Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm

@1scintilla

Gözler ki birer parçasıdır sende İlah'ın

Gözler ki senin en katı zulmün ve silahın


Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin

Sen öldürüyorken de vururken de güzelsin.

Osman Öztunç


Bölüm 10. Papatyaların Fısıltısı


Zamanın çizgisiyle başlayıp, zamanın çizgisinde kaybolur her şey. Güneşi görmek için ayı, ayı görmek içinse güneşi bekler insan. Bir gün bu çizgide kaybolacağını bilerek.


Guguklu saatim bir kez daha öttüğünde verdiği huzur dolu o sesi dinledim. Guguklu saat ailemdi, bu evdeki her eşya onlardı, emanetti, izlerdi...


Dün gece uyumadan babamın tıraş fırçasını çıkarmıştım gözümün önüne, sırf sabah görüp de mutlu olayım diye. Annemin özel işlemeli el aynasını bırakmıştım yanına da. Bir şekilde kalbimde, gönlümde ve gözümde yaşatıyordum onları.


Dün gece ısıttığım güğümleri hamam damına taşırken gözlerimden geçirdim her şeyi. Suyu taslara doldurup ılıtırken aklım o karanlık gözlerdeydi. Bu kadar koyu renk gözleri olup da nasıl aydınlık bakabilirdi? Bir bakışı kalbime nasıl güneş gibi işlerdi?


Tastaki suyu tepemden dökerken aklımdaydı bileğimdeki eli. Tenime dokunuşu sıcak suyun altında bir yaprak gibi titretti bedenimi.


Arkadaşıyla birlikte yanıma gelmiş, yardımcı olmuş, dahası benimle konuşmak istemişti. İsmini öğrenmiştim...


Sıcak su gözlerimden aşağı süzülürken kızaran yanaklarım heyecandan dolayı mıydı? Bir isim bir insana bu kadar mı yakışırdı?


Ali Ata Aslanboğa.


İçimde kıvılcımlar oluşturan adam.


Suyun bedenimden her akışında yaşadığımız o kısacık anı düşündüm. İçim bir hoş oldu. Bu verdiği ikinci mendiliydi ve yakında mendillerden bir örtü dikecektim. Bu fikri yaşamak gözümün önüne gelince kıkırdadım.


Gece boyu yastığımın yanındaki tam yirmi bir yapraklı papatyayı seyrederek kapadım gözlerimi.


Yirmi bir yapraklı papatya ve yirmi bir yaşında olan ben. Tesadüflerin gelişi hep mi böyle tatlıydı yoksa ben mi bundan sonrasıyla ilgilenmeye başlamıştım?


Guguklu saatim yeniden öttüğünde düşlerimi bir kenara bırakıp ana döndüm. Zira yengelerimin beni çağırmaları an meselesiydi.


Dün eve geç gelince amcama yaptığım açıklamayı onlar duymadığı için hiç tatmin olmadılar. Bu yüzden bugün sıkıştırılmaya hazır olmalıydım.


Elimi yüzümü yıkadıktan sonra ipek geceliğimi çıkardım ve çiçekli bir fistan giydim. Elim annemin elbiselerine gitse de sanki onlar yaşımı büyütüyormuş gibi bir his doldu içime. Beğenilmek ne zamandan beri benim için önemliydi?


Aslında beğenilmek değil, kendimi iyi ve cıvıl cıvıl hissetmek istiyordum. Baharın gelişini çiçekli fistandan daha uygun ne ile karşılayabilirdim ki?


Dış kapı tıklandığında herkesten önce uyanmama şaşırdım. Onlar mı geç kalmıştı yoksa ben mi erken kalkmıştım? Hem de böylesi dinç bir şekilde. Kapı yeniden tıklanınca adımlarımı hızlandırdım.


Kapıyı açtığımda tüm neşesiyle birlikte Hülya cicinin kızı Cemile'yi gördüm. Burada çevredeki teyzelere ve yengelere bazen böyle seslenirdik. "Sabah şeriflerin hayır olsun Piraye abla. Annem gönderdi. Kısmetse Behçet abimin düğünü var sizi de bekleriz." dedi elindeki ince belli bardağı uzatırken.


Buralarda düğün daveti ince belli bir bardakla yapılırdı. İçine biraz şekerleme ve ufak bir kına koyardın. "A çok sevindim, hiç duymamıştım. Allah tamamına erdirsin Cemile."


"Sağ olasın Piraye abla, geçen hafta aile arasında söz kesildi. Kısmetse bu hafta sonu da düğün."


"Ben seni lafa tutmayım öyleyse, sepet sepet geziyorsun işin zor. Hayırlı uğurlu olsun tekrardan. Kolay gele." dedikten sonra bana el sallayıp arkasını dönüp gitti.


