Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm

@1scintilla

Bölüm 7. Zihnime Süzülen İstek

 

❝𝓰𝓮𝓻𝓬𝓮𝓴𝓽𝓮𝓷 𝓴𝓾𝓵 𝓸𝓵𝓶𝓪𝓭𝓪𝓷 𝓴𝓮𝓷𝓭𝓲𝓷𝓲𝔃𝓲 𝓷𝓪𝓼𝓇𝓽 𝔂𝓮𝓷𝓲𝓵𝓮𝔂𝓮𝓫𝓲𝓵𝓲𝓻𝓼𝓲𝓷𝓲𝔃❞

 

Gerçekten kül olmadan kendinizi nasıl yenileyebilirsiniz?

Nietzsche

 

 

 

 

İnsanlar çaresiz kaldıkları o anlarda ne yapıyordu? Öylece boşluğa dalıp giden oluyordu eminim. Bir yerleri dağıtan, bağıran çağıran... herkes bir şekilde içindeki yükü boşaltıyordu. Bizim babamla yaptığımız bir yöntem vardı ki şu an farkında olmadan onu yapmıştım çöktüğüm yerde. Toprağı biraz kazıp içine öfkemizi kustuktan sonra geri kapatıyorduk. Artık öfkemiz toprağa karışıp gidiyor ve bizi rahat bırakıyordu.

 

Çocuk aklımla babama ya bahçedeki ağacın meyveleri öfkeli doğarsa diye sorduğumu ve babamın buna kahkaha attığını anımsayınca dudaklarımda buruk bir gülümseme oldu.

 

Kendimi toparlayıp okula doğru yola çıktım. Hayatın şartları her zaman içimi kendimi toplayıp devam etmeme yol açıyordu. Bir gün her şeyi boşversem ne olurdu? Boş versene... Bunu asla yapamacağım.

 

Bugün sahne sanatları dersi vardı. Otobüse bindiğimde dolu olmadığını görmek sevindirdi. Çünkü burası son durağa yakındı. Başımı cama yaslayıp yol boyu düşünme fırsatım olacaktı ve korkarım ki takip ediliyordum.

 

Kampüsün içine girdiğimde ilk işim dolabımdan eşyalarımı almak ve fazlalıkları bırakmak oldu. Mektuba dair bir iz yoktu ama dolabın üzerindeki sembol hâlâ duruyordu. Diğer dolaplara da çaktırmadan bakmış fakat benzer bir şey bulamamıştım.

 

Büyük konferans salonuna indiğimde kalabalığın ön taraflara dağılmış olduğunu gördüm. Uygulamalı olarak bir piyes sergilenecek ve biz de detayları, nefes kontrolünü, partnerimize uyumu öğrenecektik.

 

Şu an sahneye örnek olarak çıkacak havada olmadığım için en köşedeki kırmızı koltuğa geçtim. Salon yavaş yavaş dolduğunda burnuma yine o parfümün kokusu çarptı. Etrafımı şöyle bir taradım arkamı dönüp ama kimseyi göremedim. Tam önüme dönerken ise yanımda ayakta dikilmiş birini gördüm.

 

İrkilerek çekilip elimi kalbime koyduğumda yüzündeki sert ifade bir tık yumuşadı. Gözlerim ona dehşet içinde bakarken o bana oldukça normal bakıyordu. Bu kokunun sahibiyle ilk kez göz göze gelişimdi. Hatta siması da çok tanıdık geliyordu. Bir süre öylece baktıktan sonra sessizliği o bozdu.

 

"Bir şey mi diyeceksin, niye bakıyorsun?" diye sorduğunda şaşırdım.

 

"Yok, ne diyebilirim ki?"

 

"İyi."

 

Ne garip bir ilk konuşma olmuştu? Koskoca salonda hiç yer yokmuş gibi gelip hemen yan koltuğuma oturmasını neye bağlayabilirdim? Üstelik en köşede oturuyordum ve çıkma ihtimali yoktu. Garip bir atmosferin içindeydim şu an. Derin bir nefes alıp kendimi telkin ettim. Sınıf arkadaşımla yan yana oturmamızda bir mahsur ve yanlış anlaşılacak bir şey yoktu. Üstelik adamı değil sadece kokusunu beğenmiştim.

