@1scintilla
|
Hissedebilenlerle susarak da anlaşabilirsiniz. Mario Levi Bölüm 12. Ay Işığında Sükût Zamanla birikmiş hatalarımızın, seçimlerimizin ve tercihlerimizin sonucunu nasıl yaşarız? Hayatın karmaşası içinde bir yaprak gibi oradan oraya savrulduğumuz bu yolculukta bizi neler bekliyor? Hangi daldan kuruyup ufak bir esintiyle kopacağız? Ya da hangi toprağa tomurcuğumuz düşecek ve bulunduğumuz yeri çiçeklendireceğiz? Tüfeği ateşlemeyi ben tercih etmiştim lakin sonuçlarını hepimiz çekecektik. Çünkü arkamdan gelen yaralı sesi kulağımı çoktan sarmıştı. Sarhoş serserinin birinin ağzında doladığı küfür, öbürünün ağzından inleme olarak dökülüyordu. Eşeği sakinleştirmeye çalışıp bir yandan da hızlanması için elimdeki kırmanın ucuyla dürtüyordum. Kalbim bir atın nalları gibi koşarken arkamda kalan Zehra kollarını sımsıkı dolamıştı karnıma. Bana olan güveni gözlerimi yaşartırken, insanlar zor anlarda birlik olabiliyor diye düşündüm. Aramızdaki mesafe git gide açılırken köy yoluna doğru girdiğimiz anlarda ellerinde fenerlerle gelen kişileri gördüm. Bu karanlıkta yolu biz de bulamazdık; eğer eşek bizi getirmeseydi. "Piraye?" "Feride?" Sesleri duyduğumda korkum bir anda kendini saldı ve gevşedim. O kadar sıkmıştım ki kendimi karnımın etlerine kramplar girmişti. Mide bulantım artmıştı. Amcamların ses tonu bile güveni tüm ruhuma aşılamıştı. Arkamızda bir dağ gibi durduklarını bilmek kendimizi güvenli bir limana yanaşmış gemi gibi hissettirmişti. "Amca, buradayız!" diye bağırdım nefes nefese kalmış sesimle. Ancak kaçırdığım bir nokta vardı ki o da bize Feride diye seslendikleriydi... Eşekten indiğimiz gibi koşarken ikimizin birden ayağı takılınca düşüp yuvarlandık. Yalnız takıldığımız bir taş, bir kaya değildi. Bir insandı. Karanlığın içinde aklıma gelen fikri kovalamaya çalışsam da gerçekler ortadaydı. Yere eğilip yatan iki kişiyi kontrol ettiğimde korku dolu bir ses çıkarmam bir oldu. Yan dönmüş bedeni kendime çevirdim. "Fatih, Fatih uyan. Kendine gel. Gürbüz abi?" Eve ulaşamamış ve yolun ortasına bayılıp düşmüşlerdi. Kim bilir ne zamandan beri burada duruyorlardı? Onlar eve hemen gitmediği için amcamların gelmesi de geç olmuştu. "Kızlar? Ne oluyor? Hepiniz birden nereye kayboldunuz?" "Zehra senin burada ne işin var kızım?" Atilla amcamın sesini duyan Zehra koşarak babasına sarıldı. Ardından ise hıçkırarak ağlamaya başladı. Hepimizin sinirleri bozulmuştu. Benim ise korkuyla sarılıp sakinleşeceğim bir babam yoktu karşımda. Gözlerimi onlardan çekip yeniden Fatih'e baktım. Fenerleri bize yeniden tuttuklarında ise gördükleri onları da şok etti. "Gürbüz? Fatih? Ne oldu burada Allah'ım aklımı kaçıracağım." Amcamlar ikisini de kucakladıkları gibi kaldırıp kalan yolu yürüdüler. "Nedir bu başımıza gelen işin aslı astarı abi?" "Bilmiyorum İlyas, çözeceğiz ne olduysa." Öyle korkmuştum ki arkamızdan gelen sarhoşları anlatacak hâlim ve fikrim kalmamıştı. Eve doğru yaklaştığımızda "Zehra git hekimi çağır kızım." dedi Atilla amcam. Ancak Zehra'nın yüz ifadesi, evden başka bir yöne dönmesinin mümkün olmadığını haykırıyordu. "Gürbüz abiyi ben taşırım amca sen git ne olursun?" diye teklif ettim. Gözlerimin içine baktıktan sonra usulca başını salladı. Evin geniş kapısından içeri girdiğimizde amcam, yengelerime seslenince bir telaşla kapıya çıktılar. İkisinde hâli telaşlıydı. Lakin Nevin yengem Zehra'yı yanımda gördüğünde gözlerine inanamadı. Bu gürültüyü merak eden Feride ise merdivenlerden yavaş yavaş indi. "Zehra! Sen ne arıyorsun orada?" diye