Gülerek kapıyı kapattım. Behçet askerden yeni gelmişti ama hemen başını bağlamak istediler demek ki.


"Hayrola Piraye Hanım? Gülücükler dışarı kadar saçılmış."


Moralimi bozup ona istediğini vermemek için elimdeki bardağı salladım. "Behçet'in düğünü varmış bu hafta sonu. Davet geldi Nevin Cici."


Ona cici dememden nefret eden yengem bozguna uğrayarak "Bir biz bardak gönderemedik millete. Kaldınız başımıza." dedi çatacak yer bulamayıp.


"Üç tane nur topu gibi evladın var yengeciğim. Hangisi için istiyorsan gönder davetini."


"Piraye, kızım gel inat etme de biz de ele güne karşı vurduralım davulları, çaldıralım zurnaları."


"Çal yengeciğim. İstiyorsan çıkayım ben çalayım. Sen Gürbüz abi için uygun birini bul yeter ki. Dama çıkar zılgıt bile çalarım." dediğimde başta aydınlanan yüzü karardı hemen.


"Saygısız, küstah. Nasıl da alay ediyor benimle."


Sırıtarak mutfağa gidip kahvaltıyı hazırlamaya başladım. Sadece tek taraflı bir moral bozulması yerine karşılıklı olarak yaşamalıydık bu durumu.


Keyfim yerinde diye hızlıca bir hamur açıp gözleme yaptım. Bu sırada imdadıma yetişen Feride sağ olsun yardım etti. Bahçede yaktığım ocağın üzerinde gözlemeleri pişirgeçle çevirirken elime ucu değince hafif bir yanma hissettim. Çevirmekten kararan unlar parmak ucuma bir a harfi bıraktı sanki. Bu o kadar hoşuma gitti ki Feride bakmasa yakıyordum o gözlemeyi.


Sonra işaret parmağıma değen harfi, orta ve yüzük parmağıma da yaptım. Yüzük parmağımda sonlanması ise içime dolu dolu hisler yükledi. Üç parmağımın ucunda da yazan a harflerinin anlamını bir tek ben anlayabilirdim.


A.A.A


Ali Ata Aslanboğa.


Gözlemeler etrafa mis gibi kokular saçtığında her şey hazırdı ve sofraya taşıdık. İştahla kahvaltımızı yaparken üzerimde dolanan gözlere hiç aldırış etmedim.


Yedikten sonra bulaşığı ve ortalığı toparlarken yengem çağırdı beni yanına. Salonun ortasına birkaç elbise sermiş bana bakıyordu. "Hayırdır yenge defile mi yapacaksın bize?"


"Yok canım sen bize yapacaksın."


"Senin kıyafetlerinle?"


"Evet. Hafta sonu düğün var ya. Yeni bir elbise giymek istersin diye düşündüm. Kötü mü ettim?"


Anlaşılan amcamın verdiği paradan haberi yoktu ya da amcam onu test ediyordu. Kumaşları terziye verdiğim için dün elimde elbise poşeti de yoktu. Birkaç takı tokayı gördüğünde ise yumurtalardan kazandım sanmış olmalıydı.


Getirdiği elbiseler öyle modası geçmiş şeylerdi ki mumyalar bile giymezdi. Hardal sarısı yandan büzgülü ve tek bir kemer tokasıyla tutturulmuş şeyi alıp elimde inceledim.


"Ama anne çarşıya çıkmayacak-" diye başladığı cümleyi bitiremedi Feride. Elbette onlar çarşıya çıkıp yeni fistanlar, etekler alacaklardı. Lakin ben bu eski paçavralara kalacaktım.


"Bana layık gördüğün gerçekten bunlar mı yenge? Bunlar sana annenden kalmışa benziyor. Tek yıkamada cart diye yırtılıp gelecek gibi elime."


"Nankör, senin için dolabımı sunuyorum önüne?"


"Zehra'nın dolabı olsa belki bir nebze anlarım ama."


"Onlar seni daha da güzelleştirir Piraye, ben dikkat çekip de başımıza iş açma diye diyorum. İyilik yap denize at demişler."


İşte çıkarmıştı ağzındaki baklayı sonunda. Handan yengem sessizce el işini örerken bizimle ilgilenmiyor gibiydi. O sırada içeri tüm heybetiyle Atilla amcam girince yengem dondu kaldı. İşte yıllardır ilmek ilmek ördüğü örgüsünde bir kaçak meydana gelmişti.


