Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. Bölüm

@1scintilla

Nefes aldığından haberdar olmak


Yaşamak için tek sebep, ondan bu merak


Haberdar olmak varoluşundan


Umutlarım için tek seçenek


Bu merak ondan


İlhan Öner


Bölüm 14. Bilinmeyeni Keşfetme Tutkusu


Gerçeği ararken gölgelerin arasında kaybolmuş yılanlara rastladım. Hakikatı aradığım bu yolculukta büyük bir oyunun içinde kayboldu güvenimin yankısı...


Çocuklar önden giderken hızla arkalarından yetiştim. Konu komşunun lafı sözü bitmezdi lakin nereden duyuyorlardı bu kadar şeyi?


Suat ve Faruk eve girmeden evvel beni beklediler ki çantalarındaki suyla ellerini ağızlarını güzel bir yıkayayım. Böylelikle arkamızda delil bırakmamış olacaktık. Herkesin deliline rağmen...


Sırtımdaki çantaları sinirle bir kenara koşup mutfağa girdim. Oldukça aksi bir sesle "Akşama misafir mi var yenge?" diye sordum Handan yengeme.


"Hayırdır kız bu ne sinir? Sen nereden duydun hem?"


"Dığdığın dığdığı dış kapının yığdığından duydum yenge. Benim niye haberim yok bundan."


"Aa sen iyice delirdin başımıza. Hekim ve arkadaşları geçmiş olsun demeye gelecek diye radyoya haber mi geçelim senin için?"


"Geçmiş olsun demeye mi?" diye sorarken ses tonum rahatladığımı açıkça belli etti.


"Görücüye mi gelsinler isterdin zilli? Ne bu hesap sormalar? Geç salatayı yap almayım ayağımın altına."


Azarı yiyip otururken içimde ayrı bir heyecan oluştu. Hekim ve arkadaşlarındaki arkadaşların içinde Ali Ata var mıydı acaba? Yoksa hekim arkadaşları mı gelecekti kontrol için? Yengem tuhaf tuhaf yüzüme bakarken mutfaktan çıktı. Ancak arkasından giren Nevin yengem oldu.


Kötü bakışlarını üzerimde hissederken sabahtan kalma patatesi bir tabağa koyduğunu gördüm. "Ne olacak o patatesler yenge ineklerin yemine mi koyacağız?"


"Sen benim oğluma inek mi diyorsun kız, yolarım o etlerini?"


"Yok yenge ne alakası var. Sabahtan kalan soğumuş patatesi oğluna götüreceğin aklıma gelmedi."


"Hasta o hasta. Midesi düzelecek." diyerek kırıta kırıta çıktı mutfaktan. Vay Gürbüz abinin hâline. Üşendim bir şey yapmaya demiyor da hastalığı bahane ediyor.


İçeriden gelen gürültü Gürbüz abinin de bu durumu onaylamadığını gösteriyor. Bari ısıtıp götürseydi bu kadar üzülmezdim. "İki kaşık yemek yapamadın mı anne? Fatih'in midesi bayram etti. Sen ne işe yarıyorsun?"


Kapının önünde duyduklarımla ağzımı kapattım şaşkınlıktan. O yemeklerden yememiş miydi? "Ne patatesi lan? Sarmanın içinde pirinç yok mu? Senin eline kaldıysak yanmışız valla." Gürbüz abi hâlâ söylenirken yengemin sesi gelmiyordu. Devamını da dinlemek istemeyip salata yapmaya geri döndüm.


Feride elinde top gibi atıp tuttuğu patatesle içeri girdi. "Savaş çanları çalıyor Piraye abla, sen de duyuyor musun?"


"Duymaz olaydım. Gerçekten tüm gün bir patates mi yedirdi adama?"


"Evet, hem de annem yemek koyacağı zaman izin vermedi. Benim oğlumun senin yemeklerine ihtiyacı yok diyerek. Yazık abim hapur hupur yerken, o uzaktan baktı kedi gibi."


"İstemedi mi?"


"Başta annem koymadı sandı herhalde. Sesini çıkarmadan yedi."


"Durumları nasıl?"


"İyi, iyi. Bol bol su içsin dedi hekim ama sürekli helaya gidip duruyorlar, içeride kalmıyor ki."


"Misafir varmış akşama."


"Var ya, hekimle arkadaşları babamlarla o mevzuyu konuşacaklar herhalde."


"Hangi arkadaşları?"


"Bilmem ki?


Feride'yle konuşmamızı bölen kapının hızla vurulmasıydı. Bir koşu gidip baktığımda can yoldaşım Perihan'ı gördüm.


"Peri, hoş geldin."