bağırmaya başlayan yengemi anlamadım. Kızını alıp bağrına basacağı yere asıp kesmeye başlamıştı. "O sesini az kız gelin hanım! Daha evdeki çocuktan haberiniz yok? Bunları daha sonra konuşacağız ikinizle. Sizin suyunuz iyice ısındı." İlyas amcam yengelerimi azarladıktan sonra Fatih'i içeri soktu. Arkasından Gürbüz abiyi getirdik Zehra ile birlikte. Hemen arkamızdan Atilla amcam ve yanında getirdiği hekim girdi. Yüzleri iyice beyazlayan bizimkileri muayene ettikten sonra tedaviye başladı. "Nasıl bu duruma geldiler?" diye soran hekimle birlikte sessiz kaldık. "Anlatım bakalım kızlar? Neler yaşandı bugün? Eşek eve boş gelip dışarıda anırmaya başlayana kadar haberimiz olmadı kimseden?" Eşek eve gelmese bizi merak etmeyeceklerdi demek? "Yengen de onlar birliktedir, akşam üzeri gider alırız dedi." Zehra hâlâ sakinleşmediği için kendimi toparlamaya çalışarak ben anlattım. "Biz öğle yemeği için tarlaya azık götürdük amca." "Evdeki kadınlar hangi çocuğun gittiğini bile bilmedi o tarlaya öyle mi?" "Feride gelecekti ama rahatsızlaşınca Zehra geldi yanıma. O da odasına dinlenmeye çıkmıştı." Aslında ben giyinirken kızların konuştuğunu düşünmüştüm ama belli ki bu hiç olmamıştı. "Sonra bizimkiler yedi içti her şeyi. Nevin yengem ayran çalkalayıp koymuştu bir de. Birden karınlarını tutarak gittiler yanımızdan. Biz de anlamadık. Sonra kötü olduklarını, eve dönmeleri gerektiğini ve döner dönmez sizi göndereceklerini söylediler. Biz de eşeğin tekini onlara verip tarlada bekledik. Lakin gelen giden olmadı amca. Sonra da-" Duraksadıktan sonra dikkatle baktılar yüzüme. Anlatması kolay bir şey değildi. Birini vurmuştum. Ben o kırmayı sarhoşun tekine sıkmıştım can havliyle. Hekim bile işini bırakıp bizi dinlemeye başladı. "Sonra ne oldu Piraye?" "Tarlada gezinirken ileride iki gölge gördüm. Sonra senin montu giyip kırmayı omzuma atınca gölgeler gelmeye devam etmedi. Bir süre daha geçti, yeniden yanımıza gelmeye başladılar. Ben yine dolanınca duraksadılar. Şarkı söylüyorlardı. Ağızları kayarken bir de sallandıklarını görünce sarhoş olduklarından emin oldum." Herkes pür dikkat bana bakarken anlatması kolay olmuyordu. Elbisemin danteliyle oynarken gözümü halının desenlerine diktim. "Tüfeği görünce gelmezler sandık ama iyice yaklaşmaya başladıklarında eşeğe bindiğimiz gibi evin yolunu tuttuk." "Sonra? Sonra ne oldu Piraye, korkutma insanı kızım? Size bir zarar vermediler ya?" "Yok, onlar vermedi de, ben onlara zarar verdim aslında. Erkek kıyafetleri giydiğim için uzaktan belli olmuyordu ama kız olduğumuzu anlayınca peşimizden koşmaya başladılar. Biz de eşekle gelmeye başladık ama ne kadar hızlı olduğu malum." deyip soluklandım birini. Şimdi söyleyeceğim şeyi amcamın gözlerinin içine bakarak söylemem gerekiyordu. Nasıl bir tepki vereceğini görmem gerekiyordu. "Vurdum birini amca, geride kaldılar." deyince yengemlerin hayret ve korku karışımı sesini duydum. Nevin yengem şimdi Zehra'yı sarıp sarmalamıştı işte. Bana kollarını dolayacak bir annem yoktu bu sefer de. "Vallahi billahi yaklaşmayın dedim. Gelmeyin ateş ederim dedim. İkaz ettim ama uymadılar amca. Çok panikledim yaklaştıklarında. İyi niyetli olsalar böyle davranmazlardı." Gözlerim dolarken sesim de titremişti. Şimdi kendimi salıp hüngür hüngür ağlamanın zamanı mıydı? Yoksa bunun için odama mı gitmeliydim? Gözlerim hekimin eline takıldığında yumruklarını sıktığını gördüm. Gidip Ali Ata'ya anlatır mıydı her şeyi? Peki ya o, adım böyle bir olayla anıldı diye vazgeçer miydi benden? Kim olduğunu ve hangi