"Sana yazıklar olsun. Bu öksüz ve yetim kalmış kıza yıllardır bunu mu reva gördün sen Nevin? Ne biçim insansın sen? Her gece koynumda kalbi katran karası olan bir kadınla mı yatıyorum ben? Rezalet! Diyecek tek kelimem daha yok." dedikten sonra göreceğini görüp, duyacağını duyunca bir hışımla çekti gitti.


Yengemin öfkeli gözlerinin hedefi olurken bu sefer içinde değişik parıltıların gezdiğini gördüm. Sıradaki hamlesi çok büyük olacağa benziyordu. Kendi kazdığı kuyuya kendi düşünce bulunacak ilk suçlu ben olmuştum. Vay halime...


***


O haftanın geri kalan günleri umulmadık bir şekilde sakin geçti. Nevin yengem beni tamamen görmezden gelmeyi tercih ettiği için, meydan Handan yengeme kalmıştı. İki lafından biri Fatih'ti doğal olarak. Sanki onun adını daha çok andığımda kalbime bir yer edinebilirmiş gibi.


Gürbüz abi ve Fatih'te birkaç gündür evde değildi. Tarlayı korumak için bir nevi korkuluk görevi yapmaya gidip geceleri de orada kalıyorlardı. Biz de öğle vakti eşeklere atlayıp onlara azık bırakıp geliyorduk kızlarla.


Bu hafta pazara amcam tek başına gitmişti. Ben de ısrar edememiştim yanlış anlaşılmak için. Neyse ki bu akşam kına kaldıracaktık. Behçet'in müstakbel zevcesi Zerda çok heyecanlı olmalıydı. Artık köyün bir ucundan bu tarafa taşınacağı için onu yalnız bırakmamak adına yanında olmaya karar verdik Perihan'la.


Bilirdik ki gurbet zordu. Bir de evlenip yeni bir yuva kurmaya çalıştığın yere yabancı olmak daha da zordu. Zerda'ya dost olacaktık bu yüzden. Tabii henüz onu çok iyi tanımıyorduk ama bir aksilik çıkmazsa planlarımız bu yönde olacaktı.


Akşama kadar yorgun düşeyim diye vermedikleri iş kalmadı bana. Havalar kah ısınıp kah soğuduğundan sobayı da kaldırmamıştık evden. Sıradaki görevim çekirdek kavurmaktı. Sıcağın başında tepsi tepsi çekirdek kavurmak akla zarardı doğrusu. Kınaya gitmemem için ellerinden geleni yapıyorlardı. Fakat bilmedikleri şey benim bu işin sonunda görmeyi beklediğim bir çift karanlık gözlerin olduğuydu.


Tüm yorgunluğum bir umut uğruna silinip gitti bedenimden. Akşama doğru yemeği hazırlayıp yedikten sonra ise neredeyse koşarak odama çıktım hazırlanmak için.


Kırmızı vatkalı omuzları olan kollarımı dar bir şekilde saran oldukça nazik elbisemi giydim. Yakasındaki güpür detayıyla beni kendine hayran bırakmıştı. Bu elbiseleri ise Perihan'la gidip teslim aldıktan sonra gizlice eve sokmuştum. Şimdi yengelerimin gözlerinde oluşacak o bakışları bekliyordum.


Saçlarımı geceden örüp açtığım için kıvır kıvır olmuştu ve arkasından yine kırmızı bir kurdele ile tutturdum. Annemin makyaj malzemelerinden de birazcık kullanmaktan zarar gelmezdi.


Derin bir nefes alıp merdivenden ineceğim sıra "Piraye bütün gece seni bekleyeceğiz adı batasıca? Ay bırakıp gidelim şunu gelmeye niyeti yok." diyerek son kozunu oynasa da "Geldim cicim geldim." deyip aşağı indim.


Merdivenden inerken gözleri bana takılıp geçti ancak anında yeniden odakları oldum. Şaşkınlıktan üçünün de ağzı bir karış açılmıştı.


"Beklettiğim için üzgünüm. Nasıl olmuşum sevgili amcalarım?"


"Üzerindeki tozu silkeleyip yeniden parlayan bir yıldız gibi olmuşsun Piraye'm." dedi Atilla amcam ellerimden tutarken.


"Çok yakışmış fıstığım." İlyas amcamın beğenisi gülen yüzünden de belli oluyordu. Feride hemen koluma girdi ve kına evine doğru yürümeye başladık. "Piraye abla gelinden sonra en dikkat çekecek kişi sen olmuşsun. Maşallah maşallah tü."


"Of tükürmesene Feride ya. Elbisemi lekeleyeceksin." dediğimde kıkırdadı. "Ayrıca sen hiç şaşırmadın."


