Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15. Bölüm

@1scintilla

Karanlıktayım, katran gecelerdeyim


Cehennem misali bir yerdeyim


Bir demir nasıl paslanır, bir elma nasıl çürürse


İşte öyleyim.


Ümit Yaşar Oğuzcan


Bölüm 15. Cehennemden Kopan İrin


Saklandığın yerde yakalanmayı bekleyen bir çocuk gibi heyecanlı olursun bazen. Uzun zaman önce karyolamın altındaki karanlığa saklanmıştım. Sonra biri başını eğip bulunduğum yerde sobeledi beni. Aynı kişi avucumun içine mektuplar ve yüreğinden parçalar bıraktı. Bende tüm içtenliğimle kabul ettim her zerresini.


Fatih'in arkamda olduğunu sanki fark etmemişim gibi yaparak diğer bardakları doldurdum tepsiye. Sedirin altındaki papatyaya ise hiç dokunmadım.


"Bu kadar hoşuna giden şeyin ne olduğunu merak ediyorum?" diye sordu aksi bir sesle. Gürbüz abi ise kafayı koymuş uyuyor gibi yapıyordu.


"Bir an için babam yanımdaymış gibi hissettim." dediğimde bozuldu. Bir bardakla aşk yaşadığımı düşünüyordu oysa.


"Amcam ne alaka Piraye, yeni bahanen bu mu?"


"Ne için bahane bulacağım Fatih? Ağzından çıkanları kulağın duysun. Sen saygı kotanı çoktan aştın. Biraz daha böyle devam edersen bir gece vakti gelip o ağzını iğne iplikle dikeceğim." diye sert bir şekilde çıkışmamı beklemiyor olacak ki öylece kaldı sedirin üstünde.


Salondan çıkarken ise Gürbüz abinin kahkahasını işittim. "Bu çok iyiydi yalnız. Dikişli Fatih."


"Kes lan. Yayıldın oraya Banu Alkan gibi. Çek şu mabadını gözlerimden."


"Neden Fatihciğim? Etkileniyor musun benden? Tipim değilsin yalnız."


"Tipini sikeyim."


Kapı ağzında konuşmanın devamını dinlerken gülmemek için geri mutfağa gittim. Tüm neşemle kaldığım yerden bulaşıkları yıkamaya devam ettim. Mutfakta kimsenin olmaması bana bol bol gülecek alan yarattı.


Sonra bir ara tabaktaki çifte kavrulmuş dikkatimi çekti. Keşke ona biraz alıp hediye edebilseydim. Madem seviyordu o hâlde hoşuna giderdi.


Yorgun bir şekilde odama çıktığımda kendimi yatağıma atıp sırtımı dinlendirdim. Ufacık bir bakış, gülüş, hareket, ne çok mana gösteriyordu kalbime. Sabah olsa da koşa koşa hepsini Perihan'a anlatsam diye düşünerek güzel bir uykuya daldım.


***


Çilli horozdan önce uyanıp boşluğu izlemem normal miydi? Ansızın uykularından uyanan kişiler ya dert sahibi olurlardı ya da aşık? Ortası yok muydu bu işin?


Tüm neşemle şarkı mırıldanarak yataktan kalktım. Elimi yüzümü banyodaki ırbıkla yıkadıktan sonra yeni diktirdiğim elbiselerimden birini giydim. Bunlarında etekleri yerde sürünsün istemiştim. Terzi topuğumdan ölçü alacağı sıra da bir şekil vazgeçirmiştim. Ayakkabı giymediğimi görürse çevreye yayabilirdi.


Salona herkesten önce girerek sedirin altında duran papatyayı almak istedim ama papatya yerinde yoktu. Eğilip iyice baktım ancak göremedim. Sihirle yerinden kaybolmadığına göre biri almıştı. İyi ama kimdi?


Umarım bu defa papatyalar bizi zor duruma sokmazdı. Saat daha erken olduğu için yufkaları suladıktan sonra bahçeye çıktım. Mis gibi temiz havayı içime çektiğimde ise ruhum şenlendi. Tahta salıncağa oturup biraz sallandım. Sonra gözlerimi kapatıp beni sallayanın Ali Ata olduğunu düşledim. Belki salıncağın halatından iterken, tutunduğum yere denk gelir ve ellerimiz birbirine değerdi.


Sonra bir anda gerçekten arkamdan itilince korktum. Gözlerimi hızla açtım ama arkamda kim olduğunu göremeden biraz daha hızlı itti. "Dur midem bulandı!" Hız biraz daha artınca artık tadı kaçmıştı. "Dur dedim sana, kusacağım."


"Gülmen gerekiyor oysaki, sallıyorum seni neden mutlu olamıyorsun?"