düşünceler sahip olduğunu bilemezdim. Bu yüzden içimde bir sızı oluştu. Benim suçum yoktu lakin ya katil olmuşsam ne olacaktı? Hava karanlık olduğu için neresinden vurdum bilmiyordum. "Piraye'm, özür dilerim yavrum başınıza böyle bir olay geldiği için." Atilla amcamın kolları sırtıma dolanınca donakaldım. Kızmamıştı, aksine özür diliyordu. "Ben halledeceğim, amcan halledecek yavrum. Korkma, korkmayın geçti artık." Hekim boğazını temizleyince ona döndü gözlerim. "Beylerin durumu çok bir önem arz etmiyor. Diyareden veya mide bozulmasından mütevellit sıvı kaybı yaşanmış olabilir. Yorgun düşüp bayılmışlar. Takviye gıda verdim. Devamında lifli ve besin değeri yüksek yiyecekler tüketilirse çabucak toparlarlar." dedikten sonra gözlerimin içine baktı. "Biz gidip tarladaki yaralı adama bakalım. Tabii hâlâ oradaysa?" Amcamlar hekimi onayladıktan sonra hep birlikte evden çıktılar. Nevin yengem de kaldığı yerden Zehra'yı haşlamaya devam etti. "Senin orada ne işin var Zehra? Feriştahı gelse tarlaya gitmeyen kızın bugün oraya gidesi tutmuş. Madem gittin niye söylemiyorsun?" "Söylese ne olacak Nevin? Benim kızımın yerine gitti diye neredeyse döveceksin? Bu telaşın sonu nereye varacak merak ediyorum? Paniklediysen hepsine paniklen?" "Sus Handan! Zaten canım burnumda bir de seninle uğraşamam." Gürültülerini ardımda bırakarak adımlarımı odama taşıdım. Ben kimin kollarında bulacaktım şifayı? Bu akşam neler olmuştu öyle? Adamları durdurmasak bu gecenin sonu nasıl bitecekti? Yatağın yanına çöküp karyola demirine sarılıp ağlamaya başladığımda içimdeki bütün irini dışarıya savurmak istedim. Çok zor bir geceydi. Daha da zor olan kabuğuma tek başıma çekilip nazlanacak ve sakinleşecek kimsemin olmamasıydı... Yorgun hareketlerle üzerimdekilerden kurtulup geceliğimi giyindim. Boynumda anne ve babamın yüzüklerinin olduğu kolyenin uzun zincirini tuttum. Onlar bana sarılıp rahatlamasa da ben onlara sarılıp rahatladım bu gece. Akrep ve yelkovanın dönerken çıkardığı seslerden birinde amcamlar geldi eve. Sessizce fısıldaşmalarını duymak için kapının ağzına çıktım hemen. Kurşun sıyırmış, diğer sarhoş adamı orada bırakıp kaçmış. Hekim de yaralıya müdahale etmiş. Sonra da amcamlar bir güzel benzetmişler ki üzerinde ağırlığı kalsın. Cebine de bir not iliştirmişler; bir daha buralarda dolanmaması gerektiğiyle ilgili. Hepsini amcam yengeme anlatırken duydum. Sonra derin bir nefes vererek penceremin önündeki boşluğa bir minder koyarak oturdum. Bu gece uyku uyumak haram gibiydi. Çiçekli perdemi kenara çekip bahçeyi izlerken dimağımdaki bütün olasılıklar bir bir canlandı. Şu an burada oturabiliyordum evet ama ya oturamasaydım ihtimali bir mühür gibi damgalanıyordu beynime. Boşluğa dalmış bakarken pencereye vuran çatırtı sesiyle bomba duymuş gibi sıçradım. Elim kalbime giderken gözlerim hemen çevreyi taradı. Zehra bile bugün bu hareketi yapamayacak kadar akıllanmış diye düşünüyordum. Diğer ihtimal o sarhoşların amcamları takip etmesiydi ancak o kafayla bunu akıl edeceklerini sanmıyordum. Gözüm bahçenin dışını hızla tararken bir çıtırtı daha geldi. Bu sefer geldiği yönü takip ettiğimde ise omuzlarımdan büyük bir yük kalkmış gibi rahatladım. Başımı omuzuma eğip derin bir nefes verdiğimde onu izledim. O da beni izliyordu. Ali Ata bahçedeki en büyük ağacın dalına çıkmış bana bakıyordu şu an. Kalbimin üzerinde duran elim anne ve babamın yüzüğünü hissetti. Ali Ata'yı bana onlar mı göndermişlerdi? Bunca cefanın kefaretini ödedikten sonra gelen bu güzel hissi nasıl