"Amcamla seni konuşurken duydum çünkü. Ben biraz safım biliyorsun, genelde etliye sütlüye de karışmam. En doğrusunu yaptı amcam. Söyleyecek olsaydım anam bana çok kızardı kızma ne olursun."


"Kızmıyorum Feride. Ben senin kalbini biliyorum. Arada dolabıma bırakılan o fistanları senin koyduğunu da biliyorum."


"Sahi mi? Hiç giymedin ama?"


"Kimse görmezken odamda giydim, hevesimi aldım. Öbür türlü yengelerimle uğraşmak istemedim."


Konuşa konuşa amcamlar önde biz arkada kına yerine geldik. Kadınlar ve erkekler ayrı yerlerde oturuyorlardı. Ancak içeri girerken erkekler için ayrılan yerden geçmek zorundaydık. Kapıdan adımımı atar atmaz üzerimde hissettiğim gözler birden fazlaydı.


Benim aradığım gözler ise kalbime dik açıyla bulunan saat on iki yönündeydi. Gözlerimi yerden kaldırıp onu bulduğumda heybetli bedenini oturduğu sandalyede toparladı. Bulunduğu masada onun gibi kalıplı arkadaşları da vardı. Bir de geçen ki hekim.


Bakışlarımı kaçırıp etrafta dolandırdıktan sonra yeniden onu buldum. Sanki büyülü bir anda kalmış gibi hayranlıkla dolandı gözleri üzerimde. Belki yine uzunca süre görememem diye çaktırmadan bir daha baktım. Beni gördüğünde yüzünde oluşan gülümseme kalbimi ısıttı. Ancak sonrasında bir el tarafından itilerek ilerletildim.


"Hadi kız ne dikiliyorsun?"


Bu devirde bir cadı olsaydı şayet bu benim yengem olurdu. Ona gözlerimi devirip iç tarafa doğru geçtim. İlerleyen zamanlarda yöreye uygun bindallısıyla gelin hanım teşrif etti. Biz de hemen etrafını sararak oynamaya başladık elbette.


Zehra bile aramızdaki gerilimi unutup karşılıklı göbek atmaya başlamıştı. Kınalar yakıldı, göbekli bir teyze şalvarının ucundan hepimize kuruyemiş dağıttı. Oldukça eğlenceli bir akşam olmuştu. Gelinin annesiyle birlikte oynadığı anlar benim için oldukça duygusal geçmişti. Çünkü böyle bir ana kendimi koyduğumda fark ettiğim yalnızlık yüzüme tokat gibi çarptı.


Artık annem yoktu ve yaşım kaç olursa olsun bunun boşluğunu yüreğimde her zaman hissedecektim.


Feride'nin çekiştirmesiyle birlikte halaya karıştık. Uzun bir kuyruk oluştuğunda düşündüğüm şey tüm köyün burada olduğuydu. Perihan da diğer parmağımı tuttuğunda "Dut tanem, kaynanaların bir numaralı gelin adayı sen oldun bugün. Eve gidip nazar duası okuyalım. Ne göz süzdüler öyle." dediğinde gülümsedim.


Böyle bir amacım yoktu. Sadece kendimi daha iyi hissetmek ve Ali Ata'nın beğeni dolu bakışlarını almak istemiştim.


"Teşekkür ederim benim canım. O senin güzelliğin asıl. Nur topu gibisin maşallah."


Tam o sırada küçük bir kız çocuğu elinde balonuyla birlikte önümde durup ayak ucuma bir şey bıraktı. Şaşkınlıkla ona bakmıştım ama koyduğu şeyi görünce daha da şaşırdım.


Önüme koyulan bir tane papatyaydı. Kız gülümseyerek bana baktı ve ilerledi. Sonrasında yere bir papatya daha bıraktı gözlerimin içine bakarak. Halay hâlâ devam ettiği için kimsenin dikkatini çekmiyordu.


Yürek hoplatan çalgı sesi artık yüreğimi tam anlamıyla hoplatıyordu. Küçük kız ilerledikten sonra bir papatya daha bıraktı.


Papatyaları takip etmemi mi istiyordu?


Papatyaların beni çıkaracağı yolun sonunda kimi bulacağımı biliyordum. Bu yüzden Perihan'ın gözlerinin içine bakarak yavaşça halaydan çıktım.


Birine yakalanma ihtimalinin olduğunu gayet net farkındaydım. Lakin bazı duygular kalpten çıkıp eyleme geçmek istiyordu. Küçük kızın bıraktığı son papatyanın da peşinden giderken düğün evinden biraz uzaklaşmıştım. Ancak karşımda beklediğim kişi yoktu...

Loading...
0%