Fatih! Artık sesi bile bana azap gibi gelirken onunla konuşmak istemiyorum.


"Fatih dur lütfen düşeceğim."


"Düş, hekimi çağırırız hemen. Arkadaşlarıyla birlikte gelir tedavi ederler seni."


"Ne saçmalıyorsun bilmiyorum. Durdur beni hemen!"


Aptal hırsları çok yanlış noktalara gidiyordu. Kimseyi uyandırıp saçma düşüncelere kapılmasın diye bağıramıyordum da.


"Piraye, yanlış sularda yüzüyorsun. Bilmediğin denizlerde boğulursun. Bildiğin denizlere odaklan biraz." dedikten sonra uzun saçlarımı avucuna topladığı gibi çekerek durdurdu beni. Çığlığım bile içimde kalırken yaşadığım şok gözlerimden tamamen belliydi. Beni avucuna doladığı saçlarımla birlikte kendine doğru çektiğinde tüm bedenim ürperdi.


"Bu evden çıkmak gibi bir umudun varsa diye söylüyorum; unut bunu. Senin için nasıl delirdiğimi gör. Sen benimsin Piraye. Yengemin o aptal Gürbüzle bile adını anmasına müsaade etmem."


Kulağıma değen nefesi midemi bulandırırken öylece kalakaldım. Saçımı biraz daha çekerek geriye yatırdı beni.


"Gördüğün bu yüzü hiç unutma. Senin geleceğin bu. İpek saçlarına yalnızca ben dokunabilirim. Bu süt gibi tenine..."


"Saçımı çekerken mi dokunacağını söylüyorsun? Sen aşağılık, şiddet aşığı bir pisliksin Fatih. Senden nefret ediyorum. Sil at zihninden beni. Keşke babam burada olsaydı da görseydi bu hâlini. Amcam gibi dövmekle kalmaz şehirden sürerdi seni."


"Ama baban yok. Benden nefret etmen bazen öyle hoşuma gidiyor ki. O gözündeki alevleri yalnızca öyle anlarda görebiliyorum. Oysa başka anlarda görmeyi de çok isterim." dediğinde yüzüne tükürdüm. Ellerim düşmemek için halata tutunuyordu. Onun bedenine sırf bunun için bile dokunamazdım.


Tükürdüğüm yüzüne parmağını değdi ve dudaklarının arasına aldı. Yaptığı şeye hayretle bakarken bunun ne kadar korkunç olduğunu düşündüm. O hastaydı, hatta sapık. Bizzat hanemizin, çatımızın içindeydi. Bu zamana kadar kendini belli etmemişti çünkü gönlümde kimse olmadığından emindi. Son zamanlarda bundan şüphelendiği için kudurmuş gibi davranıyordu.


Saçlarıma doğru yaklaşıp seslice bir nefes aldığında titredim. Mide öz suyum ağzıma gelip giderken sanki buraya kilitlenmiş gibiydim. Huzurlu sabahımı korkunç bir kâbusa çevirmişti.


"Ağzından çıkan salgı bu kadar tatlı ve güzelse, ağzın kim bilir nasıl güzeldir? Benim güzel ceylanım."


İşte bu bardağı taşıran son damlaydı. Canımın ne kadar yanacağını umursamadan geriye doğru bir takla attım ve o da bana doğru eğildiği için devrildi. Saçlarım elinden gevşeyince bu kez ben onun dengesiz hâlinden faydalanıp hırsla tutup çektim saçlarından. Sonrasında ise bize doğru hızla gelen tahta salıncağa vurdum kafasını. Ağzından çıkan derin inlemeye umursamayarak aynı hareketi bir kere daha yaptım.


"Benden uzak durmazsan, bir gece odana gelir yakarım seni. Kelimenin en gerçek anlamıyla cayır cayır yakarım Fatih. Bu koca ev kül olsa bile umurumda olmaz. Köşeye geçer ve enkazımı mutlulukla izlerim. Sakın benim sınırlarımda dolanma. Sakın bana bundan sonra tek bir ima bile yapma. Gözlerin bana değmesin. Senden iğreniyorum."


Yeniden gelen salıncağın tahta oturağına vurdum tekrar kafasını. Hız kazandıkça bize doğru geri geliyordu. "Benim kaybedecek hiçbir şeyim yok. Yaşayabileceğim en büyük acıyı yaşadım ben. Silerim seni bu dünyadan. Ayağını denk al." dedikten sonra afallamış bedenini son kez yeniden vurup evin büyük kapısına doğru adımladım.