"Bakalım hoş bulacak mıyım?" diyerek beni etrafımda döndürdü. "Ne oldu dün gece? Hekim buradaymış yine. En son ben duyuyorum, kafayı yiyeceğim en sonunda."


"Gel içeriye de anlatayım. Şaziye nerede?"


"Salınıyordur bir yerlerde bilmiyorum."


"Sana kim söyledi bu olayı?"


"Hekimin kendisi." deyince duraksayıp gözlerinin içine baktım. Bu hekimle konuşmuş demekti. Düğünde de onun, Perihan'ı izlediğini görmüştüm. E o gece de sohbet etmek ister gibi bir hâli vardı.


"Ev süpürür toz eder, gerdan kırar söz eder, anam benim suçum yok, kendi bana göz eder." dediğinde gülüşerek mutfağa geçtik. Bakışlarımdan anlayıp kendi adına maniyle cevap vermişti.


Salatayı hazırlayıp soslamadan kenara koyarken bir yandan kapattığım kapının ardında olanları anlatıyordum. Perihan duyunca şoktan şoka giriyor ne yapacağını şaşırıyordu. En son tarhana çorbası için malzemeleri çıkarınca ellerimi tuttu.


"Böyle masal anlatır gibi yüzüme bakmadan anlatıyorsun lakin kim bilir nasıl korktun? Bu olay yaşansaydı ne olacaktı Piraye? Bu olay köyün içine sirayet ederse lafügüzafları hiç bitmez."


"Gece vakti olduğu için gören eden olmadı çok şükür. Verilmiş sadakamız varmış. En kısa zamanda bir çocuk daha sevindireceğim."


Misafir geleceğini duyunca güzden hazırladığımız mis kokulu tarhana çorbasını da yapmak istemiştim. Dumanı tüten çorbanın altını kısarak dinlenmeye aldım. Geri kalan zamanda ise odama çıkıp yeniden durum değerlendirmesi yaptık. En son Perihan'ı evine uğurladığımda, amcamlar da kapıdan içeri girdiler.


"Yemekler hazır mı hanımlar? Akşama misafirlerimizi iyi ağırlayalım." dedi Atilla amcam Nevin yengemle Handan yengeme bakarak.


Nevin yengem akşama kadar haşladığı patatesleri mi sunacaktı bilemem. Ancak Handan yengem her şeyin tam olduğunu söyleyerek içlerini rahatlattı. Tabakları hazırlarken tüpün altını yakıp bir çay suyu koydum. Kapı çaldığında ise heyecandan hareket bile edemedim.


Amcamların misafirleri buyur eden sesini duydum lakin kapıya çıkmadım. Ya o gelmemişse, hevesim kursağımda mı kalacaktı?


"Piraye, Feride, Zehra? Neredesiniz kız? İki sofra kurun salona öyle yan yana yemek olmaz. Zaten adamlar dev gibi yesek bile sığmayız." dediğinde gülmemek için arkamı döndüm.


Hazırladığım tüm mezeleri, cevizli yoğurdu, çeşit çeşit turşuları dizdim siniye. Ardından kaçla göz arası yaptığım şerbeti doldurdum bardaklara. Sonuçta misafirlerimizi içi ağırlamak lazımdı.


Çorba soğumadan Gürbüz abiye de vermiştim yengem görmeden. O an bana attığı bakışı ömrüm boyunca unutamayacağım sanırım. İyilik kazanacaktı, ben buna inanıyordum.


Kızlarla birlikte arı gibi hazırladıklarımızı götürürken kapının önünde biraz duraksadım. Bizi görünce sesleri kesilmişti. E niye sustular ki şimdi? Sesinden anlardım belki. Şimdi herkesin içinde nasıl bakayım kim var kim yok diye?


Beklemeden arkamı dönüp yeniden mutfağa gittim. Normalde oğlanlarda taşımaya yardım ederdi lakin onlar hasta olduğu için ziyadesiyle yorgunlardı. Çorba pakırıyla içeri geçtiğimde amcama bir attım. "Piraye doldur yavrum çorbaları. Gençler buyurun oturun o hâlde, şöyle bir karnımızı doyuralım."


Gelen misafir yemeğe davet edildiğinde icabet etmezse çok ayıp olurdu. O yüzden hepsi ayaklanıp sofraya oturdu. Önce misafirlerden başladım çorba kaselerini dağıtmaya. Yalnız birine gelince kaseyi hemen almayıp bir müddet tuttu elinde. O an onu görmesem de geldiğini anlayan kalbim hızla çarpmaya başladı. Tabağı aldıktan sonra çaktırmadan bir bakış attığımda, tüm heybetiyle birlikte sofraya kurulduğunu gördüm.