 

Dersin öğretim görevlisi içeri girdiğinde başka bir diyaloğumuz olmadı. Işıklar kapanınca arada bana çevrilen kafasını hissediyor ama dönüp bakmıyordum. Kendimi insanlara kapatalı çok olmuştu. Barış'tan sonra erkeklerin hepsinden ayrıyeten soğumuştum. Erkeklerden nefret! Bu yüzden birine tahammül seviyem yüzde bir falandı. Pili azalan telefon tedirginliği veriyordum etrafa.

 

Yanıma oturduğu için anlamsız bir şekilde verimli bir ders işleyememiştim. Bunun üzerine ışıklar açıldığında kalkmak için bir hareket de yapmadı. Bacakları yayvan bir şekilde durduğu için önünden de geçemezdim. Hint filmleri gibi bir tökezleme sahnesinde adamın kucağına düşme ihtimalim bile vardı.

 

Hafifçe kıpırdanıp geçeceğimi belli ettim ancak o önündeki deftere bazı notlar almakla meşguldü. Boğazımı temizledim ancak yine etkili olmadı. Salonun yarısı çoktan boşalmıştı bile. Bugün de sahnem vardı ve ben burada oyalanamazdım.

 

"Pardon geçebilir miyim?"

 

"Geçemezsin?"

 

"Anlamadım?"

 

"Şu an olmaz, aklımdakini not alıyorum."

 

"Senin hafızan taze kalacak diye ben geç kalacağım, çekilir misin lütfen?"

 

"Şu an olmaz," deyip koltukta daha rahat oturdu. Derdi neydi bunun, çatmıştık gerçekten. Geçemeyeceğimi anlayınca kırmızı koltuğun üzerine bastım ve kalıplı bedeninin üzerinden bir bacağımı sarkıtıp diğer koltuğa uzattım. Kendini geriye çekip kaşları havaya kalkarak bana baktı. Eh, bu hareketime salonda bulunan kişiler de ne yazık ki, şahit olmuştu.

 

"Vaav." Ağzından dökülen kelimeye hayretle dönüp bakakaldım. Koltuğun üzerinden yere zıpladığımda homurdanarak "Geçtim işte," dedim. Duyacağını sanmıyordum ama cevap bile vermişti.

 

"Görüyorum, son derece başarılıydı."

 

Ciddi çıkan ses tonuna biraz daha sinirlenerek omzumun üzerinden ters ters bakacaktım ki dudağında saklı hafif gülümsemeyi görüp önüme döndüm. Neyse uzatılacak bir şey yoktu. Çoluk çocukla uğraşmayıp işe geç kalmadan gitmem lazımdı.

 

Koştur koştur otobüse yetişip Harmoni'ye doğru yol aldım. Mekândan içeri arka kapıdan girsem de coşkulu bir kalabalığın beni beklediğini biliyordum. Hızlıca üzerimi değiştirip makyajımı tazelediğimde alkışlar eşliğinde yerime geçtim.

 

Loş ışığın altında mikrofonu elime aldığımda kendimi oldukça cesur hissediyordum. İnsanları neşelendirmek için hareketli bir şarkıyla giriş yaptım. Bateriyi çalan iş arkadaşım sayesinde kalbim gümbür gümbür atıyordu. İlk şarkıdan sonra köşedeki açılmamış şişeden biraz su içip boğazımı yumuşattım.

 

Bizim garson yine mahcup bir gülüşle geliyordu yanıma. Peçeteyi elinden aldıktan sonra açıp merakımı giderdim.

 

Senden güzeli mi var?

 

Bu manidar şarkılar biraz artmış mıydı yoksa ben mi kuruntu yapıyordum? Şarkıya başladıktan sonra maskeli gözlerim müşterilerde dolanmaya başladı.

 

Hayran oldu gülüm

 

Bu dünya aşka büründü

 

Başka başka diyarda bi' benden güzeli mi var?

 

Bakışlarım sonunda birine mıh gibi çakıldığında şaşkınlıktan neredeyse duraksayacaktım. Elindeki kahvenin fincanını bana doğru uzatınca ona manalı bir baş sallaması yaptım. Daha bugün göz göze gelip muhatap olduk diye buraya mı gelmişti? Burayı nereden biliyordu?

 

Bu yol uzun ben beklerim günahım neyse

 

Sen canım al ben razıyım bir hazin söze

 

Senin gönlün bendedir yar, bendeki sende

 

Bir başkasına yaramaz bu can üzülme

 

Dün hissettiğim koku da kafamı karıştırmıştı ama netice bir parfüm birden çok kişide olabilir deyip takılmamıştım. Kendimi sakinleştirip sıradaki iki şarkımı daha söyledikten sonra alkışlar eşliğinde sahneden ayrıldım.

