken korku dolu bir iç çektim. Elim kalbimde geriye doğru gitmeye devam ederken düşürdüğüm askılıkla birlikte yerimden sıçradım.

 

"O ses neydi? Karın mı geldi?"

 

"Bakayım."

 

"Çekil aptal, önünü bile göremiyorsun."

 

Hızla koşmaya başladığımda ayakkabılarımı henüz çıkarmadığım için şükrettim.

 

"Dur! Kaçıyor, dur dedim."

 

Adım sesleri beynime vurulmuş bir balyoz gibi çarparken elimden kayıp düşen poşeti almak için uğraştım. Onu burada bırakamazdım. Adam hâlâ peşimdeydi ancak avantajım bu sokağı ondan iyi biliyor olmamdı.

 

"Dur dedim orospu! Sen artık benim malımsın."

 

Bedenim titrerken daha hızlı koşmaya çalıştım. Kasıklarıma giren sancıyla sarsılırken korku iliklerime kadar işlemişti.

 

"Lütfen, lütfen şimdi değil, gücümü tüketme ve kaçalım. Kurtulmamız lazım... birlikte."

 

Sessiz fısıltım ve kısa boylu olmamın avantajıyla daha öndeydim. Tükürükler saça saça peşimden gelirken tehditler savuruyordu. Duyduklarımdan sonra geride bıraktığım şey umurumda bile değildi. Aynı yastığa baş koyduğum adam bana bunu nasıl yapabilmişti?

 

Taş sokakların içine girdiğimde köşeyi döndüm ve gizli kapıdan içeri hızla girdim. Elimdeki poşetin seni çıkmasın diye göğsüme bastırmıştım. Merdivenleri hızla tırmanıp çatıya doğru çıktım. Burada saklanabilirdim diğer çatılara atlarsam kasıklarımdaki ağrının ok gibi saplanacağına emindim.

 

Bir bacanın ardına gizlendiğimde bir süre soluklandım. Elim sanki ağrısını geçirecek gibi kasıklarımın üzerindeydi. Tam bitti sakinleşebilirim derken küçük demir kapının gıcırtısını işitti kulaklarım. Beni bulmuştu. Kalbim ağzımda atarken olası ihtimaller beynimde sıralandı. Burada bağırsam kim duyardı?

 

Bana bir şey yapmaya kalkarsa aşağı atlamak bile geçti aklımdan. Lakin bunların hiçbiri olmadı. Çatıya yakın balkonların birinde elini sallayan biri dikkatimi çekti. Gel deyip elini uzatan bu yabancının eline her şeyden çok ihtiyacım vardı şu an. Çatı katından sessiz adımlarla köşedeki balkona doğru uzandım. Camı açan kişi beni içeri aldığında arkamı dönüp bakmaya cesaret ettim. Peşimden koşan adamın arkasının dönük olduğunu gördüğümde ise derin bir nefes verdim.

 

"Bugün iki kişinin hayatını kurtardın, teşekkür ederim," dedikten sonra hiç vakit kaybetmeyip hızla ayrıldım oradan da. Korkudan beni kurtaran kişinin yüzüne doğru düzgün bakamamıştım bile. Ara sokaklardan hızlı adımlarla sıyrılıp işlek bir caddeye geldiğimde duraksadım. Anın harareti biraz daha söndüğünde kasıklarıma saplanan bıçak daha belirgin olmaya başladı.

 

Panik yaptığım için kalbim de sıkışıyor gibi hissediyordum. Dişlerimi sıkarak bir yerden tutunmaya çabaladım. Hızlı atan kalbime inat zaman yavaş işliyordu. Başım mı dönüyordu yoksa etraftaki insanlar mı sallanıyordu anlamadım.

 

"Ahh!"

 

"Kızım, iyi misin?"

 

Yaşlı bir teyzenin sesini duyduğumda sanki bunu bekliyormuş gibi ağlamaya başladım.

 

"Bebeğim, bebeğim!"

 

"Hamile misin? Sancın mı var yavrum? Biri ambulansı arasın!"

 

"Gitmesin, o da beni bırakmasın?"

 

"Düşük ihtimalin mi vardı kızım? Kaç haftalık?"