Allah'ım gülümsememi zor tutuyorum sen bana yardım et. Herkese verdikten sonra sıra arka sofraya geldi. Benim için açtıkları boşluk ise Ali Ata'nın çaprazındaydı. Aynı evin içinde aynı sofraya oturup, aynı yemekleri yiyorduk lakin birbirimize bakamıyorduk. O amcamlara saygısızlık edemezdi, ben ise yengemler kuşkulansın istemezdim.


İlyas amcam "Sizin işlerde zor valla." diye konu açtığında, ben yokken konuştuklarını anlayıp üzüldüm. Mesleğini öğrensem iyi olurdu. Pat diye de bir adama sen ne iş yapıyorsun diye sorulmazdı ki? Sanki o yüzden konuşmak istiyor gibi olur yanlış anlaşılırdı. Ayıp diye bir şey vardı.


Gözlerim oldukça narin bir şekilde yemek yiyen Zehra'ya takıldı. Neydi bu çıtkırıldım hâlleri böyle? Kesinlikle gelen ekibe gösteriş yapıyordu. süzülerek yemek yemesinin başka bir anlamı olmazdı. Ancak şöyle bir sorunumuz vardı; misafir üç kişiydi. Bunlardan biri Ali Ata, biri hekim, diğeri ismini bilmediğim arkadaşlarıydı. Ali Ata'ya göz koymuş olma düşüncesi çorbayı neredeyse genzime kaçıracaktı. Öbür yandan hekim de Perihan'la bir münasebet hâlindeydi. Geriye bir tek diğer adam kalıyordu.


Umarım boşta olana kendini göstermeye çalışıyordur da bir iç savaş daha yaşamayız. Diğer yemekler büyük tabaklar içinde sininin tam ortasına konulup servis edildi. Herkes bir tabaktan yemek yiyecekti.


Yemekler yenilip sofra toplandıktan sonra hekim bizimkileri yeniden muayene edip bir sorun olmadığını söyledi. Çayı demlemeye gidip gelirken arada kaçırdığım sohbetler için üzülüyordum. En garibi ise Ali Ata ve Fatih'i yan yana görmek oldu. Fatih bunu bir anlasa hem benim burnumdan getirir hem de adamları kovmaktan beter ederdi.


İnce belli bardaklarda çayları ikram ederken hızla gözlerinin içine bakıp çektim gözlerimi. Rengi parlayan koyu kahve gözlerini ilk defa bu kadar yakından görmenin heyecanı aktı içime. Elimi uzatsam dokunacağım mesafede olup da nasıl bu kadar uzak durabilirdik?


Önlerine koyduğum çekirdek, kavurga ve lokumla birlikte yeniden yerime oturdum. Onlar geniş sedirin üzerinde otururken, biz kızlarla yerdeki minderde oturuyorduk. Aslında amcam istemese odada bile duramazdık ya neyse.


Tekrar gözlerine bakmaya cesaret edemedim lakin elinin sürekli aynı tabağa gittiğini gördüm; çifte kavrulmuşa... Demek en sevdiği şey bu minik lokumlardı. Doğrusu ben de pek severdim.


Çayları tazelerken bir an kendimi bir hayalin içinde buluverdim. Sanki biz evliymişiz ve evimizin bir köşesinde sohbet ederken biten bardağını dolduruyordum. O da keyifle bana bakıyordu. İşten gelmiş ve yorgundu ancak bu yorgunluğu tatlı sohbetimiz çözüyordu. Hayali bile kalbimi bu denli ısıtırken gerçeği nasıl olurdu kim bilir?


Bu benim ilk kez böyle bir hayal kurduğum andı. Bir erkekle evli olmak, ona hoş bir şekilde bakmayı bile düşlemezdim eskiden. Ta ki Ali Ata'yı tanıyana kadar. Tüm kapalı kapılarımı tek tek bulup açıyor gibiydi. Üstelik bundan şikayetçi bile değildim. Sanki son kapının ardında beni bulsun diye çarpıyordu biçare yüreğim.


"Ee gençler, yok mu ufukta evlilik falan?"


"Bu işler nasip kısmet işleri bey amca. İşten güçten gönül meselelerine vakit bulamıyoruz." dedi çakal hekim. Bal gibi de buluyordu işte. Sinsi Zehra da kulaklarını dikip dinlemeye başladı. Hatta bir sonraki çay servisini de o yaptı.


"Yuva kurmak kadar güzel bir şey yoktur gençler. Vaktiniz de gelmiş, bulun şöyle hanım bir kız takın yüzüklerinizi."