 

Patron bugün hasılat iyi diye günlük paramın iki katını verince şifa gibi geldi. Hızla giydiğim gibi üzerimi değiştirip saçlarımın maşası belli olmasın diye ördüm, annem bunu sorgulamamalıydı. Kafenin arkasındaki personel çıkışından çıkıp ön tarafa doğru geçecektim ki buna gerek kalmadı.

 

Elinde sigarasıyla duvara yaslanmış beni bekliyordu çünkü. Üstelik paşam ayağına gideceğimi bildiği için yerinden milim kıpırdamıyordu. Önüne geçip hırsla kollarımı birbirine kavuşturdum.

 

"Sen beni mi takip ediyorsun?"

 

"Hoş bir denk geliş sadece."

 

"Yani takip ediyorsun. Dün de mi geldin?"

 

"Bunu nereden çıkardın? Yoksa kamera kayıtlarında beni mi arıyorsun?"

 

Al işte, bir tazı gibi kokunu takip ediyorum diyemezdim. Kamera benim de aklıma gelmişti fakat bu şıkkı da sonraya ertelemiştim.

 

"Ne münasebet?" Gözlerimi kısarak baktığımda benimle oynayanın o olduğunu düşündüm. Bu tesadüfler çok olmaya başlamıştı. "Yoksa o zarfı dolabıma sen mi bıraktın?"

 

İlgisini çeken, kendi hakkımda bilgi verdiğimi anlayınca göz bebekleri merakla ışıldadı.

 

"Biri dolabına zarf mı koyuyor?"

 

Neydi bu sert ve ciddi ses tonu?

 

"Etrafımda bu kadar dolaştığına göre sen koyuyor olmalısın?"

 

"Hayır ama her kimse bulurum. Bu fikir neden benim aklıma gelmedi ki?"

 

"Dolabıma zarf mı koymak isterdin? Ne için?"

 

"Halini hatırını sormak için. Malum seninle güncel yollardan değil, ilkel yollardan iletişim kuruluyor."

 

"Bunu da nereden çıkardın?"

 

"Zorunda olmadıkça kimseyle konuşmuyor ve onları hayatına almıyorsun?"

 

"Beni mi gözlemliyorsun? Sapık mısın nesin kardeşim git işine."

 

"Kardeşim deme. Bir sapık olsam karşına çıkmazdım herhalde. Seninle konuşmaya çalışıyorum."

 

"Üzgünüm birileriyle konuşmak istemiyorum."

 

"Gizlediğin şey ne?"

 

"Bir şey gizlediğimi de nereden çıkardın?"

 

"Göz bebeklerin neden büyüdü o zaman"

 

"Yüzüme bu kadar dikkatli bakmayı kes!"

 

"Başka yerlerine mi bakmamı tercih edersin? İşte o zaman sapık diye bağırma ihtimalin olur," deyip güldüğünde afalladım. Gülmek yüzüne yakışıyordu ve bunu bir daha düşünmeyecektim.

 

"Bu kadar yeter," diyerek arkamı dönüp gittiğimde müdahale etmedi. Oysaki kolumu tutarsa diye kendimi saldırıya bile hazırlamıştım. Biraz daha ilerledikten sonra merakıma yenik düşüp omzumun üzerinden ona baktım.

 

Elindeki sigaradan son kez çekip dumanı bana doğru üflediğinde anında yüzüm kırıştı. Dudakları hoşuna gitmiş gibi yeniden kıvrılırken işaret ve orta parmağını birleştirip alnına götürerek asker selamı verdi ve elleri cebinde sokaktan ayrıldı.

 

Sigarayı sevmezdim, kokusundan rahatsız olurdum. İnsanların neden bu kadar aşkla içtiklerini ise bir türlü anlamazdım. Onu çaktırmadan incelediğimde kolunda oldukça pahalı marka bir saat gördüm. Maddi durumu yerinde biri gibi duruyordu. Başımı

iki yana sallayarak bundan bana ne diye düşünüp durağa doğru ilerlemeye devam ettim. Başıma bir de bu çocuk çıkmıştı. Onunla ne yapacaktım?

 

Loading...
0%