yorumlamalıydım? Ali Ata işaret parmağını iki kere şakağına vurduktan sonra beni işaret ettiğinde kalbime dolan ferahlığı tanımlayamadım. Aklım sende mi demek istiyordu? Kendimi işaret ederek baş parmağımı havaya kaldırdım ve ben iyiyim demeye çalıştım. Hekim arkadaşının bu saatte soluğu Ali Ata'nın yanında almış olması her şeyi bildiğinin bir göstergesiydi. Zaten geçen gece karşılaştığımızda da bir şeyler anlamış olması yüksek ihtimaldi. Konuştuğunu anladığımda gözlerim ağır ağır dudaklarına indi. Bir ağacın dalına baykuş gibi tünemişken izlediğim dudakların ne dediğini anlayamadım bir müddet. Sonra dudaklar hareket etmeyi kesti ve bakışlarımı gözlerine çıkardım. Odağımın kendisi olduğunu anladığı an yeniden kımıldadı dudakları; Çok korktum. Benim için endişelenmişti, korkmuştu, buraya kadar gelip bir şekilde içini rahat ettirmek istemişti. İşte bu his gönlümü yeniden hoş etti. Ben de tüm korkumla birlikte onun kollarında sakinleşmek istedim. Bir erkeğe sarılmak istemek günah mıydı? Zevcim olmadan bunu düşleyemez miydim? Öylece girivermişti hayatıma lakin öylesine biri olmamıştı zihnimde. Yüreğim kimseye aralamadığı kapıyı onun için açık bırakmıştı. Bir kolay gelsinle başlamıştı merhabamız ve dolmuştu tüm kolaylığıyla yüreğime. Herkese lal olan gönlüm, hiç görmediği bir çift göze konuşmuştu. Kelimelere gerek duymamış bir bakışla anlaşmıştık üstelik. İnsanın kendini anlayabileceği birinin olması ne değerliymiş meğer. Yeşil boyalı ahşap pencereyi araladığımda baharın serinliği işledi bedenime. Saçımın öne düşen tutamı hafifçe sallanırken bir müddet onu izledi. Oturduğu yerin konforlu olduğunu düşünmüyordum lakin bundan şikâyetçi gibi durmuyordu. Sustu, sustum, Sustuklarımızdan anlaştık. Gönlüme çok hoş gelmişti ve her gün biraz daha büyüyerek artıyordu bu hoşluk. Kimse görecek mi diye çekinmeden diktim, onun tabiriyle zehir yeşili gözlerimi ona. İnceledim yüzünün her karışını. Aramızda mesafe olması ise buna hiç engel olmadı. Üzerimde uzun kollu bir gecelik olduğu için üstümü başımı da dert etmedim. Hiç konuşmadığımız için biri bizi duyacak diye tedirgin de olmadım. Ay ışığının tenine vuran cildi solgun gözüküyordu. Sanki parmak uçlarım gidip tenine dokunsa tüm canlılığını geri kazanacak gibiydi. Parmak uçlarım karıncalanırken elimi kaldırdım yukarı, sonra gözlerimi kapatıp onu hissetmeye çalıştım. İşte o sıra süzüldü gözlerimden inci gibi düşen yaşlarım. Elimi yumruk yapıp indirdiğimde gözlerimi açmamıştım. Ağzından çıkan bir olumsuzluk tınısıyla aralandı ıslak kirpiklerim. Gecenin karanlığından daha karanlık gözüken gözleri hüzünlü bir eda ile izliyordu beni. Bir elini dudaklarına götürüp öptüğünde gözlerine çıkaracağını bilemedim. Gözlerinden öpüyorum diyordu. Yeniden kapanan gözlerim göz yaşlarım için direndi. Ağlamamak için tırnaklarımı parmak uçlarıma batırarak yeniden açtım gözlerimi. Sessiz bir kabullenişle beni bekledikten sonra, bu kez aynı parmaklarını kalbine götürüp iki kez vurdu. Devamında ise işaret parmağının gösterdiği yön bizzat benim kalbim oldu. Kalbimin içindesin diyordu. İşte o an yaşadım gönlümün teslimiyetini. Aralık bıraktığım kapıdan başını uzatan Ali Ata'yı seve seve almıştım yüreğimden içeri. Ruhumun kabullenişini bu kez sevinçten akan göz yaşlarım mühürledi. Sonra o çok beklediği gülümsemeyi verdim ona. Gözlerinin içine korkmadan, cesurca bakarak. Karşılığını ise anında geri aldım. Bu gece ay kaybolunca yerini alacak güneş benim için doğacaktı. Tabii odamın kapısı tıklandığı gibi açılmasaydı... |
0% |