"Böyle şeyler çok geçe kalmaya kalkmaz. Bir bakmışsın yalnız başına yaşlanıp gitmişsin." diyen amcalarımı onayladılar tek tek.


Nevin yengem ağzının içinde "Hanım bir kız kadar, hanım bir bey de önemli." diye mırıldandı. Geçen anlattığı kızlar damı muhabbetine çekiyordu dikkatimi.


"Nerelisin sen bakayım delikanlı?"


"Aksaray'lıyım efendim. Eskinuz köyünden." Ali Ata'nın sesini duyunca hoplayan kalbim tüm detayları zihnine not almaya başladı.


"Vay, İç Anadolu'nun göbeğinden geldim diyorsun. Annen baban nasıl, sağlar inşallah?"


"Hamdolsun çok şükür iyiler. Gelmeden önce konuştum, buraya geleceğimizden bahsettim. Selamları vardı sizlere."


"Ne işle uğraşırlar orada?"


"Ekip, dikerler. Hayvancılıkla uğraşırlar. Benim ana tarafı biraz kalabalık sağ olsun yardımlarını esirgemezler."


"İyi, iyi maşallah. Ne ekilir sizin oralara, ne yetiştirirler."


"Üzüm bağlarımız var, genelde pekmez yaparlar. Kabak çekirdeğiyle uğraşıyorlar bu ara. İki üç hayvanın da sütü olunca kendi yağlarında kavruluyorlar."


"İşleyen demir ışıldar evladım. Eski toprak onlar yorulmazlar. E bu sene ki pekmezleri sizden alalım öyleyse, geçen sene aldıklarımızı hanımlar pek beğenmediler."


"Ben getirtir ikram ederim efendim almak ne demek, bize sofranızı açmışken, olur mu hiç öyle şey?"


"Yook. Orada dur aslan parçası. İş başka arkadaşlık başka. İkram dediğin minik bir kısmı olur, bizim hane kalabalık kilo kilo alalım biz."


Bir İlyas amcam, bir Atilla amcam soru yağmuruna tutuyordu Ali Ata'yı. Eh bu da pek işime yarıyordu doğrusu. O da pekmez yapmayı biliyor muydu acaba? Bir gün onun ellerinden de yemek nasip olur muydu? Eh tatlı yiyelim tatlı konuşalım demişti madem, hep yeseydik...


Benzer soruları hekime sorduklarında ise onu da can yoldaşım Perihan için dinledim. Hekim Bey Konya'lıydı. Ali Ata ile hemşehri sayılırlardı. Belki de bu yüzden bu kadar iyi anlaşıyorlardı. Onun ailesinin de küçük bir çiftliği olduğundan bahsetmişti. Diğer oğlanı ise dışarı çıkıp geldiğim ara duyamadım ama çok da ilgilenmedim.


"Biz müsaade alıp kalkalım artık bir namaz vakti daha geçmesin."


Maalesef ki gitme vakitleri geldiğinde hüsranla ayağa kalktım. Onunla aynı odanın içinde olmak bile böylesine tumturak bir duyguydu. Bu gece tavanla bakışırken kurduğum hayalin devamını getireceğime emindim.


"Müsaade sizin evladım, ayağınıza sağlık, yine gelin bekleriz."


"Herkese hayırlı akşamlar. Her şey için teşekkür ederiz, elinize kolunuza sağlık. Allah'a ısmarladık." derken yeniden göz göze gelmemizle bir günden alabileceğim bütün verimi almıştım. Ufak bir baş selamı verip tüm heybetiyle çıktı evimizin kapısından. Şimdi de onu işe uğurlayan eş hayalini kuracaktım mecbur...


Boşları almak için salona herkesten önce gittiğimde, asıl amacım Ali Ata'nın bardağını avuçlarım arasına almaktı. O da bu bardağa dokunmuştu ve elinin sıcaklığını cam yüzeyde hâlâ hissedebiliyordum. Aşk böyle bir şey miydi gerçekten? Dokunduğu bardağa dokunduğu için yanıp tutuşmak mıydı?


Peki ya aynı bardaktan içersek ne olacaktı?


Saçmalama Piraye bir sapık olmadığın kalmıştı başımıza. Kendi kendime söylenirken kıkırdadım. Sonra ise gözüme bir şey çarptı. Ali Ata'nın oturduğu yerde, sedirin altına doğru itilmiş bir adet papatya.


Gülümseyerek papatyaya baktığımda feci bir şey aklıma geldi. Aslında salon boş değildi ve Fatih ben bardağa bakıp gülerken beni görmüştü...


Loading...
0%