Hem saç diplerim hem bedenim düştüğü için sızlıyor yine de içimin sızısının önüne geçemiyordu. İçeri girerken pencerelerden birinin önünde bir siluet gördüm. Nevin yengemdi. Gelip müdahale edeceği yere durmuş aptal suratıyla izliyordu.


Ellerim titrerken odama geçeceğim sıra duyduğum fısıltılarla rotamı değiştirdim. Ruh hâlim ne olursa olsun artık bu evde olan hiçbir fısıltıyı göz ardı edemezdim. Arkamdan gelecek olan bir darbe varsa bunu duyup önüne geçmem gerekirdi.


"Git Piraye'ye biraz yakınlaş dedim sana. Git laf al ağzından arkadaşı ol, salak mısın sen?"


Nevin yengemin sesi yine tüylerimi ürpertti. Nasıl bir kadındı bu? Duyduğum şap sesiyle vurduğunu anladım. Zehra'yı yanıma bilerek mi göndermişti o gece yani?


"O sümsükle yakın falan olamam daha fazla. Yeter artık rahat bırak beni. Anne değil yılan."


Zehra'nın çıkışından sonra aklım bulandı. Her şey, her şey mi yalandı yani?


"Bana bak, ben ne diyorsam onu yapacaksın. Hepimizin iyiliği için uğraşıyorum ben." Benimle ilgili ne gibi bir iyilik onu bu kadar hırslandırırdı ki?


"Gürbüz, oğlum meydanı Fatih'e bırakacak kadar mı güçsüzsün sen?"


"Anne onu bilmiyorsun. Kaç kere daha dayak yiyeceğim. Görmediği her an pislik yapıyorum zaten."


"Onu kendine çekmeye çalış. Fatih'in son hareketinden sonra git teselli ver. Ona iyi davranacağını anlasın. Daha iyi bir seçenek olduğunu anlasın."


"Sonra anne? Sonra ne olacak? Ben Piraye'yi sevmiyorum. Onunla evlenmek falan istemiyorum."


"Oğlum sen evlen, birkaç ay içinde ben icabına bakarım onun. Gerekirse üzerine kuma getiririz."


"Saçmalama babam asla izin vermez buna. Benim başımı yakacaksın."


"Sus bağırma, bu rezilliği duyacak şimdi." dedi Zehra çaresiz bir sesle.


"Duymaz o korkma. Fatih'in hamlesinden sonra zırlayarak odasına gidip kendini kırklıyordur."


Duyduklarımla daha ne kadar şok olabilirdim bilmiyorum. Neredeyse nefes alamaz şekilde duvara tutunup onları dinlemeye devam ettim.


"Anne Fatih buna asla müsaade etmez. Babamdan önce o dikilir karşıma. Bulaştırma artık beni."


"Ben o işi hallediyorum korkma. Fatih'e fısıldıyorum, bugün Piraye'nin üzerine kim saldı sanıyorsun onu. Fısıltının dozunu iyice arttırdığımda şiddetin dozu da artacak. Amcana ise evlendikleri taktirde her gün dayak yiyeceğinin mesajını vereceğim. Kendi ayaklarıyla çekilecek önümüzden."


Bu kadın insan değildi. Bu kadın şeytanın dünyadaki beden bulmuş hâliydi. Geceleri başında boynuz görsem bile şaşırmazdım. Elim kalbimde yıkılmamaya çalışırken daha fena bir şey duydum.


"Zaten geçen bir çuval inciri berbat ettiniz."


"Yine ne yaptık anne, şu kadarcık sev artık bizi, bırak yakamızı ya?" diye isyana gelen kişi Zehra'ydı. Gürbüz abi sessizce dinliyordu.


"O adamları ben tuttum aptal. Piraye'nin adını çıkartacaklardı, köyün her taşına yayacaklardı. Bütün kısmetlerin önünü bu şekilde kapattıktan sonra tek seçenek Gürbüz olacaktı."


"Ne?"


"NE?"


Zehra'nın fısıltısı bile ulaştı kulaklarıma. Gürbüz abi bile şaşırmıştı annesinin bu hamlesine. Nevin yengem bir hilal gibi etrafımı sarmaya çalışırken, ortada kalan ben küçücük bir yıldız gibiydim. Minicik bir zerreydim. Tüm bunları neden yapıyordu?


"Anne sen ne diyorsun? Ben vardım orada ben? Aynı durum başıma gelecekti. Senin de bir kızın var nasıl bu kadar zalim olabilirsin?"


"Sus sen, kuş kadar aklınla karışma benim işime. Sadece korkutacaklardı. O da senin salaklığın Feride'yi yollamıştım arkasından, senin ne işin vardı? Onu da engelli yeğenimle düşünmüştüm. Başını bağlar giderdik, iki saf. Ömrü boyunca da ona hizmet etmek zorunda kalırdı."


