Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@1scintilla


PAMUK ŞEKER GİRİŞ

Değişir yönü rüzgarın

Solar ansızın yapraklar;

Şaşırır yolunu denizde gemi

Boşuna bir liman arar;

Gülüşü bir yabancının

Çalmıştır senden sevdiğini;

İçinde biriken zehir

Sadece kendini öldürecektir;

Ölümdür yaşanan tek başına,

Aşk, iki kişiliktir.


Ataol Behramoğlu


"Hırsızlık yaptığını kabul ediyorsun yani?"


"Mecburdum inanın başka şansım yoktu."


Bu yaptığımdan yüzüm kızarmasın diye çok çaba sarf ettim. Şimdi nerede miydi?


Polis teşkilatının elinde. Kendi kendime bir oyun planlamıştım ve yüzüme gözüme bulaşmak üzereydi.


Ailemi trafik kazasında kaybetmenin yoğun hüznünü kalbimde hâlâ beslerken, acı çekiyor demeden üzerime gelmeye başladılar. Yengemler kendi arasında beni hangi oğluyla evlendireceklerini konuşup günümü zehrediyor, aklımı bulandırıyorlardı.


Gidecek başka hiçbir yerim yoktu. Onlardan birinin oğlunu seçip evlerine yerleşmekten başka bir şansım da yoktu. Emanetlerine aynı ev içerisinde yalnız bu kadar sahip çıkabilirlerdi. Birinin nikahına alarak...


Yıl olmuş 1985 ama hâlâ kötü kalpli insanların lafını ve sözünü işitiyorduk. Zira işitmekle kalmıyor tüm bedenimizi o kelimelerle yıkayıp kendimizi onlara göre şekilleniyorduk.


Ben ise gece yatmadan kafamdan geçen hinlikleri zirveye taşıyor, hiçbir tilkimin kuyruğunu birbirine değdirmeden bu muhayyile oyununu tasarlıyordum.


Planım çarşıda yaşlı bir beyin dükkanından her gün bir şeyler aşırmak ve bunu oldukça göz önünde yapmaktı. Lakin bu yaşlı bey beni görmezden gelmeyi tercih etmiş utancıma utanç eklemişti. Öyle ki birkaç günden sonra her gün geldiğim saati takip ederek dükkanın girişine içi erzak dolu bir torba bırakmaya başlamıştı.


Yaşlı Bey bana acımış ve kalbi henüz yosun bağlamadığı için bir yardım eli uzatmıştı. Ben de olmayan yüzümle adamcağızın karşısına çıkmış her şeyi baştan sona bir bir anlatmıştım.


Gözlerinde gördüğüm üzüntünün emareleri yer yer kızgınlıkla evriliyor, yer yer ise şefkate dönüyordu.


O müthiş planım ne miydi?


Hırsızlık yaparak kendimi mapusa tıktırmaktı. Yengemlerin herhangi bir deli oğluyla evlenmektense kendimi maphus damlarına atar paşa paşa cezamı çekerdim. Lakin işler benim sandığım kadar kolay ilerlememişti.


Yaşlı amcanın yardımıyla bir başka dükkana girmiş ve bir kadın tarafından ayıplanmıştım. Kadın bana sinirinden peçesini çıkartıp bir kenara atmış ve neredeyse suratıma tükürerek evlatlarının rızkını yediğimden bahsetmişti.


Üstelik sanki ben onu dövüyormuşum gibi bir yardım çığlığı atıp çil yavrusu gibi gelenleri üzerime salmıştı. Sonradan öğrenmiştim ki o dükkanı işleten beyin zevcesiydi. Üstelik bu Bey'in nikahında bir değil iki tane kadın vardı. Kadınların arkasında ise sayamadığım kadar çok çocuk...


Gerçekten onların rızkını yemektense gururumla aç kalır bir köşede ölümü beklerdim daha iyiydi. Lâkin ben de çulsuz takımından değildim sadece ufak oyunumu sergilemem gerekiyordu. Üstelik inşallah Allah kimseyi böyle bir çaresilikle sınamazdı.


Şimdi ise başıma bir bela daha almıştım. Yanımda duran takım elbiseli ve burma bıyıklı adam, dükkanda kavga ettiğim iki hanımın kocasıydı. Sararmış pis bıyıklarını eline dolayarak beni inceliyor ve midemi bulandırmaya devam ediyordu.


"Bir şartla bu hanımdan şikayetçi olmam." dedi hevesli çıkan sesiyle.


Memur Bey kahverengi yorgun gözlerinin ardından adama baktı. "Neymiş şartın? Söyle artık oyalama bizi."


"Alıyım onu da nikahıma. Ne şikayet kalır ortada ne dert ne tasa. Hem bir daha ömrü boyunca aç kalıp bu yollara düşmez billahi. Sırf onun iyiliği için istiyorum."


Dediklerini gözlerimi açarak dinledikten sonra ağzımdan koca bir "Höst deve! Yaşından başından utan. İki tane hanımın var gözün kaşın ayrı oynuyor." çıkmıştı.


Memur Bey sinirlenip masasına vurdu.

"Hanım hanım iki dakika yerinde dur. Anlaşılan teklifi kabul etmiyorsun?"