 

Doktorla olan konuşmam aklıma gelirken dişlerimi sıkarak cevap verdim. "Altı." buruşturduğu yüzüne bakılırsa bu tehlikeli bir şeydi. Elimi tutan kadından destek alarak bağırmamaya çalışıyordum. Başıma gelen bu rüsva durumun utancını adlandıracak bir kelime yoktu.

 

Bir bankın üzerine oturtulduğumda birileri su uzattı. Gözyaşlarım eşliğinde içtiğim tuzlu suyun tadını hayatım boyunca unutmayacaktım. Tıpkı bana bu acıyı yaşatan adamın adiliğini unutmayacağım gibi.

 

Gözlerim acıdan ve stresten kaymak üzereyken uzaktan duyduğum siren sesleri biraz olsun rahatlamamı sağladı. Teyzenin sağlık personellerine bilgi verdiği işittim yarım yamalak. "Lütfen onu benden almayın, bırakmasın beni ne olur." Fısıltımın ardından sedyeyle ambulansa taşındım ve sonrası yoktu.

 

Yaklaşık on kere gözlerimi açmaya çalışırken yorgunluğum yadsınamazdı.

 

"Uyandınız sonunda. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?"

 

Hemşire başıma gelip soru sorduğunda en son neler olduğunu sorguladım. Elim karnıma gidip korkuyla kalkmaya çalıştığımda ise engellendim. Kolları beni geriye bastırırken "Sakin ol, korkma. Her şey yolunda. Ailene ulaşmamızı ister misin?"

 

"Yok, hayır. Daha iyi hissediyorum, o iyi mi?"

 

"O iyi biraz dinlenmesi gerek sadece. Hassas bir dönemden geçiyorsun sanırım. Stresten ne kadar uzak durursan gebeliğin o kadar yolunda gider. Ağır kaldırma, bir süre iş yapma gerekirse, tamam mı?"

 

"Tamam."

 

O iyiydi, beni terk edip gitmemiş yanımda kalmıştı. Bana tutunmuştu. Yaşadığımız bu zor ana rağmen benimle kalabilmişti. Gözyaşlarım iki damla şeklinde birden dökülürken, hemşirenin hüzünlü bakışlarını hissediyordum. Gülerek ağlamanın tadını yalnız bunu yaşayan anlardı.

 

"Serumun bitince çıkabilirsin. İşlemlerin tamam. Reçeteni buraya bırakıyorum vitaminlerini ihmal etme ve en büyük ilacın gülümsemek olduğunu unutma," diyerek sevecen bir şekilde konuşup çıktı.

 

Ne yaşamıştım öyle? Nasıl stresten uzak durabilirdim. Kocam, yıllarımı verdiğim kalbime aldığım adamın yaptıklarını yiyip yutamazdım. Bunu ise onun yanına asla bırakmazdım.

 

Serum bitince hastaneden çıktım ve sanki gidecek yerim belliymiş gibi sağ tarafa yöneldim. Belli değildi ne yapacağım... ne düşüneceğim meçhuldü. Hastanenin dışında kalan kısımda park görünce oraya doğru gittim.

 

Çocukların oradan oraya koşturduğunu izlemek bir müddet de olsa aklımı dağıttı. Çocuğunu sallayan anne, düşecek diye her an yanı başında bekleyen bir diğer anne... Hepsi korumacıydı. Elim karnıma giderken onun için ne kadar korumacı olduğumu düşündüm. Az daha onu kaybedebilirdim. Ancak bu kaçışa girmesem çok daha kötüsü ve adisi olabilirdi.

 

Elimde siyah kırtasiye poşetiyle birlikte bankın üzerinde yapayalnız oturuyordum. Poşetin içinde bebeğimin haberini vereceğim bir emzik, çorap ve test aletim vardı. Elimdeki bu aptalca poşetle birlikte evden kaçmıştım. Onu neden can havliyle bırakmadığımı anlayamadım.

 

Parmak boğumlarıma kadar sımsıkı tuttuğum bu poşet yeni bir varlığın anlamıydı çünkü. Ne kadar siyah basit bir poşet olsa da içindekinin varlığı çok büyüktü. Altını çamura bulasak nasıl değerinden bir şey kaybetmezse o da öyleydi. Benim altınım, en değerli varlığım. Poşetimi orada bırakmam varlığını öğrenmesi anlamına gelirdi.