"Anne sen... Kanım çekildi şu an. Sen kimsin hiç mi Allah korkun yok? Git tövbe et, namaz kıl, bir şey yap. Yüzünde nur tanesi bile kalmamış, gittikçe çirkinleşiyorsun ve bu hem ruhuna hem yüzüne yansıyor."


Bir tokat sesi daha duydum. "Saygısız, seni nankör köpek. Haddini bil benimle nasıl böyle konuşursun?"


"O ayranlar ilaçlıydı değil mi? Abimle Fatih'i bilerek hasta ettin. Kendi çocuğuna bunu yapan korkunç birisin sen, sırf planların uğruna hem de. Herkesi harcayabilirsin?"


Zehra'nın sesi tıpkı o geceki gibi korkmuş ve çaresiz geliyordu. Üstelik o gece olduğu gibi tüfeği ateşleyip oradan kaçamazdık. Çünkü onu bizzat o canavar doğurmuştu. Canavar bizimle birlikte yaşıyor ve gülüyordu. Üstelik tüm bu yaptıklarından eğlendiği de yüz ifadesinden belli oluyordu.


Bir tokat sesi daha duyduğumda Gürbüz abi sanki bu duyduklarına şaşırmamış gibi aklına takılan asıl soruyu sordu. Bu kilit soru tüm soruların kapısını aralayıp cevabı önümüze serecekti.


"Anne bırak vurup durma kıza artık. Söyledikleri yalan değil, gerçekleri duymak zoruna mı gitti? Sen bana bu işten ne çıkarın olduğunu söyle asıl? Piraye'den zerre kadar haz etmezken asıl amacın ne senin?"


"O beslemeye sevgi duyduğumdan değil herhalde. Küçük sığıntıya babasından bir sürü mal kaldı. Bunları başkasına kaptıracak değiliz. Tüm mal varlığı bizim olmalı. O aptal Fatih bize koklatmaz bile. O yüzden gözünü dört aç ve pervane ol kızın etrafında. En azından köprüyü geçene kadar."


Duyduklarımın korkutuculuğunu bilincim kaldırmıyordu. Olduğum yerde sendelediğimde daha fazla burada kalamayacağımı anladım. Karnıma giren sancı tüm bedenimi yutmaya çalışıyor gibi hissettim.


Rezalet. Kelime anlamı; toplumda büyük yankı uyandıran, toplumca hoş görülmeyen, toplumun duygularını inciten, küçük düşürücü, utanç verici olay ya da durum demekti.


Yengem beni ehvenişer bir durumun ortasına sürüklüyordu. Kötünün iyisi olarak karşıma Gürbüz abiyi atacak ve ben de kabul etmek zorunda kalacaktım. Sonra üzerime kuma getirecek, beni tam anlamıyla hizmetçi konumuna sokacaktı. Üstelik bir yolunu bulurum dediği yol yediğime içtiğime ilaç atıp beni kısır yapmaktı belki de.


Meyus bir his tüm zerreme dolduğunda ellerim titreyerek odamın kapısını açabildim. Lakin banyoya yetişemeden halının ortasında içimin kabul etmediği her şeyi çıkardım. Bağıra bağıra bir çocuk gibi ağlamaya başlarken midem neredeyse kendini de çıkarmamı istiyordu.


Göz yaşlarım, çığlıklarım içinde düşerken kusmuk tabakasını görüp daha çok ağlıyor ve öğürüyordum. Beni bir kusmuk gibi görüyordu belki de.


Öyle şeyler duymuştum ki hepsi de çok acı gerçeklerdi. Derinleri deştikçe bir sivilcenin ardını dolanıyor gibi hissettim. Bedeninin altı komple irin doluydu ve artık ince bir tabaka bu pisliği görmemize engel olamayacaktı. Sıktığım zaman tüm irin bizzat benim yüzüme patlayacaktı. O irin yengemdi. Asıl kusmuk Nevin Maral'dı.


Anlatsam bu kadar büyük bir olaya kim inanırdı? İnansa bile, yengem amcamın tüm kötü huylarıyla birden karşılaşır ve hatta belki de boşardı. Anlatsam da anlatmasam da huzur artık bu evin dört bir yanını sarıp kolonlarına tutunamazdı. Çünkü az önce tüm huzuru içimden söküp atmıştım.


Titreyen bedenim daha fazla dik duramazken içimden çıkan pisliğin tam yanına düştüm. Hayat beni hangi ara bu konuma getirdi bilmiyordum. Tek bildiğim şey artık bu evde kalamayacağımdı...


Loading...
0%