"Zinhar kabul edemem."


Zaten şikayet etsinler diye buraya gelmiştik. Etsin de artık içeri girip boncuklardan anahtarlık yapmaya başlayım kendime. Boncuklarımı bile yanımda getirmiştim çünkü. Eteğimin ceplerine doluydu hepsi.


"Şikayetçiyim o zaman." dedi dükkan sahibi koca göbeğini kaşıya kaşıya.


Çok zahmetler buyurdunuz efendim. Amacıma ulaşan yolda biraz sinirlerimi bozsanız da netiyece bakacağım için bu mevzuyu çok uzatmayacağım. Hem teyzemin oğluyla evlenmemek için kaçarken koca göbekli bir dükkan sahibine yakalanıyorduk az daha. Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan da olacaktık!


Dükkan sahibi dışarı çıktığında odada yalnız yalmıştık memur beyle.


"Hanım sen iyi bir yavrucağa benziyorsun? Niçin böyle yaptın? Soy adına şöyle bir göz attığımda bunlara gerek olmadığını görebiliyorum."


İşte şimdi yaş tahtaya basmıştım. Ya teyzemlere haber verir gelin alın yeğeninizi derlerse? O zaman ne yapardım? Derhâl pişman olmadığımı belirtip suçumu ikiye katlamalıydım.


"Zati muhterem beyefendi. Endişenizi anlıyorum ama bunu yapmaktan pişmanlık duymadığımı bilmenizi isterim. İyi bir insan olmak bana bir şey kazandırmadığı gibi hep kaybettirdi. Bu yüzden artık kötü bir insan olmaya karar verdim. Cezam neyse çekmeye razıyım."


Başımı utanıyormuş gibi eğip geri kaldırdığımda memurun bana gülmemeye çalışırken ki ifadesini yakaladım. Fakat bu hiç hoş değildi. Neden benim cezam verilmiyordu? Üstelik o boncuk gibi kahve gözleri eğlendiğini açık açık beyan ediyordu. Yaşından başından da utanmıyordu.


O sırada kapı açılınca memur beyin dikkati dağıldığı için bir miktar sevinmiştim. Ancak gelen sözler bir taş gibi bana değiyordu.


"Pamuk şeker çalmak yeteri kadar rüsva bir hareket haklısınız hanımefendi. Bu yüzden sizi nezarethanede bir süre misafir edeceğim."


"Çok yerinde bir hareket memur beyefendi, istirham ederim."


Ancak duyduğum bu ses tonu da neydi? Arkamı döndüğümde yeni gelen memur beyi tüm heybetiyle karşımda gördüm. Üniformasının içinde güven saçan bir şekilde dikilirken pantolonunun kalın tokalı kemerini şöyle bir düzenledi ve bana kapıyı gösterdi.


Lakin bir adım atmadan önce aklımı alıp yerine koymalıydım. Zira memur Bey'in gözlerine takılı kalarak günahlardan günah beğeniyordum kendime.


Karşımda kara kaşlı, kara gözlü, gür kirpikli, tam kararında bıyıkları olan bu adamı görünce ayaklarım yürümeyi unutmuştu. Bu oydu, çarşıda tüm yumurtalarımı satın alan delikanlıydı. Türlü olasılıklardaki karşılaşmalarımız rüyalarıma girerken, bir diğerinin böyle olacağını düşünmemiştim.


Elini öne uzatıp "Önden buyurun lütfen." demese sabaha kadar o odada kalabilirdim. Bir an önce kendime gelmek adına kafamı iki yana salladığımda, karşımdaki adamın bıyık altından güldüğünü güç bela görmüştüm.


O yürüdükçe anahtar sesleri geliyor ve ben de heyecanlanıyordum. Uzun elbisem ayaklarıma dolanmasın diye bir elimle toplamayı ihmal etmedim.


Çalmanın karşılığı çok büyük olmalıydı. Ne yazık ki ailem bana iyi bir terbiye vermişti ki bunun cezasını bile kafamda şekillendiremiyordum. Lâkin yapacak başka bir şeyim de yoktu. Hiçbir canlıya zarar veremezdim, üzüntüden yok olurdum Allah muhafaza.


Demir parmaklıkların önüne geldiğimizde cebinden şıngırdayan anahtarları çıkardı ve kalbimi neredeyse heyecandan yerinden oynattı. Gıcırdayan kapıyı ileri doğru itekleyince içeri girdim ve ardımdan kapıyı kapattı. Bana son bir kez bakıp ileride bekleyen arkadaşının yanına gitti.


Eh, ben de burada gül gibi yaşayıp giderdim işte. Yemek derdi yok, yenge dırdırı yok, evlenme derdi ise hiç yok. Acaba saçlarıma beyazlar düşene kadar kalır mıydım burada? Belki yaşlanınca çıkarsam teyzelerim beni oğullarına layık bulmazlardı.


Bu soğuk odada ne ara uyumuş ne ara uyanmıştım bilmiyorum ama üşüyen kollarımı ovuştururken oturduğum tahtanın yanında gördüklerim beni dehşete uğrattı.


Yanımda bir adet battaniye ve üzerinde koca bir pamuk şeker vardı...

Loading...
0%