 

Aferin sana Leyla, aferin kızım harika bir kriz yönetimi geçirdin, şimdi derin bir nefes alma vakti.

 

Gözlerim yeniden parkın boşluğuna dalmaktan kurtulup çocuklara çevrildi. Bir elinde annesi diğer elinde babası olan minik kız çocuğu şen kahkahalarla koşuyordu. Şimdiden onun bir elinin boş kalacağı geldi gözümün önüne. Ben ona hem anne hem baba olurdum ama o bunu ne kadar kabul ederdi bilmiyorum.

 

En mutlu günüm en mutsuz günüme çevrildiğinde gidebileceğim tek annemin yanıydı. Anneler çocuklarını her koşulda sever ve korur biliyordum. Taze bir anne adayı olmama rağmen hislerim kalbimden böyle yoğun taşıyorsa, kendi annem kim bilir neler yaşıyordu?

 

Çocukluğumun geçtiği evin kapısının önünde kaç dakika dikildim bilmiyorum. Sorun şuydu ki bu evliliği yapmamı babam onaylamamıştı. "Bu çocuktan adam olmaz, kaşı gözü ayrı oynuyor," diyerek yaptığı yorumların ardı arkası kesilmese de biçare kalbim sevgisini tatmıştı.

 

Aşkın gözü gerçekten kör oluyordu yoksa babamın bunca ısrarına rağmen istiyorum demezdim. Büyüklerin biz senin iyiliğini istiyoruz lafı bazen bize batıyordu ama altı çok dolu bir cümleydi. Bu yüzden süreçte babam benimle oldukça az ve kısa görüşmüştü. Kırgınlığını kilometrelerce öteden hissedebiliyordum.

 

Bahçe kapısının önünde bir adım daha atmaya cesaretim yoktu. Elimi karnıma götürüp onun bana yardım etmesini diledim. Bir dergide, bebeklerin anne karnında bozulan organ dokularını tedavi ettiği gibi bir şey okuduğumu hatırlıyorum. Peki yine aynı bebekler bozulan duygu durumumuzu da tedavi edemez miydi? Saçmalıyordum, varlığı şifaydı.

 

İçeriye şimdi giremeyeceğimi düşünüp arkamı dönüp bir adım attığımda evin kapısının açıldığını duydum. Babam, anneme söylene söylene dışarı çıkmıştı.

 

"Bu çöpler niye hep bana kalır anlamam ki?"

 

Ses tonunu duyduğumda içime oturan taş hafifçe kıpırdadı. Adımlarım olduğu yerde kalırken onun da sesi kesilmişti. Çöp kutusu dışarıdaydı ve yanımdan geçmesi gerekirdi. Fakat ne o ne ben yürümek adına hiçbir atak yapmadık.

 

"Leyla?"

 

Adımı seslenmesiyle birlikte omuzlarımdaki yük kuş olup uçtu. Omzumun üzerinden babama dönüp baktığımda gözlüğünün üzerinden beni izlediğini gördüm. Tamam ilk adımı o attığına göre devam edebilirdik. O benim babamdı ve ona ihtiyacım vardı.

 

Bedenimi tamamen ona çevirdiğimde fısıltım, esen meltemle birlikte kulaklarına doldu. "Baba..."

 

Yüzümü dikkatli bir şekilde izleyen babam yolunda gitmeyen şeylerin olduğunu anlayıp bir adım daha attı bana.

 

"Kızım?"

 

"Babam," deyip koşmamaya çalışıp hızlı adımlarla yanına ulaştığımda atladım boynuna. Elindeki çöp poşeti yere düştüğünde içinde cam bir eşyanın olduğunu betonda çıkardığı o tiz sesle anladım. Kalbimi anlatan bir görsel olsaydı eğer bu her yere saçılan ve tuz buz olan camkırıkları oluyordu.

 

Cam kırıkları içimi öyle derin kesip parçalamış ve canımı yakmıştı ki artık adı can kırıklarıydı.

Loading...
0%